Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

26 Haziran 2016 Pazar

Kur'ân'a, İlme ve Edebe Değer Vermeyenlerin Anlayış Sahibi Olma İddiası


Bazı kimseler hadis ehlinin mescidlerinde Kur’ân derslerine katılıp Kur’ân öğrenmiyorlar. Öğrenme imkânları olmasına rağmen Kur’an öğrenimi terk ettikleri için bu kimselerin namazlarının dahi sahih olmamasından endişe edilir mi, yoksa Kur’ân’ı zorlanarak okuyan kimsenin iki kat ecir alması hakkındaki hadisin kapsamında mıdırlar?

Bu kimselerin aynı zamanda tehlikeli konularda cesurca konuştuklarını, fetvalar verdiklerini görüyoruz. Hatta “Kur’ân dersine gelmek farz mı?”, “Kur’ân okuyamayan anlayış sahibi olamaz mı?” şeklinde kibir yüklü tuhaf sözler işitiyoruz.

Aynı kişiler arapça bilmedikleri halde vahiy naslarına kendilerinin bağımsız bir şekilde muhatap olabileceklerini, anlayabileceklerini, hatta içtihat edebileceklerini iddia ediyorlar. İlim ehlinin delillerine tabi olmayı taklit olarak lanse edip, kendilerinin çelişkilerle dolu yorumlarının taklit edilmemesinden rahatsız oluyorlar.

İlim ehliyle beraber yol tutmak yerine, ilim ehlini tutarsız görüşleriyle sürekli eleştirip, ayrılık çıkarma yolulunu tercih ediyor, ilimden nasipleri olmadığı halde kendilerinin yalnız da kalsalar Kur’ân ve sünnet üzere olan cemaat olduklarını iddia ediyorlar.

İlim ehline karşı delil getirdikleri iddiasıyla itiraz ediyorlar, delil zannettikleri şeylerin başka bir delil ile ya takyid edilmiş, ya tahsise uğramış yahut sahih olmayan tarikle gelmiş olduğu veya bu kişiler tarafından usule aykırı bir şekilde yanlış bir yerde suistimal edildiği ortaya konduğunda: “İlim ehli nasihat kabul etmiyor, delile yanaşmıyor” şeklinde sözler ederek yine nefsini haklı çıkarıyor.

Bu anlatılanlar zamanın ne kadar değişip, cahilliğin yaygınlaştığını, ilme; cehalet, cehalete de ilim denmeye başlandığını göstermektedir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “İlim ancak teallum (hocadan öğrenmek) iledir” buyurmuştur. Bazen kişinin hocası kitaplar olur. Fakat hocası kitaplar olan kimsenin nefis terbiyesi eksik kalır, bu yüzden bu kimselerin çoğu kibir sahibi olurlar.

Bu kibir, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi: “Hakkı kabul etmemek ve (hakkı söyleyen) insanları küçümsemektir.” Durumu anlatılan kişiler neyin hak, neyin batıl olduğu hususunda da tam bir körlük içindedirler. Bu yüzden hakkı reddetmeyi çok basit bir şekilde ortaya koyabilmektedirler.

Kur’an öğrenim halkalarında tevazuyla diz çöküp Kur’ân bile öğrenemezler, kibirleri engel olur. Çünkü sağda solda ilimsizce fetva vermeye alışmıştır, ahkâmlar kesmekte, cedellere girmektedir. Kur’ân okumayı bile bilmediğinin ortaya çıkması ağır gelir. Böyle bir kimse bunu gurur meselesi yapar, Kur’an öğrenmek için ya bilgisayar programından ya özel olarak tek kişiden ders almak ister, samimi olunmadığı için bunda da Allah başarılı kılmaz.  

Nefsi bu durumda olan kimseler şunu düşünmelidirler: Hiç kimse annesinden âlim olarak doğmaz. Bu sebeple işlerin başlangıçlarını elden kaçırmış olmak, ilim talebinin başına tekrar dönmekten alıkoymamalıdır. Nefisler Allah için zelil edilmedikçe, Allah başarı vermez. Kur’an’ı öğrenen ve öğreten sahabelerin, tabiinin siyretlerine ve bu konuya herşeyden öncelikli olarak önem vermelerini okumak, düşünmek, nefis muhasebesi yapmak gerekir.

