Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

6 Ekim 2022 Perşembe

Yerli Oryantalistlerden Prof. Dr. Mehmet Kubat’ın Subjektif Selefilik Aleytarlığı Hakkında

 


Eceli gelen köpek cami duvarına işer diye bir mesel vardır. Allah’tan belasını acele vermesini isteyen her nasipsiz de Allah’ın dinine tuzak kurup Allah’a ve rasulüne yakın olmaya çalışanlara düşmanlık etmektedir. Allah’ın dostlarına düşmanlık edene de bizzat Allah Azze ve Celle harp ilan edeceğini bildirmiştir.,

Prof. Dr. Mehmet Kubat, İslam Mezhepleri Tarihi adıyla bir kitap yazmış, Mu'tezile, Kullabilik, Alevilik, Maturidilik gibi İslam’ın dışına çıkmış anlayışları aklamaya çalışmış, talebesi Ebu Yusuf’un dahi "Cehmî olarak öldüğünü" itiraf ettiği Ebu Hanife’nin Mürcie bile olmadığını iddia etmeye kalkışmıştır. 

Fakat asıl konu şu; Kubat, kitabını sanki sırf Selefiliğe saldırmak için yazmış gibidir. Ehli Sünneti Selefilik, Eşarilik ve Maturidilik başlıkları altında sayarak, diğer saptırıcı ilahiyatçılar gibi, Eşarilik ve Maturidilik sapkınlıklarını Ehli Sünnet çerçevesine monte etmeye çalışmış, sonra sünnet dışı bazı mezheplere dahi övgüde bulunurken, Selefiliğe yaylım ateşi(!) açmıştır! 

“Selefiyye’nin Müteşabihata İlişkin Tavrı” başlığı altında sadece Gazali’nin mufevvida akidesini selefe yakıştırmaya çalıştığı kitabı olan İlcamu’l-Avam’dan bir pasaj nakletmekle yetinmesi de aklınca selefi akideye hileli bir şekilde ayar verme girişimidir!

Selefi akide ve menheci aktarırken kaynakları ve dipnotları arasında hiçbir selefî kaynak yer almamaktadır! Selefî kaynaklara en yakın referansları da İbn Teymiyye ve İbn Kayyım’dır ki bu iki ismin selefî akide ve menhece kaynak gösterilmesi mümkün değildir. Çünkü İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyım, kendilerini sapkınlığın yaygınlaştığı bir ortamda bulup güçleri yettiğince selefin menhecini tespit ve tâbi olmaya çalışmış birer nadide alimdirler. Yani selefi akide ve menhece kaynak referans olamazlar, bilakis kendileri akide ve menheclerini açıklarken seleften referanslara muhtaçtırlar. Şu halde yazar Mehmet Kubat, Selefiyye’yi açıklarken asla selefiliğin ilk kaynaklarını referans almamış, ya selefin menhecine düşman olan kelamcıların, ya muasır yazarların Selefilik hakkında söylediklerine dayanmış ya da İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi selefiyyeye pek çok konuda intibak sağlamış müteahhirinden isimleri referans göstermiştir.

Sonra o da ne! Selefi Metodun Kifayetsizliği şeklinde bir başlık karşımıza çıkıyor! Bir sonraki başlık da: “Selefî Perspektifin Çıkmazları”(!)

Bu başlıkların altında ise Kubat küfrünü kusmuştur. Çünkü özetlemek gerekirse Kubat bu çirkin başlıklar altında Selefiyye’nin dini yalnızca Kur’an, Sünnet ve ashabın anlayışıyla sınırlamasından son derece rahatsız olmakta, Selefiliği; dini yalnızca ilk asırdaki din anlayışına hapsetmekle suçlamaktadır! Akli tefekkür ve felsefi düşünceye yer vermenin zorunlu olduğuna, re’y ile de dine hükümler eklemek gerektiğine vurgular yapmaktadır.

Mesela diyor ki: “İmamu’l-Harameyn Ebu’l-Meali el-Cuveyni’nin de işaret ettiği gibi “İslam’ı, Kur’an’ı ve Sünneti kabul etmeyen muhataba ayet ve hadislerle cevap vermek, deyim yerindeyse Müslüman âlimi trajikomik bir pozisyona düşürüyordu. Muhatabın iknası ancak akılla mümkündü.” Böylece Mehmet Kubat, İslam’ı ve davetini hiç anlamadığını ya da kabul etmediğini açıkça ortaya koyuyor!

Şimdi basitçe bu konuyu bir düşünelim: İslam davetinin sahibi olan Allah Azze ve Celle, küfre sapmış topluluklara daveti nasıl gönderiyor? Rasul gönderiyor, kitap indiriyor! İyi ama muhataplar kitabı ve rasulü kabul etmiyor zaten değil mi? O halde iman etmeyenlere felsefeciler mi davette bulunmalı? Halbuki nebi ve rasulllerin davetine öncelikle karşı çıkanlar “Allah ile kul arasına kimse giremez” diyen felsefeciler değiller miydi? İmamu’l-Harameyn dediği Mutezile sapığı da, onu referans alan Mehmet Kubat gibi sapkın ilahiyatçılar da aslında Allah’ın ve rasulünün davet metodunu eleştiriyorlar! Kelime oyunları yaparak habasetlerini “Selefiliğe eleştiri” maskesi altında gizliyorlar!

