Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

6 Şubat 2015 Cuma

Tekfirci Haricilere Reddiye/Şeyh Nasıruddin el-Elbânî Rahimehullah

Tercüme: Ebu Muaz

Şeyh el-Elbani rahimehullah, es-Sahiha'da şöyle demiştir:
Ubade b. Es-Samit radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e zorlukta ve kolaylıkta, dinçlikte ve isteksiz hallerde, bize karşı aleyhimizde kayırmacılık yapılsa bile dinleyip itaat etmek, katımızda Allah’tan açık bir burhan olan bariz küfür görmedikçe, yetki konusunda yöneticilerle çekişmemek, nerede olursak olalım hakkı söylemek ve Allah için kınayıcının kınamasından korkmamak üzere biat ettik.”

Bu hadiste birçok faydalar ve fıkhî meseleler vardır. Özellikle Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de başta olmak üzere, âlimler şerhlerinde bu konuda konuşmuşlardır.

Bunlardan burada önemsediğim kısım şudur: Burada müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e karşı ayaklanan haricilere açık bir reddiye vardır. Zira onlar herhangi bir şüphe veya tereddüt söz konusu olmaksızın, Ali radıyallahu anh’de bariz küfür görmemişlerdi. Bununla beraber onunla ve onun yanında bulunan sahabelerle, tabiinle savaşmayı ve kanlarını dökmeyi helal saydılar. Ali radıyallahu anh de onlarla savaşıp köklerini kazımaya mecbur kaldı ve onlardan sadece bir azınlık kurtuldu. Sonra tarihte bilindiği gibi Ali radıyallahu anh’ı haince öldürdüler. Onlar İslam’da kötü bir çığır açtılar. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in birçok sakındırıcı hadislerine rağmen Müslümanların yöneticilerine karşı ayaklanmayı zamanlar boyu din edindiler. Bu hadislerden birisi: “Hariciler cehennemin köpekleridir” hadisidir. (Mişkatu’l-Mesabih, (3554) er-Ravdu’n-Nadir (906, 908)

Onlar yöneticilerde bariz küfür görmemelerine rağmen böyle olmuştur. Onlar ancak küfrün altında olan zulüm, fücur ve günahlar görmüşlerdir.

Bugün – tarih tekerrür eder sözünde olduğu gibi – Müslüman gençler arasında dinde çok az fıkıh sahibi olan, yöneticilerin Allah’ın indirdiklerinden çok azıyla hükmettiklerini gören, ilim, fıkıh ve hikmet ehli ile istişare etmeksizin yöneticilere karşı ayaklanmayı uygun gören kimseler türedi. Hatta önderleri Mısır’da, Suriye’de ve Cezayir’de kör fitnelere, kanlar dökmeye kışkırtıyor! Bundan öncede Mekke Harem’inde bir fitne olmuş, böylece hariciler dışında seleften ve haleften Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri bu sahih hadise muhalefet etmişlerdi.

Bu gençlerde galip gelen zan, onların Allah’ın veçhini dileyen samimi kimseler olmaları olduğundan, durum aldatıcı bir hale gelmiştir. Ben hatalarını itiraf ettirmek için onlara bir nasihatte ve hatırlatmada bulunmak istiyorum. Umulur ki doğru yolu bulurlar.

Diyorum ki: Bilindiği üzere Müslümanlar, İslam’ın rükünlerinde dahi güçlerinin yettiği hükümlerden sorumludurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Beyt’i haccetmek, yoluna güç yetirebilenler için Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran 97) Bu mesele ayrıntıya girmeye gerek kalmayacak kadar açıktır.

