Ehl-i Hadis’in Zalim Yöneticiye
Karşı Ayaklanmaktan Yasaklamasının Savunması
Bismillah.
Allah Teâlâ insanları
zulümden ve zalimlerden nefret etme, adaleti ve adilleri sevme fıtratı üzerinde
yaratmıştır. Adalet, idrak edilmesi rasuller gönderilmesine ve kitaplar
indirilmesine bağlı olmayan, aklın güzel bulduğu şeylerdendir. Zulüm de yine
aynı şekilde aklın çirkin gördüğü şeylerdendir. Bu yüzden bütün milletler
adaletin övülmesi ve onun güzel olduğuna inanılması, zulmün kötülenmesi ve onun
çirkin olduğuna inanılmasında ittifak etmişlerdir.
Hakaret sözlerinin en
şiddetlilerinden birisi, fıtratların ve akılların güzelliğine karar verdiği şey
ile çelişen bir şey ile itham edilmesidir. Zira sahiplerinden nefret edilmesi ve çirkin gösterilmesi için böyle bir itham yeterlidir.
Ehl-i Hadise husumet besleyen bazı kimseler,
hadis ehlinin zalim yöneticiye karşı ayaklanmaktan yasaklama şeklindeki
konumlarından dolayı hadis ehline hakaret etme hususunda bu yolu tutmuşlar: “Hadis
ehlinin mezhebinin yöneticilerin zulmünü onaylamak ve bunu dinde meşru kılmak”
olduğunu iddia etmişlerdir!
Burada hadis ehlinin
bu meseledeki mezhebini ahlakî olarak hakaret malzemesi yapan ve onları
karalayan sınıf ile; ilim ehlinden bu meseleyi sahabe arasında ihtilaflı görüp,
bundan dolayı yöneticiye ayaklanmaktan yasaklamada icma iddiasının geçersiz
olduğunu söyleyen diğer bir sınıfın arasının ayırt edilmesi gerekir. Nitekim
İbn Hazm rahimehullah Meratibu’l-İcma’da bunu ifade etmiştir. Muasırlardan ise
Şeyh Abdurrahman el-Muallimî rahimehullah bu görüştedir. Burada maksadımız
ikinci sınıf değil, birinci sınıftır.
Burada hadis ehlinin
bu konudaki mezheplerine delil getirdikleri nasları zikretmek mümkündür. Lakin bu
kimselerin mesnedi; ahlakî olan; çirkinlik ve zulm dayanaklarıdır. Onlara
verilecek reddiye de buna uygun olarak, hadis ehlinin zalim yöneticilere
ayaklanmaktan yasaklaması hususundaki ahlakî boyutu açıklamak şeklinde olacaktır.
Bu ahlakî boyutu Ehl-i Hadisin büyük imamı
Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ın sözüne bakmak açıklığa kavuşturacaktır. Ebu’l-Haris
es-Saig dedi ki:
“Ebu Abdillah’a (Ahmed
b. Hanbel’e) Bağdad’da meydana gelen hadiseleri sordum Bir topluluk ayaklanmayı
düşünüyordu. Dedim ki:
“Ey Ebu Abdillah! Şu
toplulukla beraber ayaklanmak hakkında ne dersin?” Buna şiddetle karşı çıktı ve
şöyle demeye başladı:
“Subhanallah! Kanlar! Kanlar!
Bunu uygun görmem de, emretmem de! İçinde bulunduğumuz duruma sabretmek,
kanların döküldüğü, malların mubah sayıldığı, mahremiyetlerin çiğnendiği
fitneden hayırlıdır! Fitne günlerinde insanlara neler olduğunu bilmez misin?” Dedim
ki:
“İnsanlar zaten şu
anda da fitne içinde değiller mi ey Ebu Abdillah!” Dedi ki:
“Öyle de olsa, bu özel
bir fitnedir. Kılıç çıktığı zaman fitne genelleşir, yollar kesilir. Bu duruma
sabretmek dinin için daha selametli, senin için daha hayırlıdır.” Onun
yöneticilere karşı ayaklanmaya karşı çıktığını, “Kanlar! Bunu uygun da görmem,
emretmem de” dediğini gördüm.” El-Hallal, es-Sunne’de (no:89) rivayet etmiştir.
