Yıllardır mescidlere karşı uluslararası bir savaş
sürmektedir. Bu savaşın amacı mescidlerin fonksiyonlarını geçersiz kılmak, her
ülkede mescidleri radikal hareketlerle mücadele bahanesiyle Batı'lı işgalcilerin hizmetine sunmaktır. Hatta durum mescidleri kâfir laik devletlerin
yetkisi altında kapatmak ve namaz kılanları mescidlerden alıkoymak raddesine
varmıştır. Böylece mescidler kâfir rejimlerin diledikleri zaman halkın
maslahatı için kapatabilecekleri resmî bir kurum haline getirilmiştir.
Nitekim uyduruk
bir korona salgını iddiasıyla bunu yapmaktadırlar! Dinin hükümlerinin iptal edilmesinden sonra
Mescidler müslümanların dinlerinden kalan son şiarları idi. Şimdi ise neredeyse
mescidlerde cemaatle namazı ikame eden bir ülke kalmamıştır!
Amerika
ve RAND Corporation'ın Tehlikeli Projesi:
Camilerin kapatılması, namaz kılanların onlardan
engellenmesi - cemaat ve Cuma
namazlarının iptal edilmesi - ve abartılı bir şekilde medya teşvikiyle - bu
keyfî önlemlerin gerçek hedeflerinin, Amerika'nın İslâm dünyasını din ve
kimliğinden uzaklaştırmak olduğu ortaya çıktı. Dün aşırılığa karşı mücadele ve
bugün de Corona salgını ile mücadele bahanesiyle yapılan her iki soğuk savaşta
da camileri kurban etmek istiyorlar!
Türkiye’deki 1980
ihtilalini organize eden, Pentagon ve CIA ile işbirliği içinde olan RAND
Corporation 2007 yılında “Ilımlı İslam Ağları Oluşturmak” başlıklı
tavsiyelerinde şunu ifade etmişti: “Radikallerin fikirlerini yaymada
kullandıkları unsurlar camilerdir ve taraftar edinmek için camileri araç olarak
kullanmaktadırlar. Diğer taraftan liberal demokratlar fertlerin mescidlere
çekilmelerinden rahatsızlık duymuyorlar.”
Rand Corporation Amerika Birleşik Devletleri'nden camilerin
aşırı fikirlere sponsor olmamasını sağlamak için bir program kabul etmesini
istedi ve ılımlı İslam devletlerinin ve örgütlerinin çabalarını destekleme
yolları bulmayı önerdi.
Bu
rapor hakkında yapılan araştırmada şunlar ifade edilmiştir: “Rand
Corporation'ın üzerinde durduğu şey mescidlerin bina edilmesi veya yıkılması,
varlığı veya yokluğu açısından değildir. Daha ziyade camilerin laikliğe ve Batı talitçiliğine
karşı çıkan fikirlerin yayılması için kullanıldığını düşünüyorlar. Bu nedenle terörist
yapılanmaların başlıca sebebi olarak görüyorlar. “Uzun Soluklu Savaşın
Geleceği” başlıklı bir raporda araştırmacılar, camilerin halka açık yerlerde
dinî söylemlerle destek sağlama potansiyelini görüyorlar ve bunun aşırılık
fikirlerine imkan verdiğini düşünüyorlar.
