Son zamanlarda Türkiye’de selefilik iddia eden çarpık gruplardan ayrılığımızı birçok kimse basit görmektedir. Meselenin hakikatini anlattığımız birçok kimseye de dünyevî hazlar daha tatlı gelmekte, bâtıldan kopamamaktadırlar. Şeytan bu kimselere amellerini süsleyerek bunu “Allah için kardeşliği devam ettirmek” zannettirmektedir. Bu durumda bizleri de “kardeşliğin kadrini bilemeyen” “herkesi sapık gören” kimseler olarak hedef göstermektedir.
Şeytanın hilesi pek zayıftır ve ihlas ile Allah’a
bağlananlara karşı onun bir otoritesi yoktur:
“Şeytan ise şöyle demişti; "Rabbım! Beni azdırmış
olman dolayısıyla yeryüzündeki günâhları Âdemoğulları için süsleyecek ve
hepsini azdıracağım. Ancak içlerinden ihlâslı kılınan kulların müstesna.”
(Hicr 39-40)
Ayrılık olmadan ıslahı ençok arzulayan kimseler olmamıza
rağmen “garip” kalmış davette bizi yalnız bırakmışlardır. Mesele ne haset
çekişmesi, ne menfaat ve ne de gurur mücadelesidir. Bilakis mesele dillerde
ençok iddia edilen lakin hakikatte ençok uzaklaştırılan “selefîlik”
mücadelesidir.
* Selefîlik güncel vakalara göre şekil alıp Salih Selef’in
menhecinden buna uyanları seçip ayıklamak değildir. Bilakis selefin menhecine
göre şekillenip güncel vakalarda bâtıla karşı direnmektir. Bu yüzden bu davet,
mensuplarına garipliği müjdelemiştir. Selefi menheci gözetmekten dolayı
kendilerinden ayrıldığımızı beyan ettiğimiz grupların sapmalarını açıklamamız
zorunlu olmuştur. Zira birçok kimse farklı yerlerde söylediğimiz sözleri
birbirine çelişik zannetmektedir.
Mesele Akide Ayrılığıdır:
1- Selefîlik İddia Eden, Cihad’ı Tahrif ve Sû-i isti'mâl Eden Haricîler
Bir topluluk; küfür işlediği halde kendisini islama nispet
edenleri tekfir etmelerine rağmen selefî olduklarını zannetmektedir. Hakikatte
bu dinin ıstılahları konusunda büyük bir cehalettir.
“Ben müslümanım” diyen ve küfür söz söyleyen yahut küfür
fiil işleyen herhangi bir kimsenin tekfir edilmesi, İslam devletinin mevcut
olup, yaptırım yetkisine sahip bir kadı tarafından hüccet ikame edilmesinden
sonra mümkündür. Günümüzde böyle bir hüccet ikamesi imkânı olmadığından toplum
fertlerinden tekfir imkânı düşmektedir. Küfür işleyen fakat müslüman olduğunu
iddia eden kimseler de münafık konumunda olurlar. Münafık terimi, “kâfir” veya “müşrik” teriminden başka bir terimdir. Münafığa
dünyevi hükümler bakımından müslümanlar ile aynı haklar verilir.
Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: “İnsanlarla Allah’tan başka ibadete layık hak ilah
olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın rasulü olduğuna
şahitlik edene kadar savaşmam emredildi. Şayet buna şehadet eder, kıblemizi
kıble edinir, kestiklerimizden yer ve namazlarımızı da kılarsa, hak etmedikten
sonra canlarını ve mallarını bize karşı korumuş olurlar. Sonrasında
müslümanların lehine olan onların da lehine, müslümanların aleyhine olan,
onların da aleyhine olur.” Buhari (392) Ebu Davud (2641) Tirmizi
(2608) Nesai (7/76) Ahmed (3/199)
Iyaz el-Ensari radıyallahu anh’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki La ilahe illallah
öyle bir kelimedir ki, Allah katında pek değerlidir. Allah katında belli bir
yere sahiptir. O öyle bir kelimedir ki, kim onu samimiyetle (ihlâsla) söylerse
Allah buna karşılık onu cennete koyar. Kim de onu sahtekârca söylerse,
(dünyada) canını ve malını korusa bile yarın Allah’ın huzuruna çıktığında
(Allah) onu hesaba çeker” (Sahih. Bezzar, Keşfu’l-Estar (no:4), Şecerî, Emali (no:97) Ebu Nuaym, Ma’rife (5442)
İbn Kani Mucemu’s-Sahabe (2/277) Deylemi (7281) Şahidini Enes radıyallahu anh’den: İbn Neccar, Zeylu
Tarihi Bağdad (2/162)
Ubeydullah b. Adiy b.
el-Hıyar radıyallahu anh’den: “Ensardan biri kendisine (şöyle bir olay)
anlattı: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem otururken bir kişi yanına geldi
ve münafıklardan birini öldürmek için gizlice izin istedi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem sesini yükselterek şöyle dedi: “Allah'tan başka ilâh
olmadığına şehadet etmiyor mu?” Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu
şehâdet değil.” “Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şehadet etmiyor mu?”
diye sordu. Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu (hakikî) şehâdet değil”
dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Namaz kılmıyor mu?” dedi.
Adam: “Evet ey Allah'ın Rasûlü! Ancak bu namaz değil” deyince
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İşte bu kişilere
dokunmayı Allah bana yasakladı.” (Sahih. Ahmed (5/432, 433)
Malik (1/171) Şafii (1/13)
Evs radıyallahu
anh’den: “Sakîf heyetiyle birlikte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanına geldim. Bir çadırda oturuyorduk. Bir müddet sonra ben ve Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkes kalkıp gitti. Bir adam Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına girdi ve gizlice bir şeyler söyledi. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem: “Git ve onu öldür!” dedi. Adam dönüp
giderken yanına çağırdı ve: “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet
etmiyor mu?” diye sordu. Adam: “Evet şehadet ediyor, ama korunmak için
söylüyor” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu bırakın
(öldürmeyin)! İnsanlarla Lâ ilahe illallah' deyinceye kadar mücâdele
etmekle emrolundum. Bunu kabul ederlerse işte o zaman (hukukî ceza dışında)
canlarının ve mallarının dokunulmazlığı vardır.” Muhammed b. Cafer dedi ki:
“Şû'be'ye sordum: “Hadiste; “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve
benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet etmiyor mu?” şeklinde (risâlet cümlesi)
geçmiyor mu?” O da: “Olduğunu zannediyorum, (ancak) tam bilemiyorum” dedi.