Zira “Bir kimse Allah katındaki konumunu öğrenmek istiyorsa, Kur’âna verdiği değere baksın” buyrulmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: şöyle buyurmuştur:

Allah, kimin hayrını dilerse onu dinde fakih (kavrayışlı) kılar.” Bu hadislerden anlaşılmaktadır ki, Kur’ân’ı öğrenme imkânı olduğu halde öğrenmeyen bir kimse dinde fakih (anlayışlı) kılınmaz. Zira insanlar’ın Allah katındaki konumu Kur’ân öğrenimine, okumaya, anlamaya verdikleri değere göredir.

Kur’an öğrenme imkânı olduğu halde terk etmek, farz olan ilmin terkidir. Bu sebeple Fatiha’yı dahi hatalarla okuyan kimse, bunu düzeltmek için gereken gayreti göstermediğinde namazı sahih olmaz.

Kur’ân’ı zorlanarak okuyan kimsenin iki kat ecir alması hakkındaki hadise gelince, bu kimse Kur’an öğrenmek için ilim yolunda olan, fakat dili dönmeyen, beceremeyen kimse hakkındadır. Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Fatiha’yı okumayı beceremeyen kimseye, öğreninceye kadar okuması için bir zikir öğretmiştir. Kur’anı öğrenmeyi terk edip yanlış okumak başka bir şey, öğrenme yolunda çaba sarf edip elinden geleni yapmak başka bir şeydir. Allah’ın kitabına değer vermeyenlerin anlayışı işte bu kadar olur, ve bu ikisini aynı şey zannederler.

Müslümanların selefinin ve halefinin yolunda ilim sahibi olmayanların ilim sahiplerini eleştirip hatalı bulması diye bir usul yoktur. Bilakis ilim sahiplerinin hatasını yine ilim sahipleri tespit eder. Bunun manası, ilim ehlinin, ilim ehli olmayanların söylediklerine hiçbir şekilde itibar etmeyeceği değildir. Bilakis maksat, ilim ehli olmayan kimselerin hiçbir şekilde ilim konusunda söz sahibi olmadıklarını ifade etmektir. Avam veya ilim talebelerinden biri, ilim ehline anlayamadığı bir hususu sorar, ilim ehlinin cevabından da tatmin olmayabilir. Fakat burada söz hakkı ilim ehlinindir, ona itibar edilir. Cahillerin itirazlarına değil.

İlim ehli olan kimse hata edebilir ve ilim ehli olmayan birisinin uyarısıyla da bu hatasını fark edip dönüş yapabilir. Bu mümkündür, çokça da vaki olmuştur. Fakat lim ehli olmadığı halde ilim ehline itiraz edip de: “Getirdiğim delilleri kabul etmedi” diyen kimseye itibar edilmez ve bu ilmin edebinden de değildir. Bilakis had bilmezliktir.

Zira ilmin mertebeleri vardır. Bir kısmı her müslümana farz olan ilimdir ki, bu konuda taklid caiz değildir. Çünkü taklid ilim değildir. Bu; kulun ferdî kulluğu ile ilgili meselelerdir. Namaz, abdest, hac, nikâh, zekat, vs. gibi ferdî kulluğu ile ilgili konularda avam, ilim ehlinden delilleri öğrenerek ilim ehline tabi olur. Umumî meselelerde ise avamın işi, ilim ehlini taklid etmektir. Avam, menhec, bid’at, bidatçi, tekfir, fasık, cihad, hadler, feraiz ve buna benzer umumu ilgilendiren ve içtihad gerektiren konularda ilim ehline tabi olup taklid etmek zorundadır.  Burada şunun altını çizmek gerekir: “Taklit; sözü delil olmayan birinin sözünü delilsiz olarak kabul etmektir.”

Âlimlerin, bahsedilen meselelerdeki hükümleri ise delildir. Mesela hadis ravileri hakkında münekkid muhaddislerin sözleri delildir. Muhaddis, zayıf ya da sika ravilere dair hüküm belirttiğinde bunu kabul etmeyen kişi hakkı kabul etmeyen bir kibir sahibidir. Bid’atçi hakkında menhec âliminin verdiği hüküm haktır, bizatihi delildir. Bunu kabul etmeyen kimse kibir sahibidir.