RAND Corporation
ile Çalışan İslami Kurumların Tehlikesi:
Rand
Corporation, Arap Körfezi'nde Katar'da İslamcı kesim, kurumları ve yazarları
ile geniş bir ilişki ağı oluşturmuş, finansal destek vermiş ve yaptığı
tavsiyelerin uygulanıp uygulanmadığını denetlemektedir. Yine bu raporda şunlar
ifade edilir:
“Demokratik
sonuçları ölçme zorluğuna rağmen tüm seviyelerde ılımlı ağlar kurma
girişimlerinin sürdürülmesi gerekir. Daha önce Amerika'nın komünizme karşı
yaptığı bir soğuk savaş örnektir. Müslüman liberallerin ve demokratik
İslamcıların ılımlı ağlarının, İslam devletlerinde demokrasinin gelişmesini ve
büyümesini beklemesine gerek yoktu. Bu projenin kurmayı önerdiği ağ, demokrasiyi
sıkı bir şekilde destekleme ve pekiştirme sürecidir. Ancak bu tarz ağları kurmanın,
ılımlıları destekleyici olmasının yanında, istemeden, demokrasi yoluyla yetki
kazanan İslamcılara malî ve teknik destek sağlayabileceğini de unutmamak
gerekir. Özellikle, bu araştırmanın başka yerinde belirtilen İslam sembolleri
hakkında yeteri kadar duyarlı şekilde bir imtihan uygulanmamışsa!”
ABD
ordusuna danışmanlık hizmetleri sunan RAND Corporation, raporunda, Amerika'nın
demokrasiye ve laik değerlere inanan ılımlı Müslümanlar için hedef ortaklarını da
belirledi ve bunları raporda belirtti:
Gözlemci
katılımcılar: “Genel olarak, ideolojik (akidevî) eğilimler kapsamında üç geniş
sektör var gibi görünüyor: ABD ve Batı dünyasının İslam aşırılığını aşma
çabalarında aralarında katılımcı bulabildikleri; İslam dünyası düzeyindeki sektörler: laikler, liberal Müslümanlar ve Sufilik dâhil ılımlı taklitçilerdir.”
Raporda
Dennis Ross gibi analistler tarafından geliştirilen ABD'nin çıkarına olan tek
fikire çağrı yapılmaktadır. O da şudur: “ABD'nin, laiklik çağrısı başlatmak ve
ılımlılık güçlerinin yaşam standartlarında iyileştirme yapmak için kararlı
reformcuları tanımlaması gerekir.”
Önce
Fetö gibi İslam’ın kurallarını müslümanların hayatlarından birer birer çıkarıp
atan grupların desteklenmesi, sonra da AKP gibi proje partilerinin revaca ve
iktidara getirilmesi de bu raporun uygulamaya koyulduğunun göstergesidir.
Bu
projeler yalnızca Türkiyede değil, Arap ülkelerinde de çeşitli şekillerde
hayata geçirilmiştir. Suud’daki ve başka müslüman ülkelerindeki dinî
üniversitelerde mezhep taklidi, hatta Maturidilik ve Eşarilik gibi sapık
akideler “rahmet olan ihtilaf” gibi takdim edilmeye başlanmış, böylece
demokrasiye adaptasyon süreci başlatılmış, Allah’ın dininde kıyas ve re’ylerle
hükmetmeyi meşru bir yolmuş gibi sunmaya başlamışlar, bu konuda geçmişteki bazı
büyük isimleri de paravan yaparak, müslümanlar, vahiy dışındaki beşerî kanunlar
da konulabileceği fikrine dinden bir maske altında alıştırılmış, Ebu Hanife
gibi isimlerin bayrak edinilmesi sağlanarak sapık mürcielik fikirleri “ılımlı
islam” projesine alet edilmiştir.
Daha
dün sözde müslümanlar “Demokrasi” dininin ibadeti olan oy kullanma eylemini
huşu içinde eda etmişler, “Demokrasi küfrü için” meydanlarda günlerce nöbet
tutmuşlar, müslüman olduğunu iddia eden insanların dilinden “Demokrasi”
küfrünün değerleri yücelttirilmiş, bu küfür yolunda ölenlere de “şehit”
dedirttirilmişti!
