Tercüme: Ebu Muaz
Şeyh el-Elbani rahimehullah, es-Sahiha'da şöyle demiştir:
Ubade b. Es-Samit radıyallahu anh’den: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e zorlukta ve kolaylıkta, dinçlikte ve isteksiz
hallerde, bize karşı aleyhimizde kayırmacılık yapılsa bile dinleyip itaat
etmek, katımızda Allah’tan açık bir burhan olan bariz küfür görmedikçe, yetki
konusunda yöneticilerle çekişmemek, nerede olursak olalım hakkı söylemek ve
Allah için kınayıcının kınamasından korkmamak üzere biat ettik.”
Bu hadiste birçok faydalar ve fıkhî meseleler
vardır. Özellikle Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de başta olmak üzere, âlimler
şerhlerinde bu konuda konuşmuşlardır.
Bunlardan burada önemsediğim kısım şudur:
Burada müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e karşı ayaklanan
haricilere açık bir reddiye vardır. Zira onlar herhangi bir şüphe veya tereddüt
söz konusu olmaksızın, Ali radıyallahu anh’de bariz küfür görmemişlerdi.
Bununla beraber onunla ve onun yanında bulunan sahabelerle, tabiinle savaşmayı
ve kanlarını dökmeyi helal saydılar. Ali radıyallahu anh de onlarla savaşıp
köklerini kazımaya mecbur kaldı ve onlardan sadece bir azınlık kurtuldu. Sonra tarihte
bilindiği gibi Ali radıyallahu anh’ı haince öldürdüler. Onlar İslam’da kötü bir
çığır açtılar. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in birçok sakındırıcı
hadislerine rağmen Müslümanların yöneticilerine karşı ayaklanmayı zamanlar boyu
din edindiler. Bu hadislerden birisi: “Hariciler cehennemin köpekleridir” hadisidir.
(Mişkatu’l-Mesabih, (3554) er-Ravdu’n-Nadir (906, 908)
Onlar yöneticilerde bariz küfür
görmemelerine rağmen böyle olmuştur. Onlar ancak küfrün altında olan zulüm,
fücur ve günahlar görmüşlerdir.
Bugün – tarih tekerrür eder sözünde olduğu
gibi – Müslüman gençler arasında dinde çok az fıkıh sahibi olan, yöneticilerin
Allah’ın indirdiklerinden çok azıyla hükmettiklerini gören, ilim, fıkıh ve
hikmet ehli ile istişare etmeksizin yöneticilere karşı ayaklanmayı uygun gören
kimseler türedi. Hatta önderleri Mısır’da, Suriye’de ve Cezayir’de kör
fitnelere, kanlar dökmeye kışkırtıyor! Bundan öncede Mekke Harem’inde bir fitne
olmuş, böylece hariciler dışında seleften ve haleften Müslümanların üzerinde
ittifak ettikleri bu sahih hadise muhalefet etmişlerdi.
Bu gençlerde galip gelen zan, onların Allah’ın
veçhini dileyen samimi kimseler olmaları olduğundan, durum aldatıcı bir hale
gelmiştir. Ben hatalarını itiraf ettirmek için onlara bir nasihatte ve
hatırlatmada bulunmak istiyorum. Umulur ki doğru yolu bulurlar.
Diyorum ki: Bilindiği üzere Müslümanlar, İslam’ın
rükünlerinde dahi güçlerinin yettiği hükümlerden sorumludurlar. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Beyt’i haccetmek, yoluna güç yetirebilenler için Allah’ın
insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran 97) Bu mesele ayrıntıya
girmeye gerek kalmayacak kadar açıktır.
Burada detaylandırılması gereken yalnız iki
hakikatin hatırlatılmasıdır:
Birincisi: Hangi türüyle olursa olsun Allah’ın
düşmanlarıyla savaşmak, Allah’ın hükümlerine boyun eğip tabi olmak suretiyle
nefis terbiyesini gerektirir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: “Mücahid; Allah’a taat için nefsiyle cihad edendir.”
(es-Sahiha 549)
İkincisi: Bu (savaş), Allah’ın düşmanlarını
cezalandıracak olan maddî hazırlık ve savaş silahlarını da gerektirir. Zira Allah
bunu müminlerin emirine emrederek şöyle buyurmuştur: “Onlara karşı gücünüz
yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.