Aslen sarih aklı muhatap alan vahyi, fasit akılllarına/hevâlarına uyduramadıkları için kabullenemiyorlar! Her doğan İslam fıtratı üzere doğmuş, fakat bazıları fıtratından saparak batıl dinlere tabi olmuşlardır. Allah, rasullerini selim fıtratlara dönülmesini gerektiren davetlerle göndermiştir. Bu daveti kabul etmemekte inat eden, aslında Allah’ın kendisini üzerinde yaratmış olduğu fıtratına da muhalif davranmakta ısrar etmiştir. Bu yüzden zorla İslam’a boyun eğdirilmek üzere kendisiyle savaşılmasını hak etmiştir. Kur’an’ı, Allah’ın rasulünün yönlendirmeleri doğrultusunda okuyanlar bu hakikati gayet net görürler. Fakat kelamcıların yolunu tutanlar Kubat gibi ancak saçmalarlar!

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Artık seninle tartışırlarsa de ki: “Ben bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah’a teslim ettim.” Kitap verilen kimselere ve ümmilere de ki: “Teslim oldunuz mu?” Şayet teslim olurlarsa muhakkak hidayete ermiş olurlar. Yüz çevirirlerse artık sana düşen yalnızca tebliğdir. Şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir” (Al-i İmran 20)

Delil olma yönü: Allah Azze ve Celle vahyi karşısında fasit akıl ve re’yleriyle tartışmaya kalkışanlara karşı tavrın ne olması gerektiğini açıklamıştır. Hidayetin ancak vahye teslimiyetle olacağını bildirmiş ve yüz çevirenlere karşı vazifenin; kelam ve felsefe yaparak ikna etmek değil, yalnızca tebliğ etmek olduğunu beyan etmiştir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

İnsanlardan bazısı, bir ilme, bir rehbere ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın, Allah hakkında tartışır. Allah yolundan saptırmak için kasılarak Allah hakkında tartışmaya kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız.” (Hac 8-9)

Yine de, insanlar içinde, bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” (Lukman 20)

O’nun çağrısı kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışanların delilleri rableri katında geçersizdir. Onların üzerinde bir gazap vardır ve şiddetli bir azap onlaradır.” (Şura 16)

Delil olma yönü: Kelam ve felsefe yapanlar bu ayetlerde kınanan kimselerin ta kendileridir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Ve: “Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?” dediler. Onu yalnızca bir tartışma konusu olsun diye örnek gösterdiler. Hayır, onlar tartışmacı ve düşman bir kavimdir. “ (Zuhruf 58)

Delil olma yönü: Müşrikler aklen çürütülmesi oldukça basit bir sözü ortaya atarak iman edenlerin akli kelam ve felsefeye dahil olmalarını arzu ettiler. Allah Azze ve Celle ise kelam ve felsefeye girmekten iman edenleri yasaklamıştır.

Kubat diyor ki: “Selefiyye’nin ilk dönem Müslümanlarının itikada ilişkin konularda nassın zahiri anlamıyla yetinip, akla yer vermeyen tutumundan esinlenerek “bilinçli bir tercihle itikadi konularda aklı kullanmaması, istidlali haram kabul etmesi ve kelam yöntemine karşı olumsuz bir tavır takınması, hem Mu’tezile mensupları, hem de İbn Kullab, el-Muhasibi ve el-Kalanisi ile başlayan Ehli Sünnet kelamcıları tarafından gerçekte nasların ruhuna aykırı bulunmuştur.”

Görüyor musunuz desise ve dolapları!

Burada eleştirilen keşke bazı selefilerin hataları olsaydı, o zaman anlayışla karşılanabilirdi. Lakin bu eleştiri ve saldırılar Allah’a ve rasulüne karşıdır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in asırlar önce verdiği cevabı aktarmakla yetinelim ki, Kubat’ın Selefilik hakkında tarihsel bir olgu iddiası da böylece yerle bir olsun:

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Her kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Rasul’e aykırı davranır ve mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa onu döndüğü halde bırakırız ve kendisini Cehenneme atarız; o ne kötü dönüş yeridir.” (Nisa 115)

Delil olan kısım: bu ayette mü’minlerin yolundan başkasına uyan tehdit edilmiştir ve bu ayetin ilk muhatabı olarak mü’minler sahabedir. Dolayısıyla kıyamet gününe kadar sahabenin yolundan başkasına uyan herkes bu tehditin muhatabıdır. Her fırka kabul eder ki sahabenin yolu naslara teslim olmak, kelam ve felsefeyi terk etmektir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Eğer sizin ona iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse doğrusu onlar ancak ayrılık içindedirler. Onlara karşı Allah sana yeter. Şüphesiz O Semi'dir, Alîm'dir.” (Bakara 137)

Delil olan kısım: Allah Azze ve Celle sahabelere hitaben: “Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar” buyurmuştur. Bu hitap, Kur’ân’ın kendisine ulaştığı herkese ve her asrın mensuplarına diyor ki; doğru yolu bulmak ancak ve ancak bu ayetin ilk muhatapları olan sahabenin yani selefin iman ettiği gibi iman etmeye bağlıdır. Sahabenin imanı ise kelam ve felsefe yoluyla değil, vahye teslimiyet yoluyladır.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

 Öne geçen Muhacir ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır…” (Tevbe 100)

Delil olan kısım: Allah rızasını, Muhacir ve Ensara yani ashaba güzellikle uymaya bağlamıştır. Sonrakilerin uydukları kelam ve felsefe süprüntülerine değil!