Bugün
gelinen nokta ortadadır: İslam’ın düşmanları ellerini sürmeden, savaşmadan, kan
dökmeden müslümanların camilerini, Cuma ve cemaat namazlarını müslümanların (!)
elleriyle ve dilleriyle iptal ettirmişlerdir! Durum o hale gelmiştir ki,
kâfirler camilerin açılmasını emretseler, müslüman olduğunu zan ve iddia eden
kimseler buna karşı çıkacaklar! Böyle bir hengame içerisinde LGBTİ taraftarı
insanlıktan çıkmış sapıkların sözde hukukî davalarla gündeme gelmelerinin
tesadüf olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu sapıkları “İstanbul Sözleşmesi”
gıdasıyla besleyip geliştiren kimlerdi? Bu ikili oyunun sözde “One Minute”
şovundan farklı olduğunu zannetmeyin!
Camilerin kapatılma kampanyasının, Katar merkezli Uluslararası
Müslüman Alimler Birliği tarafından kışkırtıldığı gayet açık bir gerçektir.
Doha kentinde de bu tavsiyelerin uygulanmasını denetleyen RAND Enstitüsü vardır.
Katar medyasında Dr. Azmi Beşare gözetiminde yeni bir arap kanalı vasıtasıyla
ve sosyal medyada İslamcılar ve laiklerden oluşan yazarlar vasıtasıyla da bu
kampanya desteklenmiştir.
2018'de
Amerika ile Katar arasında aşırılıklarla mücadele için üç anlaşma imzalanmıştır.
Bunun ardından, Körfez hükümetleri RAND Corporation’ın
tavsiyelerini uygulama inisiyatifini üstlendiler ve dünyadaki bütün diğer
ülkelerden önce, hemen ilk bahane ile, üstelik diğer kalabalık mekanlardan da
önce, ilk olarak mescidleri kapama kararı aldılar. Minberlerde cami imamlarının
hutbelerine, Cuma ezanından sonra müslümanların mescidlerinde toplanmalarına
son verdiler!
İnsanların
dinî haklarını ihlâl ederek, mescidleri zorla kapatmak için siyasi fetvalar
yayınlandı. Bu suçun yaygınlaşması için, sözde insan hak ve hürriyetleri için
mücadele ediyor gibi görünen laik siyasi islam partileri, kurumları ve
yazarları ortak oldular! Sanki RAND Corporation’ın raporundaki tavsiyeleri
uygulamaya sokma yolunda, İslam dünyasındaki aşırılığa karşı demokrasi ve
laikliği yaymaya destek vermeye davet eden İslamî kurumlarla yardımlaşmak için
kendilerine kapıyı açan bu bahaneyi bekliyorlardı!
Raporda
bu İslam kurumlarına, Müslümanlar arasındaki güvenilirliklerini kaybetmemek
için ABD ile aralarındaki ilişkiyi, onların finansal desteklerini
açıklamamaları da tavsiye ediliyor!
RAND Corporation'ın raporunda bu kurumların ABD'li
yetkililer arasında ve yerel aktivistler (hem demokratlar hem de ılımlı
Müslümanlar) arasında iyi ve istikrarlı bir şekilde çalışması önerilmektedir. Destek
alan topluluklarda, bu programlar ABD hükümetinin kurumları tarafından doğrudan
desteklenip teşvik edildiklerinden daha yüksek bir güvenilirlik sağlar, çünkü
misyonları reformda yerel güçlere yardımcı olmak ve onları dışarıya bağımlı
kılmamaktır. Jeopolitik
gerilimleri fark ettirmeden ağlar kurulabilmesi için kurumlar ve ABD hükümeti
arasında sadece bir veya birkaç aykırı düşülen görüşler olabilir.
Çoğu
analist partizan olmayan ve hükümete ait olmayan bu sivil toplum kuruluşlarının
(İslami araştırma merkezleri, ılımlılık ve kalkınma merkezleri gibi)
çalışmalarının Amerika Birleşik Devletleri'nin demokratik değerleri
desteklemesinde daha etkili yollar olduğunu düşünmektedirler. Raporda bu sivil
kurumların Ortadoğu ile orantılı olarak çoğaltılması ve büyütülmesi
önerilmektedir!
