Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

26 Mayıs 2025 Pazartesi

İstanbul Rum Müslümanlar Tarafından Silahsız Fethedilecek!


Abdullah b. Ahmed b. Hanbel dedi ki: Abdullah b. Muhmammed b. Ebi Şeybe’den işittim, dedi ki: bize Zeyd b. el-Hubab tahdis etti, dedi ki: bana el-Velid b. el-Mugira el-Meafir3i tahdis etti, dedi ki: bana Abdullah b. Bişr el-Has’amî tahdis etti, o babasından rivayet etti, o Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitmiş:

‌لَتُفْتَحَنَّ ‌الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ

Kustantiniyye elbet fethedilecektir. O fethin komutanı ne güzel komutan ve askeri de ne güzel ordudur.”[1]

Bu isnad zayıftır. Bu tarikte hadisin tabiinden ravisi meçhuldür. Ravinin ismi ve nesebi hakkında şu şekilde ihtilaf vaki olmuştur:

Abdullah b. Bişr el-Has’amî[2]

Abdullah b. Bişr el-Ganevi[3]

Ubeyd b. Bişr el-Ganevî[4]

Ubeydullah b. Bişr el-Ganevî[5]

Ubeydullah b. Bişr el-Has’amî[6]

Rical kitaplarında bu isimlerden yalnız Ubeyd b. Bişr el-Ganevî zikredilmiştir. Buhârî Tarihu’l-Kebir’de[7] ve İbn Hibban es-Sikat’ta[8] onun hakkında herhangi bir cerh veya ta’dil belirtmeksizin zikretmişlerdir. Abdullah b. Bişr el-Has’ami’ye gelince, bu şekilde zikredilmesi muhtemelen Zeyd b. el-Hubab’dan kaynaklı bir hatadır.

Abdullah b. Bişr el-Has’ami, Tirmizî ve Nesâî’nin kendisinden rivayette bulundukları bir ravi olup onun ne babasından rivayette bulunmuştur, ne de onda el-Velid b. Mugira’nın rivayeti sözkonusudur.  El-Has’amî; Cebele b. Humeme, Urve el-Bârikî ve Ebu Zur’a Amr b. Cerir’den rivayette bulunmuş, kendisinden de oğlu Umeyr ve torunu Bişr b. Umeyr, Sufyan es-Sevrî, Sufyan b. Uyeyne ve Şu’be b. el-Haccac rivayette bulunmuşlardır. İbn Hibban’dan başkası onu tevsik etmemiştir.

Hafız İbn Hacer et-Ta’cilu’l-Menfea’da el-Has’amî ile Ganevî’nin birbirinden farklı kişiler olduğunu belirterek şöyle demiştir: “Tirmizî ve Nesâî’nin kendisinden rivayette bulunmuş oldukları Abdullah b. Bişr el-Has’amî’nin isminde, babasının isminde ve nesebinde ihitilaf edilmemiştir. Ama el-Ganevi’nin isminin Abdullah, Ubeydullah ve Ubeyd olduğu şeklinde ihtilaf edilmiştir. Yine nesebinin el-Has’ami ve el-Ganevi olduğu şeklinde ihtilaf edilmiştir. Yine babasının isminin Bişr veya Beşir olduğu şeklinde ihtilaf edilmiştir.”[9]

Sonuç olarak hadisin ravisinin ismi, babasının ismi ve nesebi hakkında ızdırap olup, söz konusu ravi her halukarda meçhuldür.

Zehebi Tarihu’l-İslam’da bu hadisi zikretmiş, ardından Ali b. el-Medini’nin: “Ravisi meçhuldür” dediğini nakletmiştir.[10]

El-Elbani, Şuayb el-Arnaut ve Şeyh Mukbil b. Hadi, Abdullah b. Bişr’in meçhul olması sebebiyle hadisin isnadının zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Şayet bu hadis sahih olsaydı burada müjdelenen komutan ve ordusu ahir zamanda Deccal'e karşı savaşacak ordu olurdu. Zira İstanbul'un Deccal'e karşı savaşmaya gider İshak oğulları (Rum müslümanlar) tarafından tesbih ve tekbirlerle, silahsız olarak fethedileceği, bunun akabinde de Deccal fitnesinin zuhur edeceği sahih hadislerle bildirilmiştir.

Türklerin İstanbul’u fethetmeleri ise silah kullanılarak olmuştur. Sonra şu an İstanbul kâfirlerin elinde sayılır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği gibi son olarak tekrar fethedilecektir.

Sultan Mehmed İstanbul’u aldığı sırada İslam halifesi değildi, dolayısıyla Osmanlı imparatorluğu İslam’ı temsil etmiyordu. Halifelik Osmanlılara Yavuz Selim zamanında intikal etmiştir. İstanbul Osmanlılar tarafından alındığından beri de orada Tevhid ve Sünnet’e dayalı hak dinin hükümleri hâkim olmamıştır. Osmanlı devletinin akide ve ameli şirk, bid’at ve hurafeler içeren Hanefîlik, Maturidilik ve Sufilik üzere idi. Osmanlı’dan sonra ise laik kemalist rejim hâkim olmuş ve hala devam etmektedir. Yani İstanbul, Paganizm’in hakimiyetinden kurtulmuş değildir. Her türlü bâtıl inanç ve amellerin farklı isimlerde tezahur ettiği Paganizm, şeytanın dinidir ve Türkiye’de de hakim unsurdur.