Enes b. Malik radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

تَفْتَرِقُ هَذِهِ الْأُمَّةُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلَّا وَاحِدَةً قَالُوا وَمَا تِلْكَ الْفِرْقَةُ؟ قَالَ مَا أَنَا عَلَيْهِ الْيَوْمَ وَأَصْحَابِي

Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacak, biri dışında hepsi de ateşte olacak.” Dediler ki: “O (kurtulan) hangisidir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Bugün benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz şey üzere olanlardır.”[1]

Artık bundan sonra Mehmet Kubat ve ona benzer ilahiyatçılara düşen ancak Kur’an ve Sünnet’e teslim olup tevbe etmek, her müslümanın selefî olmak zorunda olduğunu yani Kur’an ve Sünneti ashabın anlayıp uyguladığı gibi kabul etme zorunluluğunu itiraf etmektir, batıl mutezile sapıklığına daveti açıktan yaptıkları gibi tevbelerini ve hakka dönüşlerini açıktan yaparak ıslah etmektir.

 Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî



[1] Sahih. Taberânî Mu'cemu's-Sagir (724) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (4886, 7840) Ziyâu'l-Makdisî el-Muhtâre (7/277) Ukayli ed-Duafa (2/262) Eslem b. Sehl Bahşel Tarihu Vasit (s.196) el-Mustagfiri Delailu’n-Nubuvve (80) el-Elbani es-Sahiha (203, 204)

8 Eylül 2022 Perşembe

Korona Bahanesiyle Dinden Çıkan Yöneticileri ve Dinlerini Satan Hocaları Unutmayın!

 

Mescidlerin Kapatılmasının Zaruret Olduğu Yalanı!

Dr. Hâkim el-Mutayri 

25 Ramazan 1441

 Zaruret, islam fıkhında dine, cana, akla, ırza veya mala gelebilecek zarar ve telef korkusu hakkındaki şiddetli durumdur. Bunun ancak haram bir fiili işlemekle kalkması sözkonusudur. Buradaki şart, bu zaruretin iddia değil hakikat olmasıdır. Vehmî bir zarar değil, hakiki bir zarar söz konusu olmalıdır. Yine bu zarar, haram fiil ile eşit seviyede ya da def edilmemesi halinde daha büyük zarara girme sözkonusu olmalıdır.

Mescidlerin kapatılması, Cuma ve beş vakit namazdaki cemaatin, hac ve umrenin iptal edilmesinde zaruret olduğunu doğrulayan hiçbir şey söz konusu değildir! Böyle bir muhayyerlik halinde bunu yapmak küfür ve riddet (dinden çıkış) demektir!

Namaz kılan sıhhatli müslümanlar, kendilerinde mescidleri terk etmeye mecbur bırakacak bir şiddetli durum hissetmemişlerdir. Hatta onları bundan yasaklayan, mescidlere gidenleri suçlu gören, onları tutuklayan ve cezalandıran devletler dahi böyle bir durum hissetmemişlerdir! Nitekim dinin kökten reddettiği ve hakkında “Hastalık bulaşması ve uğursuzluk yoktur”, “İlkine bulaştıran kim?” ve “Bu ancak kaderdir” buyrulan, hastalığın bulaşacağı varsayılsa bile kendileri hakkında korona gribi hastalığından korkmaları da söz konusu değildir!

Virüsün isabet edeceği korkusunun zararı ve tehlikesi mevsimsel gripteki isabet ve ölüm oranlarından fazla değildir! Nitekim doktorların kendileri bu hastalıktan tedavisiz ve aşılama olmaksızın şifa bulma oranının %98’e ulaştığını teyit etmişlerdir. Ölüm oranı ise %1’den azdır. Bu da iddia edilen zaruret ve şiddetli meşakkat iddialarını yalanlamaktadır. Kendisi hakkında hastalıktan korkan kişiden Cuma ve cemaat vacibinin sakıt olması ruhsatı ile bunun def edilmesi mümkündür. Nas ve icma ile küfür olan; mescidleri kapatmak, Cuma ve cemaatleri iptal etmek, sağlıklı kimseleri Allah’ın kendilerine farz kıldığı şeyleri eda etmekten yasaklamak gibi haram olan işlere mecbur kalmak diye bir durum söz konusu değildir. Hiç farkına varmadıkları, görevlileri işlerinden, halkı çarşılarından engellemedikleri bir şeyden dolayı zaruret iddiası kabul edilemez. Hata bu haramı işlemenin zararı dine karşıdır. Dinin şiarlarını iptal etmek, virüs isabet etmesin diye – ki virüsün isabet etmesi hasta olmayı gerektirmez - cana gelecek zarardan daha şiddetlidir! Üstelik bu hastalıktan tıbbî tedaviye, doktora gitmeye, hastaneye gitmeye ihtiyaç duymadan şifa bulunmaktadır.  Hastanede ilaç tedavisinden dolayı ölenlerin miktarı da daha fazladır!

İsveç, Belarus gibi devletlerin korona sebebiyle doğal hayat gidişatını iptal etmeye mecbur kalmamaları bu konudaki zaruret iddiasının yalan olduğunu pekiştirmektedir. Yine bu durum, bütün arap dünyasında mescidleri kapatmayı, cemaat ve Cuma namazlarını iptal etmeyi zarureten gerektirdiği iddiasının yalan olduğunu da açıkça göstermektedir! Yine mescidleri kapatmayan Endonezya, Pakistan ve başka bazı İslam devletlerinde isabet oranının artmaması bu iddiaların batıl oluşunu ortaya koymaktadır.

Buradaki zaruret iddiası insanların kendi nefislerinde şahit olup hissettikleri bir büyüklenmedir. Arap dünyasında böylesi daha önce meydana gelmemiştir! Bu yalnızda haçlıların hamle kararlarını, işgalci Amerikalıların şu an İslami toplumlara laikliği ve batılılaşmayı dayatarak koştuğu şartları uygulamaktır.

