Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

12 Mayıs 2015 Salı

Ehl-i Hadis Savunması

Ehl-i Hadis’in Zalim Yöneticiye Karşı Ayaklanmaktan Yasaklamasının Savunması
Bismillah.
Allah Teâlâ insanları zulümden ve zalimlerden nefret etme, adaleti ve adilleri sevme fıtratı üzerinde yaratmıştır. Adalet, idrak edilmesi rasuller gönderilmesine ve kitaplar indirilmesine bağlı olmayan, aklın güzel bulduğu şeylerdendir. Zulüm de yine aynı şekilde aklın çirkin gördüğü şeylerdendir. Bu yüzden bütün milletler adaletin övülmesi ve onun güzel olduğuna inanılması, zulmün kötülenmesi ve onun çirkin olduğuna inanılmasında ittifak etmişlerdir.
Hakaret sözlerinin en şiddetlilerinden birisi, fıtratların ve akılların güzelliğine karar verdiği şey ile çelişen bir şey ile itham edilmesidir. Zira sahiplerinden nefret edilmesi ve çirkin gösterilmesi için böyle bir itham yeterlidir.
 Ehl-i Hadise husumet besleyen bazı kimseler, hadis ehlinin zalim yöneticiye karşı ayaklanmaktan yasaklama şeklindeki konumlarından dolayı hadis ehline hakaret etme hususunda bu yolu tutmuşlar: “Hadis ehlinin mezhebinin yöneticilerin zulmünü onaylamak ve bunu dinde meşru kılmak” olduğunu iddia etmişlerdir!
Burada hadis ehlinin bu meseledeki mezhebini ahlakî olarak hakaret malzemesi yapan ve onları karalayan sınıf ile; ilim ehlinden bu meseleyi sahabe arasında ihtilaflı görüp, bundan dolayı yöneticiye ayaklanmaktan yasaklamada icma iddiasının geçersiz olduğunu söyleyen diğer bir sınıfın arasının ayırt edilmesi gerekir. Nitekim İbn Hazm rahimehullah Meratibu’l-İcma’da bunu ifade etmiştir. Muasırlardan ise Şeyh Abdurrahman el-Muallimî rahimehullah bu görüştedir. Burada maksadımız ikinci sınıf değil, birinci sınıftır.
Burada hadis ehlinin bu konudaki mezheplerine delil getirdikleri nasları zikretmek mümkündür. Lakin bu kimselerin mesnedi; ahlakî olan; çirkinlik ve zulm dayanaklarıdır. Onlara verilecek reddiye de buna uygun olarak, hadis ehlinin zalim yöneticilere ayaklanmaktan yasaklaması hususundaki ahlakî boyutu açıklamak şeklinde olacaktır.
 Bu ahlakî boyutu Ehl-i Hadisin büyük imamı Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ın sözüne bakmak açıklığa kavuşturacaktır. Ebu’l-Haris es-Saig dedi ki:
“Ebu Abdillah’a (Ahmed b. Hanbel’e) Bağdad’da meydana gelen hadiseleri sordum Bir topluluk ayaklanmayı düşünüyordu. Dedim ki:
“Ey Ebu Abdillah! Şu toplulukla beraber ayaklanmak hakkında ne dersin?” Buna şiddetle karşı çıktı ve şöyle demeye başladı:
“Subhanallah! Kanlar! Kanlar! Bunu uygun görmem de, emretmem de! İçinde bulunduğumuz duruma sabretmek, kanların döküldüğü, malların mubah sayıldığı, mahremiyetlerin çiğnendiği fitneden hayırlıdır! Fitne günlerinde insanlara neler olduğunu bilmez misin?” Dedim ki:
“İnsanlar zaten şu anda da fitne içinde değiller mi ey Ebu Abdillah!” Dedi ki:
“Öyle de olsa, bu özel bir fitnedir. Kılıç çıktığı zaman fitne genelleşir, yollar kesilir. Bu duruma sabretmek dinin için daha selametli, senin için daha hayırlıdır.” Onun yöneticilere karşı ayaklanmaya karşı çıktığını, “Kanlar! Bunu uygun da görmem, emretmem de” dediğini gördüm.” El-Hallal, es-Sunne’de (no:89) rivayet etmiştir.
