Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Korona Düzmecesi, Mescidlere Karşı Yıllar Önce Başlayan Bir Savaştandır


Yıllardır mescidlere karşı uluslararası bir savaş sürmektedir. Bu savaşın amacı mescidlerin fonksiyonlarını geçersiz kılmak, her ülkede mescidleri radikal hareketlerle mücadele bahanesiyle Batı'lı işgalcilerin hizmetine sunmaktır. Hatta durum mescidleri kâfir laik devletlerin yetkisi altında kapatmak ve namaz kılanları mescidlerden alıkoymak raddesine varmıştır. Böylece mescidler kâfir rejimlerin diledikleri zaman halkın maslahatı için kapatabilecekleri resmî bir kurum haline getirilmiştir. 
Nitekim uyduruk bir korona salgını iddiasıyla bunu yapmaktadırlar!  Dinin hükümlerinin iptal edilmesinden sonra Mescidler müslümanların dinlerinden kalan son şiarları idi. Şimdi ise neredeyse mescidlerde cemaatle namazı ikame eden bir ülke kalmamıştır!
 Amerika ve RAND Corporation'ın Tehlikeli Projesi:
Camilerin kapatılması, namaz kılanların onlardan engellenmesi -  cemaat ve Cuma namazlarının iptal edilmesi - ve abartılı bir şekilde medya teşvikiyle - bu keyfî önlemlerin gerçek hedeflerinin, Amerika'nın İslâm dünyasını din ve kimliğinden uzaklaştırmak olduğu ortaya çıktı. Dün aşırılığa karşı mücadele ve bugün de Corona salgını ile mücadele bahanesiyle yapılan her iki soğuk savaşta da camileri kurban etmek istiyorlar!
Türkiye’deki 1980 ihtilalini organize eden, Pentagon ve CIA ile işbirliği içinde olan RAND Corporation 2007 yılında “Ilımlı İslam Ağları Oluşturmak” başlıklı tavsiyelerinde şunu ifade etmişti: “Radikallerin fikirlerini yaymada kullandıkları unsurlar camilerdir ve taraftar edinmek için camileri araç olarak kullanmaktadırlar. Diğer taraftan liberal demokratlar fertlerin mescidlere çekilmelerinden rahatsızlık duymuyorlar.”
Rand Corporation Amerika Birleşik Devletleri'nden camilerin aşırı fikirlere sponsor olmamasını sağlamak için bir program kabul etmesini istedi ve ılımlı İslam devletlerinin ve örgütlerinin çabalarını destekleme yolları bulmayı önerdi.
Bu rapor hakkında yapılan araştırmada şunlar ifade edilmiştir: “Rand Corporation'ın üzerinde durduğu şey mescidlerin bina edilmesi veya yıkılması, varlığı veya yokluğu açısından değildir.  Daha ziyade camilerin laikliğe ve Batı talitçiliğine karşı çıkan fikirlerin yayılması için kullanıldığını düşünüyorlar. Bu nedenle terörist yapılanmaların başlıca sebebi olarak görüyorlar. “Uzun Soluklu Savaşın Geleceği” başlıklı bir raporda araştırmacılar, camilerin halka açık yerlerde dinî söylemlerle destek sağlama potansiyelini görüyorlar ve bunun aşırılık fikirlerine imkan verdiğini düşünüyorlar.
RAND Corporation ile Çalışan İslami Kurumların Tehlikesi:
Rand Corporation, Arap Körfezi'nde Katar'da İslamcı kesim, kurumları ve yazarları ile geniş bir ilişki ağı oluşturmuş, finansal destek vermiş ve yaptığı tavsiyelerin uygulanıp uygulanmadığını denetlemektedir. Yine bu raporda şunlar ifade edilir:  
“Demokratik sonuçları ölçme zorluğuna rağmen tüm seviyelerde ılımlı ağlar kurma girişimlerinin sürdürülmesi gerekir. Daha önce Amerika'nın komünizme karşı yaptığı bir soğuk savaş örnektir. Müslüman liberallerin ve demokratik İslamcıların ılımlı ağlarının, İslam devletlerinde demokrasinin gelişmesini ve büyümesini beklemesine gerek yoktu. Bu projenin kurmayı önerdiği ağ, demokrasiyi sıkı bir şekilde destekleme ve pekiştirme sürecidir. Ancak bu tarz ağları kurmanın, ılımlıları destekleyici olmasının yanında, istemeden, demokrasi yoluyla yetki kazanan İslamcılara malî ve teknik destek sağlayabileceğini de unutmamak gerekir. Özellikle, bu araştırmanın başka yerinde belirtilen İslam sembolleri hakkında yeteri kadar duyarlı şekilde bir imtihan uygulanmamışsa!”