Raşid Halifelerden Dahi Gelse Kitap ve Sünnete Aykırı Görüşler Reddedilir


Ebu Musa el-Eşari radıyallahu anh’den:

قَدِمْتُ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالْبَطْحَاءِ وَهُوَ مُنِيخٌ فَقَالَ أَحَجَجْتَ؟ قُلْتُ نَعَمْ قَالَ بِمَا أَهْلَلْتَ قُلْتُ لَبَّيْكَ بِإِهْلاَلٍ كَإِهْلاَلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَحْسَنْتَ طُفْ بِالْبَيْتِ وَبِالصَّفَا وَالمَرْوَةِ ثُمَّ أَحِلَّ فَطُفْتُ بِالْبَيْتِ وَبِالصَّفَا وَالمَرْوَةِ ثُمَّ أَتَيْتُ امْرَأَةً مِنْ قَيْسٍ فَفَلَتْ رَأْسِي ثُمَّ أَهْلَلْتُ بِالحَجِّ فَكُنْتُ أُفْتِي بِهِ حَتَّى كَانَ فِي خِلاَفَةِ عُمَرَ فَقَالَ إِنْ أَخَذْنَا بِكِتَابِ اللَّهِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُنَا بِالتَّمَامِ وَإِنْ أَخَذْنَا بِقَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِنَّهُ لَمْ يَحِلَّ حَتَّى يَبْلُغَ الهَدْيُ مَحِلَّهُ

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Bathâ'da mola verdiği bir sırada yanına gittim. Bana:

“Hacc yapıyor musun?” diye sordu. Ben: “Evet!” dedim.

“Neye niyetlendin?” buyurdu. Ben: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in niyeti gibi niyetlendim” dedim. Buyurdu ki:

“İyi etmişsin. Beyt ile Safa ve Merve'yi tavaf et de ihram­dan çık!” Bunun üzerine ben, Beyti ve Safa ile Merve'yi tavaf ettim. Sonra Kays oğullarından bir kadının yanına vardım da başım bitlendi. Sonra hacca niyet ettim. Ömer radıyallahu anh hilâfete geçinceye kadar başkalarına da böyle fetva verirdim. Ömer radıyallahu anh dedi ki:

“Eğer Allah'ın kitabı ile amel edeceksek Allah’ın kitabı tamamlamayı emrediyor. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in sözüyle amel eder­sek o da hedy kurbanı yerini buluncaya kadar ihramdan çıkmamıştır.”[1]

* Muslim’in bir rivayetinde şu şekildedir:

فَقَالَ عُمَرُ قَدْ عَلِمْتُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ فَعَلَهُ وَأَصْحَابُهُ وَلَكِنْ كَرِهْتُ أَنْ يَظَلُّوا مُعْرِسِينَ بِهِنَّ فِي الْأَرَاكِ ثُمَّ يَرُوحُونَ فِي الْحَجِّ تَقْطُرُ رُءُوسُهُمْ

Ömer radıyallahu anh dedi ki: “Biliyorum ki, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı bu­nu yapmıştır. Lâkin halkın Erâk denilen yerde kadınlarla cima ederek, sonra başlarından su damlar bir hâlde hacca gitmeye devam etmelerini istemedim.”[2]

Said b. El-Museyyeb rahimehullah dedi ki:

اخْتَلَفَ عَلِيٌّ وَعُثْمَانُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا وَهُمَا بِعُسْفَانَ فِي المُتْعَةِ فَقَالَ عَلِيٌّ مَا تُرِيدُ إِلَّا أَنْ تَنْهَى عَنْ أَمْرٍ فَعَلَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا رَأَى ذَلِكَ عَلِيٌّ أَهَلَّ بِهِمَا جَمِيعًا

“Ali ve Osman radıyallahu anhuma Usfan’da iken temettu hakkında ihtilaf ettiler. Ali radıyallahu anh dedi ki:

“Sen ancak Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı bir şeyi yasaklamak istiyorsun.” Ali radıyallahu anh bunu görünce hac ve umre için birlikte ihrama girdi.”[3]

Mervan b. El-Hakem dedi ki:

شَهِدْتُ عُثْمَانَ وَعَلِيًّا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا وَعُثْمَانُ يَنْهَى عَنِ المُتْعَةِ وَأَنْ يُجْمَعَ بَيْنَهُمَا فَلَمَّا رَأَى عَلِيٌّ أَهَلَّ بِهِمَا لَبَّيْكَ بِعُمْرَةٍ وَحَجَّةٍ قَالَ مَا كُنْتُ لِأَدَعَ سُنَّةَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِقَوْلِ أَحَدٍ

“Osman ve Ali radıyallahu anhuma’ya şahit oldum. Osman radıyallahu anh temettu yapmaktan ve hac ile umreyi birleştirmekten yasaklıyordu. Ali radıyallahu anh bunu görünce:

“Umre ve hac için lebbeyk” diyerek ikisi için birden ihrama girdi ve dedi ki:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini herhangi bir kimsenin sözü için terk edecek değilim.”[4]

Abdullah b. Şakik rahimehullah’tan:

كَانَ عُثْمَانُ يَنْهَى عَنِ الْمُتْعَةِ وَكَانَ عَلِيٌّ يَأْمُرُ بِهَا فَقَالَ عُثْمَانُ لِعَلِيٍّ كَلِمَةً ثُمَّ قَالَ عَلِيٌّ لَقَدْ عَلِمْتَ أَنَّا قَدْ تَمَتَّعْنَا مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَجَلْ وَلَكِنَّا كُنَّا خَائِفِينَ

