Tatarların tekfiri konusunda ümmetin alimleri icma etmişlerdir. Tekfirinde icma edilen Tatarlar ile günümüzdeki yöneticilerin yaptıklarını buyrun kıyaslayın:
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Haruriler, Rafiziler ve benzerleri gibi Haricilerden güç yeten bir kimsenin öldürülmesine gelince, bu konuda fakihlerin iki görüşü vardır ve İmam Ahmed’den iki rivayet vardır. Sahih olanı, onlardan birinin öldürülmesinin caiz olmasıdır. Mesela mezhebine davet edenler gibi. Vaad, tehdit, tekfir ve fasıklığa hükmetme konularındaki naslar sebebiyle, genel kapsama giren muayyen bir şahıs hakkında hükümde bulunmayız. Ta ki hiçbir muarızı olmayan gerektirici bir durum olmadıkça. Nitekim bu kuralı Tekfir’in Kaidesinde genişçe açıkladık. Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem “Ben öldüğüm zaman beni yakın, sonra küllerimi denizde savurun. Vallahi Allah bana güç yetirirse alemlerde kimseye yapmadığı bir azabı bana yapar” diyen adamı, Allah’ın kudreti ve bedenini iade etmesi hakkında şüphe etmesine rağmen küfrüne hükmetmemiştir. Bu yüzden alimler İslam’a yeni girmiş olması veya uzak bir çölde yetişmiş olması sebebiyle haramlardan bir şeyi helal sayan kimseyi tekfir etmezler. Çünkü küfre hükmetmek ancak risalet tebliğinin ulaşmasından sonra olur. Bunların çoğuna ise muhalefet ettikleri naslar ulaşmamış olabilir. Rasulün bunlarla gönderilmiş olduğunu bilmiyor olabilir. Bu yüzden küfür hükmü mutlak olarak söylenir, terk edenin tekfir edileceği hüccet ikame edildiği zaman tekfir edilirler.
Din imamları olan fakihlerin söylediklerine gelince; 699 yılında gelen, müslümanları öldürüp zürriyetlerini esir alan, buldukları müslümanlardan yağma yapan, dinin haramlarını delen, müslümanları zelil edip mescidleri, özellikle de Beytu’l-Makdis’i aşağılayan ve orada fesat çıkaran Tatarlar ile savaşmak vaciptir. Hangi taife bazı farz namazlardan, oruçtan, hacdan, kanların ve malların haramlığını gözetmekten, kâfirlerle cihadı gözetmekten, kitap ehlinden cizye almaktan ve dinin diğer farzları ve yasaklarına riayetten yüz çevirirse – ki bunlar inkarı ve terki konusunda hiçkimsenin mazereti olmayan konulardır – farzlığını inkar eden tekfir edilir. Muhakkak mumteni taife, bunların farzlığını ikrar ediyor olsalar bile onlarla savaşılır. Bu konuda alimler arasında bir ihtilaf bilmiyorum. Fakihler ancak mumteni taifenin sabahın iki rekat sünneti, ezan ve kamet gibi– bunların farz olmadığını söyleyenlere göre - bazı şiar olan sünnetleri terk etmekte ısrar etmeleri halinde onlarla savaşılıp savaşılmaması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ama zikredilen farzlar ve haramlar konusunda onlarla savaşılması hususunda ihtilaf yoktur. Muhakkik alimler katında bu kimseler, müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’e karşı Şam halkının durumu gibi imama karşı ayaklanan veya itaatten çıkan bâgîler menzilesinde değildirler.
Muhakkak ki onlar belli bir imama itaatten çıkan veya yönetimini devirmek için ayaklanan kimselerdir. Ama zikrettiğimiz kimseler salih müslümanlara karşı ayaklanan kimselerdir. Onlarda güç vardır ve İslam’dan kısmî unsurlar da vardır. Lakin onların geneli İslamın kurallarından bir çoğunu veya çoğunluğunu terk etmişlerdir. Öncelikle onlar İslam’ı vacip görmüyorlar ve terkinden dolayı savaşmıyorlar. Bilakis onlar Allah’a ve rasulüne kafir olsa dahi Moğol devletini yücelteni bırakıyorlar, en hayırlı müslümanlardan olsa dahi moğol devletine itaatten çıkanı öldürmeyi helal sayıyorlar. Kafirlerle cihad etmiyorlar, kitap ehlini aşağılayıp cizye almıyorlar, askerlerinden dileyenin güneşe veya aya tapmasına karşı çıkmıyorlar. Hatta onların gidişatının zahiri şudur: Onlara göre adil müslüman; salih veya nafileleri yerine getiren bir müslüman demektir. Kâfir ise onlara göre müslümanlar arasındaki fasık veya nafileleri terk eden kimse konumundadır. Yine onların geneli müslümanların kanlarını ve mallarını haram görmezler. Ancak sultanları bundan yasaklarsa itaat ederler. Dinden dolayı değil, sırf sultana itaat için bunu terk ederler. Onların geneli farzları yerine getirmezler, ne namazı ne zekatı, ne haccı ne de başka farzları. Aralarında Allah’ın hükmüyle hükmetmeyi gözetmezler. Bilakis bir kısmında İslam’a uyan, diğer kısmında İslam’a aykırı olan beşeri kanunlarla hükmederler… Onlar İslama girmişlerdir ancak kurallarını uuygulamazlar.” (İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava 28/499 vd.)