(Sahih. Ahmed (4/8, 9) Nesai (7/80) Darimi (2/218)
Enes b. Mâlik
radıyallahu anh’den: Itban gözünden şikâyetçiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem'e elçi gönderdi, rahatsızlığını belirtti ve: “Ey Allah'ın Rasûlü!
Evimde namaz kılsanız da ben orayı namazgâh edinsem” (sözlerini) aktardı. Bunun
üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Allah'ın nasip ettiği bir
grup sahabe Itban'ın evine gittiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
namaza başladı. Sahabe ise kendi arasında sohbet ediyordu. Münafıklardan karşılaştıkları
hâlleri konuşmaya başladılar ve konuşmaların ağırlığı Malik b. Duheyşim'e
döndü, (hep ondan bahsettiler,) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı
bitirince şöyle dedi: “O, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah
Rasûlü olduğuma' şehadet etmiyor mu?” Birisi: “Bilâkis (şehâdet ediyor),
ancak kalbinden değil” dedi. O zaman Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki: “Kim 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah Rasûlü olduğuma'
şehadet ederse ateşin azabını tatmayacak” (ya da dedi ki) cehennem ateşine
girmeyecek.” Buhari (425) Muslim (33) Ahmed (3/135, 174)
Ebû Mâlik el-Eşcaî
babası Târık b.Eşyem radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Allah'ın tek olduğuna inanıyor ve diğer
tapılanları reddediyorsa, canının ve malının dokunulmazlığı vardır,
(âhiretteki) hesabı ise Allah'a kalmıştır.” Muslim (23) Ahmed
(3/472, 6/394) İbn Ebi Şeybe (10/123)
Mikdâd b. Esved radıyallahu anh’den: “Ey
Allah'ın Rasûlü! Kâfirlerden biri ile karşılaşsam ve benimle savaşsa, bir iki
vuruşsak, sonra ellerimden birini kılıçla vurup koparsa ve bir ağacın arkasına
sığınıp 'ben Müslüman oldum' dese, onu öldürebilir miyim, ne dersin?”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu artık öldüremezsin, eğer
öldürürsen o senin öldürmeden önceki yerine geçer ve sen de onun kelime-i
tevhidi söylemeden önceki yerine geçersin.” Buhari (6865) Muslim (95) Ahmed (6/3-5) Ebu Davud (2544)
Münafık; kalbinde
küfrü gizlediği halde iman izhar eden, müslüman olduğunu iddia eden kimsedir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, iki şehadet kelimesini söyleyen, namaz
kılan, kıblemize yönelen kimseleri, münafıklıklarına dair emareler görülse dahi
öldürtmüyordu. Zira birçok kimse İslam’a münafıkça düşüncelerle girmiş, sonra
ihlasa kavuşmuştur:
Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: “Bazıları
dünyalık bir şeyler edinmek için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip
müslüman olurlardı. Ancak akşam olmadan bu kişiler İslâm’ı dünya ve
içindekilerden daha fazla sever hale gelirlerdi.” Sahih. Ahmed
(3/107, 175, 259, 284) Muslim (2311)
Enes radıyallahu
anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem adamın birine: “Müslüman ol”
buyurdu. Adam: “İçimden gelmiyor” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“İçinden gelmese de müslüman ol” buyurdu.” (Sahih. Ahmed
(3/109, 181) Ebu Ya’la (6/406)
Uygulamalı delili: İbn Sayyad’ın durumudur. İbn Sayyad
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Peki sen benim Allah’ın rasulü
olduğuma şahitlik eder misin” demiş, kâhinlik yapmış, rabbinin su üzerinde taht
kurduğunu söylemiştir. – ki bu şeytanı rab edinmenin bir itirafıdır -
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun öldürülmesine karşı çıkmıştır.
Muhtemelen bu sırada İbn Sayyad müslüman olmamıştı yahut çocuk idi. Lakin delil
getirdiğimiz kısım bundan sonrasıdır. Zira Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ın
rivayet ettiği hadise göre İbn Sayyad ashab ile birlikte hac yapmış, kendisinin
deccal olduğu iddialarına cevap vermiş, lakin sözlerinin sonunda: “Fakat bu
görev bana verilseydi reddetmezdim” demiştir. Bu küfür sözü söylemesine rağmen
sahabeler ona karşı bir münafıktan nasıl sakınılıyorsa öyle sakınmışlar, tekfir
etmemişlerdir. Hatta Tüster kalesinin fethi gibi bazı savaşlara müslümanlarla
beraber çıkmıştır. Yine “Aziz olan zelil olanı yakında Medine’den çıkaracaktır”
gibi küfür sözler eden İbn Ubey, “Kur’an okucuyuları çok yiyen, savaşta da en
korkak kimselerdir” diyen diğer münafıklara karşı takınılan tavır da
böyledir.
Hüccetin ikamesinin mümkün olmadığı bu zamanda ancak
hüccetin tebliği mümkündür. Buna göre cürüm sahibine hücceti tebliğ eden kimse,
mücrimin tevbe etmemesi halinde ondan alakayı keser, fakat o kimseyi tekfir
edemez. (Bu alaka kesmeye "hecr" denilir ve bunun gayesi zulümde yardımlaşmamaktır. Yani kişi böylece hem kendisi için tedbir alır, hem de bâtıl işleyen kimseye çirkin fiiline karşı caydırıcı olmayı amaçlar.)
