Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

18 Mayıs 2018 Cuma

Tarihselci Anlayışa Reddiye 11

Ehl-i Sünnet’in Şer’î Nasları Anlamada Usul ve Kaidelerinden Bazıları

İslâm, şer’î nasların anlaşılması, ayakların kaymaması veya anlayışların sapmaması için açık kaidelerle gelmiştir. Bu kaideler delil getirmenin doğruluğu için ana merkezdir. Kişi Allah’ın muradını ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in muradını ancak kitap ve sünnetin delaleti konusunda anlayışının istikamet üzere olmasından sonra bilebilir.
Fikirler, görüşler ve sapıklıklar ancak kötü anlayış sebebiyle ortaya çıkmıştır.
Şayet naslar insanlara bırakılsaydı herkes kendi meyline, anlayış ve aklına göre anlar ve insanlar anlayış konusunda uzak ayrılıklara düşerlerdi. Bu yüzden nasları anlama konusunda ilmî usullere bağlı kalmamız zorunludur.
Bu usul kaidelerinden bazıları şunlardır:

Birincisi: Şer’î nasları anlamada Salih Selef’in menhecine müracaat etmenin gerekliliği

Bir kimse: “Neden başkalarına değil de selefin menhecine uymamız gerekiyor? Onlar da diğerleri gibi insan değil midir? Uymanın gerekliliği konusunda neden onları tahsis ediyoruz? Diyebilir.
Nitekim bugünkü yazarların çoğu “Onlar ricalse, biz de ricaliz” diyorlar.
Deriz ki: Şüphesiz salih selef, bu ümmette başkalarında olmayan özellikleri kendilerinde bulundurmakla ayrıcalıklıdırlar. Onlar kitap ve sünnette gelen doğru anlayışın ve amelî uygulamanın örnekleridirler.
Pek çok açıdan şer’î deliller kitap ve sünnet naslarında selefin anlayışına müracaat etmenin gerekli olduğuna delalet etmektedir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
1- Allah Azze ve Celle onların yoluna ve menhecine muhalefet edenleri can yakıcı azapla tehdit etmiştir:
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
Her kim, kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” (Nisa 115) Müminlerin yoluna aykırı bir anlayış yolunu tutan kimseyi Allah can yakıcı şekilde cezalandırmakla tehdit etmiştir. “Müminlerin yolu” ifadesinin kapsamına girenlerin ilkleri, Kur’ân nassıyla ilk müminlerdir. Allah onlardan razı olsun:
وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Muhacirlerden ve Ensardan (İslâm yolunda) yarışanların öncüleriyle, onlara güzellikle tâbi olanlardan Allah hoşnud olmuş, onlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır. Allah onlara, içinde dâimi kalacakları, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler va'detmiştir. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Tevbe 100)
Ömer b. Abdilaziz rahimehullah şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sünnetler koydu. Ondan sonraki idareciler de sünnetler koydular. Bunlara tutunmak, Allah’ın kitabına tabi olmaktır, Allah’a itaati mükemmelleştirmektir, Allah’ın dininde kuvvettir. İnsanlardan hiçbiri onu bozamaz, değiştiremez ve ona aykırı bir görüşte bulunamaz. Onun yolunda giden hidayet bulmuştur. Ondan yardım isteyen yardım görür. Kim de onu terk ederek müminlerin yolundan başkasına uyarsa Allah onu döndüğü yerde bırakır ve cehenemme sokar. O ne kötü bir dönüş yeridir.”[1]
2- Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onlara tabi olmayı ve onların menhecinde gitmeyi şu hadisinde emretmiştir:
فعليكم بسنَّتي وسنَّة الخلفاء الرَّاشدين المهديِّين، عضّوا عليها بالنَّواجذ
Size sünnetimi ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerimin sünnetini tavsiye ederim. Ona azı dişlerle sarılın.”[2]
İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabının sünnetini kendi sünnetine bağlamış ve kendisinin sünnetine tabi olmayı emrettiği gibi her ikisine birlikte uymayı da emretmiştir. Bu emri öyle mübalagalı bir ifadeyle söylemiştir ki azı dişlerle sarılmayı emretmiştir.”[3]
Huzeyfe radıyallahu anh şöyle demiştir: “Ey kurrâlar/okuyucular topluluğu, Allah’tan korkun! Sizden öncekilerin yoluna tutunun. Yemin ederim ki onlara tabi olursanız oldukça öne geçersiniz. Şayet terk ederek sağa ve sola ayrılırsanız uzak bir sapıklığa düşersiniz.”[4]
3- Şüphesiz salih selef, ilim ve amel bakımından bu ümmetin en faziletlileri ve en hayırlılarıdırlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
خيرُ النَّاس قرني، ثم الذين يلونهم، ثم الذين يلونهم
Asırların en hayırlısı benim asrımdakiler, sonra onlardan sonra gelenler ve sonra onlardan sonra gelenlerdir.”[5]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kitabı, sünneti ve bütün gruplar içinde Ehl-i Sünet ve’l-Cemaat’in üzerinde ittifak ettikleri esasları düşünen kimse zorunlu olarak bilir ki; ameller, görüşler, akideler ve diğer konulardaki bütün faziletlerde bu ümmetin çağlarının en üstünü ilk asırdakilerdir. Sonra onlardan sonra gelenler ve sonra onlardan da sonra gelenlerdir. Nitekim bu husus Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den birçok yönden sabit olmuştur. Şüphesiz onlar, ilim, amel, iman, akıl, dindarlık, açıklama ve ibadet bakımlarından sonrakilerden üstündürler. Onlar karşılaşılan her sorunu açıklamada önceliklidirler. Bu gerçeği ancak İslâm dininde zorunlu olarak bilinen hususlara karşı büyüklenen ve Allah’ın bir ilim üzere saptırdığı bir kimse reddeder. Eş-Şafiî Risale’sinde ne güzel söylemiş: “Onlar (selef) her ilimde, akılda, dindarlıkta, fazilette, ilme ulaştıran veya hidayete yetiştiren her vasıtada bizden üstündürler. Onların görüşü, bize kendi görüşümüzden daha hayırlıdır.”[6]