Günümüzde camiler, “Korona” ile mücadele kampanyasının
doğrudan hedefi haline geldi! Bu aynı zamanda, Amerika'nın, Arap hükümetlerinin
“İslami ılımlı güçler” ile birlikte uygulamasını istediği hedefin ta
kendisidir. Nitekim 2007 yılında yayınlanan RAND raporu onlara “Mescidlerin
rolünün ciddiyeti” üzerine odaklanmayı tavsiye ediyordu. Onlar bunu dinin temeline karşı tek saldırı
alanı olarak görmektedirler! Bu nedenle rapor, Amerikanın ılımlılık anlayışına
uygun olarak; dinde taklitçi akımların ve laik akımların çıkarları için
mescidin dışından çalışan vaizleri (propagandacıları) desteklemeye ve dinî
yönelimlerin azaltılmasına çağırıyor!
Basra Körfezi'ne
Aşırı Laiklik Empoze Etme Projesi
Haçlı seferi hareketi özellikle Batı Amerikalı işgalcilerin en
çok hedefledikleri bölge olan Arap Körfezi ülkelerinde, diğer kalabalık
mekanlardan da önce camilerin kapatılmasını amaçlamıştır. Halbuki bu bölgelerde
salgın yoktur ve ölüm de olmamıştır. Bu durum, RAND Corporation’ın önerilerini
uyguladıklarını kanıtlamaktadır. 26 Temmuz 2017 tarihinde Washington’daki
Birleşik Arap Emirlikleri büyükelçisi Yusuf el-Uteybe de dahil olmak üzere bazı
yetkililer, Amerika’nın PBS kanalına yaptıkları açıklamada Körfez ülkeleri,
Mısır ve Ürdün’de halklara aşırı laiklik empoze etmek istediklerini ve on yıl
içinde laik devletler olacaklarını söylemişlerdir.
Bu
Körfez hükümetlerinin yönelimlerini ifade eden birçok laik yazar tarafından
açıkça davet edilen şey de budur!
Camilerin
devlet otoritesine boyun eğdirilmesi ve kamu yararı bahanesi altında kapatılmak
suretiyle kutsallıklarının ihlali, dayatılmakta olan aşırı laikliğin ta
kendisidir ve sürmekte olan Haçlı Seferlerindendir. Özellikle Birinci Dünya
savaşından sonra İngiliz işgali, daha sonra da İkinci Dünya savaşından sonra
Amerikan işgali altında olan Mekke ve Medine’nin dinî önemi sebebiyle bu
beldede dikkatle uygulandı. Ta ki Trump gelip Haçlı seferinin kurallarını
tamamen değiştirdi. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı, uzun vadede Arap
yarımadasındaki camilerin ve Mekke ile Medine mescidlerinin kapatılması
projesini uygulamaya koydu. Kabe’ye
girişleri sınırlandırdı. Bu Mescidu’l-Haram’dan engellemektir! Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Kâfirler, Allah'ın yolundan ve yerli ya da yolcu
bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Harâm'dan alıkoymaya kalkanlar! Kim
orada zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız” (Hac 25)
“Hem onlar
Mescid-i Haram’dan alıkoydukları halde Allah onlara niçin azab etmesin ki?
Çünkü O’nun velileri değillerdir. O’nun velileri ancak sakınanlardır, fakat
onların pekçoğu bilmez.” (Enfal 34)
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gece veya gündüz hangi
saatte olursa olsun Kâbe’de tavaf eden hiç kimseyi engellemeyin.”
Nitekim
bundan önce Katar medyasında Osmanlı devletinin devrilmesinden bu yana Mekke ve
Medine’nin kutsallığını ihlal etme ve onları Haçlı güçlerine tabi olan
uluslararası sistemin doğrudan denetimine tabi tutmaya açık bir çağrı
başlamıştı!