Yine İbn Teymiyye rahimehullah’a “Onların arasında zorla çıkarılanlar var” diyerek Tatarlarla savaşmaktan kaçınan ordular hakkında soruldu ve denildi ki: “Onlardan biri kaçarsa peşi takip edilir mi?”
Şöyle cevap verdi: “Hamd alemlerin rabbi Allah’adır. Şam beldelerine gelen Tatarlarla savaşmak kitap ve sünnet nassıyla vaciptir. Muhakkak ki Allah Kur’ân’da şöyle buyurmuştur: “Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’a ait oluncaya kadar onlarla savaşın.” Din; itaattir. Dinin (itaatin) bir kısmı Allah için, bir kısmı Allah’tan başkası için olursa din (itaat) tamamen Allah için oluncaya kadar savaşmak vacip olur. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve eğer iman edenlerseniz faizden kalanı terk edin.” “Eğer böyle yapmazsanız Allah’a ve rasulüne harp açmış olursunuz.” Bu ayet İslam’a girip namaz kılan, zekat veren lakin faizi terk etmekten kaçınan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Allah Azze ve Celle onların faizi terk etmedikleri müddetçe Allah’a ve rasulüne karşı harp içinde olduklarını açıklamıştır. Faiz, Allah’ın en son haram kıldığı şeydir ve bu sahibinin rızasıyla alınan bir maldır! Bunlar Allah’a ve rasulüne harp açmış oluyorlar ve onlarla cihad edilmesi vacip oluyorsa, Tatarlar gibi İslamın birçok kurallarını terk edenlerle savaşmak nasıl olur? Nitekim müslümanların alimleri İslamın mütevatir zahiri farzlarından birinden yüz çeviren mümteni taife ile, onlar şehadet kelimelerini söyleleseler de, namazdan, zekattan, Ramazan ayında oruçtan, Kabeyi haccetmekten, aralarında kitap ve sünnetle hükmetmekten kaçınsalar veya fuhşiyatı, sarhoş edici içkileri, mahrem akrabalarla nikahı, haksız yere canları ve malları helal saymaları, faizi, kumarı helal saymaları, kafirlerle cihadı ve kitap ehlinden cizye almayı terk etmeleri gibi İslamın şeriat kurallarını terk etmeleri halinde din tamamen Allah’a ait oluncaya kadar savaşılması hususunda ittifak etmişlerdir…
Nitekim Sahih’te Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hariciler hakkında şöyle buyurduğu sabit olmuştur: “Biriniz onların namazı yanında kendi namazını, oruçları yanında kendi orucunu, kıraatleri yanında kendi kıraatini küçümser. Kur’ânı okurlar, okuyuşları gırtlaklarını geçmez. İslamdan okun yaydan çıktığı gibi çıkarlar. Onlarla nerede karşılaşırsanız onları öldürün. Zira onları öldürene kıyamet gününde Allah katında ecir vardır. Onlara yetişirsem Ad kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürdüm.”
Selef ve imamlar bunlarla savaşılması hususunda ittifak etmişlerdir. Onlarla savaşanların ilki Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’dır. Emevi ve Abbasi hilafetlerinin başından beri de müslümanlar emirleriyle beraber onlara karşı savaşmaya devam etmişlerdir. Bu emirler Haccac ve vekilleri gibi zalimler olsa da. Müslümanların bütün imamları haricilerle savaşılmasını emretmişlerdir. Tatarlar İslam şeriatinden çıkış konusunda zekat vermeyenlerden, faizi terk etmeyerek huruc edenlerden daha çok benzerler. Onlarla savaşmak hususunda tereddüt eden kimse İslam dini konusunda insanların en cahillerindendir. Aralarında zorla çıkarılmış olanlar olsa bile onlarla savaşmak vacip olduğunda savaşılır. Müslümanların bunda ittifakı vardır. Nitekim Abbas radiyallahu anh Bedir günü esir alındığında dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Ben zorla savaşa çıkarıldım.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Zahirin bizim aleyhimizdedir. Sırrın (iç yüzün) ise Allah’a kalmıştır.” Nitekim alimler kafirlerin orduları müslüman esirleri kalkan olarak kullandıklarında ve savaşmadıkları takdirde müslümanlara zarar gelmesi söz konusu olduğunda, kalkan edinilen müslüman esirler öldürülmek zorunda kalsa bile onlarla savaşılacağı hususunda ittifak etmişlerdir.” (Mecmuu’l-Fetava 28/545 vd.)