“Osman radıyallahu anh temettu haccından yasaklıyor, Ali radıyallahu anh de bunu emrediyordu. Osman radıyallahu anh Ali radıyallahu anh’e bir söz söyledi. Sonra Ali radıyallahu anh dedi ki:

“Sen de biliyorsun ki biz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber temettu haccı yaptık.” Osman radıyallahu anh dedi ki:

“Evet, lakin bizler korkuyorduk.”[5]

İmran b. Husayn radıyallahu anhuma’dan:

أُنْزِلَتْ آيَةُ المُتْعَةِ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَفَعَلْنَاهَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَمْ يُنْزَلْ قُرْآنٌ يُحَرِّمُهُ وَلَمْ يَنْهَ عَنْهَا حَتَّى مَاتَ قَالَ رَجُلٌ بِرَأْيِهِ مَا شَاءَ

“Temettu hakkındaki ayet Allah’ın kitabında indirilmiştir. Biz de bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yaptık. Kur’ân’da bunu haram kılan bir ayet inmediği gibi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar bundan yasaklamamıştır. Bir adam çıkıyor ve görüşüyle dilediğini söylüyor!”[6]

* Buhârî’nin bir rivayetinde şu şekildedir:

تَمَتَّعْنَا عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَنَزَلَ القُرْآنُ قَالَ رَجُلٌ بِرَأْيِهِ مَا شَاءَ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında temettu haccı yaptık ve Kur’ân’da bu konuda ayet inmiştir. Bir adam da görüşüyle dilediğini söylüyor!”[7]

* Muslim’in rivayetinde şu şekildedir: Mutarrif rahimehullah dedi ki: İmran b. Husayn radıyallahu anhuma bana şöyle dedi:

إِنِّي لَأُحَدِّثُكَ بِالْحَدِيثِ الْيَوْمَ يَنْفَعُكَ اللهُ بِهِ بَعْدَ الْيَوْمِ وَاعْلَمْ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ أَعْمَرَ طَائِفَةً مِنْ أَهْلِهِ فِي الْعَشْرِ فَلَمْ تَنْزِلْ آيَةٌ تَنْسَخُ ذَلِكَ وَلَمْ يَنْهَ عَنْهُ حَتَّى مَضَى لِوَجْهِهِ ارْتَأَى كُلُّ امْرِئٍ بَعْدُ مَا شَاءَ أَنْ يَرْتَئِيَ

Sana, bugün öyle bir hadîs rivayet edeceğim ki Allah, seni, onunla bundan sonra faydalandıracak. Bilmiş ol ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yakınlarından bir taifeye Zi'l-Hicce'nin bu günü zarfında um­re yapmayı mubah kılmış; bunu nesh eden bir âyet de inmemiştir. Ken­disi de vefatına kadar bundan yasaklamamıştır. Ondan sonra herkes is­tediği kadar kendi re'yi ile söz söyledi.”[8]

* Muslim’in diğer rivayetinde şu şekildedir:

ارْتَأَى رَجُلٌ بِرَأْيِهِ مَا شَاءَ يَعْنِي عُمَرَ

“Ömer radıyallahu anh'ı kastederek: “Bir adam, kendi re'yi ile dilediği kadar söz söyledi” dedi.”[9]

* Muslim’in diğer bir rivayetinde şu şekildedir:

بَعَثَ إِلَيَّ عِمْرَانُ بْنُ حُصَيْنٍ فِي مَرَضِهِ الَّذِي تُوُفِّيَ فِيهِ فَقَالَ إِنِّي كُنْتُ مُحَدِّثَكَ بِأَحَادِيثَ لَعَلَّ اللهَ أَنْ يَنْفَعَكَ بِهَا بَعْدِي فَإِنْ عِشْتُ فَاكْتُمْ عَنِّي وَإِنْ مُتُّ فَحَدِّثْ بِهَا إِنْ شِئْتَ إِنَّهُ قَدْ سُلِّمَ عَلَيَّ وَاعْلَمْ أَنَّ نَبِيَّ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ جَمَعَ بَيْنَ حَجٍّ وَعُمْرَةٍ ثُمَّ لَمْ يَنْزِلْ فِيهَا كِتَابُ اللهِ وَلَمْ يَنْهَ عَنْهَا نَبِيُّ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ رَجُلٌ فِيهَا بِرَأْيِهِ مَا شَاءَ

İmrân b. Husayn radıyallahu anhuma vefat hastalığnda bana haber gönderdi ve dedi ki:

“Sana bir takım hadîsler söyleyeceğim! Umulur ki benden sonra Allah seni bundan faydalandırır. Şayet yaşarsam bunları benim adıma gizli tut. Ölürsem dilediğin takdirde (başkalarına) anlat! Bana gerçekten (melekler tarafından) selâm verilirdi. Bir de bil ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize hac ile umreyi birleştirmeyi emretmiştir. Sonra bu konuda ne Allah’ın kitabından bir ayet indi, ne de Nebiyullah sallallahu aleyhi ve sellem yasakladı. Bir adam bu husûsta kendi re'yi ile dilediğini söyledi!”[10]

Said b. Cubeyr rahimehullah’tan: İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi:

تَمَتَّعَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ عُرْوَةُ نَهَى أَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ عَنِ الْمُتْعَةِ فَقَالَ يَعْنِي ابْنَ عَبَّاسٍ أَرَاهُمْ سَيَهْلِكُونَ أَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَيَقُولُ قَالَ أَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem temettû haccı yaptı.” Urve b. ez-Zubeyr dedi ki:

