Soru:
Kişi İlim ehlinden birinin bazı dini meselelerde hata ettiğine hükmettiği zaman
kötülük işlemiş olur mu? Bizim dört imamdan birinin veya başka âlimlerin bazı
içtihatlarında hata ettiklerine kanaat edersek, o âlimler hakkında günaha mı
girmiş oluruz? Başkalarının içtihatlarının ondan daha isabetli olduğunu fark
etsek de böyle midir? Nitekim şu zamanımızda fıkıh ve ilim kitapları
yayılmıştır. Yahut sonrakiler daha fazla malumata ulaşmaktadır.
İslamQA
Fetva no: 220570
Yayınlanma
tarihi: 20.08.2014
Tercüme:
Ebu Muaz
Birincisi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herkesin bazı sözünü kabul
etmek, bazı sözünü reddetmek mümkündür. Her müçtehid hata da, isabet de eder.
İmam olan alimler de böyledir.
Allah
onlara rahmet etsin, ilim ehli içtihat etmeye ve birbirlerini hatalı bulmaya
devam edegelmişlerdir. Bazısı bir gün bir şey söylemiş, sonra bu görüşünden
dönüş yapmıştır. Bir alimin tek bir meselede birbirine aykırı iki ayrı sözünü
bulabilirsin.
Züfer
dedi ki: Biz yanımızda Ebu Yusuf ve Muhammed b. El-Hasen olduğu halde Ebu
Hanife’ye gider gelir ve ondan yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf’a dedi
ki:
“Sana
yazıklar olsun ey Yakub! Benden işittiğin her şeyi yazma. Zira ben bugün bir
görüşte olurum, yarın o görüşü terk ederim. Yarın sahip olduğum görüşü de
ertesi gün terk edebilirim.” (Hatib el-Bağdadi, Tarihu Bağdad 15/554)
İmam
Malik rahimehullah şöyle demiştir: “Ben sadece bir insanım. Hata da ederim,
isabet de ederim. Görüşüme bakın, kitap ve sünnete uygun düştüğü sürece onu
kabul edin, kitap ve sünnete uygun olmadığı sürece de onu terk edin.” (İbn
Abdilberr Camiu Beyani’l-İlm (1/775)
İmam
Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetinin tamamının ulaştığı ve bir kısmının eksik kalmadığı hiç kimse yoktur.
Dolayısıyla ben ne zaman bir söz söylesem ya da bir kuraldan söz etsem, o
konuda da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den benim görüşüme aykırı bir
rivayet olursa, alınması gereken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
söylediğidir. Bu aynı zamanda benim de görüşümdür.” (İ’lamu’l-Muvakki’in 2/204)
İmam
Ahmed rahimehullah şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
dışında herkesin görüşü alınır veya terk edilebilir.” (Ebu Davud’un rivayet
ettiği Mesailu’l-İmam Ahmed (s.368)
Hafız
İbn Receb rahimehullah şöyle demiştir: “Kendisine Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in emri ulaşan ve öğrenen herkese vacip olan şudur: Onu ümmete
açıklayıp onlara samimi olması gerekir. Onlara; ümmetten birçok kimse buna
muhalefet etseler dahi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine ittiba
etmeyi emreder. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emri tazim edip
edilip uyulmaya, çoğunluğun görüşünden daha layıktır. Nitekim çoğunluk Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı emirlerine muhalefet ederek hata
etmişlerdir.
Bundan dolayı sahabe ve onlardan sonra gelen âlimler,
sahih bir sünnete muhalefet edeni reddetmişler, reddetme konusunda da ağır
ifadeler kullanmışlardır. Bunu yaparken şahıslarına buğz etmemişlerdir. Bilakis
onları severler, gönüllerinde onların değeri vardır. Lakin Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem onlara daha sevgilidir. Onun emri her yaratılmışın
emrinin üzerindedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emri ile
başkasının emri çakışınca, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine
uymayı ve ittiba etmeyi öncelerler. Bu durum, O’nun emrine muhalefet edene
saygı göstermeyi engellemez. Belki o bağışlanmış bir kimsedir. Hatta o kimse, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in emri ortaya çıktığı zaman ona muhalefet edilip
de kendisinin görüşüne uyulmasını istemediği için bağışlanır. Bilakis o alim, aykırı
düştüğü ortaya çıktığı zaman, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine
uyulup da kendisine muhalefet edilmesinden razı olur.” (Mecmuu Resaili İbn
Receb 1/245)
İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Şeyhulislam
(yani el-Herevî rahimehullah) bize sevgilidir. Hak ise bizim için ondan daha sevgilidir.
