Bismillah.
Beş vakit namaz kılınmadığı halde mescid edinilen, lakin aslında musalla/namazgah hükmünde olan yerlerde tahiyyetu'l-mescid namazı kılmanın meşru ya da farz olup olmadığı meselesi hakkındaki tartışmaların gündeme gelmesi, bu konu ve ilgili deliller üzerinde yeniden araştırma yapmayı gerektirdi. Bu meselede ulaştığım neticeleri aktarıyorum:
Halid b. İbrahim
es-Sak’abî şöyle demiştir:
Soru: Tahiyyetu’l-Mescid’in
Hükmü Nedir?
Cevap: Bu konuda
ihtilaf vardır. Tercih edilen; bunun sünnet olduğudur. Alimlerin çoğunluğunun
görüşü de budur. Hükmü farzlıktan sünnetliğe çeviren deliller çoktur. Bazıları şöyledir:
1- Ebu Katade radıyallahu
anh’den: “Biriniz mescide girdiği zaman iki rekat kılmadan oturmasın.” Dediler
ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Ebu Katade! Kalk iki rekat kıl”
dememiştir.
2- Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem her Cuma günü girer ve minbere otururdu. İki rekat kılmazdı. Şayet
tahiyyetul mescid namazı farz olsaydı hutbeye çıkmadan önce kılardı.
3- Ebu Vakıd el-Leysi radıyallahu
anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mescidde oturmakta ve
insanlarda yanında iken üç kişi geldi. İkisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e doğru yöneldi, biri geri dönüp gitti. İkisi Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in yanında durdular. Birisi halkada bir boşluk görüp oraya
oturdu, diğeri ise arkalarına oturdu. Üçüncüsü ise döndü ve gitti. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bitirince şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Size üç
kişinin durumunu haber vereyim. Birisi Allah Teâlâ’ya sığındı ve Allah onu
kendisine sığındırdı. İkincisi Allah’tan haya etti, Allah da ondan haya etti.
Ama diğeri yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.” (Buhârî ve Muslim rivayet
etmişlerdir.) Burada o ikisinin tahiyyetu’l-mescid namazı kıldıkları rivayet
edilmemiştir.
4- Abdestsiz olan
kimsenin mescide girmesinin caiz olduğu ve abdestsiz olarak namaz kılamayacağı
halde orada oturması halinde günah işlemiş olmayacağında icma akdolunmuştur.
Soru: “Kişi mescide
girip çıktığında her giriş ve çıkışında tahiyyetu’l-mescid namazı kılması meşru
mudur?
Cevap: Tercih edilen,
bu konuda ayrıntıya girmektir. Denilir ki: Çıktığında niyeti uzun bir ara
vermeden geri dönmek ise tahiyyetu’l-mescid namazı kılması meşru değildir. Ama
çıktığı esnada geri dönme niyetinde olmadığı halde geri dönerse, ayrılışı uzun
sürmese dahi tahiyyetu’l-mescid namazı kılması meşrudur. Aynı şekilde, şayet
geri dönmek niyetiyle çıksa, lakin süre uzasa tahiyyetu’l-mescid namazını
tekrar kılabilir. (Halid b. İbrahim
es-Sak’abî, Kavlu’r-Racih Mea Delil (2/91)
Mülahazalar:
1- Ebu Katade radıyallahu
anh hadisinde “Ey Ebu Katade kalk iki rekat kıl” denilmemiş olmasını burada
delil getirmenin veçhi yoktur. Zira “Mescide giren, iki rekat kılmadan
oturmasın” ifadesi kavlî bir yasaklama içermektedir.
2- Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in Cuma günü hutbeden önce iki rekat kıldığının nakledilmemiş
olması bu namazı kılmadığını mutlak surette göstermez. Bununla beraber, kavlî
olarak emir ve hatta iki rekat kılmadan oturmama yasağı söz konusu olmuştur.