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: “Yöneticisinde hoşlanmadığı bir şey gören kimse
sabretsin. Zira insanlardan hiçkimse yoktur ki yöneticiye karşı bir karış karşı
çıksın da bu halde ölürse cahiliyye ölümüyle ölmesin.” Buhârî (7053, 7054)
Muslim (1849, 56)
Ubâde b. es-Sâmit
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi çağırdı ve
O’na biat ettik. Bizden biat için aldığı sözler arasında; dinçlik ve
isteksizlik zamanlarımızda, zorlukta ve kolaylıkta ve bizim aleyhimizde
kayırmacılık yapıldığında dahi dinleyip itaat etmemiz, yöneticilerle
çekişmememiz de vardı. Şöyle buyurdu: “Ancak katınızda Allah’tan bir burhan
bulunan apaçık bir küfür görmeniz hali bundan hariçtir.” Buhârî
(7056, 7200) Muslim (1709, 42)
Nifak durumu, bu
hadiste geçen apaçık küfürden değildir!
Maide 44.
Ayetini Ayrıntıya İnmeden Tekfire Malzeme Yapan Herkes Haricidir
Alkame b. Vâil
el-Hadramî, babasından rivayet ediyor: “Seleme b. Yezid el-Cu’fî Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sordu: “Ey Allah’ın nebisi! Başımıza; kendi
haklarını bizden isteyen ama bizim haklarımızı vermeyen idareciler gelirse ne
yapmamızı emredersin?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ondan yüzünü
çevirdi. Sonra tekrar sordu, yine yüzünü çevirdi. Sonra ikinci veya üçüncü defa
sorduğunda el-Eş’as b. Kays onu tutup çekti. Bunun üzerine Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dinleyin ve itaat edin. Onların
yüklendikleri şey kendi üzerlerine, sizin yüklendiğiniz şeyler de sizin
üzerinizedir.” Muslim (1846)
Huzeyfe b. el-Yemân
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yöneticiyi
dinle ve itaat et. Sırtına vurup malını alsa dahi dinle ve itaat et.”
Muslim (1847, 52)
Bu hadiste de görüldüğü gibi, yönetici zulmettiği sırada
Allah’ın indirdiği ile hükmetmemektedir. Şayet durum, haricilerin iddia
ettikleri gibi, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek, apaçık küfür” olsaydı,
onlara itaat değil, Ubade b. Samit radıyallahu anh hadisindeki istisna
gereğince uygulama emredilirdi.
Said b. Cubeyr
rahimehullah şöyle demiştir: “Haruriyye’nin (Haricilerin) tabi oldukları
müteşabih ayetlerden biri de şudur: “Her kim Allah’ın indirdikleri ile
hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Onlar bu
ayeti “…Sonra kâfir olanlar putları rableri ile denk tutuyorlar” (En’am
1) ayeti ile birlikte değerlendiriyor ve yöneticinin haktan başkasıyla
hükmettiklerini görünce şöyle diyorlar: “O küfretmiştir. Küfreden de rabbine
denk tutmuş ve şirk koşmuştur. Bu ümmet müşriktir.” Böylece gördüğün gibi huruc
ediyor ve savaşıyorlar. Çünkü onlar müteşabih olan bu ayeti tevil
etmektedirler.” (Acurri eş-Şeria (44) İbnu’l-Munzir, Tefsir, Suyuti,
Durru’l-Mensur (2/146) Şatıbi el-İtisam (1/465)
Avf b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: “Yöneticilerinizin hayırlıları sizin kendilerini sevdiğiniz
ve sizin seven, onlara dua ettiğiniz ve size dua eden yöneticilerdir.
Yöneticileriniz şerlileri ise kendilerine buğz ettiğiniz ve size buğz eden,
kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet eden yöneticilerdir.” Denildi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı?” Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Aranızda namazı ikame ettikleri sürece
hayır! Yöneticilerinizde hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde, amelini çirkin
görün fakat itaatten büsbütün el çekmeyin.” Muslim (1855)
Problemli meseleler:
“İskender Evrenosoğlu, Fethullah Gülen, Mustafa İslamoğlu
gibi isimleri muayyen olarak tekfir ettiğiniz halde, Recep Tayyib Erdoğan,
Cübbeli Ahmet Ünlü gibi şirk işleyen isimleri muayyen olarak tekfir
etmiyorsunuz. Bu bir çelişki değil midir? Yahut Suriye’de Nusayrilik gibi küfür
akidesine mensup Beşar Esad’a karşı ayaklanılmasına karşı çıkmanız ve bunun
islamî bir cihad olmadığını söylemeniz tuhaflık değil midir?”
Cevap:
İskender Evrenosoğlu dinde bilinmesi zorunlu olan konularda
küfre girmiş, İslam şeriatını iptal etmeye yönelik açık bir harbe girmiş, islam
cemaatinden ayrılarak müslümanlara karşı grup oluşturmuş birisidir. Rasullük
iddiası, kendisine kitap indiği iddia vb. diğer küfür içerikli iddiaları
malumdur. Yine Fethullah Gülen de tevhidin “Muhammedun Rasulullah” kısmına
imanı vacip görmeyen, mesih olduğuna inanan, vahdeti vücud akidesini savunan,
dinde bilinmesi zorunlu esaslara muhalefet eden ve bâtıl iddialarında müslüman
cemaatinden ayrılarak grup oluşturan birisidir. Bu iki isim müslüman
olduklarını iddia etmelerine rağmen tekfir edilmelerinin sebebi, onların aslen
müslüman sayılmamalarıdır. Zira müslüman olmanın ilk şartı Allah’tan başka
ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in
Allah’ın kulu ve rasulü olduğuna şahitlik etmeyi zorunlu bilmektir. Bu kimseler
tıpkı Müseylemetu’l-Kezzab konumundadırlar. Müseyleme ve etrafında toplanan
Hanifoğulları “la ilahe illallah muhammedun rasulullah” dedikleri, namaz
kıldıkları halde Müseyleme’nin de Allah’ın rasulü olduğuna inanmışlar, müslüman
cemaatinden ayrı bir topluluk oluşturarak kendileriyle harp edilmesini caiz
kılmışlardır.
Mustafa İslamoğluna gelince, üzerinde icma edilmiş bulunan
cennet ve cehennemin ebediliğini aklî gerekçeler öne sürerek inkâr etmiş,
kadere iman rüknünü iptal etmiş, hadislerin iman bakımından bağlayıcı
olmadığını açıkça söylemiş, mütevatir hadisler inkâr etmiştir. Bunlar onun kâfir
olduğunu anlamaya yeterliydi. Onun hakkında yanılmadığımızı ortaya çıkaran
Allah’a hamd olsun ki, açıkça “Kur’ân mahlûktur” demeye başladı. Böyle bir söz
söyleyenin ise kâfir olduğunda Ehl-i Sünnetin icmaı vardır. Mustafa İslamoğlu
müslüman olduğunu iddia etmesine rağmen neden onun münafık değil de, kâfir
olduğunu söylüyoruz? Aslen onun münafıklığı küfür olan nifaktır.