ABD ordusuna danışmanlık hizmetleri sunan RAND Corporation, raporunda, Amerika'nın demokrasiye ve laik değerlere inanan ılımlı Müslümanlar için hedef ortaklarını da belirledi ve bunları raporda belirtti:
Gözlemci katılımcılar: “Genel olarak, ideolojik (akidevî) eğilimler kapsamında üç geniş sektör var gibi görünüyor: ABD ve Batı dünyasının İslam aşırılığını aşma çabalarında aralarında katılımcı bulabildikleri; İslam dünyası düzeyindeki sektörler: laikler, liberal Müslümanlar ve Sufilik dâhil ılımlı taklitçilerdir.”
Raporda Dennis Ross gibi analistler tarafından geliştirilen ABD'nin çıkarına olan tek fikire çağrı yapılmaktadır. O da şudur: “ABD'nin, laiklik çağrısı başlatmak ve ılımlılık güçlerinin yaşam standartlarında iyileştirme yapmak için kararlı reformcuları tanımlaması gerekir.”
Önce Fetö gibi İslam’ın kurallarını müslümanların hayatlarından birer birer çıkarıp atan grupların desteklenmesi, sonra da AKP gibi proje partilerinin revaca ve iktidara getirilmesi de bu raporun uygulamaya koyulduğunun göstergesidir.
Bu projeler yalnızca Türkiyede değil, Arap ülkelerinde de çeşitli şekillerde hayata geçirilmiştir. Suud’daki ve başka müslüman ülkelerindeki dinî üniversitelerde mezhep taklidi, hatta Maturidilik ve Eşarilik gibi sapık akideler “rahmet olan ihtilaf” gibi takdim edilmeye başlanmış, böylece demokrasiye adaptasyon süreci başlatılmış, Allah’ın dininde kıyas ve re’ylerle hükmetmeyi meşru bir yolmuş gibi sunmaya başlamışlar, bu konuda geçmişteki bazı büyük isimleri de paravan yaparak, müslümanlar, vahiy dışındaki beşerî kanunlar da konulabileceği fikrine dinden bir maske altında alıştırılmış, Ebu Hanife gibi isimlerin bayrak edinilmesi sağlanarak sapık mürcielik fikirleri “ılımlı islam” projesine alet edilmiştir.
Daha dün sözde müslümanlar “Demokrasi” dininin ibadeti olan oy kullanma eylemini huşu içinde eda etmişler, “Demokrasi küfrü için” meydanlarda günlerce nöbet tutmuşlar, müslüman olduğunu iddia eden insanların dilinden “Demokrasi” küfrünün değerleri yücelttirilmiş, bu küfür yolunda ölenlere de “şehit” dedirttirilmişti!
Bugün gelinen nokta ortadadır: İslam’ın düşmanları ellerini sürmeden, savaşmadan, kan dökmeden müslümanların camilerini, Cuma ve cemaat namazlarını müslümanların (!) elleriyle ve dilleriyle iptal ettirmişlerdir! Durum o hale gelmiştir ki, kâfirler camilerin açılmasını emretseler, müslüman olduğunu zan ve iddia eden kimseler buna karşı çıkacaklar! Böyle bir hengame içerisinde LGBTİ taraftarı insanlıktan çıkmış sapıkların sözde hukukî davalarla gündeme gelmelerinin tesadüf olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu sapıkları “İstanbul Sözleşmesi” gıdasıyla besleyip geliştiren kimlerdi? Bu ikili oyunun sözde “One Minute” şovundan farklı olduğunu zannetmeyin!
Camilerin kapatılma kampanyasının, Katar merkezli Uluslararası Müslüman Alimler Birliği tarafından kışkırtıldığı gayet açık bir gerçektir. Doha kentinde de bu tavsiyelerin uygulanmasını denetleyen RAND Enstitüsü vardır. Katar medyasında Dr. Azmi Beşare gözetiminde yeni bir arap kanalı vasıtasıyla ve sosyal medyada İslamcılar ve laiklerden oluşan yazarlar vasıtasıyla da bu kampanya desteklenmiştir.
2018'de Amerika ile Katar arasında aşırılıklarla mücadele için üç anlaşma imzalanmıştır. Bunun ardından,  Körfez hükümetleri RAND Corporation’ın tavsiyelerini uygulama inisiyatifini üstlendiler ve dünyadaki bütün diğer ülkelerden önce, hemen ilk bahane ile, üstelik diğer kalabalık mekanlardan da önce, ilk olarak mescidleri kapama kararı aldılar. Minberlerde cami imamlarının hutbelerine, Cuma ezanından sonra müslümanların mescidlerinde toplanmalarına son verdiler!