4 – Fitnelerin, ihtilafların ve fırkalaşmaların meydana geldiği zamanda onların üzerinde bulundukları şeye sarılmak kurtuluş sebebidir. Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إنَّ بني إسرائل تفرَّقت على ثنتين وسبعين ملَّة، وتفترق أمَّتي على ثلاث وسبعين ملَّة؛ كلُّهم في النَّار إلَّا ملَّة واحدة. قالوا: ومن هي يا رسول الله؟ قال: «ما أنا عليه وأصحابي
Şüphesiz İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri dışında hepsi de ateşte olacaktır.” Dediler ki: “O (kurtulan) hangisidir ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu: “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlar[7]
Bu hadis, hak ile batıl arasındaki ayırıcı çizginin sahabenin üzerinde oldukları yola tabi olmak olduğunu gösteriyor.
5- Onlar Allah Teâlâ’nın muradını ve rasulünün muradını başkalarından iyi bilirler. Bu onların, menheclerini öncelikli kılan en önemli ayrıcalıklarıdır.
Allah Teâlâ onları zihin uyanıklık, dildeki fesahat, ilimde kapsamlılık, ilim almada kolaylık, güzel anlayışta hızlılık, güzel niyet ve rab Teâlâ’dan sakınma hasletleriyle özel kılmıştır.
Arapçanın tabiatı, mizacı ve doğru anlamları onların fıtratlarında ve akıllarında yerleşmişti. Onların isnada, ravilerin durumlarına, hadis illetlerine, cerh ve ta’dile, usulcülerin koydukları kaidelere bakmaya ihtiyaçları yoktu. Onlar bütün bunlara muhtaç değildiler. Onlar için sadece iki durum söz konusu idi:
Birincisi: Allah Teâla şöyle buyurdu, rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu denilmesi.
İkincisi: Bunun anlamı şu ve şudur denilmesi.
Onlar bu iki girişte insanların en mutluları ve bu ümmetten en nasiplileri idiler. Bu iki konuda birleşmeleri onları kuvvetlendirmişti.”[8]
Onlar nasları ve delalet ettiği anlamları anlamaya başkalarından daha yakındırlar. Zira Kur’ân onların üzerine, onların diliyle inmiştir.[9] Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onların arasında kendilerine indirileni açıklıyordu. Onlara anlaşılması zor gelen konuları ve çeşitli din meselelerini anlatıyordu.
Nitekim onlar, İbn Teymiyye rahimehullah’ın da dediği gibi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Kur’ân’ın hem lafzını hem de anlamını öğrenmişlerdi.[10]
Kur’ân’ı metni, anlamları, kaideleri ve kayıtları ile öğreniyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onları yerleşmiş sağlam bir din, hiçbir gizliliği ve karışıklığı olmayan apaçık bir hüccet üzerinde bırakmıştı.
قد تركتُكم على البيضاء ليلُها كنهارها، لا يزيغ عنها بعدي إلَّا هالكٌ
Sizleri gecesi gündüzü gibi aydınlık olan bir yolda bıraktım. Benden sonra bundan ancak helak olan kimse sapar.”[11] Gizli, zor ve karışık gelen herşeyin açıklaması ve aydınlığı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinin ilminde mevcut idi.
Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh, İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya şöyle demiştir: “Bu ümmet peygamberleri ve kıbleleri bir olduğu halde nasıl ihtilaf ederler?” İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Ey Müminlerin emiri! Kur’ân ancak bizim üzerimize indi ve biz onu okuduk. İnen ayetleri öğrendik. Şüphesiz bizden sonra Kur’ân’ı okuyan ve hangi konuda indirildiğini bilmeyen kimseler olacaktır. Bunun üzerine onlar bu konuda görüş bildirecekler. Görüş bildirdikleri zaman da ihtilaf edecekler ve ihtilaf ettikleri zaman birbirleriyle savaşacaklardır…”[12]
Şatıbî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu yüzden şer’î delile bakan herkesin öncekilerin anlayışını ve onların üzerinde bulundukları uygulamayı gözetmesi gerekir. İlim ve amel bakımından en doğruya ulaştıranı ve en sağlamı budur.”[13]
Hafız İbn Receb el-Hanbelî rahimehullah şöyle demiştir: “Bütün bu ilimlerden faydalı olanı; kitap ve sünnet naslarını ve bunların anlamlarını anlamayı, sahabe, tabiin ve onlara tabi olanlardan rivayet edilen Kur’ân ve hadis anlamlarıyla, helal, haram, zühd, incelikler, bilgiler ve diğer meselelerde onlardan gelen sözlerle kayıtlamaktır.”[14]
Hafız İbn Abdilhadi rahimehullah şöyle demiştir: “Bir ayet veya bir hadis hakkında, selef zamanında bulunmayan, onların bilmedikleri ve ümmete açıklamadıkları bir yorum ortaya koymak caiz değildir. Zira bu, onları hakkı bilmemekle ve ondan sapmakla itham etmeyi, sonradan gelen bu itirazcının da daha doğru yolda olduğu iddiasını içerir.”[15]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Her kim Kur’ânı veya hadisi sahabe ve tabiin tarafından bilinmeyen bir şekilde açıklarsa o kimse Allah’a iftira etmiş, Allah’ın ayetleri konusunda haktan yüz çevirmiş ve sözü yerinden çıkarmıştır. Bu zındıklık ve ilhad kapısını açmaktır. Bunun da batıl olduğu İslâm dininde zorunlu olarak bilinir.”[16]
Selef de masum olmayan insanlardır, nasıl olur da onlara tabi olmamız bağlayıcı kılınır?” sözüne gelince,
Cevap: Masumluk/korunmuşluk fertler hakkında değil, menhec hakkındadır. Fertler ise masum değillerdir. Onların üzerinde yürüdükleri menhec ise, eksiklik ve kusurun dâhil olamayacağı şekilde masumdur. Zira ümmet sapıklık üzerinde birleşmez. Onların menhecinin özü; kitap ve sünnete kişilerin görüşleriyle itiraz etmeksizin tabi olmak ve bu iki aslın anlaşılmasında Arap diline dayanmaktır.