Lakin sadece münafık değil, açıkça kâfir olduğunu söylemememizin sebebi şudur:
Şayet islam kadısı olsaydı ona yapılacak şey; küfründen tevbe etmesi ya da
öldürülmesidir. Zira ona hüccet ikamesi söz konusu değildir. Çünkü hüccetin
kendisini yani Kur’ân ve sünneti inkâr etmektedir. Müeyyide sahibi bir kadı’nın
tevbe ettirmesinden sonra içinde hala küfrünü gizlemeye devam ederse bu gibi
kimselerin adı o zaman münafık olur.
Recep Tayyib Erdoğan’a gelince, BOP eşbaşkanlığı yapmış,
dinler arası diyaloğa destek vermiş, Allah’ın indirdiği hükümlerden başkasıyla
hükmetmiş, zinanın suç sayıldığı yasayı kaldırtmış, kiliseler açılmasına izin
vermiş, avrupa birliğine girebilmek için Allah’ın ayetlerini inkâr eden Mehmet
Aydın gibi kâfir ilahıyatçıları yahut Kur’ân ile dalga geçen Egemen Bağış gibi
kimseleri devlet bakanı yapmış, Mehmet Görmez, M. Emin Özafşar gibi sinsi
sünnet düşmanı hermonetikçileri diyanet kadrolarına getirmiş, “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir” küfrünü dillendirmiş, “Akp ile İslam’ı bir arada
zikretmek Akp’ye hakarettir” demiş, sık sık demokrasi küfrünü dile getiren
sözler etmeye başlamış, islam’ın tesettür emri olan çarşaf hakkında “aşırılık”
demiş, haremlik selamlığı iptal etmiş, sakalını kesmiş, pantolon-kravat giymiş,
şarkıcıları ve fahişeleri alkışlamıştır ve sair pislikleri çoktur… Bütün bunlarla birlikte kitap ve sünnetin
hücciyetini kabul eden, namaz kılan birisidir. Yaptırım sahibi kadı olsa ona
hüccet ikamesi yapması gerekirdi. Bizler, Allah Azze ve Celle’den onu bâtıl
amel ve itikatlarından kurtarıp tevbe etmeyi nasip etmesi için dua ederiz. Pekçok
bariz şirkleri olan Cübbeli Ahmed’in konumu da böyledir. Bu sebeple bu
kimselerin hüccet ikame edilmeden tekfiri caiz değildir. Bilakis bâtıl amel ve
akidelerinden teberrî edilmeleri gereken kimselerdir.
Tekrar hatırlatmak gerekir ki hüccet ikamesi sadece ilmin
tebliği değildir. Müeyyide yetkisi bulunan kadı tarafından, cehalet, te’vil, kasıtsızlık, ikrah gibi tekfirin
manilerinden olan hallerin tamamının ortadan kaldırılması gerekir. Bugün bu
isimlere karşı bu hüccet ikamesini yapabilecek bir durum söz konusu değildir.
Bu yüzden tekfir edilmeleri caiz değildir. Onlar ancak münafık konumundadırlar.
Münafıklara karşı nasıl bir tavır almak gerekiyorsa öyle dikkatli olunur ve
müslümanların haklarından ne gibi haklar onlara verilmişse bu hakları vermek
gerekir. Onlara karşı savaşılmaz, öldürülmeleri caiz değildir. Onlar bir kâfire
eman verirse, bütün müslümanları bağlayıcıdır. Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz
Baykal, Muhsin Yazıcıoğlu, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit,
Mesut Yılmaz vb. gibi isimlerin konumları da böyledir. Beşar Esad’ın
küfrü de böyledir. Beşar Esad nusayrilik gibi tekfir edilen bir dine mensup
olsa da özellikle Ramazan el-Buti denilen münafık kanalıyla insanlara
kendisinin Sünnî bir müslüman olduğunu ilan etmiştir. Onun münafıklığı
kendisiyle savaşılmasına engeldir. Bununla birlikte İslam’ın tagyir metodu asla
yöneticilere karşı ayaklanmak, miting yapmak ya da oy kullanmak vs. olmamıştır.
Bilakis bunun yolu; halka hakkın tebliği ve vahyi hayatlarına geçiren
insanların topluluk oluşturmasıdır. Sünnet bu şekilde gelmiştir.
Müslüman olduğunu iddia eden fakat tekfir edilen (Rafızi İran
yahut Evrenosoğlu cemaati gibi) bir topluluğa karşı savaş
açmak bugün için – müeyyide sahibi İslam devleti olmadıkça - caiz değildir.
Esad’a karşı ayaklananların yahut Mısırda yönetime karşı ayaklananların savaşı
da böyledir. Böyle savaşlar fitne savaşıdır. İslam’da meşrû olan cihad ise açıkça
İslam’ın dışında olan kâfirlere karşı, Allah’ın kelimesinin yüce olması için
yapılan savaştır. Arap Baharı denilen fitneye, Irak olaylarına, Suriye
olaylarına, Mısırdaki ayaklanmaya, Bugün Afganistan’da süren çarpışmalara cihad
diyen ve fitneye karşı uyaranları da cihad karşıtı olarak ilan eden, el-Kaide
gibi bozuk akide mensubu kimseleri mucahid zanneden kimseler, müslümanları
hakiki cihaddan alıkoymaya çalışan Amerikan senaryolarının kurbanlarıdır.
Ya bilmiyorlar, ya bilmezlikten geliyorlar; İslam düşmanı kâfirlere
karşı cihadın gerçekleşebilmesi için önce Allah’ın indirdiği vahye uyan bir
topluluğun oluşması gerekir. Vahye indiği gibi uyan müslümanlar ise kıyıda
köşede azınlık haldedirler. Vahye uymayanların adlarının müslüman olması
yanıltmamalıdır.