“Ebû Bekr ve Ömer (radıyallahu anhuma) temettu haccından yasaklıyorlardı.” Bunun üzerine İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi:

“Görüyorum ki, helak olacaklar. Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi diyorum, o ise Ebû Bekir ve Ömer dedi diyor!”[11]

Salim b. Abdillah rahimehullah’tan:

عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّهُ حَدَّثَهُ أَنَّهُ سَمِعَ رَجُلا مِنْ أَهْلِ الشَّامِ وَهُوَ يَسْأَلُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ عَنِ التَّمَتُّعِ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ هِيَ حَلالٌ فَقَالَ الشَّامِيُّ فَإِنَّ أَبَاكَ يَعْنِي عُمَرَ نَهَى عَنْهَا فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ أَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ أَبِي نَهَى عَنْهَا وَقَدْ صَنَعَهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتْبَعُ أَمْرَ أَبِي أَوْ أَمْرَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَقَالَ الرَّجُلُ بَلْ أَمْرَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ قَدْ صَنَعَهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

“Şam’lı birinin Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma’ya umreyi hacca çevirerek temettu yapmak hakkında sorduğunu işittim. Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Bu helaldir.” Şam’lı adam: “Muhakkak ki baban (yani Ömer radiyallahu anh) bundan yasakladı.” Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Ne dersin, babam onu yasaklıyor, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onu yapmışsa babamın emrine mi yoksa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine mi uyacaksın?” Adam: “Bilakis Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine uyarım.” İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu yapmıştır!”[12]

Sâlim b. Abdillah b. Ömer rahimehullah dedi ki:

كَانَ عَبْدُ اللهِ بْنُ عُمَرَ يُفْتِي بِالَّذِي أَنْزَلَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنْ الرُّخْصَةِ بِالتَّمَتُّعِ وَسَنَّ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِيهِ فَيَقُولُ نَاسٌ لِابْنِ عُمَرَ كَيْفَ تُخَالِفُ أَبَاكَ وَقَدْ نَهَى عَنْ ذَلِكَ؟ فَيَقُولُ لَهُمْ عَبْدُ اللهِ وَيْلَكُمْ أَلَا تَتَّقُونَ اللهَ إِنْ كَانَ عُمَرُ نَهَى عَنْ ذَلِكَ فَيَبْتَغِي فِيهِ الْخَيْرَ يَلْتَمِسُ بِهِ تَمَامَ الْعُمْرَةِ فَلِمَ تُحَرِّمُونَ ذَلِكَ وَقَدْ أَحَلَّهُ اللهُ وَعَمِلَ بِهِ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَفَرَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحَقُّ أَنْ تَتَّبِعُوا سُنَّتَهُ أَمْ سُنَّةَ عُمَرَ؟ إِنَّ عُمَرَ لَمْ يَقُلْ لَكُمْ إِنَّ الْعُمْرَةَ فِي أَشْهُرِ الْحَجِّ حَرَامٌ وَلَكِنَّهُ قَالَ إِنَّ أَتَمَّ الْعُمْرَةِ أَنْ تُفْرِدُوهَا مِنْ أَشْهُرِ الْحَجِّ

“İbn Ömer radiyallahu anhuma Allah Azze ve Celle’nin temettu hakkındaki ruhsatı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ile fetva veriyordu. İnsanlar İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya: “Babana nasıl muhalefet ediyorsun? O bundan yasaklardı!” dediler.  İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki:

“Size yazıklar olsun. Allah’tan korkmuyor musunuz? Ömer radiyallahu anh bundan yasaklarken hayrı istedi ve umrenin tamamlanmasını gözetti. Allah’ın helal kıldığı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in uyguladığı bir şeyi neden haram kılıyorsunuz? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymak mı daha layık yoksa Ömer’inki mi? Muhakkak ki Ömer radiyallahu anh size hac aylarında umre haramdır demedi! Lakin dedi ki: “Umrenin tam olması, onun hac aylarından ayrı yapılmasıdır.”[13]

Ebu Gatafan rahimehullah dedi ki:

أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ كَانَ يَقُولُ فِي الْأَصَابِعِ عشرا عشرا فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ مَرْوَانُ بن الحكم تَفْتِي فِي الْأَصَابِعِ عشرا عشرا وَقَدْ بَلَغَكَ عَنْ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ فِي الْأَصَابِعِ؟ فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَحِمَ اللهُ عُمَرَ رسول اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحَقُّ أَنْ يُتَّبَعَ مِنْ قَوْلِ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ

“İbn Abbâs radıyallahu anhuma parmakların diyeti hakkında: “Parmakların diyeti onar onardır” dedi. Mervân b. El-Hakem ona birini göndererek:

“Parmaklar hakkında onar onar diyete mi fetva veriyorsun? Hâlbuki sana Ömer radıyallahu anh’ın parmakların diyeti hakkında senin sözünün aksine fetvası ulaşmıştır” dedi. Bunun üzerine İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle dedi:

“Allah Ömer’e rahmet etsin. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü, Ömer radıyallahu anh’ın sözünden uyulmaya daha layıktır.”[14]

Said b. Cubeyr rahimehullah dedi ki:

كُنْتُ مَعَ ابْنِ عَبَّاسٍ بِعَرَفَاتٍ فَقَالَ مَا لِي لَا أَسْمَعُ النَّاسَ يُلَبُّونَ؟ قُلْتُ يَخَافُونَ مِنْ مُعَاوِيَةَ، فَخَرَجَ ابْنُ عَبَّاسٍ مِنْ فُسْطَاطِهِ فَقَالَ لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ فَإِنَّهُمْ قَدْ تَرَكُوا السُّنَّةَ مِنْ بُغْضِ عَلِيٍّ