Kavlî olan, fiilî olandan daha öncelikli bir delildir. Şayet Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in hutbeden önce iki rekat kılmadığı hadisin
lafzında sabit olursa, ancak o zaman bu rivayetlerin aralarını te’lif etme
yoluna gidilir ve bu emrin müstehaplığa hamli mümkün olur.
3- Ebu Vakıd el-Leysî radıyallahu
anh’ın rivayetine gelince, Şankıtî,
Kevseru’l-Meani adlı Sahihu’l-Buhari şerhinde (3/128) şöyle demiştir: “Hadiste
geçen iki kişinin tahiyyetu’l-mescid namazı kıldıkları zikredilmemiştir. Bunun
sebebi, tahiyyetu’l-mescid namazının meşru kılınmasından önce meydana gelmesi,
yahut bu ikisinin abdestsiz oldukları için oturmaları olabilir. Yahut da
kılmışlardır da, kıssa daha önemli olduğu için bu kısmı nakledilmemiş olabilir.
Kadı Iyaz, kendi mezhebine göre açıklayarak (Malikilere göre) kerahat vaktinde nafile
kılınmayacağı için ve onlara göre Tahiyetu’l-mescid nafile olduğu için, bu
olayın kerahet vaktinde gerçekleştiğini söylemiştir.”
Allah en iyi bilendir
ya, Şankıti’nin zikrettiği ihtimallerden ikincisi kuvvetli görünmektedir. Yani o
iki kişinin abdestsiz olmaları sebebiyle tahiyyetu’l-Mescid namazı kılmadıkları
ihtimali, es-Sak’abi’nin 4. Delil olarak zikrettiği; akdolunmuş icmaya
muvafıktır.
Kadı Ebu Bekr İbnu’l-Arabi,
Muvatta şerhinde bu hadisenin Tebük savaşı yolunda gerçekleştiğini, zikredilen
mescidin Medine’deki mescid değil, ordu için geçici olarak kurulan karargâh
mescidi olduğunu zikretmiştir. (el-Kabes 1/1142) Ancak rivayetin tariklerinde
bu ayrıntıyı bulamadım. Şayet bu husus sabit olursa, musalla ile mescid arasında bir farka daha
delil olur. Yani beş vakit cemaatle namaz kılınan yerlere mescid, beş vakit
namaz kılınmayan yerlere de musallâ (namazgah) tabirinin kullanılmaktadır. Bazen
ilim ehlinin tabirinde mescide musalla, musallaya da mescid denilmesi varid
olmuştur. Lakin mescid ile musalla bazı ayrıcalıklarla birbirinden ayrılır.
Mescide girip de
oturacak kimsenin tahiyyetu’l-mescid namazı kılması emredilmiştir. Lakin bu
emir musallâ hakkında varid olmamıştır. Hatta beş vakit namaz kılınmayan
musallâlarda tahiyyetu’l-mescid namazı kılmanın meşru olduğunu söylemek için
delil gerekir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabından
bayram ve cenaze namazlarına musallaya gittiklerinde, yahut beş vakit namaz
kılınmayan ve dolayısıyla musalla hükmünde olan güzergâh mescidlerine
uğradıklarında tahiyyetu’l-mescid namazı kıldıklarına veya bununla
emrolunduklarına dair bir delil – bildiğim kadarıyla - sabit olmamıştır.
İbadette asıl; meşru kılan bir delil sabit olmadığı sürece, men olunmaktır.
Yine Mescidu’n-Nebevi’nin ashabu’s-suffenin kalması için ayrılan avlusuna
girenler için tahiyyetu’l-mescid namazı emredilmemiştir.
Şeyh İbn Useymin rahimehullah’ın
bazı işyerlerinde bulunan mescidlerde tahiyyetu’l-mescid namazının hükmünün
sorulması üzerine, buraların beş vakit namaz kılınan yer olmadıkları takdirde
musalla hükmünde olacakları ve tahiyyetu’l-mescid namazı kılmak gerekmediği
şeklinde verdiği bir fetvayı okumuştum.
