Soru: Şu an selefinin hakkı batıldan
ayırması yeterli midir, yoksa heva ehlini reddetmesi de gerekir mi? Bu onun
davetinin ayırıcı özelliği midir?
Şeyh Rebi b. Hadi’nin cevabı: “Selefînin
hakkı bilmesi ve insanları ona davet edip açıklaması gerekir. Bu görevi yerine
getirmelidir. Bu ilmin ve batılı çürüten bu davetin gereği budur. Zira Kur’an-ı
Kerim hakkı açıklarken aynı zamanda batılı da reddeder. Bu yüzden “Mesani/ikili”
diye isimlendirilmiştir. Çünkü hayrı ve şerri zikreder. Hayra çağırırken şerden
sakındırır. Müminleri zikrederken münafıkları da zikreder. Kafirleri,
Yahudileri, Hristiyanları onlarda bulunan şerri zikreder. İslam, açıkladığımız
bu rükünler üzerine kuruludur. Cihad, iyiliği emretme ve kötülüklerden
sakındırma üzerine kuruludur. Bu olmadan olmaz. İslam, hakkı ikame edip
açıklamadıkça ve batılı tenkid edip onun çirkinliğini ve pisliğini ortaya koymadıkça,
ondan ve ehlinden sakındırmadıkça dosdoğru olmaz. Yani bu görev yerine
getirilmedikçe o başarısız, ölü ve öldürücü mikroplar taşıyan bir davettir.
Davetin diri olması ancak hakkın sancağının yükseltilip aynı zamanda batılın
aşağılanması ile mümkündür. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Siz insanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülüğü
yasaklarsınız.” Batılı reddetmeyen kimse iyiliği nasıl emreder, kötülükten
nasıl yasaklar? Bu nasıl olacak? Mesela Tebliğ cemaatinin iyiliği emrettiğini
söylüyorlar! Onlar iyiliği; tevhidi emretmiyorlar! İyilikleri tanı! İnsanlara tevhidi
öğretmiyorlar! Namazı emrediyorlar ama, insanlar Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem’in namazını öğretmiyorlar! Onlar iyiliği emretmeye çağırıyorlar fakat
kendileri iyiliği emretmiyor ve kötülükten sakındırmıyorlar! Allah’tan afiyet
dileriz.
Eğer bid’atlerle ve sapıklıklarla
savaşmazsan, heva ehlini reddetmezsen seninle onlar arasındaki fark nedir? Yani
sen onları gördüğün halde onlar hakkında sükut edersen sapıklık ehlinin
kalabalığını artırmış olursun. Onların yeryüzünde fesat için taşkınlık
yaptıklarını gördüğün halde sükut edersen onları cesaretlendirmiş olursun.
Hırsızların insanların evlerini soyduğunu gördüğünde buna sükut edersen bu
iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaya uyar mı?
Bid’at ehlinin davetçileri hırsızlardan
daha şerlidir. Yol kesici eşkiyadan daha şerlidirler. İbn Ebi Zeyd ve İbn
Abdilberr şöyle demişlerdir: “Onlar yol kesen mücrimlerden daha şerlidirler.
Onlardan daima sakındırmak ve onları rezil etmek, kusurlarını ortaya çıkarmak
ve insanların önünde onları tanıtmak gerekir. Ta ki insanlar onlardan
sakınsınlar. Bu yüzden selefin kitaplarının bid’at ehlinden sakındırılması,
onlarla oturmaktan sakındırılması ile dolu olduğunu görürsün. Müslümanların
çoğunun zayi olmasının sebebi bu esasın yani bid’at ehlini reddetmenin ve
onlardan sakındırmanın terk edilmesidir. Bu yüzden İslam ümmetine sapıklık
yerleşmiş, bundan sadece azınlık fertler selamette kalabilmiştir. La havle vela
kuvvete illa billah.
İbn Teymiyye gibi kuvvetli kimseler geldiğinde,
islam toplumlarına ve hükümetlerine çöreklenmiş sapıklıklar vardı. Hükümetler
ve halk, çoğu hululcü ve vahdeti vücutçu sufilerin avuçlarındaydı. İbn Teymiyye
geldi ve cihad sancağını yükselterek Allah’ın hak dinini açıkladı. Allah onunla
birçok insanı faydalandırdı ve onun elinde, sonrakilerde benzeri olmayan meşhur
imamlar yetişti. Onların benzeri ancak
selefte, sahabede ve tabiinde mevcuttu. Cihad böylece devam etti. Şayet İbn
Teymiyye sükut etseydi ne faydaları olurdu? Sadece telif yapıp açıklamasaydı,
onun indinde iyiliği emretme ve kötülükten yasaklama olur muydu? İnsanlara ne
faydası olurdu? Onlara hiçbir faydası olmazdı.
Muhammed b. Abdilvehhab davet ve beyan kılıcını
sıyırdı. Ta ki Allah Azze ve Celle’nin dinini ikame etti. İman yılanın yuvasına
sığınması gibi Hicaz’a sığındı. Vallahi bu Muhammed b. Abdilvehhab’ın daveti
ile oldu. Bu adamın davetiyle oldu! İslam Allah’ın dilediği bir halde idi.
Unutulup terk edilmişti. Sapıklıklar, hurafeler, şirkler ve bidatler yaygın
idi. Şayet o evinde oturup sadece insanlara anlatsaydı, bildiği halde sükut
etseydi, ne iyiliği emretmiş ne de kötülüğü yasaklamış olurdu. İnsanlara ne
faydası olurdu?
“Reddiyeler, reddiyeler!” deyip duranlara
gelince, onlar batıllarını yaymışlar ve yaymaya devam ediyorlar. Hiç kimsenin
kendilerine reddiye vermesini istemiyorlar. Maksatları budur. Anlayın! Bu
yüzden reddiyeleri çirkin gösterip: “Reddiye kitapları kalplere kasvet veriyor”
vb. sözler ediyorlar. Yani bunların hurafeleri ve bid’atleri kalpleri
yumuşatıyormuş!!
Bu onların tuzaklarıdır. Onların hileleri
bid’atleri ve sapıklıkları yayıyor, meclislerinde, konferanslarında,
kitaplarında ve toplantılarında her şeyleriyle sünnet ehline hücum ediyorlar.
Sünnet ehline ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat menhecine hücum ederek: “Onlara
reddiye vermeyin! Reddiyeler kalpleri katılaştırıyor” diyorlar!
Hakkı ve hak ehlini eleştirmek, hakka ve
hak ehline savaş açmak mı kalpleri yumuşatıyor?!!
Şeyh Rebi b. Hadi'nin sitesinden tercüme eden: Ebu Muaz