“İbn Abbas radıyallahu anhuma ile beraber Arafat’ta idim. Dedi ki:

“Neden insanların telbiye ettiklerini işitmiyorum?” Ben: “Muaviye’den korkuyorlar” dedim. Bunun üzerine İbn Abbas radiyallahu anhuma hemen çadırından çıktı ve şöyle dedi:

“Lebbeyk, Allahumme Lebbeyk. Onlar Ali radıyallahu anh’e kızgınlıklarından dolayı sünneti terk ediyorlar!”[15]

Ebu Hassan el-A’rac rahimehullah dedi ki:

قَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِي الْهُجَيْمِ لِابْنِ عَبَّاسٍ مَا هَذَا الْفُتْيَا الَّتِي قَدْ تَشَغَّفَتْ أَوْ تَشَغَّبَتْ بِالنَّاسِ أَنَّ مَنْ طَافَ بِالْبَيْتِ فَقَدْ حَلَّ؟ فَقَالَ سُنَّةُ نَبِيِّكُمْ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَإِنْ رَغِمْتُمْ

Beni Huceym kabilesinden bir adam İbn Abbâs radıyallahu anhuma'ya dedi ki:

“Halkın kalplerine işleyen yahut halkı fırkalara ayıran bu fetva nedir? Beyti tavaf eden ihramdan çıkarmış?” İbn Abbâs radıyallahu anhuma dedi ki:

“Patlasanız da yine Nebiniz sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetidir!”[16]



[1] Sahih. Buhârî (1795, 1559) Muslim (1221)

[2] Sahih. Muslim (1222)

[3] Sahih. Buhârî (1569) Muslim (1223)

[4] Sahih. Buhârî (1563)

[5] Sahih. Muslim (1223)

[6] Sahih. Buhârî (4518) Muslim (1226)

[7] Sahih. Buhârî (1571)

[8] Sahih. Muslim (1226)

[9] Sahih. Muslim (1226)

[10] Sahih. Muslim (1226)

[11] Muslim'in şartına göre sahih. İbn Hazm Haccetu’l-Vedâ’ (391) Ahmed (1/337) Ziyâu’l-Makdisî, el-Muhtâre (10/331) İbn Abdilberr Câmiu Beyâni’l-İlm (2/196) Hatîb el-Fakîh ve’l-Mutefekkih (373)

[12] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ebu Osman el-Buhayrî Fevaid (48) Tirmizî (824) Ebu Avane Musned (3366) Ebû Ya'lâ (9/341) Bezzar (12/264) Saydavi Mu’cemu’ş-Şuyuh (s.274) Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (2/142) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (1415) İbn Hazm Haccetu’l-Veda (446-47) İbn Abdilberr et-Temhid (8/209) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (759)

[13] Sahih mevkuf. Ahmed (2/95) Tahâvî, Şerhu Me‘âni’l-Ãsâr, (1/372) Ebû Ya‘lâ (3/1317) Tirmizî (824) Beyhakî (5/21) İbn Abdilberr, el-İstizkâr (4/61) et-Temhid (8/210) İbn Hazm, el-İhkâm (2/147)

[14] Muslim’in şartına göre sahih. İbnu’l-Munzir el-Evsat (9521) Beyhakî (8/93) el-Elbâni İrvau’l-Galil (2271)

[15] Sahih. Nesai (3006) İbn Huzeyme (2830) Hâkim (1/636) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (10/378) Beyhakî (5/113)

[16] Sahih. Muslim (1244)

"Allah'ın Vechi" İbaresinin "Allah'ın Rızası" Şeklinde Tercümesi Hakkında

 

Bazı nasların tercümesinde “Allah’ın vechini istemek” kavli “Allah’ın rızasını istemek” şeklinde ifade edilmektedir. Bunun bâtıl bir te’vil olabileceği şeklinde bir şüpheye meydan vermemek için şu hususların açıklanması gerekir:

1- Allah Azze ve Celle’nin isim ve sıfatları hakkındaki te’vilin batıl sayılması, söz konusu isim veya sıfatın lafzının yahut manasının tahrifi durumunda ortaya çıkar. Buradaki “vech” (yüz) kelimesine mana verirken Allah Azze ve Celle’nin yüz sıfatı iptal ve inkar edilerek bu kelimenin yerine başka bir lafız ikame edilirse veya kelimenin manası selef tarafından bilinmeyen bir anlamda açıklanırsa bu bâtıl bir te’vil olur. Çünkü bu, aslında te’vil görünümüne sokulmuş bir tahriftir. Lakin Allah’ın vech/yüz sıfatını ispat eden seleften bazı imamların, “Nereye yönelirseniz Allah’ın vechi oradadır” (Bakara 115) ayetindeki vechi; kıble diye açıklamaları,  İmam Buhârî’nin “Allah’ın vechi dışında herşey helak olacaktır” (Kasas 88) ayetindeki vechi mülk olarak açıklaması, veya diğer bazı alimlerin "Allah'ın zâtı" olarak açıklamaları, Allah Azze ve Celle’nin yüz sıfatını iptal eden bir te’vil değildir. Bilakis bu, Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri kabilindendir. Nitekim bu imamlar bu ayetlere söz konusu manaları verirken diğer bazı ayetlerde kullanılan manaları delil getirmişlerdir.

