Bismillahirrahmanirrahim
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mü'min erkekler ve mü'mine
kadınlar da birbirlerinin dostları olup iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar.
Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler.
İşte, Allah bunlara rahmet edecektir. Allah, Azizdir; Hakîm'dlr.” (Tevbe
71)
Bu ayet, Allah Azze ve Celle’nin kullarını rahmetine teşvik
etmesidir. Allah’ın rahmetine kavuşmayı umanlar nerede?
O’nun rahmetine ehil olmak için paçaları sıvayarak samimi olanlar
nerede?
Allah Teâlâ, kendisinin rahmetine kavuşmak için sebepleri
açıklamıştır. Bunların başında Allah’a itaat ve rasulüne itaat gelir. Allah
Teâlâ şöyle buyurdu:
“Allah’a ve rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet
edecektir” (Tevbe 71) Sonra bu itaatin bazı cüzlerini açıkladı. Bunların
başında iman gelir:
“Mü’min erkekler ve mü’mine kadınlar…” (Tevbe 71) İmanın
kemalinin gerçekleşmesi için çalışmaları, bundan aşağısına razı olmamaları
gerekir. Bunun için kulların yüce himmet sahibi olmaları gerekir.
“Mümin erkekler ve mümine kadınlar da birbirlerinin dostları
olup iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” (Tevbe 71)
Ayette geçen elif-lam kemali bildirmek içindir. Yani kâmil müminler
ve kâmile mümineler… Sonra Allah’a ve rasulüne itaat edenlerin dostlar
oldukları, sevgi, yardım, destek ve bu manadaki hasletleri hak ettiklerini
açıklamaktadır. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak.
“Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve rasulüne
itaat ederler.”
Kim bu sebeplerle amel eder, bu iman ibadetlerini gerçekleştirir ve
istikamet ve hayır sahibi mü’minlere dostluk gösterirse, iyiliği emredip
kötülüğü yasaklar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirse, Allah’ın rahmetine
ulaştıran sebepleri gerçekleştirmiş olur. İşte o zaman Allah’ın şu müjdesini
hak eder:
“İşte onlara Allah rahmet edecektir.”
Bu iman, onları birbirlerini dost edinmeye, birbirlerini sevmeye,
saygı göstermeye, birbirlerine destek olmaya iter. O zaman bu imanın insanların
gönüllerinde ve gidişatlarında, hayat düzenlerinde ve muamelelerinde şaşırtıcı
etkisi olur.
“Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar.” Bu ayet, müminin
boynunda, kardeşlerinin hakları olduğunu açıklamaktadır. Bu aynı zamanda Allah’a,
rasulüne ve salih selefe dostluktur. Her iyi, takva sahibi, kusurları olsa bile
kitap ve sünnete selefin menheciyle sarılan herkese dostluk göstermektir.
Âlimler velâ ve berâ (yakınlık gösterme ve uzaklaşma) konusunda
pekçok şey açıklamışlardır. Bu dostluğu göstermek öncelikle Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının haklarını gözetmekle olur.
Rafizilerin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına
hakaret eden, onların değerini açıkça veya işaretle düşüren neşriyatları ve
kitapları yaygınlaşınca bu hakkı eda etmek daha fazla önem kazanmaktadır.
Her Müslümanın sahabenin haklarını bilmesi, tanıması gerekir.
Sahabe hakkında ileri geri söylenen sözleri eleştirileri terk etmesi gerekir.
Sahabeyi, nebilerden sonra insanların en üstünleri olarak görmesi gerekir. Zira
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
“Asırların en hayırlısı benim içinde bulunduğum asırdır. Sonra ondan
sonra gelenler, sonra ondan sonra gelenlerdir. Bundan sonra kendilerinde hayır
bulunmayan topluluklar gelir”[1]
buyurmuştur. Ashabın değerini yüceltmek olarak bu yeterlidir.
Yine sahabe, bizimle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
arasındaki vasıtadırlar. Onlar Allah’ın dinini beyan eden Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in hadislerini ümmete nakledenlerdir.