Şeyh el-Elbânî
rahimehullah’a şöyle soruldu: “Zamanımızda “Yöneticilere karşı Askeri inkılap
(darbe, ayaklanma) denilen şey dinde mi gelmiştir yoksa bir bid’at midir?
Cevap: Bu fiillerin İslam’da aslı yoktur. Bu, davetin kurulmasında ve salih
ülke oluşturulmasında İslamî menhece aykırı bir metottur. Bu ancak bazı
müslümanların kâfirlerden etkilendikleri bir bidattir. Bu hususu
Akidetu’t-Tahaviyye şerhi ve dipnotlarında açıkladım.” (Şeyh
el-Elbânî’nin el-Esale dergisinde yayınlanan 41 no’lu fetvası)
2- Selefilik İddia Eden Taklitçiler
Diğer bir selefilik iddiasında bulunan topluluk bugünkü suud
üniversitelerinde kelamcıların kokuşmuş metotlarıyla akide ve fıkıh öğrenen, mezhep mensubu
olmayı teşvik eden, taklidi savunan, Kur’ân ve hadisleri okumayı yasaklayan,
icma kavramının içini boşaltıp bâtıl bir mâna yükleyen, kıyas meselesiyle
fikirleri bulandıran, delille harekete savaş açmış, sünnetle amel etmeyi fitne
olarak niteleyen kimselerdir. Bu kimselere “Altın Kaideler” kitabımda ve
şerhinde yeterli cevapları vermiş bulunuyorum.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Rabbinden
apaçık bir delil üzerinde olan kimse, kötü ameli kendisi için süslenilen ve
heveslerine uyan kimse gibi olur mu?” (Muhammed 14)
“Oysa Allah'tan bir hidayet olmaksızın
kendi bâtıl hevesine uyan kimseden daha sapık kim vardır? Allah, zâlim olan
kimselere asla hidayet etmez.” (Kasas 50)
“Eğer
sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.” (Bakara 111)
İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Kişi kendisini, yeryüzündekilerin tamamı küfre girse bile küfre girmeyecek
şekilde şartlandırsın. Sizden biriniz uydu/taklitçi olmasın.” Uydu nedir diye sorulunca
şöyle dedi: “Ben insanlarla beraberim diyen kimsedir. Şüphesiz kötülük örnek
alınamaz.” (Hasen mevkuf. İbn Batta el-İbane (29) Ebu Nuaym Hilye
(1/136-137) İbn Hazm el-İhkam (6/293)
İbn Mes’ûd radıyallahu anh dedi
ki: ‘Sizden biriniz dininde bir kimseyi taklit etmesin! Zira o iman etmişse
iman etmiş, küfretmişse küfretmiş olur. İlle de birine uyacaksanız ölmüş olan
sahâbelere uyunuz. Zira hayatta olanın fitneye düşmesinden emin olunamaz.’ (Sahih mevkuf.
Taberânî, (9/152) Beyhakî, (10/116); Lalekâ’î, İtikâdu Ehli’s-Sunne,
(1/93); İbn Hazm, el-İhkâm, (6/255); Ebû Nu’aym, Hilye, (1/136) İbnu’l-Cevzî, Safvetu’s-Safve, (1/421) Heysemî,
Mecma’u’z-Zevâ’id, (1/180).
Huzeyfe radıyallahu
anh’den benzeri rivayet edilmiştir. Bkz.: Tirmizî, (3/146) ve Bezzâr, (2802)
İbn
‘Abbâs radıyallahu anhuma da şöyle demiştir: “‘Hataları olan alime tabi olana
yazıklar olsun.’ Oradakiler: ‘Bu nasıl olur?’ deyince o şöyle cevap verdi: ‘Bir
alim kendi görüşüne göre bir şey söyler. Sonra Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve
sellem‘den gelen ilim ona ulaşınca hatalı olan görüşünden döner. Fakat kişi
hala bu âlimin hatalı görüşünü taklit etmeye devam eder. işte böyle kimselere
yazıklar olsun.’” (Sahih mevkuf. İbn ‘Abdilberr, Camî’u’l-Beyâni’l-’İlm,
(12019); İbn Hazm, el-İhkâm, (6/824); İbn Kayyım, ‘İlâmu’l-Muvakkî’in,
(2/296, 4/54); Elbânî; el-Hadîsu Huccetun bi Nefsihi fi’l-Akâ’id ve’l-Ahkâm,
(sy. 78).
3- Selefîlik İddia Eden Biraz Mürcie, Biraz Harici Karışımları
Diğer bir grup amel ile imanı ayıran, sanki zamanımızdaki
insanların salih olamayacakları zannına kapılmış da bu yüzden "hiç olmazsa
tevhidi anlasınlar, akideyi kurtarsınlar, günahkâr selefî olsalar da olur"
dercesine hareket eden, dolayısıyla akidede cehaleti mazur görmeyen hariciler
gibi bu toplumun bu akide ile öldükleri takdirde cehennemlik olacaklarına
itikad eden, ama muhaliflerini kolaylıkla tekfirci ilan edebilen, icmaya
muhalefeti ve bid’atleri önemsemeyen, sahabe menhecini bağlayıcı görmeyen, velâ
ve berâ rüknünü iptal eden, demokratik seçimlerde oy kullanmayı imandan bir
esas gibi görmeye başlayan kimselerdir. Allah Azze ve Celle’nin şu ayeti cevap olarak
yeter: “İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir!” (Hucurat 11)
İbrahim b. Nasr şöyle demiştir: “Fudayl b. Iyad
rahimehullah’ın şöyle dediğini işittim: “İçerisinde hak ile batıl, mümin ile
kafir, güvenilir ile hâin, cahil ile alim arasında ayrım yapmayan, iyiliği iyi
görmeyen ve kötülüğe karşı çıkmayan insanlara şahit olacağın bir zamanda kalsan
ne yaparsın?” İbn Batta dedi ki: “Biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz.
Muhakkak ki buna ulaştık, bunların çoğunu işittik, öğrendik ve şahit olduk.