Bu meselede musalla
ile mescid arasındaki farka dair Husameddin Affane’nin bir fetvasını tercüme
ediyorum:
Mescid ile Musalla
Arasındaki Farklar
Soru: “Çalıştığım
müessesede genellikle öğle namazını, bazen de ikindi namazını kıldığımız bir
namazgah/musalla var. Görevliler arasında; bu musallaya girdiğimizde tahiyyetu’l-mescid
namazı kılmak hususunda bir tartışma çıktı. Görevlilerden biri: “Burası mescid
hükmünde olduğu için tahiyyetu’l-mescid namazı kılarız” dedi. Sizin bu
meseledeki görüşünüz nedir?
Cevap: Mescidde
aslolan, bütün yeryüzü mesciddir. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Yeryüzü
bana mescid kılındı” buyurmuştur. Buhârî rivayet etmiştir. İmam Zerkeşî dedi
ki: “Örfte mescid; beş vakit namaz için hazırlanmış özel mekandır. Ta ki, bayramlar
ve benzerleri için çıkılıp toplanan yerler olan musalla’dan ayrılsın ve onun
hükmü buna verilmesin.” (İ’lamu’s-Sacid bi Ahkami’l-Mesacid s.14)
Musalla’ya gelince,
açık alanda veya sahrada bayram, yağmur duası gibi namazlar için hazırlanmış
mekandır. Buna insanları bildikleri gibi; müesselerde, hastanelerde, şirketlerde
ve benzerlerinde namazı eda için ayrılmış odalar da katılır. (Bkz.: Mevsuatu’l-Fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye
37/195)
İmam Nevevi rahimehullah
şöyle demiştir: “Musalla; bayram ve başka namazlar için edinilen, mescid
dışındaki olan yerlerdir. Mezhebe göre burada cünüplü ve hayızlının kalması
haram değildir. Cumhur da kesin olarak bunu belirtmiştir. Darimi bu konunun iki
yönünü zikreder ve buna göre kafirin izinsiz olarak buraya girmesi men edilir.
Bunu bayram namazı babında zikreder. Bu konuda Sahihayn’daki Umm Atiyye radıyallahu
anha hadisini delil getirir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hayızlı kadınlara
bayrama katılmalarını ve musalladan ayrı durmalarını emretmiştir. Buna şöyle
cevap verilmiştir: Onların musalladan ayrı durmalarının emredilmesinin sebebi
(namaz kılacak olan) başka kadınlara yer açmaları ayırt edilmeleri içindir.”
(el-Mecmu 2/180)
Asıl olan, namazların mescitlere
eda edilmesi olsa da, iş yerinde musalla/namazgah edinmek caizdir. Buna İtban b. Malik radıyallahu anh hadisinde
delil vardır. O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve: “Ey Allah’ın
rasulü! Gözüm görmez oldu, ben kavmime namaz kıldırıyorum. Yağmur olduğu zaman benimle
onlar arasındaki vadiye akıyor ve mescide gidip onlara namaz kıldıramıyorum.
İsterim ki ey Allah’ın rasulü! Sen bana gelesin ve evimde namaz kılasın. Ben de
orayı musallâ/namazgah edineyim.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: “İnşaallah
bunu yapacağım” dedi. İtban radıyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ve Ebu Bekr radıyallahu anh sabahtan, gündüz yükselirken
geldiler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (girmek için) izin istedi ben
de O’na izin verdim. Eve girinceye kadar oturmadı. Sonra: “Evinin neresinde
namaz kılmamı istiyorsun?” buyurdu. Ben de evin bir kenarını işaret ettim. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem kalktı ve tekbir getirdi. Biz de kalkıp saf tuttuk.