Ahmed Şakir rahimehullah şöyle demiştir: “Hadiste müjdesi geçen İstanbul’un fethi yakın gelecekte veya uzak zamanda olacak, bunu Allah bilir. Oranın gerçek fethi, müslümanların şu an uzaklaştıkları dinlerine tekrar döndüklerinde olacaktır. Bir önceki çağda Türklerin orayı fethetmiş olmasına gelince, bu ileride olacak olan büyük fethe öncülük etmektedir. Sonra orası şu an müslümanların elinden çıkmıştır. Nedeni Türkler orada yeni devlet kurup onun İslami bir devlet değil de lâik bir devlet olduğunu açıklamışlar, İslam düşmanı kâfir devletlerle sözleşmeler imzalamışlar ve kendi çıkardıkları küfür kanunlarıyla hükmetmişlerdir. İnşallah, Rasulullah(sav)’ın müjdelediği islami fetih orada gerçekleşecektir.”[11]

İstanbul’u Fethedecek Olanlar, Müslüman Olan Rumlar Olacaktır:

Müslümanlar İstanbul’u Allah’ın izniyle savaş yapmadan dua ve tekbirlerle fethedecekler. Nitekim Ebu Hureyre radıyallahu anh’den gelen hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

سَمِعْتُمْ بِمَدِينَةٍ جَانِبٌ مِنْهَا فِي الْبَرِّ وَجَانِبٌ مِنْهَا فِي الْبَحْرِ؟ قَالُوا نَعَمْ يَا رَسُولَ اللهِ قَالَ لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يَغْزُوَهَا سَبْعُونَ أَلْفًا مِنْ بَنِي إِسْحَاقَ فَإِذَا جَاءُوهَا نَزَلُوا فَلَمْ يُقَاتِلُوا بِسِلَاحٍ وَلَمْ يَرْمُوا بِسَهْمٍ قَالُوا لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ فَيَسْقُطُ أَحَدُ جَانِبَيْهَا قَالَ ثَوْرٌ لَا أَعْلَمُهُ إِلَّا قَالَ الَّذِي فِي الْبَحْرِ ثُمَّ يَقُولُوا الثَّانِيَةَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ فَيَسْقُطُ جَانِبُهَا الْآخَرُ ثُمَّ يَقُولُوا الثَّالِثَةَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ فَيُفَرَّجُ لَهُمْ فَيَدْخُلُوهَا فَيَغْنَمُوا فَبَيْنَمَا هُمْ يَقْتَسِمُونَ الْمَغَانِمَ إِذْ جَاءَهُمُ الصَّرِيخُ فَقَالَ إِنَّ الدَّجَّالَ قَدْ خَرَجَ فَيَتْرُكُونَ كُلَّ شَيْءٍ وَيَرْجِعُونَ

Sizler bir yakası karada, bir yakası denizde olan bir şehir işittiniz mi?” Sahabe: “Evet işittik yâ Rasulullah” dediler. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

İshak oğullarından yetmiş bin kişi o beldeyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ordu o beldeye gelip konakladıkları zaman silah ile savaş yapmazlar, ok da atmazlar. Lailahe illallahu vallahu ekber: Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür derler. Bunun üzerine o şehrin iki yakasından biri düşer.” Ravi Sevr şöyle demiştir: “Onun ancak şöyle dediğini biliyorum: “Deniz tarafındaki kısmı düşerSonra ikinci defa Lailahe illallahu vallahu ekber diyecekler ve şehrin diğer yakası da düşecektir. Sonra üçüncü defa Lailahe illallahu vallahu ekber dediklerinde kendileri için gedik açılacak ve buradan şehre girerek ganimetleri elde edeceklerdir. Ordu ganimetleri taksim etmekle meşgul oldukları sırada bir bağıran:

“Muhakkak Deccal çıkmıştır” der. Bunun üzerine ordu her şeyi terk ederek geri döner.”[12]

Rumlar  İshak oğullarındandır. Onların soyu Iys b. İshak b. İbrahim (aleyhi's-selâm)’dan gelmektedir. Peki öyleyse zaten İshak oğullarından olan Rumlar orayı nasıl fethetsin? İstanbul’u fetheden ordunun İshak oğullarından olması, Rum ordusunun yaklaşık bir milyon kadar olacağını gösterir. Onlardan kimi savaşacak kimi de müslüman olacaktır. Müslüman olanlar İstanbul’u fetheden ordunun içine katılacaktır. En doğrusunu Allah bilir.

İbn Kesir şöyle diyor: “Bu hadis ahir zamanda Rumların müslüman olacaklarını gösterir. Belki de İstanbul onlardan bir grup tarafından fethedilecektir. Aynı buradaki hadiste olduğu gibi: İshak oğullarından yetmiş bin kişi o beldeyle savaşır…”

Diğer rivayette şu şekildedir: Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den: Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لاَ تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يَنْزِلَ الرُّومُ بِالأَعْمَاقِ أَوْ بِدَابِقَ فَيَخْرُجُ إِلَيْهِمْ جَيْشٌ مِنَ الْمَدِينَةِ مِنْ خِيَارِ أَهْلِ الأَرْضِ يَوْمَئِذٍ فَإِذَا تَصَافُّوا قَالَتِ الرُّومُ خَلُّوا بَيْنَنَا وَبَيْنَ الَّذِينَ سَبَوْا مِنَّا نُقَاتِلْهُمْ فَيَقُولُ الْمُسْلِمُونَ لاَ وَاللَّهِ لاَ نُخَلِّى بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ إِخْوَانِنَا فَيُقَاتِلُونَهُمْ فَيَنْهَزِمُ ثُلُثٌ لاَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ أَبَدًا وَيُقْتَلُ ثُلُثُهُمْ أَفْضَلُ الشُّهَدَاءِ عِنْدَ اللَّهِ وَيَفْتَتِحُ الثُّلُثُ لاَ يُفْتَنُونَ أَبَدًا فَيَفْتَتِحُونَ قُسْطُنْطِينِيَّةَ فَبَيْنَمَا هُمْ يَقْتَسِمُونَ الْغَنَائِمَ قَدْ عَلَّقُوا سُيُوفَهُمْ بِالزَّيْتُونِ إِذْ صَاحَ فِيهِمُ الشَّيْطَانُ إِنَّ الْمَسِيحَ قَدْ خَلَفَكُمْ فِى أَهْلِيكُمْ فَيَخْرُجُونَ وَذَلِكَ بَاطِلٌ فَإِذَا جَاءُوا الشَّأْمَ خَرَجَ

