Çok defa “Falan içtihat etti ve hata etti, filan içtihat
etti ve isabet etti” sözlerini duyarız. Yine “Âlim içtihat edip de isabet
ederse ona iki ecir, hata ederse bir ecir vardır” derler.
Peki bu ifade doğru mudur? Yoksa yanlış anlayıp, yanlış mı
kullanıyorlar?
Bırakın da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ne demiş ona
bakalım:
Amr b. As radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem buyurdu ki:
﴿إذا
حكم الحاكمُ فاجتهد ثم أصاب فله أجرانِ، وإذا حكم فاجتهدَ ثم أخطأَ
فله أجرٌ﴾
“Hâkim hükmedip içtihat eder, sonra isabet ederse ona iki
ecir vardır. Hükmeder ve içtihad eder de sonra hata ederse ona bir ecir vardır.”
Sahihu’l-Buhârî (no: 7352) Sahihu Muslim (1716)
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki:
﴿إذا
حكم الحاكمُ فاجتهد فأصاب فله أجران، وإذا اجتهد فأخطأ فله أجرٌ﴾
“Hâkim hükmedip içtihat eder de isabet ederse ona iki
ecir vardır. İçtihat edip hata ederse bir ecir vardır.” El-Elbani, Sahihu
Suneni’n-Nesâî (5396) Sahihu Suneni Ebî Dâvûd (3574) Sahihu Suneni’t-Tirmizî (1326)
Amr b. As ve Ebû Hureyre radıyallahu anhuma’dan beraber
rivayetleri aynı lafızla: el-Elbani, Sahihu’l-Cami (493)
Amr b. el-As radıyallahu anh’den aynı lafızla: Sahihu Suneni
İbn Mâce (1886)
Ahmed’in rivayeti ise şöyledir:
﴿إذا قَضَى القاضي فاجتَهَدَ فأصابَ فلَهُ عشرةُ أجورٍ، وإذا
اجتَهَدَ فأخطأَ كانَ لَهُ أجرٌ أو أجران﴾
“Kadı yargıda bulunup içtihat eder ve isabet ederse ona
on ecir vardır. İçtihat edip hata ederse ona bir ecir veya iki ecir vardır.”
Ahmed Şakir, Musnedu Ahmed tahkikinde (11/34) “İsnadı hasen”
demiştir.
Bu konudaki hadislerin hepsi de âlimler hakkında değil,
hâkim lafzıyla gelmiştir. Diğer hadiste geçtiği gibi, insanlar arasındaki kadâ
(yargı) için âlime giderlerse, o zaman o âlim kadâ/yargıda bulunur ve içtihat
eder, insanların problemini çözer. Bu ise bir teşri (din kanunu koyma), helal
koyma veya haram koyma değildir.
Nitekim bütün
muhaddisler bu hadisi Kitabu’l-Akdiye’de; “Kadâ (yargı)” babına koymuşlardır.
Şayet bu hadisin müçtehit âlimler hakkında olduğunu düşünselerdi elbette İlim
ve Fazileti babına koyarlardı. İnsanların bu hadis hakkındaki anlayışları nasıl
da âlimler hakkında olduğuna yönelmiş görüyor musunuz?
Birçok kimsenin meselelerinin çoğunu bu hadise
dayandırdığını görmemiz bir musibettir. Kitaplarda “Falan içtihat etti ve hata
etti” ifadesini görürüz. Sonra:
“Bu konuda mazur görülür, kınanmaz” derler.
Hatta birisi “Ref’ul-Melâm An Eimmeti’l-A’lam” adıyla kitap yazmış, diğeri “İ’lamu’l-Muvakkiin” adıyla kitap yazmıştır. Adeta âlimlerin şirk koşmalarında ve hükmünde Allah’a ortak olmalarında sakınca olmadığını açıklamışlardır!
“Bu konuda mazur görülür, kınanmaz” derler.
Hatta birisi “Ref’ul-Melâm An Eimmeti’l-A’lam” adıyla kitap yazmış, diğeri “İ’lamu’l-Muvakkiin” adıyla kitap yazmıştır. Adeta âlimlerin şirk koşmalarında ve hükmünde Allah’a ortak olmalarında sakınca olmadığını açıklamışlardır!
Din tamamen bu hale gelmiş, her önüne gelen re’yiyle (şahsi
görüşüyle) konuşmuş, sonra da onun hakkında “Sakınca yok, inşallah ona bir ecir
var, çünkü o içtihat etmiştir” denilmiştir. Hayret!