İki rekat namaz kıldırdı, sonra selam verdi.” Buhârî ve Muslim rivayet
etmişlerdir.
Şerefli sünnette
mescid ile musalla arasında ayrım sabit olmuştur. Mescid; musalladan ayrı
olarak kendisine özel hükümleri bulunan bir yerdir. Tahiyyetu’l-mescid namazı
da bu özel hükümlerdendir. Nitekim Sahih’te Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan
gelen hadiste şu sabittir: “Bir adam Cuma günü mescide girdi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem hutbe veriyordu. Ona: “Namaz kıldın mı?” dedi. O da: “hayır”
dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İki rekat kıl” buyurdu. Buhârî
ve Muslim rivayet etmişlerdir.
Cabir radıyallahu anh’den
diğer rivayette şöyle sabit olmuştur: “Suleyk el-Gatafani Cuma günü geldi, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem hutbedeydi, (Suleyk) oturdu. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem: “Biriniz Cuma’ya geldiği zaman imam hutbede ise hafif iki
rekat kılsın, sonra otursun” buyurdu. Muslim rivayet etmiştir.
Ebu Katade radıyallahu
anh’den: “Mescide girdim, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların
arasında oturuyordu. Ben de oturdum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Oturmadan
önce iki rekat kılmana mani olan nedir?” buyurdu. Ben de: “Ey Allah’ın rasulü!
Seni oturuyor gördüm, insanlar da oturuyorlardı” dedim. Buyurdu ki: “Biriniz
mescide girdiği zaman iki rekat kılmadan oturmasın” Muslim rivayet etmiştir.
Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’in hedyinden bayram namazını musalla’da kıldığı ve musalla’ya
vardığında ezan ve kamet okunmaksızın namaz ile başladığı sahih olarak
gelmiştir. Orada zevaid tekbirleriyle birlikte iki rekat kılardı. Tahiyyetu’l-mescid
namazı kılmazdı. Nitekim Amr b. Şuayb’ın babasından, onun da dedesinden
rivayetinde hadis şöyle gelmiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bayram
namazında on iki tekbir alırdı. Birinci rektte yedi, ikinci rekatte beş tekbir
alır, öncesinde ve sonrasında başka namaz kılmazdı.” Ahmed ve İbn Mâce rivayet
etmişlerdir. Hafız el-Iraki: “İsnadı salih” dedi. Tirmizî, Buhari’nin bu hadise
sahih dediğini nakleder.
Ebu Said el-Hudri radıyallahu
anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve insanlar ramazan bayramı ve
kurban bayramında musallaya çıkarlar, ilk başladıkları şey namaz olur, sonra (namazdan)
ayrılıp saflarında duran insanlara yönelir, onlara vaaz ve emirlerde bulunurdu.”
Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.
Bu hadis, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in (musallada) tahiyyetu’l-mescid namazı
kılmadığını göstermektedir.
Aynı şekilde Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in yağmur duası namazını da musallada kıldığı gelmiştir.
Bunu Ahmed, Nesâî, İbn Mâce ve Sahih kaydıyla İbn Hibban, İbn Abbas radıyallahu
anhuma’dan rivayet etmişlerdir. Bu hadiste de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in musallada tahiyyetu’l-mescid namazı kılmadığına delil vardır.
Mescid ile musalla arasındaki ayrıma delalet
eden hususlardan birisi de, itikafın sahih olması için mescidin şart
koşulmasıdır. Allah Teâlâ: “Mescidlerde itikafta olduğunuz zaman onlarla (kadınlarınızla)
mübaşeret etmeyin” (Bakara 187) buyurmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
mescidden başkasında itikafa girmemiştir. Musalla’larda itikaf sahih değildir. Yine
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kurbanını musalla’da kestiği sahih olarak
gelmiştir. Bilindiği gibi bunu mescidde yapmak sahih değildir.
Abdullah b. Ömer radıyallahu
anhuma’dan gelen hadiste şöyle dediği sabit olmuştur: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem musallada kurban keserdi.” Buhârî rivayet etmiştir.
Yine Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in Maiz el-Eslemî radıyallahu anh’ın zina etmesi kıssasında
onun musalla’da recmedilmesini emretmiştir. Buhârî rivayet etmiştir. Bilindiği
gibi had cezaları mescidlerde uygulanmaz.
Mescid ile musalla
arasındaki farklardan birisi de mescidin genel olarak başka bir şeye
çevrilmesinin caiz olmamasıdır. Çünkü mescid Allah Teâlâ için vakıftır. Fakat
musallanın, yalnızca içinde namaz kılınması için vakfedilmiş olması dışında,
okul veya buna benzer başka bir şeye çevrilmesi caizdir.
Mescid ile musalla
arasındaki diğer bir fark; mescidde cemaat ile namazın yirmi yedi veya yirmi
beş derece üstün olmasıdır. İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cemaatle namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi
yedi derece üstündür” Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir. Buhârî’nin Ebu Said
el-Hudri radıyallahu anh’den diğer rivayetinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem: “Cemaatle namaz yalnız kılınan namazdan yirmi beş derece üstündür”
buyurmuştur.
Yine mescide özel
hükümlerden birisi, alış verişin ve yitik ilan etmenin mescidde caiz
olmamasıdır. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mescidde bir şey
satın alan veya satan görürseniz: “Allah ticaretine kazanç varmesin” deyin.
Yitik ilan edeni görürseniz: “Allah onu sana döndürmesin” deyin” buyurmuştur. Tirmizî
ve Dârimî rivayet etmişlerdir. Sahihtir.
Ebû Dâvûd senediyle
şöyle rivayet eder: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mescidde alım satım
yapmayı, yitik ilan edilmesini, şiir okunmasını ve Cuma günü namazdan önce
halka kurulmasını yasakladı.” Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir. Hadis
Tirmizî’nin dediği gibi hasendir. Allame el-Elbani de hasen demiştir.
Tahiyyetu’l-Mescid
namazının önemini de hatırlatmak gerekir. Tahiyye bir şeyi selamlamak veya
saygı göstermek demektir. Burada tahiyyetu’l-mescidde aslolan, mescidin rabbini
selamlamaktır. Zira burada maksat mescide değil, Allah Teâlâ’ya yakınlık
sağlamaktır. Tahiyyetu’l-mescid alimlerin çoğunluğuna göre müekked bir
sünnettir. Bazı alimler farz olduğunu söylemişlerdir. Birincisi tercihe
şayandır. Bunun farz olmadığına delalet eden hususlardan birisi Buhârî’nin
meclisin bittiği yere oturmak ve halkada boşluk görenin oraya oturması babında
rivayet ettiği hadistir. Senediyle Ebu Vakıd el-Leysî radıyallahu anh’den şöyle
rivayet etti: ““Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mescidde oturmakta ve
insanlarda yanında iken üç kişi geldi. İkisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e doğru yöneldi, biri geri dönüp gitti. İkisi Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in yanında durdular. Birisi halkada bir boşluk görüp oraya
oturdu, diğeri ise arkalarına oturdu. Üçüncüsü ise döndü ve gitti. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bitirince şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Size üç
kişinin durumunu haber vereyim. Birisi Allah Teâlâ’ya sığındı ve Allah onu
kendisine sığındırdı. İkincisi Allah’tan haya etti, Allah da ondan haya etti.
Ama diğeri yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.” Bu hadiste Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem halkaya veya arkasındaki yere tahiyye namazı kılmadan oturan
kimseye karşı çıkmamıştır. Özetle, tahiyyetu’l-mescid namazı yalnızca mescitlere
hastır. Musallalarda ise tahiyye namazı olmaz. Müslümanın mescide girdiği zaman
tahiyyetu’l-mescid kılmaya devam etmesi gerekir. Zira bu konuda hadisler
gelmiştir.”
Husammeddin Affane,
Fetava (6/15)
Sonuç:
Tahiyyetu’l-Mescid
namazı hakkındaki emri müstehaplığa sarf etmek için getirilen delil hakkında yukarıda
mülahazalar zikretmiştim. Özetlemek gerekirse;
* Bu konuda zikredilen
delil (Ebu Vakıd radıyallahu anh hadisi) ancak, abdesti olmayan kişinin mescide
girdiğinde oturmasının cevazına dair icma nakledene, destekleyici bir delil
olur. Lakin bu kuvvetli bir ihtimalden ibarettir.
* İkinci bir ihtimal
olarak bu hadisenin tahiyyetu’l-mescid kılmanın emredilmesinden önce vuku
bulması ihtimali zikredilir.
* Kadı İbnu’l-Arabi’nin
bahsettiği; “Tebük yolunda” lafzıyla gelen ve bunun yağmurdan dolayı kurulan karargâh
mescidi olduğunun zikredilmesine dair delil sabit olursa, bu da musalla ile
mescid arasındaki farka yorumlanır. Ancak İbnu’l-Arabi’nin zikrettiği lafız,
rivayetin tariklerinde bulunamamıştır. Nitekim el-Kabes muhakkiki Dr. Muhammed
Abdullah Veledu Kerim de Muvatta nüshalarında ve rivayetin tariklerinde bu lafızla
bulamadığını zikretmiştir.
* Sonuç olarak musallâ/namazgâhlarda ve musallâ hükmünde olan; vakit namazlarının cemaatle kılınmadığı, adına mescid denilse bile (İtban b. Malik radıyallahu anh) hadisinde geçtiği gibi, aslen musallâ hükmünde olan yerlerde tahiyyetu'l-mescid namazı kılmak meşru değildir. Zira musalla'da tahiyye namazı emredilmemiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Itban'ın musalla edinmek istediği evine girip tahiyye namazı kılmadan oturmuş, sonra kalkıp namaz kıldırmıştır.
* Mescide giren kimsenin abdesti yoksa mescide girmesinde ve oturmasında sakınca yoktur. Bu konuda icma zikredilmektedir.
* Mescidden çıkarken kısa süre sonra tekrar girmek niyetinde olan kimsenin, mescide geri döndüğünde tahiyyetu'l-mescid namazı kılması gerekmez. Allah en iyi bilendir.
Hamd ve minnet Allah'adır.
Ek Uyarılar!
Allah'ın anlayıştan mahrum ettiği bazı bid'atçiler, buradaki ifadelerden; "Bir mescidde beş vakit namaz düzenli olarak kılınmıyorsa orası musalladır" diye aptalca bir sonuç çıkarıyor ve Müslümanlar arasında fitne yayıyorlar. Üstelik bizatihi bu açıklamaların sahibi olarak böyle bir çıkarımın kel alaka olduğunu defalarca izah etmeme rağmen, arkamdan yaptıkları yaygaraları yüzüme karşı dillendirme cesareti olmayan süprüntü kişilikler bilmeyenler nezdinde pirim yapma peşindedirler.
1- Öncelikle bilinmesi gerekir ki ne Ebu Muaz'ın ne de başka bir alimin sözü kendi başına hüccet değildir, hüccet ancak Kur'an ve sahih sünnet naslarıdır. İlim ehlinin sözleri ancak sabit nasları anlamada rehberdir. Ebu Muaz'ın sözünü, Ebu Muaz'ın aleyhine - yüzüne karşı da değil, arkadan, indî mana yüklemeleri yaparak hüccet getirmek, bu fiilin sahiplerinin anlayıştan, Müslüman ahlâkından ve müstakim menhecden mahrum edilmiş oluşlarındandır.