İmam Ahmed rahimehullah genel fitne ile özel fitne arasında fark gözetmiş, özel fitneyi genel fitneye tercih etmiştir. Kişinin, Müslümanların genelinin maslahatı için kendisinin özel maslahatının gitmesine sabretmesinin, toplumun maslahatını, kendisinin maslahatına tercih etmesinin övülen, güzel bir ahlak olduğu hususunda şüphe yoktur.
İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne’de (4/540-541) şöyle demiştir: “Yöneticilere karşı çıkanlardan birçoğu veya onların çoğunluğu ancak kendileri aleyhine kayırmacılıktan dolayı onlarla çekiştiğinden ayaklanırlar.  Kendileri aleyhine kayırmacılık yapılmasına sabredemezler, sonra muhakkak bu yöneticinin diğer bazı günahları da olur. Aslında kendileri aleyhine kayırmacılığa buğzetmeleri, o kötülüklere buğzlarından daha büyük olur. Onunla savaşan fitne kalmaması ve dinin tamamen Allah’a ait olması için savaştığını zanneder. Halbuki onu harekete geçiren en büyük sebep ya yönetim ya mal olarak talep ettiği amacıdır.”
Müslümanların kanları dökülmesin, yolları kesilmesin ve maslahatları devam etsin diye, hakkı olan yönetim veya mal hususunda sabreden, övülmeye daha layıktır. Sabretmeyen diğeri ise kendi maslahatını gerçekleştirmek için fitnelere, musibetlere ve belalara sürüklemiştir.  
Bu yüzden İbn Teymiyye harbîler veya yol kesicilerle savaşmak ile mal veya yönetim talebi için yöneticilerle savaşmak arasında iki konuda fark gözetmiştir:
Birincisi: Yol kesicilerin zararı bütün insanlar için genel bir zarardır. Onlar bütün insanlara düşmanlık ederler. Onlar herkesle savaşmayı kastederler. Yani fitneleri genel bir fitnedir.
İkincisi: İnsanlara savaşı başlatan onlardır.
Bu ikinci fark oldukça önemlidir. Zira Hadis Ehli, görüşlerini açıklarken yöneticilere kılıçla ayaklanmayı başlatanları kastetmişlerdir. Çünkü yöneticiler İbn Teymiyye’nin de dediği gibi, halklarına savaş başlatmazlar.
Ama eğer yöneticinin kendisi veya ordusu Müslümanların kanları, namusları gibi mahremlerine taşkınlık yaparsa bu başka bir meseledir. Yöneticilere karşı ayaklanma meselesini inceleme noktası burası değildir. Kastedilen; savaşı başlatmak şeklindeki yasaklanmış ayaklanmadır.
Eğer yönetici kanı masum olan bir kimseyi zulüm ve taşkınlıkla öldürmeyi emrederse, ona karşılık öldürülür. Müslümanlar, kanlarını savunurlar. Bu hususta yöneticinin kanı ile halktan bir Müslümanın kanı arasında fark yoktur. İmam Ebu Abdillah eş-Şafii rahimehullah el-Umm’de (7/107) şöyle demiştir: “Yönetici, bir kimseye birini öldürmeyi emreder de, o da onu öldürürse, maktulün varisleri diyet kabul etmedikleri takdirde yöneticinin kısas edilmesi gerekir.”