"Rumlar A'mak veya Dabik'e inmedikçe kıyamet kopmaz. O gün yeryüzünün en hayırlılarından bir ordu şehirden onların üzerine doğru harekete geçerler. Karşılaştıkları zaman Rumlar derler ki; "Bizden esir alanlarla aramızdan çekilin de onlarla savaşalım." Müslümanlar derler ki; "Hayır vallahi! Kardeşlerimiz ile sizin aranızdan çekilmeyiz." Bunun üzerine savaşırlar ve onları hezimete uğratırlar. Bu üç gruptan biri (hezimete uğrayan Rumlar) Allah onların tevbesini kabul etmez. Üçte biri öldürülür ki onlar Allah katında şehitlerin en faziletlileridir. Şehri fetheden üçte biri de bir daha fitneye düşmezler. Onlar Kostantiniye'yi fethedip aralarında ganimetleri paylaşırlar ve kılıçlarını zeytin ağaçlarına asarlar. Şeytan aralarında meydana çıkıp der ki; "Mesih (Deccal) ardınızda, yurdunuzdadır" - Bu yalandır - onlarda bunun üzerine çıkarlar ve (Mesih Deccal) ancak Şam'a geldiklerinde çıkar"[13]

Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

عُمْرَانُ بَيْتِ الْمَقْدِسِ خَرَابٌ لِيَثْرِبَ وَخَرَابُ يَثْرِبَ خُرُوجُ الْمَلْحَمَةِ وَخُرُوجُ الْمَلْحَمَةِ فَتْحُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةِ وَفَتْحُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةِ خُرُوجُ الدَّجَّالِ

Beytu’l-Makdisin mamur olması, Yesrib’in (Medine’nin) harab olması demektir. Yesrib’in harab olması büyük savaşın çıkması demektir. Büyük savaşın çıkması Kostantiniyye’nin fethi demektir. Konstantiniyye’nin fethi deccalin çıkması demektir.”[14]

İbn Mace ve Ebu Nuaym, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَوْ لَمْ يَبْقَ مِنَ الدُّنْيَا إِلَّا يَوْمٌ لَطَوَّلَهُ اللَّهُ حَتَّى يَمْلِكَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي يَفْتَحُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ وَجَبَلَ الدَّيْلَمِ

Dünyadan bir gün kalsa bile, elbette Allah Ehl-i Beyt’imden bir adam hükümdar oluncaya kadar o günü uzatır, o Konstaniyye ve Deylem dağlarını feth eder.”[15]

Allah Azze ve Celle en iyi bilendir.



[1] Zayıf. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel Zevaidu’l-Musned (4/335) İbn Ebi Hayseme Tarih (1/92) Bezzar (Keşfu’l-Estar 1848) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (2/38) Buhârî Tarihu’l-Kebir (2/81) Buhârî Tarihu’s-Sagir (302) Begavi Mu’cemu’s-Sahabe (210) İbn Kani Mu’cem (1(81) Hâkim (4/422) Hatib Telhisu’l-Muteşabih (1/183) İbn Mende Marifetu’s-Sahabe (s.229) İbn Asakir Tarih (58/34) Ebu Nuaym Ma’rife (1177-78) el-Elbani ed-Daife (878)

[2] Abdullah b. Ahmed b. Hanbel Zevaidu’l-Musned (4/335) İbn Ebi Hayseme Tarih (1/92) Begavi Mu’cemu’s-Sahabe (210) Ebu Nuaym Ma’rife (1177) İbn Asakir Tarih (58/35)

[3] Begavi Mu’cemu’s-Sahabe (210) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (2/38) İbn Mende Marifetu’s-Sahabe (s.229) Hâkim (4/422) Hatib Telhisu’l-Muteşabih (1/183)

[4] Buhârî Tarihu’l-Kebir (2/81) İbn Ebi Hayseme Tarih (1/92) İbn Mende Marifetu’s-Sahabe (s.229) Bezzar (Keşfu’l-Estar 1848) Ebu Nuaym Ma’rife (1178)

[5] Buhârî Tarihu’l-Kebir (2/81) İbn Kani Mu’cem (1(81) İbn Asakir Tarih (58/34)

[6] İbn Asakir Tarih (58/35)

[7] Buhârî Tarih (5/443)

[8] İbn Hibban es-Sikat (4224)

[9] Ta’cilu’l-Menfea (1/721)

[10] Zehebi Tarihu’l-İslam (6/269)

[11] Ahmed Şakir, Umdetu’t-Tefsir (2/256)

[12] Sahih. Muslim, (2920)

[13] Sahih. Muslim (2897) Hâkim (4/529) İbn Hibban (15/224) ed-Dani Sünenu’l-Varide Fi’l-Fiten (598) Elbani Sahihu’l-Cami (7433)

[14] Sahih. Buhari Tarihu’l-Kebir (5/193) İbn Ebî Şeybe (7/458, 490) Hâkim (4/467) Ahmed (5/232, 245) Ebû Dâvûd (4294) İbnu’l-Ca’d Musned (3405) Hanbel b. İshak el-Fiten (25) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (20/108) Taberânî Musnedu'ş-Şamiyyîn (190, 3520) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (519) Hatib Tarih (10/223) Ziyau’l-Makdisi Makdisi Fedailu Beyti’l-Makdis (s.71) İbn Asakir Tarih (56/520) Elbani Sahihu’l-Cami (4096)

[15] Hasen. İbn Mace (2779) Ebu Nuaym Erbain (36) Bezzar (15/393) Deylemi (5128, 7532) Beyhakî el-Ba’s (137) Zehebi Mu’cemu’ş-Şuyuh (1/284) Rafii et-Tedvin (3/297)

Busayri Zevaid’inde (986) dedi ki: “Bu isnadda eleştiri vardır. Kays b. er-Rebi’yi Ahmed, İbnu’l-Medini, Veki, Nesâî ve Darekutni zayıf saydılar. Ebu Hatim: “Kuvvetli değil, mahalluhus-sıdk” dedi. El-İclî: “Hadis ile bilinen saduk birisidir” dedi. İbn Adiy: “Rivayetleri düzgündür” dedi. Onun hakkında söylenecek söz, Şu’be’nin dediği gibi: “Onda bir sakınca yoktur.” Ebu Nuaym’ın rivayetinde Kays b. er-Rebi’ye Cafer b. Muhammed b. Amr yoluyla mutabaat gelmiştir.

El-Elbani Daifu Suneni İbn Mace’de (612), Daifu’l-Cami’de (4846) ve ed-Daife’de (4361) zayıf dedi.

Hadisi Tirmizî (2231) mevkuf olarak hasen isnad ile rivayet etmiştir. Bunu el-Elbani de ikrar etmiştir. Ancak o rivayette Deylem ve Konstantiniyye fethi kısmı yoktur.

15 Mayıs 2025 Perşembe

Dünyanın Şekli Konusunda Devekuşu Yumurtası Yalanı

 SoruMerhabalar. Naziat Suresi 30. ayette geçen 'dehaha' kelimesinin deve kuşu yumurtası anlamına geldiği ve buradan da dünyanın küre şeklinde olduğu sonucu çıkartılıyor. Dehaha kelimesini bana sağlam kaynaklar vererek açıklayabilir misiniz?

CevapBazı kimseler, dünyanın yuvarlak olduğu teorisine Kur’an’ı uydurabilmek için “dahaye” kelimesinin deve kuşu yumurtası anlamına geldiğini ve bu kelimenin dünyanın küre şeklinde olduğunu ifade ettiğini söylemişlerdir.

Zaglul Neccar, Seyyid Kutub, Abdulmecid Zindanî Süleyman Ateş, Mustafa İslamoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Caner Taslaman, Edip Yüksel Gibi Zındık Yazarların “Dehâ” Kelimesi Hakkındaki Yalanları!

Arap dilinde böyle bir anlam kesinlikle yoktur. Bilakis, Arap dilinde, udhiye kelimesi; deve kuşu yumurtasının kendisi değil, yumurtanın yayılmış yeri anlamına gelmektedir. Bu bâtıl iddiayı dile getirenlerden biri olan Süleyman Ateş, bu yalana kaynak olarak İbn Manzur’un Lisanu’l-Arab kitabını gösteriyor. Caner Taslaman gibi ilimden hiçbir nasibi olmayan kimseler de, bu iddiayı gerçek zannederek Süleyman Ateş’i kaynak göstermektedirler!

Hâlbuki Lisanu’l-Arab’da şöyle denilmektedir:

يقال دَحَا يَدْحُو ويَدْحَى أَي بَسَطَ ووسع والأُدْحِيُّ والإدْحِيُّ والأُدْحِيَّة والإدْحِيَّة والأُدْحُوّة مَبِيض النعام في الرمل وزنه أُفْعُول من ذلك لأَن النعامة تَدْحُوه برِجْلها ثم تَبِيض فيه وليس للنعام عُشٌّ ومَدْحَى النعام موضع بيضها وأُدْحِيُّها موضعها الذي تُفَرِّخ فيه

“Dahâ, yedhâ, yedhû ve yedhâ denilir. Yani yaymak ve genişletmek demektir. El-Udhiyyu, el-idhiyyu, el-Udhiyye, el-idhiyye ve udhuvve; deve kuşunun kumda yumurtasını bıraktığı yerdir. Vezni: uf’ûl şeklindedir. Çünkü deve kuşu ayağıyla yer yapar, sonra oraya yumurtlar. Deve kuşunun yuvası yoktur. Medhâ; deve kuşunun yumurtasını bıraktığı yerdir. Yaydığı o yere yerleşir.”[1]

Bütün Arap dili kaynak lügatlerinde de aynı husus belirtilmektedir. Muhammed Emin Şankıtî de Advau'l-Beyan'da şöyle der:

 “Deha kelimesinde küre haline getirme ve yuvarlama manası yoktur. Lügat kitaplarına baktığımızda hepsinin de ed-Dahv kelimesini; yaymak, atmak, gidermek ve düzlemek manasında açıkladıklarını görürüz… Udhiye; iddia ettikleri gibi deve kuşunun yumurtası değil, yumurtasını bıraktığı yerdir. Çünkü yuvası olmadığından, ayağıyla yeri düzler ve oraya yumurtasını bırakır. Lügat kitaplarında ed-Dahv kelimesinin tekvir/yuvarlama manasına delaleti söz konusu değildir.”[2]

 Devekuşunun, yumurtaları için hazırladığı yer yukarıdaki resimde görüldüğü gibi; bir düzlüktür  ve bu düzlüğe arapçada “udhuvve” denilir.

Müfessirlerin “Dehâ” kelimesini yaymak, sermek ve düzlemek manasında açıkladıklarına dair nakilleri aşağıda aktaracağım. Ancak hevâsına uyan Süleyman Ateş gibi bazı tahrifçi yazarlar, batılılara şirin görünebilmek için kelimeleri yerinden oynatarak, kelimeyi, “deve kuşu yumurtasının kendisi” diye, taşlarla oynanan bir oyuna; “medhât” denilmesini; taşların yuvarlaklığı manasıyla değiştirerek şarlatanlık yapmıştır!

Böyle bir saptırmayı Seyyid Kutup adlı cahil sapık da yapmıştır! Hâlbuki İbn Manzur Lisanu’l-Arab’da, çocukların bir tahta parçasıyla yeri düzlediklerinden ve bu tahtaya “medhât” dediklerinden bahsetmiştir. Bu yüzden yolu düzleyen silindirlere “Medha”/düzleyen denilmektedir!

İbn Manzur'un bizzat kendisi “dahave” kelimesini yaymak diye açıklarken, ona bu iftirayı yapmak, akıl almaz bir zorlamadır. Arap dili ve iştikaklarından bu denli cahil olan kimselerin tefsir yapmaya kalkışması ise asrımızın tuhaflıklarındandır![3]

Naziat Suresi 30. Ayetinin Tefsiri Konusunda Sahih Olarak Gelenler

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا

Bundan sonra da yeryüzünü yaydı.” (Naziat 30)

İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir:

وَضَعَ الْبَيْتُ عَلَى الْمَاءِ عَلَى أَرْبَعَةِ أَرْكَانٍ قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ الدُّنْيَا بِأَلْفَيْ عَامٍ ثُمَّ دُحِيَتِ الْأَرْضُ مِنْ تَحْتِ الْبَيْتِ

 “Kâ’be, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü Kâ’benin altından yayıldı”[4]

Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma dedi ki:

وُضِعَ الْبَيْتُ قَبْلَ الْأَرْضِ بِأَلْفَيْ سَنَةٍ فَكَانَ الْبَيْتُ زُبْدَةً بَيْضَاءَ حين كَانَ الْعَرْشُ عَلَى الْمَاءِ وَكَانَتِ الْأَرْضُ تَحْتَهُ كَأَنَّهَا حَشَفَةٌ فَدُحِيَتْ مِنْهُ

“Kâbe yeryüzünden iki bin sene önce konuldu. Kâbe beyaz bir köpük idi. Arş da su üzerinde idi. Yeryüzü onun altında deniz taşı gibiydi. Yeryüzü ondan yayıldı.”[5]

Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle demiştir:

إِنَّ الْكَعْبَةَ خُلِقَتْ قَبْلَ الْأَرْضِ بِأَلْفَيْ سَنَةٍ، وَهِيَ مِنَ الْأَرْضِ، قَالَ: إِنَّهَا كَانَتْ حَشَفَةً عَلَى الْمَاءِ، يَعْنِي زَبَدًا عَلَى الْمَاءِ، عَلَيْهَا مَلَكَانِ مِنَ الْمَلَائِكَةِ يُسَبِّحَانِ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ أَلْفَيْ سَنَةً. قَالَ: فَلَمَّا أَرَادَ اللَّهُ تَعَالَى أَنْ يَخْلُقَ الْأَرْضَ دَحَاهَا مِنْهَا فَجَعَلَهَا فِي وَسَطِ الْأَرْضِ

“Muhakkak ki Kâbe yeryüzünden iki bin sene önce yaratıldı. O yeryüzündendir. Kâbe su üzerindeki bir köpük gibiydi. Üzerinde meleklerden iki melek, iki bin sene boyunca gece gündüz tesbih ettiler. Allah Azze ve Celle yeryüzünü yaratmayı dileyince yeri Kâbe’den yaydı, Ka’be’yi yeryüzünün ortasında kıldı.”[6]

Tabiin’in müfessir imamı Mucahid rahimehullah dedi ki:

وُضِعَ الْحَرَمُ قَبْلَ الْأَرْضِ بِأَلْفَيْ سَنَةٍ، وَمِنْهُ دُحِيَتِ الْأَرْضُ

“Kâbe yeryüzünden iki bin sene önce konuldu. Yeryüzü oradan yayıldı.”[7]

Tabiin’in müfessir imamlarından Katade b. Diâme rahimehullah dedi ki:

وَالأرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا: أَيْ بَسَطَهَا

“Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” dehâhâ; yayıp sermek demektir.[8]

Katade rahimehullah diğer rivayette şöyle demiştir:

بَلَغَنِي أَنَّ الْأَرْضَ دُحِيَتْ مِنْ مَكَّةَ

“Bana ulaştığına göre dünya Mekke’den yayılmıştır”[9]

Aynısını İbrahim en-Nehâî[10] ve Atâ[11] rahimehumallah da söylemişlerdir.

Tabiinden Mucâhid b. Cebr rahimehullah şöyle demiştir:

جُعِلَتِ الْأَرْضُ لِمَلَكِ الْمَوْتِ مِثْلَ الطَّسْتِ يَتَنَاوَلُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَاءُ، وَجُعِلَتْ لَهُ أَعْوَانٌ يَتَوَفَّوْنَ الْأَنْفُسَ ثُمَّ يَقْبِضُهَا مِنْهُمْ

“Yeryüzü ölüm meleği için bir leğen kılınmıştır. İstediği taraf­tan alır. Onun için canları alan yardımcılar vardır. O da onlardan bu ruh­ları teslim alır.”[12]

Tabiinden el-Hakem b. Uteybe rahimehullah şöyle demiştir:

الدُّنْيَا بَيْنَ يَدَيْ مَلَكِ الْمَوْتِ بِمَنْزِلَةِ الطَّسْتِ بَيْنَ يَدَيِ الرَّجُلِ

“Dünya ölüm meleğinin eli altında, adamın eli altındaki leğen gibidir.”[13]

Tebau’t-tabiinden Anbese b. Said rahimehullah (Eş’âs b. Cabir rahimehullah’tan naklederek) dedi ki:

وَدُحِيَتْ لَهُ الْأَرْضُ فَتُرِكَتْ مِثْلَ الطَّسْتِ يَتَنَاوَلُ مِنْهَا حَيْثُ شَاءَ

 “Ölüm meleği için yer düzlenmiş ve bir leğen gibi bırakılmıştır. Ondan istediği yerden alır.”[14]

Bu rivayetler de dünyanın çevresinin yuvarlak ve zemininin düz olduğunu göstermektedir. Zira dünya halkaya ve leğene benzetilmiştir.

Bir adam İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya: “Allah’ın kitabında iki ayet birbirine muhaliftir” dedi. İbn Abbas radıyallahu anhuma: “Sen bunu ancak görüşünle söylüyorsun, oku bakalım” dedi. Adam:

De ki: “Arzı iki günde yaratan Allah'ı siz mi inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz?” (Fussilet 9) ayetinden

“Çeşitli rızıklarını arayıp soranlar için tam dört günde takdir etmiş, sonra yaratmak için, gaz halinde bulunan gökyüzüne yönelmiştir” (Fussilet 11) ayetine kadar okudu. Sonra da: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” (Naziat 30) ayetini okudu. İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle cevap verdi:

خلق الأَرْض قبل أَن يخلق السَّمَاء ثمَّ خلق السَّمَاء ثمَّ دحا بعد مَا خلق السَّمَاء وَإِنَّمَا قَوْله: دحاها بسطها

“Yer, gök yaratılmadan önce yaratıldı. Sonra sema yaratıldı, sonra yer, sema yaratıldıktan sonra yayıldı. “Dehaha” sözü ancak yaymak, sermek demektir.”[15]

Kurtubi (v.671 h.) der ki: “Araplar, bir şeyi yaymaları halinde: “O şeyi yaydım, onu yayıyorum, yaymak” derler. Deve kuşunun yuvasına da yeryüzü üzerin­de yayılması dolayısıyla 

النَّعَامَةِ أُدْحَيُّ” denilir. 