İmam Ahmed rahimehullah
genel fitne ile özel fitne arasında fark gözetmiş, özel fitneyi genel fitneye
tercih etmiştir. Kişinin, Müslümanların genelinin maslahatı için kendisinin
özel maslahatının gitmesine sabretmesinin, toplumun maslahatını, kendisinin
maslahatına tercih etmesinin övülen, güzel bir ahlak olduğu hususunda şüphe
yoktur.
İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne’de
(4/540-541) şöyle demiştir: “Yöneticilere karşı çıkanlardan birçoğu veya onların
çoğunluğu ancak kendileri aleyhine kayırmacılıktan dolayı onlarla çekiştiğinden
ayaklanırlar. Kendileri aleyhine
kayırmacılık yapılmasına sabredemezler, sonra muhakkak bu yöneticinin diğer
bazı günahları da olur. Aslında kendileri aleyhine kayırmacılığa buğzetmeleri,
o kötülüklere buğzlarından daha büyük olur. Onunla savaşan fitne kalmaması ve
dinin tamamen Allah’a ait olması için savaştığını zanneder. Halbuki onu
harekete geçiren en büyük sebep ya yönetim ya mal olarak talep ettiği amacıdır.”
Müslümanların kanları
dökülmesin, yolları kesilmesin ve maslahatları devam etsin diye, hakkı olan
yönetim veya mal hususunda sabreden, övülmeye daha layıktır. Sabretmeyen diğeri
ise kendi maslahatını gerçekleştirmek için fitnelere, musibetlere ve belalara
sürüklemiştir.
Bu yüzden İbn Teymiyye
harbîler veya yol kesicilerle savaşmak ile mal veya yönetim talebi için
yöneticilerle savaşmak arasında iki konuda fark gözetmiştir:
Birincisi: Yol
kesicilerin zararı bütün insanlar için genel bir zarardır. Onlar bütün
insanlara düşmanlık ederler. Onlar herkesle savaşmayı kastederler. Yani
fitneleri genel bir fitnedir.
İkincisi: İnsanlara
savaşı başlatan onlardır.
Bu ikinci fark oldukça
önemlidir. Zira Hadis Ehli, görüşlerini açıklarken yöneticilere kılıçla ayaklanmayı
başlatanları kastetmişlerdir. Çünkü yöneticiler İbn Teymiyye’nin de dediği gibi,
halklarına savaş başlatmazlar.
Ama eğer yöneticinin
kendisi veya ordusu Müslümanların kanları, namusları gibi mahremlerine
taşkınlık yaparsa bu başka bir meseledir. Yöneticilere karşı ayaklanma
meselesini inceleme noktası burası değildir. Kastedilen; savaşı başlatmak
şeklindeki yasaklanmış ayaklanmadır.
Eğer yönetici kanı
masum olan bir kimseyi zulüm ve taşkınlıkla öldürmeyi emrederse, ona karşılık
öldürülür. Müslümanlar, kanlarını savunurlar. Bu hususta yöneticinin kanı ile
halktan bir Müslümanın kanı arasında fark yoktur. İmam Ebu Abdillah eş-Şafii rahimehullah
el-Umm’de (7/107) şöyle demiştir: “Yönetici, bir kimseye birini öldürmeyi
emreder de, o da onu öldürürse, maktulün varisleri diyet kabul etmedikleri takdirde
yöneticinin kısas edilmesi gerekir.”
İmam Abdurrazzak
es-San’anî rahimehullah Musannef’inde “Yöneticiye Kısas” babında bu konuyla
ilgili olarak Selef’ten eserler rivayet etmiştir. Bunlardan birisi de Habib b.
Suhban’ın, Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’den rivayet ettiği şu sözdür: “Had
cezası için olmadıktan sonra Müslümanların sırtı Allah’ın himayesi altındadır
ve hiç kimseye vurmak helal değildir.” Habib dedi ki: “Ömer radıyallahu anh’ın
kendi kendine kısası uygulatırken koltuk altlarının beyazlığını da gördüm.”