Şayet Allah’ın kendisine sahih bir akıl ve güçlü bir basiret bağışladığı kimse,
İslam’ın ve müslümanların hali ile doğru yolu tutan müslümanların halini iyice
düşünse ve tekrar tekrar tefekkür etse, insanların topukları üzerinde geri
döndüklerini, arkalarını dönerek gittiklerini, doğru yoldan yüz çevirdiklerini,
sahih delilden saptıklarını açıkça görürdü. Nitekim insanların çoğu daha önce
çirkin gördüklerini güzel görmeye, daha önce haram saydıklarını helal saymaya,
daha önce karşı çıktıklarını uygun bulmaya başlamışlardır. Allah size rahmet
etsin, bu müslümanların ahlakı değildir. Bu dinde basiret üzere olan, iman ve
yakîn ehli olan kimseler bunları yapamaz.”
İbn Batta, el-İbane (1/188 no:24)
Mubeşşir b. İsmail
el-Halebî dedi ki: “el-Evzaî’ye: “Bir adam: “Ben sünnet ehliyle de, bid’at
ehliyle de otururum” diyor” denildi. El-Evzaî dedi ki: “Bu adam hak ile batılı
eşitlemek istiyor.” İbn Batta dedi ki: “el-Evzaî doğru söylemiştir. Ben derim
ki; bu adam hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Bunun gibiler hakkında ayet
inmiş ve el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’den sünnet gelmiştir. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “İman edenlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik”
derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise “Biz sizinle beraberiz” derler.”
(Bakara 14)” İbn Batta, el-İbane (2/456 no: 430)
4- Selefîlik İddia Eden Mürcie
Diğer bir
grup amelleri imandan görmeyen, namazın terkinin küfür olduğu şeklindeki sahabe
icma’ını iptal için kitap yayınlayan, fısklara kapıları açan, ittiba
tevhidinden önce insanlara isim sıfat tevhidinden bahsederek fitneye düşen
mürcie kimselerdir.
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ümmetimden iki sınıfın
İslam’dan nasipleri yoktur: İrca ehli (amelleri imandan saymayan Mürcie) ve
Kader ehli (Allah dileyeni hidayet eder, dileyeni de saptırır diyerek kaderi
inkâr eden Mutezile)” Hasen. İbn Mace (73) Taberani Evsat
(6/154) Hatib Tarih (5/376) Taberi Tehzibu’l-Asar (1967) İbn Ebi Asım es-Sunne
(344)
Abdurrahman b. Yezid rahimehullah’tan: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu
anh şöyle dedi: “Sizleri insanların çıkardıkları bid’atlerden sakındırırım.
Şüphesiz din, kalplerden tek seferde gitmez. Lakin şeytan bunun için bid’atler
çıkarır da, iman kişinin kalbinden gider. İnsanların Allah’ın kendilerini
sorumlu tuttuğu; namaz, oruç, helal, haram gibi farzları terk edip, rableri
Azze ve Celle hakkında konuşmaları yakındır. Kim bu zamana yetişirse kaçsın.”
Denildi ki: “Ey Ebu Abdirrahman! Nereye kaçsın?” İbn Mes’ud radıyallahu anh
dedi ki: “Nereye değil! Kalbiyle ve diniyle kaçsın. Bid’at ehlinden hiçkimseyle
beraber oturmasın.” (Hasen mevkuf. El-Lâlekâi, İtikad (196)
Esbehânî, et-Tergib ve’t-Terhib (477) Esbehânî, el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce
(1/339)
Huzeyfe radıyallahu anh’den: “Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey huşû,
son kaybedeceğiniz şey ise namazdır. İslam’ın bağları birer birer çözülecek,
kadınlar hayızlı ile namaz kılacak, bir ayakkabının şaşmadan diğer eşinin
adımlarını izlemesi gibi aynen sizden öncekilerin yolunu adım adım
izleyeceksiniz. Sonunda birçok fırkalardan iki fırka kalacak, bunlardan birisi:
“Neden beş vakit namaz kılıyoruz? Bizden öncekiler sapıtmış. Allah Teâlâ sadece
şöyle buyuruyor: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl” (Hud
114) Böylece onlar sadece üç vakit namaz kılacaklar. Diğer fırka da şöyle
der: “Müminlerin Allah’a imanı, meleklerin imanı gibidir. Aramızda kâfir ve
münafık yoktur.” Allah’ın onları Deccal ile beraber haşretmesi bir haktır.”
Sahih. Hakim (4/516) Taberi Tehzibu’l-Asar (2002) Ahmed Zühd (1000) İbn
Vaddah el-Bid’a (153) Hallal es-Sunne (1292-93) Acurrî eş-Şeria (35) İbn Ebi
Asım Zühd (1/179) Ebu Nuaym Hilye (1/281) İbn Batta el-İbane (1/174, 2/571
no:1260)
Bir tarikinde ikinci fırkanın tarifi şu
lafızla gelmiştir: “Bir kavim gelecek, kıbleye yönelip namaz kılan kimsenin
imanına şahitlik edecek” Taberi Tehzibu’l-Asar (2003)
Acurri’nin rivayetinde şu ziyade vardır: “Hatta
onlar arasında namaz kılmayanlar bile olur. Onlar kaderi yalanlarlar. Deccal’in
çıkış sebebi onlardır. Allah’ın onları Deccal’e katması bir haktır.”
Huzeyfe radıyallahu anh yine şöyle demiştir:
“Şüphesiz ben iki din biliyorum ki ikisinin mensupları da cehennemdedir. Bir
topluluk: “Zina etse de, adam öldürse de, iman sözden ibarettir” der. Diğer topluluk:
“Bizden öncekiler sapıklar idi” derler ve “Neden beş vakit namaz kılıyoruz, o
sadece iki vakittir: yatsı namazı ve sabah namazı” derler.” Hallal
es-Sunne (1356, 1369) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/323-324 no:663) İbn Ebi
Şeybe İman (s.30) Ebu Ubeyd İman (s.33) Taberi Tehzibu’l-Asar (2004) Acurri
eş-Şeria (s.143-144)
Hafız Ebu Bekr el-Humeydi, Ömer b. el-Hattab
radıyallahu anh’ın azatlısı Hamze b. el-Haris’ten, o da babasından rivayet
ediyor: “Mescidu’l-Haram’da birisi Ebu Hanife’ye: “Şehadet ederim ki kâbe
haktır, lakin bu o mudur, değil midir bilmiyorum” diyen kimse soruldu. Dedi ki:
“O gerçek bir mümindir” Ona: “Şehadet ederim ki Muhammed b. Abdillah
(sallallahu aleyhi ve sellem) nebidir, fakat o, kabri Medine’de bulunan kişi
midir bilmiyorum” diyen kimse soruldu. Dedi ki: “O gerçek bir mümindir” Ebu
Bekir el-Humeydi dedi ki: “Kim böyle söylerse kâfir olmuştur.” Sahih.
