Karafi el-Furuk’ta dedi ki: “259. Fark: Kibir kaidesi ile giyim, binek ve başka şeylerin güzel olması kaidesi arasındaki fark:
Bil ki: Allah Teâlâ için düşmanlarına karşı kibirlenmek
güzeldir. Allah’ın kullarına ve kurallarına karşı kibirlenmek ise haramdır,
büyük günahtır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ مَنْ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ
ذَرَّةٍ مِنْ الْكِبْرِ فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ إنَّ أَحَدَنَا يُحِبُّ
أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً فَقَالَ إنَّ اللَّهَ جَمِيلٌ
يُحِبُّ الْجَمَالَ وَلَكِنَّ الْكِبْرَ بَطَرُ الْحَقِّ، وَغَمْصُ النَّاسِ
“Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan cennete
giremeyecektir.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizden biri elbisesinin
güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını ister.” Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Muhakkak ki Allah Cemil (güzel)’dir, cemâli
(güzelliği) sever. Lakin kibir hakka karşı büyüklenmek ve (hakkı getiren) insanları
küçümsemektir.” Bunu Muslim tahric etmiştir. Allah onlardan razı olsun,
alimler dediler ki: “Bataru’l-hak sözü; hakkı söyleyen kimseyi reddetmek
demektir. “Gamsu’n-nâs” sözü ise insanları küçük görmektir.” Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Cennete giremeyecektir” sözü büyük bir
tehdittir, kibrin büyük günahlardan olmasını ve cennete giremeyişinin mutlak
olmasını gerektirir. Mu’tezile’ye göre büyük günah sahibi, tıpkı kâfir gibi
cehennemde kalıcıdır. Ehl-i Sünnet’e göre ise bunun manası, kibir sahipleri,
kibirlenmeyenlerin cennete girdikleri vakitte veya başlangıçta cennete
giremeyecek demektir.. Naslar veya kaideler, kibri kalbin en büyük günahlardan
olarak bildirdiğine göre umumi nefiy ifadesiyle; özel nefiy kastedilmiş
olabilir. Allah Teâlâ’dan afiyet dileriz. Hatta âlimlerden biri şöyle demiştir:
“Kibir dışında kalbin bütün günahları ile beraber feth vardır.” Güzelleşmeye
gelince yöneticiler ve başkaları hakkında bu, vacibin yerine gelmesi için
gerekli olabilir. Çünkü yöneticiler çirkin görünüşle halkın maslahatlarını elde
edemezler. Namazlar ve savaştaki cemaat hakkında düşmanı korkutmak için, kadın
hakkında kocası için, alimler hakkında insanların gönüllerinde ilmi yüceltmek
için güzelleşmek/süslenmek mendup olabilir. Nitekim Ömer radıyallahu anh şöyle
demiştir:
أُحِبُّ أَنْ أَنْظُرَ إلَى قَارِئِ الْقُرْآنِ أَبْيَضَ
الثِّيَابِ
“Kur’ân okuyucusunu beyaz elbiseyle görmek isterim.” Harama
vesile olduğu zaman ise güzelleşmek/süslenmek haram olabilir. Kadınların zina
etmek için süslenmelerinde olduğu gibi. Yine bu sebeplerin hiçbiri
bulunmadığında mubah olabilir. Güzelleşme/süslenme bu beş hükme göre kısımlara
ayrılır. Kibir de aynı şekilde harpte kâfirlere karşı olduğu zaman vacip olur.
Bid’at ehline karşı bid’ati aşağılamak için kibirlenmek mendup olur. Hadiste
geldiği şekliyle de haram olur. Kibrin mubah olması ise uzak ihtimaldir. Kibir
ile güzelleşmek arasındaki farka gelince; güzelleşmede asıl olan mubahlıktır.
Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللَّهِ الَّتِي أَخْرَجَ
لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ
“De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz olan
rızıkları haram kılan kimdir?” (A’raf 32) Mubahlıktan çıkaran bir delil
bulunmadığında güzelleşmede/süslenmede asıl mubahlıktır. Kibirde asıl olan ise
haramlıktan çıkaran bir delil bulunmadığı sürece haramlıktır. Farkın biri
budur. Diğer bir fark da kibir kalp amellerindendir. Güzelleşme ise azaların
amellerindendir.
260. Fark: Kibir kaidesi ile ucub (kendini beğenmek) kaidesi
arasındaki fark:
Kibrin hakikati az önce geçmişti. O kalptedir ve bunu Allah Teâlâ’nın
şu sözü destekler:
إِنْ فِي صُدُورِهِمْ إِلا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغِيهِ
“Hiç şüphe yok ki,
onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir
şey yoktur.” (Gafir/Mu’min 56) Onun yeri kalp olarak tayin
edilmiştir. Ucub ise ibadeti göstermektir. Kulun ibadetini büyütmesi
masiyettir. Bu ibadetten sonra olur ve onunla özel bir alakası vardır. Nitekim ibadet eden kul, ibadetini beğenir,
alim ilmini beğenir. Her taat sahibi yaptığı taati beğenirse bu haramdır ve
taati bozucudur. Çünkü onu eda ettikten sonra onun zıddı olan riyaya düşmüştür.
İbadetle beraber onu bozan şeyi işlemiştir. Ucubun haram kılınmasının sırrı,
onun Allah Teâlâ’ya karşı edepsizlik olmasındandır. Zira kulun, efendisine
yakınlaşmak için yaptığı şeyi büyük görmesi yakışmaz, bilakis efendisinin
yüceliği, Allah Teâlâ’nın azameti karşısında amelini küçümsemesi gerekir. Bu
yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ
“Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.” (En’am 91) Yani
hakkıyla yüceltemediler demektir. Kim kendisini ve ibadetini beğenirse helak
olur. Rabbi kendisinden haberdar olduğu halde nefsini Allah Teâlâ’nın öfkesine
ve gazabına arz etmiş olur. Bunun zıddına Allah Teâlâ’nın şu sözünde uyarı
vardır:
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ
وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ
“Ve rablerine
dönecekleri için verdiklerini kalpleri çarparak verenler..” (Mu’minun 60) Bunun anlamı; yaptıkları
taatleri Allah Teâlâ ile karşılaşmanın korkusu içinde yaparlar ve taatlerini
küçük görürler demektir. Bu da özelliğin talep edildiğine, zıddının ise yasaklandığına
delalet eder. Kibir mahlukata ve kullara yöneliktir. Ucub ise ibadete
yöneliktir.
261. Fark: Ucub
kaidesi ile sum’a (duyurma) kaidesi arasındaki fark:
Her ikisi de
masiyettir ve ibadeti masiyet olması bakımından bulandırır. İki arasındaki
değerlendirme ameli iptal etmesi açısından değildir. Muslim’in ve başkalarının
rivayet ettikleri sahih hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
مَنْ سَمَّعَ سَمَّعَ اللَّهُ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Kim (amelini)
duyurmaya çalışırsa Allah da onu kıyamet gününde duyurur.” Yani kıyamet
gününde: “Bu falan kimsedir! Benim için amel yaptı sonra onunla benden
başkasını murad etti” diye nida edilir. Bu riyâ/gösterişten farklıdır. Çünkü
ameli (duyurmadan önce) kalbinde ihlas ile işlemiştir. Riyâda ise ameli
işlediği sırada onu bozan şey birliktedir. Sum’a ile ucub arasındaki fark sum’a’nın
dil ile olması, ucubun ise kalpte olmasıdır. Her ikisi de ibadetten sonra
meydana gelir.