Burada detaylandırılması gereken yalnız iki hakikatin hatırlatılmasıdır:

Birincisi: Hangi türüyle olursa olsun Allah’ın düşmanlarıyla savaşmak, Allah’ın hükümlerine boyun eğip tabi olmak suretiyle nefis terbiyesini gerektirir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mücahid; Allah’a taat için nefsiyle cihad edendir.” (es-Sahiha 549)

İkincisi: Bu (savaş), Allah’ın düşmanlarını cezalandıracak olan maddî hazırlık ve savaş silahlarını da gerektirir. Zira Allah bunu müminlerin emirine emrederek şöyle buyurmuştur: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla hem Allah düşmanını, hem kendi düşmanınızı hem de bunlar dışında sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz” (Enfal 60) Güç yettiği halde bunun ihlal edilmesi ancak münafıkların özelliğidir. Bu yüzden alemlerin rabbi onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Şayet (savaşa) çıkmayı isteselerdi bunun için hazırlık yaparlardı.” (Tevbe 46)

Ben kesinlikle inanıyorum ki bu maddi hazırlık müminlerden bir topluluğun yöneticilerinin bilgisi olmadan yapabilecekleri bir şey değildir. Nitekim bu bilinen bir husustur. Buna göre, Allah’ın düşmanlarıyla savaşacak bir topluluğun vakti gelmemiştir. Durum Mekke dönemi gibidir. Bu yüzden Müslümanlar, ancak Medine döneminde cihad/kıtal ile emrolunmuşlardı. Bu husus, şu rabbanî nassın gereğidir: “Allah hiçbir nefse kapasitesinin üzerinde yüklemez.” (Bakara 286)

Bu yüzden ben cihad için hamasetli ve kulların rabbi için gerçekten samimi olan gençlere şunu öğütlüyorum: İçteki ıslaha yönelsinler, imkanları olmayan dıştakini önemsemeyi ertelesinler. Tasfiye ve Terbiye adını verdiğim bu çalışma, alıştırmalar yapmayı ve uzun bir zamanı gerektirir. Bunu yerine getirecek olanlar ancak alimlerden, seçkinlerden ve takva sahibi eğitimcilerden bir topluluktur. Özellikle yöneticilere karşı kışkırtan cemaatler arasında bu zamanda onlar ne kadar da azdırlar!

Bazıları bu tasfiye işleminin zorunlu olduğuna karşı çıkabilir. Nitekim bazı İslamî gruplar böyle davranıyorlar. Bazıları bunun devrinin kapandığını iddia edebilir ve siyasi çalışmalara veya cihada sapabilir, tasfiye ve terbiye işini önemsemekten yüz çevirebilirler. Hepsi de bu şekilde yanılırlar. Tasfiye görevini ihmal etmeleri sebebiyle nice meselelerde dine muhalefetler ettiler, taklide ve telfike (mezheplerin ruhsatlarını seçmeye) yöneldiler. Allah’ın haram kıldığı nice hükümleri helal saydılar! İşte bir örnek: Kendilerinden bariz küfür sadır olmasa da yöneticilere karşı ayaklanmak!

Son olarak diyorum ki: Bizler, mesela Ramazan orucunun farz olduğunu inkar eden, kurban bayramında kurban kesmeye karşı çıkan vb. kimseler gibi dinde bilinmesi zorunlu olan şeyleri inkar eden bazı yöneticilerin, kendilerine karşı ayaklanmayı hak ettiklerini inkar etmiyoruz. Hadisin ifade ettiği gibi böyle kimselerle savaşılması gerekir. Lakin daha önce belirtildiği gibi, bunun için güç yetirme şartı vardır.

Lakin mukaddes toprakları işgal eden, Müslümanların kanlarını döken Yahudilere karşı cihad etmek, burada açıklanmasına imkân olmayan birçok açıdan bu şekildeki yöneticilere karşı savaşmaktan daha önceliklidir. En önemlisi bu yöneticilerin ordusu veya en azından onların çoğunluğu, bu yöneticilerden razı olmayan Müslüman kardeşlerimizden oluşmaktadır. Bu hamasetli gençler Müslümanların yöneticileriyle savaşmak yerine neden Yahudilere karşı savaşmıyorlar?!

Zannederim bunun cevabı, az önce açıklandığı gibi: “Güç yetiremiyoruz” anlamında olacaktır. Buradaki cevap da aynı cevaptır. Vakıa bunu desteklemektedir. Onların imkan bulunmamasına rağmen yaptıkları ayaklanmalar, maalesef kanların dökülmesinden başka sonuç vermemiştir. Cezair’deki örnek önümüzde durmaya devam ediyor. İbret alıp düşünen var mı?

El-Elbani, es-Sahiha (7/2/1237-1243)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)