Umeyye b. Ebi's-Salt da şöyle demiş­tir:

وَبَثَّ الْخَلْقَ فِيهَا إِذْ دَحَاهَا * فَهُمْ سُكَّانُهَا حَتَّى التَّنَادِي

“Ve o orayı yayıp döşedikten sonra mahlûkatı yaydı orada Onlar kıyamet gününe kadar oranın sakinleri olarak kalacaklardır.” 

el-Müberred de şu beyiti zikretmektedir:

دَحَاهَا فَلَمَّا رَآهَا اسْتَوَتْ * عَلَى الْمَاءِ أَرْسَى عَلَيْهَا الجبالا

“Onu yaydı, onun suyun üzerinde kurulduğunu görünce Bu sefer üzerine dağları bıraktı.” 

(دَحَاهَا) kelimesinin, (سَوَّاهَا) “orayı düzledi” anlamında olduğu da söylenmiştir. 

Zeyd b. Amr'ın şu sözlerinde de bu anlamdadır:

وَأَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِمَنْ أَسْلَمَتْ * لَهُ الْأَرْضُ تَحْمِلُ صَخْرًا ثِقَالَا

دَحَاهَا فَلَمَّا اسْتَوَتْ شَدَّهَا * بِأَيْدٍ وَأَرْسَى عَلَيْهَا الْجِبَالَا

“Yüzümü teslim ettim, ağır kayalar taşıyan arzın teslim olduğu o kimseye; Orayı mükemmel düzledi ve orası mükemmelleşince kudretiyle sağlamlaştırdı onu ve üzerlerine dağları bıraktı."[16]

 



[1] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab (2/1338)

[2] Şankitî Advau’l-Beyan (8/425)

[4] Hasen mevkuf. Taberi Tefsir (2/553, 24/93) Taberi Tarih (1/49) Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (898)

[5] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Taberânî (13/341, 342) Taberi Tefsir (5/591, 24/93) Taberî Tarih (1/49) İbnu’l-Munzir Tefsir 712) Hâkim (2/563) Beyhaki Şuab (3/431) Beyhakî Delail (2/44) İbn İshak es-Siyra (1/27) Hattabi Garibu’l-Hadis (2/495)

[6] Hasen mevkuf. İbnu’l-Munzir Tefsir (711) İbn Bişran Emali (663) Ebu Ali es-Savvaf Cüz (el yazma no: 32) Ebu Abdillah en-Na’lî Fevaid (8) Muhammed b. Osman b. Ebi Şeybe Zikru Halki Âdem (el yazma no: 55)

[7] Sahih maktu. Fakihî Ahbaru Mekke (1503) Abdurrazzak (5/94)

[8] Sahih maktu. Taberi (24/95)

[9] Sahih maktu. Taberi (9/403) Abdurrazzak Tefsir (2/213)

[10] İbnu’l-Munzir’in Tefsiri’den naklen: Durru’l-Mensur (8/412)

[11] Abd b. Humeyd’in Tefsirin’den naklen: Durru’l-Mensur (8/412)

[12] Hasen maktu. Tefsiru Mucahid (1306) Taberi (11/411, 20/175) Abdurrazzak Tefsir (785) Ebu Nuaym Hilye (3/286) Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (433) İbn Ebi Zemeneyn Usulu’s-Sunne (77)

[13] Hasen maktu. Ebu’ş-Şeyh, el-Azamet (469)

[14] Sahih maktu. İbn Ebi’d-Dunya Zikru’l-Mevt (235) Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (443)

[15] Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim’den naklen: Durru’l-Mensur (8/412) Sıddık Hasen Han, Fethu’l-Beyan (15/66)

[16] Kurtubi (19/204, 205)

5 Mayıs 2025 Pazartesi

İbrahim Aleyhi's-Selam'ın Babasının Adı Âzer midir?

 Soru: “Sahih Tefsir’de En’am suresi 74. Ayetin tefsirinde, İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın şu sözü zikrediliyor: “Ayetin anlamı; İbrahim, babasına dedi ki; “Azer’i putlar ve ilahlar mı ediniyorsun?” demektir. Zira Âzer puttur. İbrahim Aleyhi's-selâm’ın babasının adı Târeh’dir...” Hâlbuki Buhârî’nin Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet ettiği hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının adını “Azer” olarak ifade etmektedir. Buna göre İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın sözü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu hadisine aykırı değil midir?”

Cevap: İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan bu sözü hasen bir isnad ile İbn Ebî Hâtim Tefsir’inde (no:7489) rivayet etmiştir.

Benzer ifadeler Mucahid b. Cebr rahimehullah’tan da sabit olmuştur. Bkz. Taberî Tefsir (9/343-344)

İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının ismi konusunda müfessirler, tarihçiler ve soybilimciler ihtilaf etmişler, çeşitli açıklamalar yapmışlardır. Ancak İbn Abbas radıyallahu anhuma ve Mucahid rahimehullah’tan sabit olan açıklamayı tercih ettim. Zira İbn Abbas radıyallahu anhuma Tercümanu’l-Kur’ân’dır, tefsirde başkalarından önceliği vardır.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edilen hadise gelince, kıssanın aslı Ebu Hureyre radıyallahu anh’den çeşitli rivayet yolları ile sabit olmuştur, ancak İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının isminin Azer şeklinde zikredildiği tek tarik İsmail b. Abdillah b. Ebi Uveys yoluyla gelmiştir.