Ma’sum olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dışında herkesin sözü
alınabilir veya terk edilebilir.” (Medaricu’s-Salikin 2/38)
İkincisi:
Bu anlatılanlar karara bağlanmış bir konudur. Hiçbir insaflı akıl sahibinin bu
söylenenlere muhalefet ettiğini neredeyse bulamazsın. Lakin en önemli soru ve
iyice düşünülmesi gereken asıl mesele şudur: Hata eden ilim ehlinin hatasını
açıklayan, onu reddeden ve sahip olduğu görüşte isabetli olanı açıklayan
kimdir?
“İmam
Şafii’nin görüşü, İmam Malik’in görüşünden daha sahihtir” diyebilecek olan
kişi kimdir?
Yahut:
“Hanbelilerin görüşü, başkalarınınkinden daha tercihe şayandır”
diyebilecek olan veya:
“Falan
âlimin görüşü hatalıdır” diyebilecek olan kişi kimdir?
Hiçkimsenin,
durum hakkında tam bir delil üzere olmadan bu yolu tutması doğru değildir. Ya
ilmine, faziletine ve güvenilirliğine şahit olunan bir müçtehit alim olmalı
veya meselede içtihat edebilen, iyi bir ilim talebesi olup bu konuda delilleri,
ve görüşler arasında delil sayesinde isabetli olanı tercih edebilecek şekilde
ilim ehlinin sözlerini bir araya getirmiş olmalıdır.
Fakat
talebinin başlangıcında olan ilim talebesi, vaiz, hatip gibi kimselerin yahut
müslümanların avamından olan kimselerin ihtilaf edilen meselelere dalıp
kendisinin tercihte bulunabileceğini zannetmesine gelince, böyle kimselerin âlimleri
hatalı bulmaları caiz değildir. Zaten tercihte bulunmak bir yana, onların
ihtilaflı meselelerde görüş bildirmeleri de caiz değildir. Onlara meşru olan
sadece taklit ve ittiba etmektir.
Onlardan
birinin âlimlerin görüşlerini naklederek tercihte bulunması ve diğer bazı âlimleri
hatalı görmesi meşru değildir.
Alimler
arasında mevcut olan ihtilafa herkesin girerek tercih ve seçmede bulunmasına
musaade edilemez. İçtihat ve tercihte bulunabilecek kişiler, daha önce
açıklandığı gibi, bu konuda tam ehliyet sahibi olanlardır.
Bugün
kitapların yaygınlaşmış olması ve meselelere muttali olmanın kolaylaşmış olması
bu konuda söz sahibi olmaya yeterli değildir. Zira ilim ve fıkıh nefiste yer
eden bir melekedir. Bu ilmin malzemelerini ve şartlarını tamamlamadan ehil
olunmaz. Mücerret olarak kitaplara bakma ve ihtilaflı meselelere muttali olma
ile bu ilme ulaşmak mümkün değildir.
Alim
içtihat eder ve tercihte bulunur.
İlim
talebesi müzakere eder, ders yapar, araştırır, inceler, sorar ve sakınarak
hareket eder.
İlim
talebinin başında olan talebeler ve avam; sorar ve taklid eder. (yani alimin
deliline tabi olur)
Her
müslümanın dini hakkında ihtiyatlı olması, din hakkında ilimsiz olarak
konuşmaması, alimi hatalı bulup, apaçık bir delil bulunmadıkça bir diğerinin
görüşünü isabetli bulmada cesur olmaması gerekir.
Nitekim
şöyle denilmiştir: “Meseleler üçtür:
Sana
doğruluğu belli olan meseleye tabi ol.
Sana
yanlışlığı belli olan meseleden kaçın.
İhtilaflı
gelen meseleyi ise alimine bırak.” (Bkz.: Camiu Beyani’l-İlm 1/754)