Bununla hem Allah düşmanını, hem kendi düşmanınızı hem de bunlar dışında sizin
bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz” (Enfal 60) Güç yettiği halde bunun ihlal
edilmesi ancak münafıkların özelliğidir. Bu yüzden alemlerin rabbi onlar
hakkında şöyle buyurmuştur: “Şayet (savaşa) çıkmayı isteselerdi bunun için
hazırlık yaparlardı.” (Tevbe 46)
Ben kesinlikle inanıyorum ki bu maddi
hazırlık müminlerden bir topluluğun yöneticilerinin bilgisi olmadan
yapabilecekleri bir şey değildir. Nitekim bu bilinen bir husustur. Buna göre,
Allah’ın düşmanlarıyla savaşacak bir topluluğun vakti gelmemiştir. Durum Mekke
dönemi gibidir. Bu yüzden Müslümanlar, ancak Medine döneminde cihad/kıtal ile
emrolunmuşlardı. Bu husus, şu rabbanî nassın gereğidir: “Allah hiçbir nefse
kapasitesinin üzerinde yüklemez.” (Bakara 286)
Bu yüzden ben cihad için hamasetli ve
kulların rabbi için gerçekten samimi olan gençlere şunu öğütlüyorum: İçteki
ıslaha yönelsinler, imkanları olmayan dıştakini önemsemeyi ertelesinler. Tasfiye
ve Terbiye adını verdiğim bu çalışma, alıştırmalar yapmayı ve uzun bir zamanı
gerektirir. Bunu yerine getirecek olanlar ancak alimlerden, seçkinlerden ve
takva sahibi eğitimcilerden bir topluluktur. Özellikle yöneticilere karşı
kışkırtan cemaatler arasında bu zamanda onlar ne kadar da azdırlar!
Bazıları bu tasfiye işleminin zorunlu
olduğuna karşı çıkabilir. Nitekim bazı İslamî gruplar böyle davranıyorlar.
Bazıları bunun devrinin kapandığını iddia edebilir ve siyasi çalışmalara veya
cihada sapabilir, tasfiye ve terbiye işini önemsemekten yüz çevirebilirler.
Hepsi de bu şekilde yanılırlar. Tasfiye görevini ihmal etmeleri sebebiyle nice
meselelerde dine muhalefetler ettiler, taklide ve telfike (mezheplerin
ruhsatlarını seçmeye) yöneldiler. Allah’ın haram kıldığı nice hükümleri helal
saydılar! İşte bir örnek: Kendilerinden bariz küfür sadır olmasa da yöneticilere
karşı ayaklanmak!
Son olarak diyorum ki: Bizler, mesela
Ramazan orucunun farz olduğunu inkar eden, kurban bayramında kurban kesmeye
karşı çıkan vb. kimseler gibi dinde bilinmesi zorunlu olan şeyleri inkar eden bazı
yöneticilerin, kendilerine karşı ayaklanmayı hak ettiklerini inkar etmiyoruz. Hadisin
ifade ettiği gibi böyle kimselerle savaşılması gerekir. Lakin daha önce
belirtildiği gibi, bunun için güç yetirme şartı vardır.
Lakin mukaddes toprakları işgal eden, Müslümanların
kanlarını döken Yahudilere karşı cihad etmek, burada açıklanmasına imkân
olmayan birçok açıdan bu şekildeki yöneticilere karşı savaşmaktan daha
önceliklidir. En önemlisi bu yöneticilerin ordusu veya en azından onların
çoğunluğu, bu yöneticilerden razı olmayan Müslüman kardeşlerimizden
oluşmaktadır. Bu hamasetli gençler Müslümanların yöneticileriyle savaşmak
yerine neden Yahudilere karşı savaşmıyorlar?!
Zannederim bunun cevabı, az önce
açıklandığı gibi: “Güç yetiremiyoruz” anlamında olacaktır. Buradaki cevap da
aynı cevaptır. Vakıa bunu desteklemektedir. Onların imkan bulunmamasına rağmen
yaptıkları ayaklanmalar, maalesef kanların dökülmesinden başka sonuç
vermemiştir. Cezair’deki örnek önümüzde durmaya devam ediyor. İbret alıp
düşünen var mı?
El-Elbani, es-Sahiha (7/2/1237-1243)