Sahabe birbirlerine dostluğu en güzel uygulayan kimselerdir. Allah
onların birbirlerine gösterdikleri dostluğu kabul edip razı olmuştur:
“İman edenler, hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah
yolunda cihad edenler ve (muhacirleri barındırıp onlara) yardım edenler, işte
bunlar, biribirlerinin velîleridirler. İman ettikleri halde hicret etmeyenler
ise, hicret etmedikçe, sizin onlara hiçbir veliliğiniz yoktur. Bununla beraber,
eğer onlar, dîn hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aranızda bir
andlaşma bulunan kavme karşı olmamak üzere yardım etmeniz, üzerinize borçtur
Allah, ne yaptığınızı hakkıyle görendir.” (Enfal 72)
Allah Teâlâ insanları iki kısma ayırmıştır: Muhacirler (hicret
edenler) ve Ensar (hicret edenlere yardım edenler)
Sahabeler vela ve bera, hicret ve nusret konularında sonrakilere
örnekler kılınmıştır. Sonrakileri öncekilere kıyaslamak elbette yersizdir:
“Görmez misin ki kılıcın değeri düşürülür o an;
"Elbet kılıç bastondan keskindir" denildiği zaman”
Ailelerini, vatanlarını, mallarını, dostlarını, ahbabını ve
herşeylerini Allah’ın vechi için terk eden o muhacirleri, evindeki televizyonu
terk edemeyenlerle, ilim talebi için işini, evini ve ailesini bırakamayanlara
kıyaslamak elbette abestir. Sahabe aileleri, vatanları, malı, memleketi, Allah’ın
dini için ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e destek olmak için terk
ediyorlardı:
“İman edenler, hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah
yolunda cihad edenler ve (muhacirleri barındırıp onlara) yardım edenler, işte
bunlar, biribirlerinin velîleridirler.” (Enfal 72)
Ensar'a gelince, onların önemi de muhacir kardeşlerinden hiç aşağı
değildir. Evlerini, memleketlerini, mallarını, imkânlarını muhacirlerle
paylaşıp onları sığındırmışlardı. Siyer kitaplarında onlardan birinin, muhacir
kardeşine şöyle dediği anlatılmıştır:
“Ey kardeşim! Benim iki zevcem var. Hangisini istersen seç onu
boşayayım, sen evlen. Yanımda şöyle ve şöyle mallar vardır, dilediğini al.”
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Eğer sana hile yapmak
isterlerse, Allah elbette sana yeter; zira yardımıyle ve bütün mü'minlerle seni
destekleyen.” (Enfal 62) Yani, Ensar ile destekleyen Allah’tır.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hicret kıssası hakkında Allah Azze
ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Eğer Muhammed'e yardım etmezseniz, Allah, elbette ona yardım
edecektir. Nitekim kâfirler, iki kişiden biri olarak onu (Mekke'den)
çıkardığında, her ikisi de mağarada iken arkadaşına: "Üzülme, Allah
bizimle beraberdir' demişti, işte Allah o zaman, ona sekînetini indirmiş (ona
soğukkanlılık vermiş) ve görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş ve
küfredenlerin sözünü de alçaltmıştır. Zira yüce olan, ancak Allah'ın sözüdür,
Allah, Azîz'dir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 40)
Allah’ın özel beraberlik sıfatı, kendisinin dinine, rasulüne ve
müminlere karşı derin samimi bağlarla ve imanla bağlanan Ebu Bekr radiyallahu
anh hakkında sabit olmuştur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müminlerin
birbirlerine sevgisi, merhametleri ve şefkatleri bakımından misali, bir bedenin
misali gibidir. Onun bir organı rahatsızlandığında diğer organlar uykusuzluk ve
ateşlenme ile ona katılırlar.”[2]
Bu asırdaki müminlerin öncelikli olarak yakınlık ve dostluk
göstermeleri gereken müminler; bu ümmetin hayırlı oluşlarına şahitlik edilen
ilk üç asırdaki selefidir. Onlara dostluk ve velâ, onların menhecine tabi
olmakla olur. Onların aleyhinde gündeme getirilen, selefe ve onların menheci
olan selefiliğe dil uzatılan bu zamanda, Allah’ın temize çekip razı olduğunu
belirttiği o ilk mü’minlere yardım ve desteğimizi göstermemiz, onların
menhecine sarılmamız, gücümüz yettiğince, Onların Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’e destek olmak için yaptıkları fedakârlıkları örnek edinerek takip
etmemiz gerekir.
Bu fedakârlığa aday olmuş, Allah’ın rahmetine ulaştıran bu dava
için hicret etmiş olan veya bu davanın yücelmesi için ensar olan kardeşlerimize
velâ/dostluk göstermek, bizim boynumuz üzerinde onların bir hakkıdır.
Ümmetin selefinin menhecine destek olmak ve salih selefe vela
göstermek; mescidlerde Allah’ın ayetlerinin ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in sahih hadislerinin dersi yapılarak, Allah’ın zikrinin izhar edildiği
ortamlara iştirakladır.
Bu velâ’yı göstermek; ümmetin selefinin, hidayet ve hak din ile
gelen rasule icabet etmedeki tereddütsüz gayretleri gibi gayret göstermek,
seleften uzaklaşan asırların kabuk tutan batıl ve cahilî unsurlarını terk edip,
sahih sünneti hayat nizamı edinen ashabın şekline bürünmekle olur.
Bu velâ’yı göstermek, ümmetin salih selefinin şerefli yolunu;
şeytanın tuzaklarından ibaret olan bidatler, oy kullanma, video ve suretler,
dernekçilik, hizipçilik gibi şarlatanlık yollarına değişenlere Allah için
kızıp, Allah’ın dostları olan salih selefe taraf olmakla olur.