Fesevi el-Ma’rife (3/96)
5- Selefîlik İddia Eden Kısmî Tekfirciler
Bir diğeri sufileri tekfir eden kimselerdir. Bu sıfatları
haricilerle ittifak etmektedir.
Türkiye’deki müslümanların cehaleti basit değil, mürekkep
bir cehalettir. Yani dinlerini öğrenip amel etmek isteyen insanlar İslam’ı
saptırılmış bir şekliyle öğrenmiş ve buna göre amel etmektedirler. Dolayısıyla
bu kimseleri tekfir edenler haricilik etmiş olurlar. Yukarıda haricilere
reddiye ve münafık tabiri hakkında yaptığım açıklamalar burada da geçerlidir.
Ehl-i Hadis Selefiler’in Bu Gruplardan Ayrlığı Tevhidde Ayrılıktır!
Bu grupların tamamı ile ayrılığımız tevhid noktasındadır.
Dikkat edin, bu tevhid; ulûhiyet tevhidinden bir cüz olan, herşeyden önce gelen “İttibâ tevhididir.”
Yani Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i, Allah’ın dinini beyanda birleme ve
O'ndan gelene teslim olma tevhididir.
Bâtıl işleyenlerin ve hakka düşmanlık edenlerin çokluğu
aldatmasın. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Eğer Muhammed'e yardım
etmezseniz, Allah, elbette ona yardım edecektir. Nitekim kâfirler, iki kişiden
biri olarak onu (Mekke'den) çıkardığında, her ikisi de mağarada iken
arkadaşına: "Üzülme, Allah bizimle beraberdir' demişti, işte Allah o
zaman, ona sekînetini indirmiş (ona soğukkanlılık vermiş) ve görmediğiniz
askerlerle onu desteklemiş ve küfredenlerin sözünü de alçaltmıştır. Zira yüce olan,
ancak Allah'ın sözüdür, Allah, Azîz'dir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 40)
Bu grupların bazılarının kardeşlik anlayışını esas alacak
olursanız şeytan dahi dışarıda kalmaz. Zira Şeytan Allah’ın varlığına,
birliğine, rububiyetine, ulûhiyetine, semada oluşuna, meleklerine, cennete,
cehenneme vs. iman etmektedir. Ancak şeytan, vahiy karşısında aklı ve kıyasıyla
itiraz etmesi sebebiyle kâfirlerden olmuştur.
Dikkat edin! Selefilik iddia eden bu grupların her birinin
akidelerindeki sapıklıklara görünen bir alamet olması için Allah onları video
ve suretlere müptela etmiştir! Dernekler bidatine düşmüşlerdir. Bu belalara
düşen hiçkimse görmedim ki akidesinde daha büyük bir sorunu olmasın. Dernekler
fitnesinden bizi uyandıran ve bu kirli oyunun arkasındaki çirkinlikleri bize
gösteren Allah’a hamd olsun. Allah Azze ve Celle’den selefilik iddia eden bütün
kardeşlerimize hataları görmeyi, masumluk iddiasından vazgeçmeyi ve bu hatalardan bir an önce dönmeyi, yalnız
Allah’ın indirdikleri etrafında kardeşlerden olmayı bize nasip etmesini
dilerim.
Türkiye'li müslümanlar olarak sorunlarımıza; Suud'lu, Mısır'lı, Kuveyt'li, Avrupalı vs. yabancı uyruklu alimlerin lokal fetvalarıyla çözüm ithal etmekten vazgeçmeli, Kitap, sünnet ve salih selefin menheci üzerinde bağımsız araştırmalar yaparak çözüm üretebilmelidirler. Din belli, akide belli, yol belli, menhec bellidir. Bu memleketin sorunlarını da biz yabancılardan daha iyi bilmeliyiz. Guneyman'ın saçmaladığı fetvaları yayan, Abdulkadir b. Abdulaziz yahut Ebu Katade Filistini'nin kitaplarıyla etrafında mutlaka kafir diyeceği birilerinin arayışına geçen harici meşrepliler kadar, halkına hüccet ulaşmamış, aralarında selefilik iddia edenlerini çoğunlukla ahlaksız, tekfirci, kendini beğenmiş, yalancı, iki yüzlü, düzenbaz, video kaydı yapan, giyiminde kafirlere benzeyen yüzler olarak gören bir toplumda, mensuplarını ıslah etmeyen, kalitesiz taraftar kalabalıkları oluşturma gayretiyle çabalayanlar da isabetli bir ilerleme gösteremeyeceklerdir.
Türkiye'li müslümanlar olarak sorunlarımıza; Suud'lu, Mısır'lı, Kuveyt'li, Avrupalı vs. yabancı uyruklu alimlerin lokal fetvalarıyla çözüm ithal etmekten vazgeçmeli, Kitap, sünnet ve salih selefin menheci üzerinde bağımsız araştırmalar yaparak çözüm üretebilmelidirler. Din belli, akide belli, yol belli, menhec bellidir. Bu memleketin sorunlarını da biz yabancılardan daha iyi bilmeliyiz. Guneyman'ın saçmaladığı fetvaları yayan, Abdulkadir b. Abdulaziz yahut Ebu Katade Filistini'nin kitaplarıyla etrafında mutlaka kafir diyeceği birilerinin arayışına geçen harici meşrepliler kadar, halkına hüccet ulaşmamış, aralarında selefilik iddia edenlerini çoğunlukla ahlaksız, tekfirci, kendini beğenmiş, yalancı, iki yüzlü, düzenbaz, video kaydı yapan, giyiminde kafirlere benzeyen yüzler olarak gören bir toplumda, mensuplarını ıslah etmeyen, kalitesiz taraftar kalabalıkları oluşturma gayretiyle çabalayanlar da isabetli bir ilerleme gösteremeyeceklerdir.