(Musannef no: 18036)
Şayet yöneticinin Müslümanların
hürmetlerine saldırdığı farz edilirse, şüphesiz onun için saldırgan hükümleri
geçerlidir. En hafif şekilde def edilmesi için vuruşulması gerekir. Bu esnada
kanı da dökülebilir. Onun durumu başkalarının durumu gibidir. Eğer kâfirler
için casusluk yaparsa, casusla ilgili hükümler onun için de geçerlidir. Bazı
imamlar casusun öldürülmesi görüşündedirler. Yönetici olması veya makamı buna
engel değildir. Diğer suçlarda da durum böyledir.
Burada İmam Ebu Bekr
el-Âcurrî rahimehullah’ın Kitabu’ş-Şeria’da problem gibi
görülen bir sözü vardır. Şöyle demektedir: “Sana karşı yönetici olan arap,
siyah, beyaz veya acem olsun, ona Allah’a isyan olmayan konularda itaat etmen
gerekir. Seni hakkından mahrum etse de, zulmedip sırtına vursa da, şerefini
çiğnese de, malını alsa da, bunlar senin ona karşı kılıcınla ayaklanıp
savaşmana sürüklememelidir. Haricilerle beraber çıkıp ona karşı savaşma!
Başkalarını da ona karşı ayaklanmaya kışkırtma. Lakin ona karşı sabret.”
Şerefin çiğnenmesine
de sabretmeyi emretmesi problemli gelebilir. Bu problem, intihâku’l-ırz:
şerefin çiğnenmesi ifadesinin doğru anlaşılmasıyla gider. El-Asmaî rahimehullah,
el-Ezherî’nin Tehzibu’l-Luga’da naklettiğine göre şöyle demiştir: “en-Nehek:
bir işte mübalağa yapmaktır. Irza/şerefe hakaret etmede aşırı gidersen (inteheke
ırdahu) onun şerefini çiğnemiş olursun.”
Burada kastedilen; insanın,
yönetici kendisinin mahremine saldırdığı zaman buna sabretmesi değildir! Böyle
bir şeyin bâtıl olduğu İslam’da zarurî olarak bilinir.
Bahsi geçen; dövme,
haklardan mahrum etme, - az önce zikrettiğimiz manada - şerefin çiğnenmesi, mala el
konması gibi fiiller, yöneticiye ayaklanmayı gerektirmez dediğimizde, bunun
anlamı, onun suçunun cezasını uygulamaya mani olmak demek değildir. Yönetici
aleyhine dava açılır ve kısas yapılır. Ayaklanmayı gerektiren şeyler ile suçların
cezalandırılmasına yönelik kısası gerektiren şeyler arasında fark vardır. Bu
meselede imamların sözlerini doğru anlamayı dikkatten kaçırmamak gerekir.
Ehl-i Hadis Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin koruyucuları ve savunucularıdırlar. Maksatları
seçkin ve şereflidir. Onların dünya ve mal gibi gayeleri yoktur ki, yöneticilerin
maksatlarına mutabakat için dini tahrif etsinler! Onların mezhebine bu şekilde
saldıranlar, bu kötü maksatlarla itham edilmeye daha layıktırlar.
Bilinmelidir ki muasır rejimleri savunmuyorum.
Hatta onların meşru yöneticiler olmadıkları veya onların kafirlerin Müslümanların
malları üzerindeki vekilleri olmaları gerekçesiyle itiraz eden olabilir. Bu
başka bir meseledir. Burada maksat Ehl-i Hadis’in mezhebini ve anlayışını
savunmaktır. Bazı insanlar hadis ehlinin bu mezhebini muasır yönetimleri
savunmak ve çirkin dünyevi maksatları için suiistimal ettiklerinde, bu metodun
kendisi kınanamaz. Allah Teâlâ en iyi bilendir.
Hurrasu'ş-Şeria Dergisi Zilka'de 1434
Hurrasu'ş-Şeria Dergisi Zilka'de 1434