“Hâkim” kelimesini işittiğimiz zaman hepimiz biliriz ki
hâkim yönetici ve emirdir. O dinlenip itaat edilen kimsedir. O, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in “Ona isyan eden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
isyan etmiştir” dediği kimsedir. O,
herkes tarafından bilinen tek şahıstır. Ama âlime gelince, onu alim kabul eden
kimdir, yoksa alim değil midir, nasıl biliriz? Ta ki ondan sonra onun içtihat
etmeye hakkı olduğunu söyleyelim!
Mesela bana göre İmam
Ahmed bir âlimdir, dolayısıyla içtihat edebilir. Ama Eşariler onu âlim
görmezler! Onlara göre İmam Ahmed’in içtihat etmeye hakkı yoktur. Yine ben de
onların âlimleri hakkında aynı şeyi söyleyebilirim… Böylece kaos çıkar. Durum
asla kontrol altına alınamaz… Lakin şayet hadis, lafzına geçtiği gibi hâkime veya
kadıya indirgenirse problem kalmaz. Herkes hâkimi (yöneticiyi) bilir. Onun
hakkında ittifak vardır ve ona biat edilmiştir. O tek bir şahıstır, bilinen
biridir. Allah Teâlâ da bize ona itaat etmeyi emretmiştir: “Ey iman edenler!
Allah’a itaat edin, rasule itaat edin, sizden olan emir sahiplerine de.”
(Nisa 59) Ama âlimler çoktur, farklıdır, çeşitlidir. Her biri diğerini
kıskanır. Bu durumu bize köklü âlim, Kur’an tercümanı İbn Abbas radıyallahu anhuma
şu sözüyle haber veriyor:
خُذُوْا العِلّمَ حَيْثُ
وَجَدْتُمُوْهُ وَلا تَقْبَلُوْا قَوْلَ الفُقَهَاءِ بَعْضُهُمْ عَلَى
بَعْضٍ ((فَإِنَّهُمْ يَتَغَايَرُوْنَ [أي يغارون]
تَغَايُرَ التُّيُوْسِ)) فِي الزَّرِيْبَةِ﴾
“İlmi bulduğunuz yerde alın, fakihlerin birbirleri
hakkındaki sözlerini kabul etmeyin. Zira onlar ağıldaki keçiler gibi
birbirlerini kıskanırlar.” İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm (no: 1090)
Âlimler çoktur, onlardan biri içtihat etse, diğer bir alim
gelir, içtihat eder ve ilk içtihadı hatalı bulur! Onun tam aksini söyler…
Avamın bunlar arasındaki durumu nedir? Şuna göre haram, şuna göre helal! Hatta
durum o hale geldi ki fetvanın başında şu ifadeyi görürüz: “Bu mesele
hakkında âlimler ihtilaf etmişlerdir”!!
Hâkime gelince, o tek bir şahıstır. İçtihat ettikten sonra
hükmeder. İster hata etsin, ister isabet etsin, kimse ona muhalefet etmez. Bu
yönetici hakkındadır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
﴿أطيعوا
أُمراءَكم ((مهما كان))...﴾
“(Vereceği hüküm) Ne olursa olsun yöneticilerinize itaat
edin” buyurmuştur. El-Elbani, Tahricu Kitabi’s-Sunne’de (1048) sahih
demiştir.
“mehmâ kâne” (ne olursa olsun)” yani, yönetici içtihad
ettiği hükmünde hata etse de, isabet etse de itaat edin demektir. Bu durum avam arasında kaosa yer bırakmaz.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
﴿القضاةُ
ثلاثةٌ فرجلٌ قَضَى فَاجْتَهَدَ فأصابَ فلَهُ الجنةُ ورجلٌ قضى
فاجْتَهَدَ فَأَخْطَأَ فله الجنةُ ورجلٌ قضى بجورٍ فَفِي
النارِ﴾
“Kadılar üçtür: Birisi yargıda bulunur, içtihat eder ve
isabet eder, ona cennet vardır. Birisi yargıda bulunur, içtihat eder ve hata
eder, ona da cennet vardır. Birisi de yargıda bulunur ve zulmeder. Ona da ateş
vardır.” Heysemi Mecmau’z-Zevaid’de (4/198) ricali, sahihin ricalidir
demiştir.
Sonra, şayet âlimin içtihat etmeye
hakkı olsaydı, neden falan âlim bidatçi ve sapıktır diyoruz? Bilakis bizim: “Falan
sadece bir ecir aldı” dememiz gerekmez miydi? Şayet onun alim olmadığını
söylersen, sana:
“Bu sana göre böyledir, lakin bir topluluğa göre o bir alim ve müçtehittir, hata etse de ona bir ecir var” denilir!!