İmam Abdurrazzak es-San’anî rahimehullah Musannef’inde “Yöneticiye Kısas” babında bu konuyla ilgili olarak Selef’ten eserler rivayet etmiştir. Bunlardan birisi de Habib b. Suhban’ın, Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’den rivayet ettiği şu sözdür: “Had cezası için olmadıktan sonra Müslümanların sırtı Allah’ın himayesi altındadır ve hiç kimseye vurmak helal değildir.” Habib dedi ki: “Ömer radıyallahu anh’ın kendi kendine kısası uygulatırken koltuk altlarının beyazlığını da gördüm.” (Musannef no: 18036)
Şayet yöneticinin Müslümanların hürmetlerine saldırdığı farz edilirse, şüphesiz onun için saldırgan hükümleri geçerlidir. En hafif şekilde def edilmesi için vuruşulması gerekir. Bu esnada kanı da dökülebilir. Onun durumu başkalarının durumu gibidir. Eğer kâfirler için casusluk yaparsa, casusla ilgili hükümler onun için de geçerlidir. Bazı imamlar casusun öldürülmesi görüşündedirler. Yönetici olması veya makamı buna engel değildir. Diğer suçlarda da durum böyledir.
Burada İmam Ebu Bekr el-Âcurrî rahimehullah’ın Kitabu’ş-Şeria’da problem gibi görülen bir sözü vardır. Şöyle demektedir: “Sana karşı yönetici olan arap, siyah, beyaz veya acem olsun, ona Allah’a isyan olmayan konularda itaat etmen gerekir. Seni hakkından mahrum etse de, zulmedip sırtına vursa da, şerefini çiğnese de, malını alsa da, bunlar senin ona karşı kılıcınla ayaklanıp savaşmana sürüklememelidir. Haricilerle beraber çıkıp ona karşı savaşma! Başkalarını da ona karşı ayaklanmaya kışkırtma. Lakin ona karşı sabret.”
Şerefin çiğnenmesine de sabretmeyi emretmesi problemli gelebilir. Bu problem, intihâku’l-ırz: şerefin çiğnenmesi ifadesinin doğru anlaşılmasıyla gider. El-Asmaî rahimehullah, el-Ezherî’nin Tehzibu’l-Luga’da naklettiğine göre şöyle demiştir: “en-Nehek: bir işte mübalağa yapmaktır. Irza/şerefe hakaret etmede aşırı gidersen (inteheke ırdahu) onun şerefini çiğnemiş olursun.”
Burada kastedilen; insanın, yönetici kendisinin mahremine saldırdığı zaman buna sabretmesi değildir! Böyle bir şeyin bâtıl olduğu İslam’da zarurî olarak bilinir.
Bahsi geçen; dövme, haklardan mahrum etme, - az önce zikrettiğimiz manada - şerefin çiğnenmesi, mala el konması gibi fiiller, yöneticiye ayaklanmayı gerektirmez dediğimizde, bunun anlamı, onun suçunun cezasını uygulamaya mani olmak demek değildir. Yönetici aleyhine dava açılır ve kısas yapılır. Ayaklanmayı gerektiren şeyler ile suçların cezalandırılmasına yönelik kısası gerektiren şeyler arasında fark vardır. Bu meselede imamların sözlerini doğru anlamayı dikkatten kaçırmamak gerekir.
Ehl-i Hadis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin koruyucuları ve savunucularıdırlar. Maksatları seçkin ve şereflidir. Onların dünya ve mal gibi gayeleri yoktur ki, yöneticilerin maksatlarına mutabakat için dini tahrif etsinler! Onların mezhebine bu şekilde saldıranlar, bu kötü maksatlarla itham edilmeye daha layıktırlar.
 Bilinmelidir ki muasır rejimleri savunmuyorum. Hatta onların meşru yöneticiler olmadıkları veya onların kafirlerin Müslümanların malları üzerindeki vekilleri olmaları gerekçesiyle itiraz eden olabilir. Bu başka bir meseledir. Burada maksat Ehl-i Hadis’in mezhebini ve anlayışını savunmaktır. Bazı insanlar hadis ehlinin bu mezhebini muasır yönetimleri savunmak ve çirkin dünyevi maksatları için suiistimal ettiklerinde, bu metodun kendisi kınanamaz. Allah Teâlâ en iyi bilendir.
Hurrasu'ş-Şeria Dergisi Zilka'de 1434

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)