Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye günü Kureyş ile; onlardan müslüman olup kendisine geleni geri iade etmek üzere anlaşma yapmıştı. Ebu Basir kıssası, Buhârî’nin Sahih’inde, Hudeybiye anlaşmasıyla ilgili uzun metinli rivayetin sonlarında şu şekilde anlatılır:
“Kureyş'ten Ebû Basîr adlı bir adam müslüman olarak ona iltica etti. Ardından onu geri çevirmek için (müşrikler) iki kişi gönderdiler. Dediler ki:
“Yaptığımız anlaşmaya göre bu adamı bize geri vereceksin.” O da onlara Ebû Basîr'i teslim etti. Beraberce geri döndüler. Zû'l-Huleyfe'ye vardıklarında yemek yemek için oturdular. Hurma yemeye başladılar. Ebû Basîr o iki adamdan birine dedi ki:
“Senin bu kılıcın çok hoşuma gitti.” Öbürü ise kılıcını çıkardı. Adam dedi ki:
“Hakikaten bu çok güzeldir, defalarca denedim.” Ebû Basîr:
“Göster de bakayım” dedi. Adam gösterince hemen kılıcı elinden alıp ona bir darbe indirdi, adam cansız yere düştü. Ötekisi kaçtı ve Medine'ye geldi. Koşarak mescide girdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onun telaşla koşup geldiğini görünce:
“Bu adam bir korku atlatmış” buyurdu. Adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e yaklaşınca şöyle dedi:
“Vallahi arkadaşım öldürüldü ben de öldürülecektim. Çok geçmeden Ebû Basîr de geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah'ın Nebisi! Sen verdiğin sözü yerine getirdin. Allah'a karşı olan sorumluluğun da yerine getirilmiş oldu. Sen beni onlara geri verdin, sonra Allah beni onların elinden kurtardı.” Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yazık anasına! Bu adam harbi yeniden alevlendirecek. Biri onu yakalasa!” Bu sözü duyunca, tekrar onlara geri gönderileceğini anladı. Oradan çıkıp deniz kenarına gitti. O arada Ebû Cendel b. Amr da müşriklerin elinden kurtulmuştu. O da hemen Ebû Basîr'e katıldı, müşriklerin elinden müslüman olup kurtulan kim varsa hepsi gelip Ebû Basîr'e katıldılar, böylece orada ufacık bir toplum meydana gelmişti. Ondan sonra Şam'a çıkan Kureyş kervanını duydukları ve gördükleri zaman, hemen yollarını kesip adamlarını öldürüp mallarını da almaya başladılar. Bunun üzerine Kureyş, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e yemin edip aralarındaki akrabalığı da öne sürerek:
“Artık bizden size kim giderse ona ilişilmeyecek; o güven içinde olacak” diye and verdiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onlara bunu kabul ettiklerine dair haber saldı. Bunun üzerine Allah Fetih suresi 24. Ayetini indirdi.”[1]
Bu kıssadan çıkarılan hükümler:
1- Müşriklerden öldürülen kişi bir elçi idi. Bilindiği üzere elçiler öldürülmezler. Bununla beraber Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Basir’e o elçiyi öldürdüğü için karşı çıkmamış, onun için fidye ödenmesini de emretmemiştir. Diğer rivayette Ebu Basir’in: “Ey Allah’ın rasulü! Benimle onlar arasında bir sözleşme veya anlaşma yoktur” demesini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem tasdiklemiştir. Bu da, onun yaptığını ikrar etmesi anlamına gelir. Ebu Basir’in, müslümanların zimmetinden farklı bir zimmeti vardı. Elçinin kanını dökebiliyorsa, daha başka müşriklerin kanlarını dökmesi daha önceliklidir.[2]
2- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem müslümanları, “Yazık anasına! Bu adam harbi yeniden alevlendirecek. Biri onu yakalasa!” sözleriyle Ebu Basir’e katılmaya teşvik etmiştir. Diğer rivayette: “Keşke onun adamları olsaydı” buyurmuştur. Böylece Ebu Basir’in yaptıklarını ikrar ettiği gibi, başkalarının da ona katılmasına teşvik etmiştir.
İbn Kayyım rahimehullah “Hudeybiye anlaşmasından fıkhî faydalar” başlığı altında şunları da demiştir:
* Kâfirler tarafından islâm devlet başkanı tarafına gelen bir kimseyi geri verme hükmü, içlerinden müslüman olarak ayrılıp devlet başkanının bulunduğu beldeden başka bir yere giden kimseyi kapsamaz. Şu da var ki, devlet başkanının bulunduğu beldeye gelen kimseyi talep olmaksızın geri göndermesi de gerekmez. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Basir kendisine geldiği zaman geri göndermemiş ve gitmesi için de onu zorlamamıştır. Ama Ebu Bâsir'i istemeye geldiklerinde almalarına izin vermiş, fakat onu geri dönmeye zorlamamıştı.
* Anlaşmalılar, kendileri tarafından devlet başkanına gelen kimseyi teslim alıp gözetimleri altına aldıkları zaman, bu kişi içlerinden herhangi birini öldürdüğünde, ne diyet vermek ve ne de kısas olmak suretiyle o kimsenin kan bedelini öder ve ne de devlet başkanı bu kan bedelini tazmin eder. Aksine bu kimse onları kendi yurtlarında öldürmüş hükmünde olur ki devlet başkanının onlar üzerinde herhangi bir hükmü olmaz. Çünkü Ebu Basîr, anlaşmalı iki kişiden birini Medine'den sayılan Zülhuleyfe'de öldürmüştü. Fakat Ebu Basîr'i onlar teslim almış olup devlet başkanının elinden ve hükmünden uzaklaştırmışlardı.
* Anlaşmalılar, imam (devlet başkanı) ile anlaştıktan sonra müslü-manlar içinden bir grup çıkıp karşı tarafa savaş açar, mallarını ele geçirir fakat imama katılmazlarsa, imamın harp açan kimseleri karşı taraftan uzaklaştırıp onlara mani olması gerekmez. İmamın anlaşmasına, sözleşmesine ve dinine ister girsinler isterse girmesinler eşittir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile müşrikler arasındaki anlaşma, Ebu Basîr ve arkadaşları ile müşrikler arasında yapılmış bir anlaşma değildi. Buna göre, şayet bazı müslüman hükümdarlar ile hıristiyanlar ve diğer zimmiler arasında bir anlaşma yapılsa, onlarla arasında bir anlaşma bulunmayan bir başka müslüman hükümdarın onlara karşı savaş açıp mallarını ele geçirmesi caizdir. Nitekim Şeyhülislâm (İbn Teymiye) de, Ebu Basîr'le müşrikler arasında cereyan eden olaya dayanarak Malatya hıristiyanları ve esirleri hakkında bu şekilde fetva vermiştir”[3]
Bu her devlet ve cemaatin kendi zimmet ve ahidlerinde bağımsız olduklarını göstermektedir. Batılılar da bu hakikati kabul ederler. Bu, Devletler Kanununda bilinen bir kuraldır. Aksi halde Roma’daki Papa İrlanda’daki Katolik teröründen sorumlu tutulurdu. Yine Almanya, Neonazilerin yaptıklarından sorumlu tutulurdu. Yine Japonya Kızılordu’nun yaptıklarından sorumlu tutulurdu.