“Bu sana göre böyledir, lakin bir topluluğa göre o bir alim ve müçtehittir, hata etse de ona bir ecir var” denilir!!
Bazı insanlar gelir ve Müslümanlara
meseleleri karışık göstermek için şüphe atarlar: “Ebu Bekr radıyallahu anh zekât
vermeyenlerle savaşma hususunda içtihat etmedi mi? Ömer radıyallahu anh
hırsızın had cezasını iptal etmekle içtihat etmedi mi? Osman radıyallahu anh
Kur’an’ı tek mushafta toplama hususunda içtihat etmedi mi? Ali radıyallahu anh
içtihat etmedi mi?” derler.
Doğru, lakin onlar âlim oldukları
gibi, aynı zamanda hâkim/yönetici idiler. İçtihat ettikleri zaman hükmettiler, bunları
âlimler olarak değil, hâkimler olarak yaptılar. Şayet onların içtihatlarına
bakarsan hepsinin de hükmettikleri zaman, buna hak sahibi oldukları zamanda
içtihat ettiklerini görürsün. Mesela Osman radıyallahu anh’ın Ömer radıyallahu
anh’ın halifeliği zamanında içtihat ettiğini göremezsin! Büyük âlimlerden olan,
hakimlerden olmayan sahabelerden birinin içtihat ettiğini göremezsin.
Alkame b. Kays rahimehullah şöyle
demiştir:
أنَّ قومًا أَتَوْا عبدَ اللهِ بنَ مسعودٍ، فقالوا لهُ: إنَّ رجلًا مِنَّا
تزوَّجَ امرأةً ولم يَفْرِضْ لها صداقًا ولم يجمعها إليهِ حتى مات،
فقال لهم عبدُ اللهِ رضيَ اللهُ عنهُ: ما سُئِلْتُ
عن شيٍء منذُ فارقتُ رسولَ اللهِ ﷺ أشدَّ عليَّ من هذهِ، فأْتُوا غيري قال: فاختلفوا إليهِ فيها شهرًا، ثم قالوا لهُ في آخرِ ذلك:
من نسألُ إذا لم نسألك وأنتَ أُخَيَّةُ أصحابِ محمدٍ ﷺ في
هذا البلدِ ولا نجدُ غيرك، فقال: سأقولُ فيها بجهدِ
رأيي، ((فإن كان صوابًا فمن اللهِ وحدَهُ لا شريك لهُ، وإن كان خطأً فمنِّي، واللهُ ورسولُهُ منهُ بريءٌ)) أرى أن أجعلَ لها صداقًا
كصداقِ نسائها لا وَكْسَ ولا شَطَطَ ولها الميراثُ وعليها
العِدَّةُ أربعةَ أشهرٍ وعشرًا قال: وذلك بسمعِ ناسٍ من
أشجعَ فقاموا فقالوا: نشهدُ أنك قضيتَ بمثلِ الذي قضى بهِ رسولُ اللهِ ﷺ في امرأةٍ مِنَّا يقالُ لها بُروعُ بنتُ واشقٍ، قال ((فما
رُئِيَ عبدُ اللهِ فرح بشيْءٍ ما فرح يومئذٍ إلا
بإسلامِهِ))، ثم قال: اللهمَّ إن كان صوابًا فمنك وحدكَ لا
شريكَ لكَ، وإن كان خطأً فمِنِّي ومن الشيطانِ واللهُ ورسولُهُ منهُ بريءٌ
“Bir topluluk İbn Mes’ud radıyallahu
anh’e geldi ve dediler ki: “Bizden birisi, mehirini belirlemeden bir kadınla evlendi,
ölünceye kadar da onunla ilişkiye girmedi.” İbn Mes’ud radıyallahu anh onlara
dedi ki:
“Sorduğunuz şey Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ayrıldığımdan beri bana en şiddetli gelen meseledir. Benden başkasına gidin.” Bir ay İbn Mes’ud radıyallahu anh’e gidip geldiler, en sonunda ona dediler ki:
“Sen bizim memlekette yaşayan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının en büyüklerindensin, sana sormaz isek kime soralım? Senden başkasını bulamıyoruz” dediler. O zaman Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
“Bu konuda kendi görüşümü söyleyeceğim eğer isabet edersem bu hiçbir ortağı olmayan Allah’tandır. Hata etmiş isem bu hata benimdir. Allah ve Rasûlü bu hatadan uzaktır. Bu konuda görüşüm şudur:
“Kadına kendi kavmindeki kadınlara verilen kadar bir mehir verilmeli, ne az ne de çok olmalı, kadın kocasının mirasından almalı ve dört ay on gün iddet beklemelidir.” Ravi diyor ki:
“Bu konuşma Eşca’ kabilesinden bir gurup insanın yanında yapılmıştı. Abdullah radıyallahu anh’ın bu fetvasını duydular ve ayağa kalkıp; “Bizden “Berva bt. Vaşık adındaki bir kadın hakkında da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle hüküm verdiğine biz şahitlik ederiz” dediler. Abdullah radıyallahu anh, Müslüman olduğu güne sevinmesi dışında, kendi görüşünün isabetli oluşuna sevindiği kadar bir şeye sevinmemişti.” Sonra şöyle dedi:
"Allah'ım! eğer isabetli ise yalnız sendendir, Senin ortağın yoktur. Eğer hatalı ise, benden ve şeytandandır, Allah ve rasulü bundan uzaktırlar." Beyhaki, Sunenu’l-Kubra’da (7/245) “İsnadı sahih” demiştir. El-Elbani de Sahihu Suneni’n-Nesâî’de (3358) sahih demiştir.