2- “Kim Allah’ın vechini isteyerek la ilahe illallah derse…” şeklindeki hadis ve benzerlerindeki “Allahın vechi” ifadesinin “Allah’ın rızası” diye açıklanması da bâtıl bir te’vil değildir. Zira bu ayetin diğer bir ayetteki manayla açıklanması ve hadisin diğer bir hadisteki manayla açıklanması kabilinden olup, Allah Azze ve Celle’nin vech/yüz sıfatını da inkar söz konusu değildir. Şüphesiz bu naslarda vech kelimesinin geçmesi, Allah Azze ve Celle’nin mahlûkuna benzemeyen, şanına yakışır şekilde yüzünün olduğunu ispat eder. Lakin vech kelimesinin yüz sıfatı manası dışında Allah’ın rıza sıfatına da delalet ettiği başka naslardan da anlaşılmaktadır. Vechullah’ın Allah’ın rızası manasında geçtiği hadislerden birisi şu şekildedir:

İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ الْمَرْأَةَ عَوْرَةٌ، فَإِذَا خَرَجَتِ ‌اسْتَشْرَفَهَا ‌الشَّيْطَانُ، وَأَقْرَبُ مَا تَكُونُ مِنْ وَجْهِ رَبِّهَا وَهِيَ فِي قَعْرِ بَيْتِهَا

Muhakkak ki kadın bir avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan bakışları ona çevirtir. Kadının Rabbinin vechine en yakın olduğu yer evinin ortasıdır.” Bu lafızla Bezzar (5/427) İbn Huzeyme (1685-86) İbn Huzeyme et-Tevhid (1/40) İbn Hibban (5/416) hadis sahihtir.

Bu hadiste "kadının rabbinin vechine en yakın olduğu yer" ifadesinin "Rabbinin rızasına en yakın olduğu yer" diye açıklanmasında sakınca yoktur. Zira Allah'ın vechine ancak O'nun razı olduğu kimseler bakabileceklerdir.

3-  Allah’ın vechini aramak” kavlini içeren ayetler Kur’an’da “Allah’ın rızasını aramak” şeklinde de ifade edilmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:

 إِلَّا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى * وَلَسَوْفَ يَرْضَى

Ancak yüce rabbinin vechini aramak için. Yakında elbette razı olacaktır.” (el-Leyl 20-21)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ

İnsanlardan öylesi de vardır ki nefsini Allah’ın rızasını aramak için satar. Allah da kullarına karşı Rauf’tur.” (Bakara 207)

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ وَتَثْبِيتًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ

Mallarını, Allah’ın rızasını kazanmak ve gönüllerinden tesbit ile infak edenlerin durumu, yüksek bir yerde bulunan ve bol yağmur düşünce meyvelerini iki kat veren bir bahçenin durumu gibidir…” (Bakara 265)

وَمَا تُنْفِقُونَ إِلَّا ابْتِغَاءَ وَجْهِ اللَّهِ

Ayrıca siz ancak Allah'ın vechini istediğiniz için infak edersiniz...” (Bakara 272)

وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

Her kim bunu Allah’ın rızasını gözeterek yaparsa biz yakında ona çok büyük bir ecir vereceğiz.” (Nisa 114)

وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ

Yine onlar, rablerinin vechini isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir...” (Ra’d 22)

وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاءَ رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا

Allah’ın rızasını kazanmak için uydurdukları fakat gereği gibi uymadıkları ruhbanlığı onlara yazmadık...” (Hadid 27)

وَلَا تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ

O’nun vechini/yüzünü isteyerek sabah akşam Rablerine dua edenleri kovma!.” (En’âm 52)

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ

Sabah akşam rablerine, O'nun vechini dileyerek dua edenlerle birlikte gönülden sebat et…” (Kehf 28)

ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ

Allah'ın vechini isteyenler için bu, en iyisidir…” (Rum 38)

إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ

Biz size, ancak Allah’ın vechi için yediriyoruz…” (İnsan 9)

Bütün bu ayetlerde "Allah'ın vechi" ve "Allah'ın rızası" tabirleri birbirinin manasında geçmiştir.

4- Allah’ın vechi tabiri ile Allah’ın mahlûka benzemeyen yüzünün kastedildiğini gösteren naslar sabittir. Bunlardan birisi şudur:

عَنْ حُذَيْفَةَ، أَنَّهُ رَأَى شَبَثَ بْنَ رِبْعِيٍّ بَزَقَ بَيْنَ يَدَيْهِ، فَقَالَ: يَا شَبَثُ لَا تَبْزُقْ بَيْنَ يَدَيْكَ، فَإِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَنْهَى عَنْ ذَلِكَ، وَقَالَ: «إِنَّ الرَّجُلَ إِذَا قَامَ يُصَلِّي أَقْبَلَ ‌اللَّهُ ‌عَلَيْهِ ‌بِوَجْهِهِ، حَتَّى يَنْقَلِبَ أَوْ يُحْدِثَ حَدَثَ سُوءٍ»

“Huzeyfe radıyallahu anh Şebes b. Rib’i’nin önüne tükürdüğünü görünce dedi ki: “Ey Şebes! Önüne tükürme! Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bundan yasaklar ve şöyle buyururdu:

Muhakkak ki kişi namaza durduğunda başka yere dönmediği veya kötü bir şey yapmadığı sürece Allah ona yüzüyle yönelir.” Bunu İbn Mace (1023) ve başkaları rivayet etmişlerdir. Hadis sahihtir.

Yine ahirette Allah’ın vechine bakmak hakkındaki hadisler mütevatir ve burada zikredemeyeceğimiz kadar çoktur.

Allah en iyi bilendir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)