İsmail b. Ebi Uveys ise hafızasından yaptığı rivayetlerde yanılmaları olan saduk bir ravidir. Bu hadiste İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının isminin zikredilmesi şazdır. Bunun anlaşılması için tarikleri zikredeyim:

Buhârî, (no:3350) İsmail b. Abdillah (İbn Ebi Uveys) – kardeşi Abdulhamid – İbn Ebi Zi’b – Said el-Makburî – Ebu Hureyre – Nebî sallallahu aleyhi ve sellem tarikiyle şöyle rivayet etti:

يَلْقَى إِبْرَاهِيمُ أَبَاهُ آزَرَ يَوْمَ القِيَامَةِ وَعَلَى وَجْهِ آزَرَ قَتَرَةٌ وَغَبَرَةٌ فَيَقُولُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ أَلَمْ أَقُلْ لَكَ لاَ تَعْصِنِي فَيَقُولُ أَبُوهُ فَاليَوْمَ لاَ أَعْصِيكَ فَيَقُولُ إِبْرَاهِيمُ يَا رَبِّ إِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لاَ تُخْزِيَنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ فَأَيُّ خِزْيٍ أَخْزَى مِنْ أَبِي الأَبْعَدِ؟ فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى إِنِّي حَرَّمْتُ الجَنَّةَ عَلَى الكَافِرِينَ ثُمَّ يُقَالُ يَا إِبْرَاهِيمُ مَا تَحْتَ رِجْلَيْكَ؟ فَيَنْظُرُ فَإِذَا هُوَ بِذِيخٍ مُلْتَطِخٍ فَيُؤْخَذُ بِقَوَائِمِهِ فَيُلْقَى فِي النَّارِ

İbrahim aleyhisselam kıyamet gününde babası Azer’le karşılaşır. Azer’in yüzü toz toprak içindedir. İbrahim (aleyhisselam) ona der ki: “Bana isyan etmemeni sana söylemedim mi?” Babası: “Artık bugün sana isyan etmem” der. İbrahim (aleyhisselam):

Ey Rabbim! İnsanların diriltileceği günde beni utandırmayacağını vaad etmiştin. Rahmetten ol­dukça uzaklaşmış olan babamdan daha utanç verici bir şey var mıdır?” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

“Ben Cenneti kâfirlere haram kıldım” diye buyurur. Sonra da İbrahim’e: “Ey İbrahim! Ayaklarının altındaki nedir?” denir. Bir de bakar ki, kanlar içerisinde kalmış bir sırtlan görür. Sırtlanın ayakla­rından tutulup cehenneme atılır.”

Buhârî (4769); İsmail (b. Ebi Uveys) – kardeşi (Ebu Bekr Abdulhamid) – İbn Ebi Zi’b – Said el-Makburi – Ebu Hureyre radıyallahu anh – Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yoluyla şu lafızla rivayet etti:

يَلْقَى إِبْرَاهِيمُ أَبَاهُ فَيَقُولُ يَا رَبِّ إِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لاَ تُخْزِيَنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ فَيَقُولُ اللَّهُ إِنِّي حَرَّمْتُ الجَنَّةَ عَلَى الكَافِرِينَ

İbrahim aleyhi's-selâm babasıyla karşılaşınca der ki: Ey Rabbim! İnsanların diriltileceği günde beni utandırmayacağını vaad etmiştin” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Ben Cenneti kâfirlere haram kıldım” diye buyurur.”

Buhârî bu lafzı aynı tarikten rivayet etmiştir, ancak burada Azer ismi geçmemektedir. Fakat burada Buhârî’nin hadisi muhtasar olarak zikretmesinden kaynaklı bir tasarrufu olduğu için İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının isminin zikredildiği kısmı almamış olabilir.

Azer isminin İsmail b. Ebi Uveys'ten başkası tarafından zikredilmemiş olduğunu gösteren deliller ise şu şekildedir:

Nesâî Sunenu’l-Kubra’da (no:11375); Ahmed b. Hafs b. Abdillah – babası – İbrahim b. Tahman – Muhammed b. Abdirrahman (İbn Ebi Zi’b) – Said b. Ebi Said el-Makburi – babası – Ebu Hureyre radıyallahu anh isnadıyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ رَأَى أَبَاهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَيْهِ الْغَبَرَةُ وَالْقَتَرَةُ فَقَالَ لَهُ قَدْ نَهَيْتُكَ عَنْ هَذَا فَعَصَيْتَنِي قَالَ لَكِنَّنِي الْيَوْمَ لَا أَعْصِيكَ وَاحِدَةً قَالَ أَيْ رَبِّ وَعَدْتَنِي أَلَّا {تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ} فَإِنْ أَخْزَيْتَ أَبَاهُ فَقَدْ أَخْزَيْتَ الْأَبْعَدَ قَالَ يَا إِبْرَاهِيمُ إِنِّي حَرَّمْتُهَا عَلَى الْكَافِرِينَ فَأُخِذَ مِنْهُ فَقَالَ يَا إِبْرَاهِيمُ أَيْنَ أَبُوكَ؟ قَالَ أَنْتَ أَخَذْتَهُ مِنِّي قَالَ انْظُرْ أَسْفَلَ مِنْهُ فَنَظَرَ فَإِذَا ذِيخٌ يَتَمَرَّغُ فِي نَتَنِهِ فَأُخِذَ بِقَوَائِمِهِ فَأُلْقِيَ فِي النَّارِ

Muhakkak ki İbrâhîm aleyhi's-selâm kıyamet günü babasının yüzü bozbulanık ve karmakarışık bir halde görüp, ona:

“Ben seni bundan menetmiştim de, sen bana karşı gelmiştin” diyecek. Babası: “Fakat bu­gün, bir kerre dahi olsa sana karşı gelmeyeceğim” diyecek. İbrâhîm aleyhi's-selâm:

“Rabbim! Diriltilecekleri günde beni rüsvây etmeyeceğini  (Şuara 87) bana vaad et­miştin. Babasını rüsvây edersen oğlunu da rüsvây etmiş olursun” diye­cek. Rab Teâlâ buyuracak ki:

“Ey İbrâhîm! Şüphesiz Ben cenneti kâfirtere haram kılmışımdır.” İbrahim aleyhi's-selâm’ın babası ondan alınacak ve ona:

“Ey İbrahim! Baban nerede?” buyuracak. O da: “Onu benden almıştın” di­yecek. Allah Teâlâ:

“Aşağı tarafına bak” buyuracak. Bakıp görecek ki kendi pisliği içinde bir sırtlan, ayaklarından tutulmuş ateşe atılıyor.”