[1] Hileytu’l-Evliya (6/324)
[2] Tirmizi (2600) Ebu Davud (3991) el-Elbani Sahihu’l-Cami’de (4314) sahih demiştir.
[3] İ’lamu’l-Muvakki’in (4/140)
[4] İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm ve Fadlih (3/184)
[5] Buhari (2458)
[6] Mecmuu’l-Fetava (4/157)
[7] Tirmizi (2641) el-Elbani Sahihu’l-Cami’de (9474) hasen olduğunu söylemiştir.
[8] İ’lamu’l-Muvakkiin (4/149)
[9] Bu hususu İbn Mesud radıyallahu anh’den gelen şu söz pekiştirmektedir: “Kendisinden başka ilah olmayana yemin ederim ki, Allah’ın kitabındaki her surenin ne hakkında nazil olduğunu muhakkak bilirim. Her bir ayetin hangi konuda indiğini bilirim. Şayet bir kimsenin Allah’ın kitabını benden daha iyi bildiğini bilsem, bineğime biner ve onu bulurdum.” Muslim Sahih’inde (2463) rivayet etmiştir. İbn İshak, Mucahid’den şöyle dediğini rivayet eder: “Kur’ân’ı İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya üç defa arz ettim. Her ayette durdum ve ona ne hakkında ve nasıl nazil olduğunu sordum.” Siyeru A’lami’n-Nubela (4/450)
[10] Mecmuu’l-Fetava (13/384)
[11] İbn Mace (43) el-Elbanî Sahihu’l-Cami’de (7818) sahih demiştir.
[12] El-Kasım b. Sellam, Fadailu’l-Kur’ân (103)
[13] El-Muvafakat (3/77)
[14] Fadlu İlmi’s-Selef (6)
[15] Es-Sarimu’l-Menkî (1/497)
[16] Mecmuu’l-Fetava (13/243)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)