Bu velâ’yı göstermek, benlikleri terk ederek salih selefin
tevazuuna bürünmekle olur. Allah için ve senin kendisi üzerindeki hakkını eda
etmek için, seni bir münkere karşı uyaran, o münkeri terk edemediğinde sana
karşı bir sonraki aşamayı uygulayan kardeşine minnet duymanla olur.
Hatayı itiraf ederek, iki yanın arasındaki düşmanın olan nefsini aşağılaman
ve senden beklenti ve korkularını, sana karşı hakkını eda etmemek için bahane
etmeyen o kardeşinin aslında ne kadar değerli, ne kadar az bulunan ve seni
gerçekten Allah için seven bir kardeşin olduğunu idrak etmenle olur.
Ümmetin salih selefine velâ; onların alaşağı etmek için canlarını
feda edip savaştıkları şirk unsurlarının ve Allah ile rasulüne muhalefet içeren
şeylerini her çeşidini terk etmekle olur.
Zira o salih selef şayet hayatta olsalardı ve senin çocuğunu
pisliklerle dolu okullara göndererek bâtıla yem ettiğini görseydi, sünnete karşı
kelâm ile mukabele edip ileri geri konuşanlarla, demokratik düzene iştirak edip
oy kullananlarla, haricilerle, mürcielerle ve benzer bid’at davetçileriyle
arkadaşlık ettiğini, pantolon giyip saçını amerikan traşı yaptığını, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sıcak hicaz diyarında bile sarık sarmadan gezmemesine
rağmen, senin sarmadığını, sakalını kısalttığını veya traş ettiğini, bir de
bunlara özrü kabahatinden beter bir şekilde işini bahane ettiğini, dünya
telaşını farz olan ilim talebinin önünde tuttuğunu, Allah’ın hak dinine tabi
olanlar çok az ve zayıflar iken, senin kardeşlerini yardımsız bırakıp kendi
konforunun peşinde olduğunu, hanımını tesettüre sokmadığını, tesettüre, namaza
vb. farzlara riayet etmemesine rağmen hala ona caydırıcı cezalarla tavır
almadığını, bunlar fayda etmediğinde onu boşamadığını vs. vs. görseydi, seni
asla velâ göstereceği kimseler arasında görmez, sana selam bile vermezdi.
Zira onlar bu sayılanların hiçbirini yapmadığı halde, sırf evinde
lüzumsuz bir dekor konusunda hanımına uyan İbn Ömer radiyallahu anhuma gibi
yüce bir sahabeye dahi derhal tavırlarını koyuyor, evine girmiyorlardı.
Bununla beraber İbn Ömer radiyallahu anhuma: “Benim gibi
birisine, haram bile olmayan bir şeyden dolayı nasıl böyle bir tavır konur”
diyerek kendisini haklı görmüyor, bilakis kardeşinin peşinden koşarak ondan
özürler diliyordu!
Özetle:
Mü’min erkek ve mümine kadınlar birbirlerinin dostu olmak zorundadırlar.
Bu dostluk Allah ve rasulüne itaat çerçevesinde olmak zorundadır. Bu dostluğun
ayrılmaz unsurları; namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, iyiliği emretmek,
kötülüğü yasaklamaktır. Bu unsurlardan biri bizim dostluğumuzda mevcut değilse,
o müminlerin birbirine dostluğu değildir. Belki düşmanlığıdır. Mümin erkeklerle
mümine kadınların Allah’ın rahmetine ulaştıracak dostluklarının asgari
sınırları yukarıda zikredilen ayette belirtilmiştir.
Bu dostluğu uygulamadaki örnek sahabedir, ümmetin salih selefidir.
Bu asrın insanları olarak Allah ve rasulü tarafından konulan bu kavrama yeni
bir tanımlama getirmek haddimize değildir. Bilakis, bu konuda Allah Azze ve
Celle’nin, birbirlerine dostluğu en güzel şekilde uyguladıkları için övdüğü,
rahmetine nail ettiği o ilk örnekler olan sahabeyi kendimize örnek edinmek
kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Salih selef, müminlerin dostluk ve desteğine öncelikle hak sahibi
olanlardır. Bu da onların menhecine göre hayatımızı şekillendirip, onların
karşı çıktıkları ve uzaklaştıkları şeylere uzak durmakla yerine getirilebilir.
Onların Allah’a itaat ve rasulüne ittibadan ibaret olan
menheclerine muhalefet edenler, müminlerin dostluk ve desteklerine hak sahibi
olamazlar:
“Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin, babaları yahut oğulları
yahut kardeşleri, yahutta akrabaları bile olsalar, Allah'a ve Rasûlüne karşı
gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte bunlar, Allah'ın, kalblerine
îmanı yazdığı ve kendinden bir rûh ile kuvvetlendirdiği kimselerdir.”
(Mucadile 22)
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî