Bazı kardeşlerimiz, selefin menhecine muhalefet eden iki muasırın
arasında geçen bir konuşma kaydının internette yayınlandığını ve bu konuşmada
benim ismimin geçtiğini bildirdiler ve konuyla ilgili bir cevap vermemi talep
ettiler.
Bahsi geçen konuşmayı dinledim. Konuşmanın bir yerinde “On dört
asırdır kelamcılardan alınan fıkıh usulü üzerinde ittifak edilmiş, tek ebu muaz
buna karşı çıkarak bir fıkıh usulü yazmıştır” ya da bu manada bir söz söylenmiştir.
Bu iddia birçok yönden yanlışlar içermektedir:
1- Bu sözün sahibi de itiraf edecektir ki, kelamcıların ortaya
koydukları fıkıh usulü, ne sahabe asrında ne tabiin asrında, ne tebeu’t-tabiin
ve ne de ilk müçtehit imamlar zamanında yoktu. O halde sözün sahibinin beni
sanki on dört asırlık bir icmaya muhalefet etmiş gibi lanse etmesini; şayet
sözün sahibi buradaki hatalı ifadeyi itiraf etmezse bunda bir kasıt olduğunu
düşünür ve hem bana, hem de hadis ehli menhecinden ayrılmayan imamlara iftira
olarak kabul ederim. Bunun vebalini yüklenmek de kendisine yeter, üstüne bir
şey söylemeye ihtiyaç duymam.
2- Birinci maddede anlattığım husus malum ve kabul edilen bir durum
olduğuna göre, hiç kimsenin üstünlüğüne şahitlik edilmiş olan ilk üç asırdan sonra
kelamcılar tarafından ortaya konulmuş usul kaidelerini ümmete bağlayıcı
kılmaya hakkı yoktur.
3- Sözün sahibi, Altın Kaideler adlı kitabımı kastetmektedir. Bu
kitabımı internette web sayfamda pdf formatında yayınlamaktayım ve herkesin
mütalaasına açıktır. Bu kitabı okuyanlar açıkça göreceklerdir ki, zikrettiğim
bütün kaideler ya vahyin naslarından ve sahabenin menhecinden istinbat edilmiş,
yahut ehl-i hadis alimleri tarafından Kur’an ve sünnete arz edilerek ikrar
edilmiş kaidelerdir. Her kaide için de, nereden aldığımı belirterek kaynağını
zikretmiş bulunuyorum. Bu da gösteriyor ki, kitapta zikrettiğim hiçbir kaideyi –
haşa – kendim uydurmadım, benden önceki hadis ehlinden naklettim. Dolayısıyla Allaha
hamd olsun, on dört asırlık hiçbir icmaya muhalefetim söz konusu değildir.
Bilakis bu çalışmamda delile değil de zanna uyan çoğunluğun muhalefetine itibar
etmeksizin, İslam tarihinin taklit, cehalet ve vahye muhalefet karanlığına
gömüldüğü dönemlerinde, her asırda gelen müceddidlerin vahye ittibayı ihya ve
dinin tagyir edilmiş değerlerini ıslah için mücadelede tuttukları yolu esas aldım.
4- Bu konuda kelamcıların metoduna muhalif olarak fıkıh usulü
eserini ilk olarak da ben koymadım. Lakin hadis ehlinin tarzı ile mezhepçi
fakihlerin tarzı aynı olmadığı için İmam Şafii’nin er-Risale’si, Hatib
el-Bağdadi’nin el-Fakih ve’l-Mutefekkih’i, İbn Abdilberr’in Camiu Beyani’l-İlm’i,
İbn Hazm’ın el-İhkam’ı vd. eserler, konuya kelamcılardan devraldıkları gözlük
çerçevesinin dışından bakamayanlar için fıkıh usulü adına bir şey ifade
etmeyebilir. Hatta Buhari ve diğer muhaddislerin hadis kitaplarında koydukları
bab başlıklarını ve akide ile ameli meseleleri birbirinden ayrı görmeyen
selefin Usulu İtikadi Ehli’s-Sunne, el-İbane, Sarihu’s-Sunne, Zemmu’l-Kelam,
Savnu’l-Mantık gibi akide kitabı olmakla daha fazla meşhur olan kitaplarını
dahi bu konuda değerlendirmeyebilirler. Bunun neticesi olarak da muteahhirinden;
yemen müceddidleri San’ani ve Şevkani’nin, hicaz müceddidi Muhammed b.
Abdilvehhab’ın, muhaddislerin edibi Şankıti’nin, Mağrib diyarının müceddidi Takıyuddin
Hilali’nin, hind-pakistan bölgesi müceddidlerinden Sıddık Hasen’in, Mubarekfuri
ve Bediuddin Şah, Sindi’nin, yemen diyarının muhaddisi Şeyh Mukbil’in ve şam
diyarının muhaddisi el-Elbani’nin – Allah hepsine rahmet etsin - fıkıh usulüne dair
söz ve eserlerini, kabuk bağlamış zihniyetlerine muhalif gördüklerinden, “şaz
görüşler” olarak değerlendirebilir, İbn Useymin ve İbn Baz – rahimehumallah –
gibi, büyük hamleleri olmasına rağmen, içinde bulundukları olumsuz şartların
tam anlamıyla dışına çıkamamış alimleri de kendileriyle aynı çerçeve içinde
görebilirler.
5- Biz hadis ehli olarak,
kelamcı ve felsefecilerin çizdiği sınırlarda gezinen “şaz” tanımının üzerine
sifon çekeriz. Bizim, içine batıl karışmamış olan asrı saadet döneminden
bildiğimiz şazlık; çoğunluğa değil, delile muhalefettir. Batıl içinde debelenenlerin
şazlık tarifinde ölçüsü ise; delile muvafık olsun ya da muhalif olsun,
aldırmaksızın; cumhura muhalefettir. Tıpkı demokratik sistemlerde olduğu gibi!
Zira demokrasilerde de halkın çoğunluğunun görüşü esas alınır ve buna aykırı
olanlar muhalif – şaz kabul edilir. Böyle bir tanımı Kur’an, sünnet ve
sahabenin menheci reddeder.
Kitaptan delili: Allah Azze ve Celle: “Yeryüzündekilerin çoğuna
uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar” (En’am 116) Bu manada daha birçok ayet vardır, malum ve
meşhurdur.
Sünnetten delili: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekkeli
cumhura muhalefet etmekle ortaya koyduğu sünnet bizim için din olmuştur.
Sahabe menhecinden delili: Ebu Hureyre radıyallahu anh ve diğer
sahabelerin, başkalarının işitmediği ve bilmediği hadisleri rivayet etmeye
devam etmeleri, bu konuda boğazlarına kılıç dayansa bile bundan
vazgeçmeyeceklerini söylemeleri, İbn Abbas radıyallahu anhuma'nın Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma'nın uygulamasının aksine hadisle amel etmesi, İbn Mesud radıyallahu anh’ın: “Tek başına bile
olsan, Kur’an ve sünnete uyduğun sürece cemaat sensin, hak seninledir”
demesidir. Bunların tahricini adı geçen Altın Kaideler Şerhi çalışmamda
görebilirsiniz.
6- Minare çalmak bizim işimiz olmadığı için ona kılıf uydurmaya
çalışmakla da uğraşacak değiliz. Dolayısıyla “Bütün fıkıh usulü kitapları ya kelamcıların
yazdıkları kitaplardır ya da onlardan faydalanılarak derlenmiş kitaplardır”
sözü, biz hadis ehli selefileri işkale sokmaz. Bunun altında ezilecek olan olsa
olsa mezhepçilik pisliği içinde yüzen, batıl kıyası savunan ve “selefiyiz” diye halkı
aldatan sahtekarlardır. Çünkü bizim selefte gördüğümüz; akide ile fıkhı birbirinden
ayırmadıklarıdır. Onlar fıkhı ve ameli meseleleri akide ve imanın dışında
görmedikleri için fıkıh usulü diye ayrı bir branş oluşturmamışlardır. Bu yüzden
selefte ve hakiki selefilerde “Fıkıh usulü kitabı” adıyla bir kitap aramak,
zihinlere çöreklenmiş kötü alışkanlıkların eseridir. Allahın hakka hidayet
ettiği kimseler için bütün faydalı ilimler Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in hadislerindedir. Hadislerden bağımsız ne bir tefsir, ne akide, ne
fıkıh ve ne de edep ilimleri edinmek mümkündür. Geçmişte kelamcıların bir
çoğuna bu hakikati görmek nasip edilmiş ve onlar geçmişlerine kalem çekerek
hadise yönelmişlerdir. Ancak görünen o ki, hâlâ çöplüklerde gezenler sahiplerinin
üzerine kalem çektiği müsveddeleri tecrübe etmek istiyorlar!
7- Bahsi geçen iki konuşmacı aslen, cehaletin özür sayılıp
sayılmaması meselesinde bir zemin üzerinde buluşma çabasıyla fıkıh usulü konusu
üzerinde münazara yapmaktadırlar. Benim bid’at ehliyle münazaraya dahil olma
gibi bir niyetim yoktur. Zira Selefin menhecinde bu metod kınanmıştır. Lakin
hakkı arzu edenler için şu tavsiyeyi yapabilirim: Din, Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem hayatta iken tamamlandı ve bütün asırlarda ihtiyaç olan herşeyi
kapsayacak şekilde kamil olduğu bildirildi. Ne arıyorsak, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in hayatında olanlarda bulmaya çalışmak gerekir. Bunu
yaptığımız takdirde ortak zemin oluşur. Bunun dışındaki her zeminden bizler
uzağız.
Ebu Muaz el-Çubukabadî