Hadis ravileri hakkında münekkid muhaddislerin sözleri hüccettir, ihtilaf ettiklerinde tercihte bulunmanın da bir ilmi, usulü vardır ve bunu hadis ilmini bilenler değerlendirir.

Akide ve menheci konusunda güvenilen âlimlerinin şahıslar hakkında yaptıkları cerh ve tadile dair açıklamalar da kabul edilmesi gereken birer hüccettir. Bu konuda âlimler ihtilaf ederse yine tercih için ilmî usuller vardır.

Fakat cahil bir kimse hadis ravileri hakkında konuştuğu zaman nasıl hadsizlik yapmış olursa, menhec âlimlerinin bid’atçi hakkında verdiği hüküm hakkında: “Onu taklit etmek zorunda mıyım, ben onu bidatçi olarak görmüyorum” diyen kimse de hadsizlik yapmıştır ve onun sözüne itibar edilmez. Bilakis ilim ehlinin bidatçi olduğuna şahitlik ettiği birisine arka çıktığı için, bu kimse de bid’atçi olarak değerlendirilir.

Umumi meselelerde hükmetmek, fetva vermek âlimlerin hakkıdır ve bu hükümleri kabul noktasında avama ve ilim talebelerine düşen şey âlimlere tabi olmaktır. İlmi edebiyle öğrenen herkes bunu bilir. Lügaten buna taklid dense de, ıstılah olarak bu, delile tabi olmaktır. Zira âlimlerin bu konudaki hükümleri delildir.

Burada dikkat edilecek husus, âlim olarak sözüne itibar edilecek kimsenin adalet sıfatına sahip olması; yani büyük günahları açıktan işlememesi, doğru sözlü olması ve işinin ehli olduğunun bilinmesi veya buna dair zannın kuvvetli olmasıdır. Buna rağmen âlim hata eder de, bu âlime tabi olan kimseler deliller konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmadıkları için, bu âlimin şahitliğine uyarak hataya tabi olurlarsa, onlara bir günah yoktur. Zira onlar ancak üzerlerine düşeni güçlerinin yettiği kadarıyla yapmışlardır.

Bu tıpkı mahkeme kadısının, şahitlerin şahitliği hususunda elinden gelen araştırmayı yapıp, güvenilir olduklarına hükmettiği şahitlerin sözüne başvurması, bu şahitlerin ifade verirken hata etmeleri durumunda, bu hatayı fark edemediği sürece mahkeme kadısının sorumlu olmaması gibidir.

Nitekim Umm Seleme radıyallahu anha’dan gelen rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bana davalarınızı arz ediyorsunuz, biriniz davasını diğerinden daha güzel arz edip kendini haklı çıkarabilir ve ben de onun lehine hüküm vermiş olabilirim. Bu kendisine verdiğim bir ateştir…” veya bu manada buyurmuştur.

Evet, avam anlamasa da umumi meselelerde âlimlerin getirdikleri delillere tabi olmak zorundadırlar ve bu âlimlerin fasık kimselerden olmadıklarını araştırmak zorundadırlar. Zira avama göre âlimler; kendilerinin bilmedikleri bir konuya şahitlik eden şahitler konumundadırlar.

Fakat ferdî kulluklarında ise avam ya da âlim herkes doğrudan vahyin delillerine muhatap olup nasları anlamakla mükelleftir. İbadet konularıyla da ilgili birçok ihtilaflı meseleler vardır ki, avam bunların içinden çıkamaz, sahihini zayıfını bilemez, usulün inceliklerine vakıf değildir. Bu yüzden ilim ehli bu konularda içtihat ederek vahyin naslarına muhatap olurken, avam ise ilim ehlinin içtihadıyla ortaya çıkan sonuçlara göre vahyin naslarına muhatap olur. Hiçbir konuda âlimlerle âlim olmayanlar bir değildir.

Bu sebeple ilim ehli olmayan bir kimse, ilim ehline itiraz eder de, ilim ehli herhangi bir sebepten dolayı bu itirazı kabul etmezse, söz ilim ehlinindir. Böyle bir durumda cahillerin cürümde bulunarak: “Getirdiğim delilleri kabul etmiyor, insanlar da ona taassup ediyor” gibi sözleri yaygınlaştırması affedilemeyecek bir ilim terörüdür. Bunun arkasından önce cahillerin önder edinilmesi ortaya çıkar, sonrasında da haricilik fitnesi zuhur eder.