Buhari bunu (no:4768) İbrahim b. Tahman yoluyla aynı tarikten, muhtasar olarak rivayet etmiştir. Bu rivayette İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının ismi zikredilmemiştir. İbrahim b. Tahman, İbn Ebi Üveys’ten saha sikadır.

Bezzar (17/213) Meymun b. el-Asbag – Adem b. Ebi İyas – Hammad b. Seleme – Eyyub – Muhammed b. Sirin – Ebu Hureyre radıyallahu anh – Nebî sallallahu aleyhi ve sellem isnadıyla aynı kıssayı rivayet etmiştir. Ancak bu rivayetin metni şöyledir:

يَلْقَى رَجُلٌ أَبَاهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيَقُولُ يَا أَبَتِ هَلْ مُطِيعِي الْيَوْمَ؟ أَوْ هَلْ أَنْتَ تَابِعِي الْيَوْمَ؟ فَيَقُولُ نَعَمْ فَيَأْخُذُ بِيَدِهِ فَيَنْطَلِقُ بِهِ حَتَّى يَأْتِيَ بِهِ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَهُوَ يَعْرِضُ الْخَلْقَ أَيْ رَبِّ إِنَّكَ وَعَدْتَنِي أَنْ لا تُخْزِيَنِي فَيُعْرِضُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَنْهُ ثُمَّ يَقُولُ مِثْلَ ذَلِكَ فَيَمْسَخُ اللَّهُ أَبَاهُ ضِبْعَانًا فَيَهْوِي فِي النَّارِ فَيَقُولُ أَبُوكَ فَيَقُولُ لا أَعْرِفُكَ

Adam, kıyamet gününde babasıyla karşılaşır ve der ki: “Ey babacığım! Bu gün bana itaat eder misin (veya “Bugün bana tabi olur musun” dedi)?” O da: “Evet” der ve onun elinden tutup götürür. Allah Tebarek ve Teâlâ’ya getirir, O halka görünür. Adam der ki: “Ey rab! Muhakkak ki beni utandırmayacağını vaad etmiştin.” Allah Teâlâ ondan yüzçevirir. Sonra yine aynısını söyler. Bunun üzerine Allah onun babasının şeklini sırtlana çevirir ve cehenneme atar. Babası: “Senin babanım” der. O da: “Seni tanımıyorum” der.”

Bu rivayet de ne İbrahim aleyhi's-selâm’ın adı, ne de babasının adı zikredilmiştir.

Bunu aynı tarikten Hakim de el-Mustedrek’te (4/632) rivayet etmiş, Zehebi Telhis’te “Muslim’in şartına göre sahih” demiştir. Dediği gibi, Muslim'in şartına göre sahihtir.

Taberani de Mu’cemu’l-Evsat’ta (no:3599) aynı hadisi Zekeriya b. Yahya es-Saci – Hudbe b. Hâlid – Hammad b. Seleme – Sabit el-Bunani – Abdullah b. b. Rabah el-Ensari radıyallahu anh yoluyla ve; Zekeriyya b. Yahya es-Saci – Hudbe b. Hâlid – Hammad b. Seleme – Eyyub ve Hişam – Muhammed b. Sirin – Ebu Hureyre – Nebî sallallahu aleyhi ve sellem tarikiyle biraz daha uzun metinle rivayet etmiştir. Bu rivayetin sonunda Muhammed b. Sirin rahimehullah: 

“Bu rivayette geçen kişinin İbrahim aleyhi's-selâm olduğunu konuşurduk” demiştir. Nitekim el-Makburi’nin Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayetinde bu kıssada geçen kişinin İbrahim aleyhi's-selâm olduğu tasrih edilmiştir.

Bezzar (Keşfu’l-Estar no:94); Ahmed b. el-Mikdam el-İcli – el-Mu’temir b. Suleyman – babası – Katade – Ukbe b. Abdilgafir – Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh isnadıyla rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لِيَأْخُذَنَّ رَجُلٌ (بِيَدِ أَبِيهِ) يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِيَقْطَعَ بِهِ النَّارَ يُرِيدُ أَنْ يُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ قَالَ فَيُنَادَى أَوْ يُنَادِي (يَعْني) مُنَادٍ: إِنَّ الْجَنَّةَ لَا يَدْخلُهَا مُشْرِكٌ قَالَ فَيَقُولُ أَيْ رَبِّ! أَبِي فَيَتَحَوَّلُ فِي غَيْرِ صُورَتِهِ فَيَتْرُكُهُ قَالَ: فَكَانَ أَصْحَابُ مُحَمَّدٍ [صلى الله عليه وسلم] يَرَوْنَهُ إبْرَاهِيمَ، فَلَمْ يَزِدْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى ذَلِكَ

Bir adam kıyamet gününde cehennemlik olduğuna hükmedilen babasının elinden tutar ve onu cennete sokmak ister. Bunun üzerine bir münadi: “Muhakkak ki cennete bir müşrik giremez” diye seslenir. O da der ki: “Ey rabbim! Babam!” Bunun üzerine onun sureti başka bir şekle döndürülür, o da onu terk eder.” (Ebu Said radıyallahu anh) dedi ki:

“Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı bu adamın İbrahim aleyhi's-selâm olduğu görüşündeydiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bundan fazla bir şey söylememiştir.”

Bunu ayrıca Ebu Ya’la (2/315, 533) Hakim (4/631) ve İbn Hibban (6/234) rivayet etmiş olup, isnadı sahihtir.

Bütün bu tariklerde görüldüğü üzere, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının isminin Âzer olduğunu söylememiştir. Bu ifade yalnızca İsmail b. Ebi Uveys’in rivayetinde yer almıştır ve o hafızasından yaptığı rivayetlerde yanılgıları olan bir ravidir. Bu rivayette de kendisinden daha sika kimselerin zikretmedikleri bir ziyadeyi rivayet metni içinde zikrederek hata etmiştir. Dolayısıyla bu rivayette İbrahim aleyhi's-selâm’ın babasının isminin “Azer” şeklinde zikredilmesi şaz bir müdrec, hatta belki münker bir ziyadedir.

Allah en iyi bilendir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)