“Sorduğunuz şey Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ayrıldığımdan beri bana en şiddetli gelen meseledir. Benden başkasına gidin.” Bir ay İbn Mes’ud radıyallahu anh’e gidip geldiler, en sonunda ona dediler ki:
“Sen bizim memlekette yaşayan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının en büyüklerindensin, sana sormaz isek kime soralım? Senden başkasını bulamıyoruz” dediler. O zaman Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
“Bu konuda kendi görüşümü söyleyeceğim eğer isabet edersem bu hiçbir ortağı olmayan Allah’tandır. Hata etmiş isem bu hata benimdir. Allah ve Rasûlü bu hatadan uzaktır. Bu konuda görüşüm şudur:
“Kadına kendi kavmindeki kadınlara verilen kadar bir mehir verilmeli, ne az ne de çok olmalı, kadın kocasının mirasından almalı ve dört ay on gün iddet beklemelidir.” Ravi diyor ki:
“Bu konuşma Eşca’ kabilesinden bir gurup insanın yanında yapılmıştı. Abdullah radıyallahu anh’ın bu fetvasını duydular ve ayağa kalkıp; “Bizden “Berva bt. Vaşık adındaki bir kadın hakkında da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle hüküm verdiğine biz şahitlik ederiz” dediler. Abdullah radıyallahu anh, Müslüman olduğu güne sevinmesi dışında, kendi görüşünün isabetli oluşuna sevindiği kadar bir şeye sevinmemişti.” Sonra şöyle dedi:
"Allah'ım! eğer isabetli ise yalnız sendendir, Senin ortağın yoktur. Eğer hatalı ise, benden ve şeytandandır, Allah ve rasulü bundan uzaktırlar." Beyhaki, Sunenu’l-Kubra’da (7/245) “İsnadı sahih” demiştir. El-Elbani de Sahihu Suneni’n-Nesâî’de (3358) sahih demiştir.
Subhanallah! Onlara cevap vermeden nasıl da bir ay terk
ediyor! Sonra onlara görüşünü söylüyor. O âlim bir sahabe idi. Sonra görüşünün Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sözüne uygun düşmesine nasıl seviniyor! Şayet âlimlerin
içtihat etmeye hakları olsaydı, İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın bütün bu
korkusunun sebebi neydi?
En uygun olanı, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra
sahabenin içtihat etmesi olurdu. Zira onlar insanların dini en iyi bilenleri
idiler. Lakin görüyoruz ki sahabeler içtihat etmekten korkuyor ve bundan kaçıyorlardı.
Mecbur kaldıkları zaman Allah ve rasulünü kendi fetvalarından berî
kılıyorlardı! Onlar hata etmiş olabileceklerini kabul ediyorlar, fetvalarının
doğruluğundan seni tereddüte düşürüyorlardı. Sonra: “İstersen fetvamı terk et,
bundan dolayı sana bir şey gerekmez” diyorlardı. Peki zamanımızın müftüleri
nerede? Onlardan birinin görüşüyle fetva verdiğinde semadan inen dinmiş gibi
insanları sorumlu tuttuğunu görürsün!
Sahabeler meseleyi, asrın âlimlerinin bilmedikleri şekilde
biliyorlardı. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ
دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ
الْإِسْلَامَ دِينًا
“Bugün size dîninizi ikmal ettim ve üzerinizdeki nimetimi
tamamladım. Ve dîn olarak, sizin için İslâm'ı seçtim.” (Maide 3)