Bunu hatırlamak için İbn Mes’ud radiyallahu anh’ın mescidde taşlarla zikreden kimselere ve İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın Harura’da toplanan kişilere: “aranızda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı yok” yani ilim ehli, hadis ehli yok demesini düşünün. Seleften bir imam: “Hadis ehlinden birini gördüğüm zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabesinden birini görmüş gibi oluyorum” diyor! Çünkü o, ilmini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ve ashabından ilim alanlardan almıştır. Kitaplardan, internetten isnadı kopuk bir şekilde değil!

Evet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşan silsile sahibi hadis ehlinden ilmi alıp yüklenenin ilim isnadı muttasıldır, zamanımızda hatiplik yapan, meydanlarda konuşan, videolarda cazlayan ve kendilerini ilme nispet eden kimselerin isnadları ise munkatı veya mu’dal bile değildir. Aslında onların bir isnadları da yoktur. Yaşlarının ilerlemiş, saç sakallarının ağarmış, falan veya filan suudludan güya icazet almış olmasına aldanmayın.

Kim selefin menhecini getirip, bizzat seleften delillerle bunu önünüze getiriyorsa ona bakın. Selefilik iddia edip İbn Useymin, İbn Baz, Elbani, İbn Abdilvehhab, İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi isimlerden öteye geçmiyor, her meselesini bu âlimlere arz ediyorsa onun bir sahtekâr yol kesici olduğunu anlayın. Zira bu âlimler selefî âlimler olsalar da, hiçbiri selef değildir. Selefilik bu âlimlere değil, bu âlimlerin menheclerini benimsediği selefe uymaktır. Yani ihtilafları yalnız Kur’an ve Sünnete arz etmek, nasları anlamada sahabeye, tabiine, tebau’ttabiine, onların yolunda güzelce giden imamlara uymaktır.

Asrın cahilleri insanları ancak karanlıklara götürür. Zira cehaletlerinden kaynaklı bir cesaretle büyük dalalet fırkalarının görüşleri arasında, farkında olmadan geçişler yaparak konuşmaktalar, bilgisiz, delilden haberi olmayan ve yalnızca hislerine göre yönelimleri olan insanları edebiyatlarıyla büyülüyorlar. Cehaletin şerrinden Allah’a sığınırız.

Bulundukları bölgelerde başlarında ilim ehli bulunmayan kardeşlere tavsiye edeceğimiz şey, cahilleri önder edinmekten aman sakınsınlar! Evlerinde oturup ağaç kökü dişlemek zorunda kalsalar bile onlara yanaşmasınlar, çünkü o bâtıl bir fırkadır!

Kur’ân ve sünneti yegâne delil kabul edip, selefin menhecini menhec edinmiş, sünneti ve sünnet ehlini savunan, bid’ati ve bid’at ehlini kahreden bir âlim varsa – ilim talebesi değil, âlim varsa – ondan da ayrılmasınlar, zira o âlim, tek başına bile olsa cemaattir. İshak b. Rahuye rahimehullah’ın ve başka imamların dedikleri gibi.

Dinin alametlerin bid’at, hurafe ve israiliyyatla doldurulduğu bu zamanda cihad, yani Allah’ın kelimesinin yüceltilmesi, ancak ilimle, ilim ehlinin mücadelesine iştirak edip nasipdar olmakla olur. Ümmetin aslî değerleri yok olmaya yüz tutmuşken, nefislerinin hevasına uyup, yiyip içip yan gelip yattıkları yetmezmiş gibi, bir de yüklendikleri vebalden dolayı geçmiş zamanlardan beri gözlerine uyku girmeyen alimleri, ilimle meşgul olmanın gece namazından üstün olduğunun farkında olanları kınayanlar elbette bu ilmi yüklenip diğer nesillere aktarmaktan mahrum olacaklar, sermayelerini hayatları döneminde tüketeceklerdir.

Allah kalplerimizi, ayaklarımızı, ellerimizi ve dillerimizi hak üzerinde sabit kılsın. Hakka karşı tevazu göstermeyen, ilmi takdir etmeyen, edep gözetmeyen ve ortaya çaba koymadıkları halde çaba sahiplerini yıpratmaktan başka işi olmayanları da bizden uzak eylesin.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)