İnsanların dinî haklarını ihlâl ederek, mescidleri zorla kapatmak için siyasi fetvalar yayınlandı. Bu suçun yaygınlaşması için, sözde insan hak ve hürriyetleri için mücadele ediyor gibi görünen laik siyasi islam partileri, kurumları ve yazarları ortak oldular! Sanki RAND Corporation’ın raporundaki tavsiyeleri uygulamaya sokma yolunda, İslam dünyasındaki aşırılığa karşı demokrasi ve laikliği yaymaya destek vermeye davet eden İslamî kurumlarla yardımlaşmak için kendilerine kapıyı açan bu bahaneyi bekliyorlardı!
Raporda bu İslam kurumlarına, Müslümanlar arasındaki güvenilirliklerini kaybetmemek için ABD ile aralarındaki ilişkiyi, onların finansal desteklerini açıklamamaları da tavsiye ediliyor!
RAND Corporation'ın raporunda bu kurumların ABD'li yetkililer arasında ve yerel aktivistler (hem demokratlar hem de ılımlı Müslümanlar) arasında iyi ve istikrarlı bir şekilde çalışması önerilmektedir. Destek alan topluluklarda, bu programlar ABD hükümetinin kurumları tarafından doğrudan desteklenip teşvik edildiklerinden daha yüksek bir güvenilirlik sağlar, çünkü misyonları reformda yerel güçlere yardımcı olmak ve onları dışarıya bağımlı kılmamaktır. Jeopolitik gerilimleri fark ettirmeden ağlar kurulabilmesi için kurumlar ve ABD hükümeti arasında sadece bir veya birkaç aykırı düşülen görüşler olabilir.
Çoğu analist partizan olmayan ve hükümete ait olmayan bu sivil toplum kuruluşlarının (İslami araştırma merkezleri, ılımlılık ve kalkınma merkezleri gibi) çalışmalarının Amerika Birleşik Devletleri'nin demokratik değerleri desteklemesinde daha etkili yollar olduğunu düşünmektedirler. Raporda bu sivil kurumların Ortadoğu ile orantılı olarak çoğaltılması ve büyütülmesi önerilmektedir!
Günümüzde camiler, “Korona” ile mücadele kampanyasının doğrudan hedefi haline geldi! Bu aynı zamanda, Amerika'nın, Arap hükümetlerinin “İslami ılımlı güçler” ile birlikte uygulamasını istediği hedefin ta kendisidir. Nitekim 2007 yılında yayınlanan RAND raporu onlara “Mescidlerin rolünün ciddiyeti” üzerine odaklanmayı tavsiye ediyordu.  Onlar bunu dinin temeline karşı tek saldırı alanı olarak görmektedirler! Bu nedenle rapor, Amerikanın ılımlılık anlayışına uygun olarak; dinde taklitçi akımların ve laik akımların çıkarları için mescidin dışından çalışan vaizleri (propagandacıları) desteklemeye ve dinî yönelimlerin azaltılmasına çağırıyor!
Basra Körfezi'ne Aşırı Laiklik Empoze Etme Projesi
Haçlı seferi hareketi özellikle Batı Amerikalı işgalcilerin en çok hedefledikleri bölge olan Arap Körfezi ülkelerinde, diğer kalabalık mekanlardan da önce camilerin kapatılmasını amaçlamıştır. Halbuki bu bölgelerde salgın yoktur ve ölüm de olmamıştır. Bu durum, RAND Corporation’ın önerilerini uyguladıklarını kanıtlamaktadır. 26 Temmuz 2017 tarihinde Washington’daki Birleşik Arap Emirlikleri büyükelçisi Yusuf el-Uteybe de dahil olmak üzere bazı yetkililer, Amerika’nın PBS kanalına yaptıkları açıklamada Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün’de halklara aşırı laiklik empoze etmek istediklerini ve on yıl içinde laik devletler olacaklarını söylemişlerdir.
Bu Körfez hükümetlerinin yönelimlerini ifade eden birçok laik yazar tarafından açıkça davet edilen şey de budur!