Trump'ın
2017'deki Riyad konferansında yüzyılın anlaşmasını duyurmasından bu yana Arap
Yarımadası'nın batılılaştırılması ve dininden hızla sıyırılması hızlandı!
Bu
projeyi 2019 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, tarihinde ilk defa putperestliğe
çağıran Hristiyan kitlenin lideri olan Vatikan Papa'sını, İslam’ın ve vahyin
beşiği olan Arap Yarımadasında ağırlayarak taçlandırdı.
Arap
dünyasındaki resmi fetva organları ve Katar'daki “Müslüman Alimler Birliği” dininin
şiarlarını ayakta tutmanın zorunluluğunu gözardı ederek, kamu yararı
bahanesiyle dinin görünen son direği olan camilerin kapatılmasına çağrıda
bulunmaya cüret etti!
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden
Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya
vasiyet ettiğimizi size de şeriat kıldı. Senin kendilerini çağırdığın şey,
müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve kendisine yöneleni hidayete
erdirir.” (Şura 13)
Dinin
korunması, beş zaruretin en önceliklisidir ve bu canın korunması zaruretinden
de önce gelir. Bu yüzden din, dinin ikamesi ve aslının korunması için, malların
ve canlarının telefinin söz konusu olduğu cihadı meşru kılmıştır. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
“Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar, onlarla
savaşın! Eğer vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara 193)
“Hiçbir fitne kalmayıp din bütünüyle Allah için oluncaya kadar
onlarla savaşın; vazgeçerlerse elbette Allah yaptıklarını hakkıyla görendir.”
(Enfal 39)
Dinin
korunması zarureti ile canın korunması zarureti çakışırsa dinin korunmasının
öncelikli olduğuna dair daha önceki yazılarda açıklama yapmıştım.
Fakihler İslamda yöneticilere vacip olan ilk şeyin dinin
korunması ve şiarlarının ikame edilmesi olduğu hususunda icma etmişlerdir. Yine
dinin şiarlarının en önemlisinin mescidler, beş vakit namaz, Cuma ve cemaatler
olduğu hususunda icma etmişlerdir. Öyle ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
bunu İslam ile küfür arasındaki ayırıcı çizgi kılmıştır. Sahih hadiste:
“Bizimle
onlar arasındaki fark namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olmuştur” buyrulmuştur.
Yine sahih hadiste zalim yöneticiler ve onlara karşı silahla ayaklanmak
konusunda:
“Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır” buyrulmuştur.
Diğer rivayette: “Beş vakit namazı kıldıkları sürece” buyrulmuştur.
İbn Battal rahimehullah, Buhârî şerhinde (5/126) şöyle
demiştir: “Ümmetin cumhurunun kabul ettiği şudur: Yöneticiler imandan sonra
küfre girmedikçe ve namazları ikame etmeyi terk etmedikleri sürece onlara karşı
ayaklanmak ve görevden azledilmeleri gerekmez.”
Namazı ikame etmek ona davet etmekle, onu iptal etmemekle
olur. Nitekim Kadı Iyaz, Sahihu Muslim Şerhinde (6/246) şöyle demiştir: “Müslümanlar
arasında kâfirin yönetici olamayacağı, yönetici küfre girerse yöneticiliğinin
devam edemeyeceği hususunda ayrılık yoktur. Yine namazların ve namaza çağrının
terk edilmesi de böyle bir küfürdür.”
Yine Nevevi Muslim Şerhinde (12/229) Kadı Iyaz’ın bu sözünü
onaylayarak nakletmiştir: “Kadı Iyad dedi ki: “Alimler, yöneticiliiğin kafir
için geçerli olmayacağı, eğer sonradan kâfir olursa azledileceği hususunda icma
ettiler. Yine eğer namazların ikamesini ve namaza çağrıyı terk ederse de
böyledir.”