2- Yukarıda sonuçlar arasında ifade edilen sözün manası; bayram namazı, yağmur duası namazı, cenaze namazı gibi belirli münasebetlerle namaz kılınan veya bazı işyerlerinde yalnız mesai saatlerinde namaz kılmak için tahsis edilmiş yerlerin musallâ hükmünde olduğu, beş vakit namazın eda edilmesi imkanıyla, mescid niyetiyle yapılmış yerlerin ise mescid hükmünde olduğudur. yukarıdaki yazının hiçbir yerinde de bir yerin mescid adını alabilmesi için; içinde düzenli olarak beş vakit namazın kılınmasının şart olduğu geçmemektedir. Beş vakit namaz kılınmayan güzergah mescidlerinin musalla hükmünde olabileceğine dair varsayım bana aittir ve ihtimalden ibarettir. Yine Şeyh İbn Useymin'den zikrettiğim görüş de kapalı olup, kendisinin mesele ile ilgili re'yidir. Bunlar hüccet niteliği taşıyan yargılar değildir.
3- Hüccet olan ise naslardır. Sahihte sabit hadiste "(Meşru olan) ameller ancak niyetlerledir" buyrulmuştur ve mescid yapmak da, musalla yapmak da meşru birer ameldir. Bir kimse ya da kimseler herhangi bir yeri musalla niyetiyle yapmışlarsa (yani vakit namazlarının düzenli kılınmasından ziyade, bazı zamanlar ortaya çıkan ihtiyaca binaen namaz kılınması için yapmışlarsa) burası musalladır. Her hangi bir yer de mescid niyetiyle yapılmışsa, isterse içince aylarca beş vakit namaz düzenli kılınmasın, orası mesciddir, orada tahiyyetu'l-mescid namazı kılınması meşrudur.
4- Yazının maksadı; bir yeri mescid mi, yoksa musalla mı niyetiyle yapıldığı bilinmeyen mekanlarda tahiyyetu'l-mescid namazı meşru mudur, yoksa değil midir, bunu tayin etmeye yöneliktir. Yoksa mescid olduğu, mescid niyetiyle yapıldığı bilinen bir yer için bu ayrıntıları araştırmak aşırıya kaçmak ve gereksiz zorlamalardır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem "Mutanattiun (yani ince eleyip sık dokuyan, aşırı gidenler) helak oldu" buyurmuştur.
Bilmek istemiyorum, iki rekat tahiyyetu'l-mescid namazı mı zor geliyor yoksa gerçekten hakkı mı arıyorlar? Maksat hakkı aramak olsa, cahillerin, dernekçilerin, bid'at ehlinin yanında değil, naslarda ararlardı. Maksat hakkı aramak olsa bunu ilim ehlinin yanında dile getirmekten çekinmemek, hastalıklı, uyuz bulaşığı fikir süprüntüleriyle, arkadan çekiştirme suretiyle, samimi insanların niyetlerini bozmak suretiyle ortaya koymamak gerekirdi.
Bir kimse delillerin ışığında yürüyorsa bunu her ortamda dile getirebilir, arkadan eveleyip geveleyerek, edebiyat parçalayarak saf insanların zihinlerini bulandırmaz, fakat delillerin lehine olduğu zannını verip; karanlıkta ancak şimşek çaktıkça ilerleyen, sonra karanlıkta dona kalan, delillerin aslında aleyhine olduğu gerçeğini; gök gürültüsü gibi işitince de parmaklarını kulaklarına tıkayan nifak ehli gibi hareket eden kimselere hüsnü zan edecek bir kapı kalmıyor!
Herkes bir yol ayrımıyla imtihan edilmektedir, ve herkes dilediği yolu seçmekte özgürdür, lakin seçtiği yolun dünyadaki ve ahiretteki sonuçlarına katlanmak zorundadır. Mesele basit değil, gayet ciddidir. Allah'tan af, afiyet ve selamet dileriz.