Bunları sevinerek değil, bilakis üzülerek, kahrolarak
söylüyorum. Bu davet dün de garip idi, bugün de gariptir. Bu daveti yalnız bırakanları, hevâlarına göre rotalar çizerek selefin menhecine muhalefet edenleri Allah'a
şikâyet ediyoruz. Bizim uyarılarımızdan sonra bu gruplara mensup olanlar
da bizlerde gördükleri yanlışları dile getirmeye başlamışlardır. Geç kalmış da olsalar
biz bunu lehimize çevirebiliriz. Bizde tespit edilen hataları Kur’ân ve sünnete arz
etmek ve gerçekten bir yanlışlık varsa bundan derhal dönmek boynumuzun
borcudur.
Hani adamın birisi ıssız bir adada aç kalır, hindistan
cevizi ağaçlarında maymunlar vardır, adam bunlara taş atar, maymunlar da onu
taklit ederek hindistan cevizi atarlar. Sakın birbirimizi uyarma vazifemiz bu
hikâyedekine benzemesin! Bazılarımız maymunluk etmesin de, acıyı da tatlıyı da
beraberce yiyelim!
ABD’li ve Rusya’lı kâfirlerin demokrasiye katılımdan
duydukları büyük sevince rağmen, sırf Türkiye’deki bir avuç münafıklara
karşı sevinmek gerekçesiyle oy kullanma belasına düşecek kadar taassuba batmış, bu
konuda aşırı hüsnüzan ettiği hocalarını taklid etmiş kardeşler! Sizlerin
hayrını istediğim için – ki hayrınızı istemeye bu kadar hırslı insan pek
göremezsiniz - göğsümü hedefe koydum, sizden gelecek menfaati ve sizden
korkulacak zararları hiçe sayarak söylüyorum ki, bu sapıklık değil de nedir?
Rum Suresinde kitab ehli üzerinden yapılan bâtıl bir kıyası
delil getirerek, kitapsız bir küfür olan Demokrasi’nin galibiyeti ile
sevinmek üzere oy kullanmayı caiz kılmanın manası nedir?
Oy kullanmanın “sadece görüş bildirmekten ibaret” olduğunu
söyleyerek demokratik oylamaya yeşil ışık yakanlar, “Bu ne de olsa Allah’ın
indirdiği ile hükmetmek şaibesiyle alakalı değil, belediye başkanlığı
seçimidir” diyerek çarpıtanlar! Kadınların belediye başkanı seçilmesini,
erkeklerle kadınların, kâfirlerle müslümanların, alimlerler cahillerin eşit
sayıldığı, müzik ve suret gibi büyük günahların helalleştirildiği, Allah Azze ve Celle'nin "Çoğunluğa uyarsanız saparsınız" buyurmasına rağmen, çoğunluğun kararının hakim kılındığı kâfirce bir uygulama olan demokratik oy kullanma işlemine iştirak
etmenin caiz olduğunu iddia etmeniz Allah’ın indirdiğinden başkası ile
hükmetmenin ta kendisi değil midir?
Hepsinden önemlisi, bu tavrınız, İslam’ın yolların en güzeli
olarak getirdiği Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetindeki ıslah
metodlarına olan imandaki zayıflığın bir göstergesi değil midir? Hâla bunu
tevbe edilmesi gereken bir itikad ve amel olarak görmüyor musunuz? Hâla bunu
ayrılık gerektirmeyen basit bir mesele mi sanıyorsunuz?
Halbuki “oy kullanmayı vacip” görenler, oy kullanmayanların
harici olduklarını iddia etmekte, kimileri oy kullanmayanların “imanlarından şüphe
etmekte”dirler! Hâla meselenin basit olduğunu mu sanıyorsunuz?
Tıpkı video fitnesine düşenlerin, videonun haram kılınan
suretlerden olduğunu söyleyenleri “aşırı” ve “sert” görmeleri gibi!
Tıpkı dernek fitnesine düşenlerin, mescidleri ihya etmeye
çalışanları “zahirî” ve “anlayışsız” görmeleri gibi!
Tıpkı gevşeme ve çözülme davetçilerinin, bid’at ve
münkerlere karşı tavır alınmasına “kabalık” ve “katılık” demeleri gibi!
Vs. vs…
Bunların hepsi de “yolların en güzeli Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in yoludur”, ve “her bid’at sapıklıktır” diyerek sözlerine
başlıyorlar, ancak imanlarından şüphe ettikleri, vacibi terk etmiş olarak niteledikleri,
aşırlık, sertlik, kabalık, katılık, zahirilik, maslahat gözetmeme gibi bütün
suçlamalarının hedefine koydukları şey; ya Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetlerine uyulması yahut bid’atlere karşı çıkılmasıdır!
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Evet, bizler gariplerden
olmaya teşvik edildik de, galiba birileri gariplik ile tuhaflığı birbirine
karıştırmış!
Peki ne yapmak lazım?
Mu’âz b. Cebel
radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadisi şerifte Rasûlüllâh sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Şüphesiz sizler aranızda iki sarhoşluk
ortaya çıkmadığı sürece Rabbinizin açık delili üzere olacaksınız; Cehalet
sarhoşluğu ve yaşama sevgisi sarhoşluğu! Sizler iyiliği emreder ve kötülüğü
yasaklarsınız. Allah yolunda da cihad edersiniz. Aranızda dünya sevgisi ortaya
çıkarsa ne iyiliği emredip kötülükten yasaklarsınız ve ne de Allah yolunda
cihad edersiniz! İşte o gün Kitap ve Sünnet ile konuşanlar, Ensâr ve
Muhacirlerden öne geçenler gibidirler!’ (Hasen. Bezzâr,
(7/80/no: 2631); Hâkim et-Tirmizî, Nevadiru’l-Usûl (2/330); Deylemî
(4293) ve Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, (3/221). İbn Vaddah’ın el-Bid’a
ve’n-Nehyu Anha kitabında şahitleri vardır.)