Camilerin devlet otoritesine boyun eğdirilmesi ve kamu yararı bahanesi altında kapatılmak suretiyle kutsallıklarının ihlali, dayatılmakta olan aşırı laikliğin ta kendisidir ve sürmekte olan Haçlı Seferlerindendir. Özellikle Birinci Dünya savaşından sonra İngiliz işgali, daha sonra da İkinci Dünya savaşından sonra Amerikan işgali altında olan Mekke ve Medine’nin dinî önemi sebebiyle bu beldede dikkatle uygulandı. Ta ki Trump gelip Haçlı seferinin kurallarını tamamen değiştirdi. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı, uzun vadede Arap yarımadasındaki camilerin ve Mekke ile Medine mescidlerinin kapatılması projesini uygulamaya koydu.  Kabe’ye girişleri sınırlandırdı. Bu Mescidu’l-Haram’dan engellemektir! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kâfirler, Allah'ın yolundan ve yerli ya da yolcu bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Harâm'dan alıkoymaya kalkanlar! Kim orada zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız” (Hac 25)
Hem onlar Mescid-i Haram’dan alıkoydukları halde Allah onlara niçin azab etmesin ki? Çünkü O’nun velileri değillerdir. O’nun velileri ancak sakınanlardır, fakat onların pekçoğu bilmez.” (Enfal 34)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gece veya gündüz hangi saatte olursa olsun Kâbe’de tavaf eden hiç kimseyi engellemeyin.
Nitekim bundan önce Katar medyasında Osmanlı devletinin devrilmesinden bu yana Mekke ve Medine’nin kutsallığını ihlal etme ve onları Haçlı güçlerine tabi olan uluslararası sistemin doğrudan denetimine tabi tutmaya açık bir çağrı başlamıştı!
Trump'ın 2017'deki Riyad konferansında yüzyılın anlaşmasını duyurmasından bu yana Arap Yarımadası'nın batılılaştırılması ve dininden hızla sıyırılması hızlandı!
Bu projeyi 2019 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, tarihinde ilk defa putperestliğe çağıran Hristiyan kitlenin lideri olan Vatikan Papa'sını, İslam’ın ve vahyin beşiği olan Arap Yarımadasında ağırlayarak taçlandırdı.
Arap dünyasındaki resmi fetva organları ve Katar'daki “Müslüman Alimler Birliği” dininin şiarlarını ayakta tutmanın zorunluluğunu gözardı ederek, kamu yararı bahanesiyle dinin görünen son direği olan camilerin kapatılmasına çağrıda bulunmaya cüret etti!
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi size de şeriat kıldı. Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve kendisine yöneleni hidayete erdirir.” (Şura 13)
Dinin korunması, beş zaruretin en önceliklisidir ve bu canın korunması zaruretinden de önce gelir. Bu yüzden din, dinin ikamesi ve aslının korunması için, malların ve canlarının telefinin söz konusu olduğu cihadı meşru kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 
Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar, onlarla savaşın! Eğer vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara 193)
Hiçbir fitne kalmayıp din bütünüyle Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın; vazgeçerlerse elbette Allah yaptıklarını hakkıyla görendir.” (Enfal 39)
Dinin korunması zarureti ile canın korunması zarureti çakışırsa dinin korunmasının öncelikli olduğuna dair daha önceki yazılarda açıklama yapmıştım. 


Fakihler İslamda yöneticilere vacip olan ilk şeyin dinin korunması ve şiarlarının ikame edilmesi olduğu hususunda icma etmişlerdir. Yine dinin şiarlarının en önemlisinin mescidler, beş vakit namaz, Cuma ve cemaatler olduğu hususunda icma etmişlerdir. Öyle ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunu İslam ile küfür arasındaki ayırıcı çizgi kılmıştır. Sahih hadiste: 
Bizimle onlar arasındaki fark namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olmuştur” buyrulmuştur. Yine sahih hadiste zalim yöneticiler ve onlara karşı silahla ayaklanmak konusunda: 
Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır” buyrulmuştur. Diğer rivayette: “Beş vakit namazı kıldıkları sürece” buyrulmuştur.

İbn Battal rahimehullah, Buhârî şerhinde (5/126) şöyle demiştir: “Ümmetin cumhurunun kabul ettiği şudur: Yöneticiler imandan sonra küfre girmedikçe ve namazları ikame etmeyi terk etmedikleri sürece onlara karşı ayaklanmak ve görevden azledilmeleri gerekmez.”

Namazı ikame etmek ona davet etmekle, onu iptal etmemekle olur. Nitekim Kadı Iyaz, Sahihu Muslim Şerhinde (6/246) şöyle demiştir: “Müslümanlar arasında kâfirin yönetici olamayacağı, yönetici küfre girerse yöneticiliğinin devam edemeyeceği hususunda ayrılık yoktur. Yine namazların ve namaza çağrının terk edilmesi de böyle bir küfürdür.”

Yine Nevevi Muslim Şerhinde (12/229) Kadı Iyaz’ın bu sözünü onaylayarak nakletmiştir: “Kadı Iyad dedi ki: “Alimler, yöneticiliiğin kafir için geçerli olmayacağı, eğer sonradan kâfir olursa azledileceği hususunda icma ettiler. Yine eğer namazların ikamesini ve namaza çağrıyı terk ederse de böyledir.” 

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)