Kitap ve sünnete salih selefin menheci üzere davetimizin kendilerine
ulaşıp da yüz çevirenlere zillet ve küçüklük vardır. Zira bizler Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisinin varisleriyiz:
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyametin önünde, kılıçla
gönderildim ki hiçbir şey ortak koşulmadan yalnızca Allah’a ibadet edilsin.
Rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı. Emrime muhalefet edenlere zillet ve
küçüklük yazıldı. Kim kendini bir kavme benzetirse onlardandır.”[1]
Sahip olduğumuz Kur’ân ve hadis ilimlerimiz kılıcımız ve mızrağımızdır.
Davetimizden hoşlanmayanlar hevâlarına uymak istedikleri, selefî daveti
mıncıklamış bozuk menhecli, bid’at meşrepli kimselere meyletmekte, ihyâ
edilmeye çalışılan velâ ve berâ vacibinden nefret etmektedirler.
Selefî menhecin aleyhince gelişigüzel eleştiriler yapan hevâ ehlinden
hastalık kapan bazı kimseler şu korkuyu nefislere üflemektedirler: “Bir gün
senin de aleyhinde berâ uygulanırsa o zaman gününü görürsün!”
Evet, nefislerini hakka karşı kibirle büyüten kimseler burunlarından kıl
alınmasından asla razı olmuyorlar ve kendilerine bir şekilde berâ
uygulandığında, kibirli nefisler şahlanarak kendisine berâ uygulayanlara bir
nevi harbe giriyor, nefsini hatalı bulmuyor!
Hakka karşı kibir hastalığına yakalanmış olanlara şifa olması ümidiyle
bazı hususları hatırlatacağım.
Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, herbirimizin Allah’ın dini karşısında
boynumuzun kıldan ince olması gerekir. Her birimizin nefsi, Allah’ın vahyine
karşı zilletle boyun eğmek zorundadır. Bu boyun eğiş bize hakkı ulaştıran kimse
için değil, o hakkın sahibi içindir. Hakkı ulaştıran kimsede bulunan
eksiklikleri ön plana çıkararak kendi nefislerimizin savunucusu olmak, haine
arka çıkmaktır!
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki biz sana kitabı
hak ile indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde
hükmedesin. Hainlerin savunucusu olma!” (Nisa 105)
Vahyin
naslarının tehdidine hepimizin nefisleri muhataptır ve nefislerimizi vahye
boyun eğdirme konusunda hayat boyunca mücadelemiz devam etmektedir, edecektir.
Allah’ın rasulü
sallallahu aleyhi ve sellem dahi, kendisinin bilgisi dışında torunlarının ev
içinde oynamakta oldukları köpek yavruları sebebiyle, Cibril aleyhi's-selâm’ın
bir süre kendisine gelmekten uzak durmasına muhatap olmuş, dışarıda Cibril aleyhi's-selâm
ile karşılaştığında bunun sebebini sormuş, Cibril aleyhi's-selâm da meleklerin
içinde suret ve köpek bulunan eve girmediklerini beyan edince, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem derhal evden o köpek yavrularının çıkarılmasını
emretmiştir.
Amâ bir
sahabiye karşı tavrı sebebiyle Allah Azze ve Celle, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’i eleştiren ayetler indirmiş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu
ayetleri ümmetinden saklama yolunu tutmamış, bilakis vahye teslim olmuştur.
Enfal suresinde, Tevbe suresinde ve daha başka surelerde Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’i eleştiren ayetler nazil olmuş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem asla Allah Azze ve Celle’ye karşı kendisini “eleştirilemez” bir konumda
görmemiştir.
Allah rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem, hanımlarına bir ay hecir uygulamış, Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in eşleri bu tavırdan dolayı kibirlenmeye kalkmamış, bilakis
nefislerini rasulün fiili ve hakkın takdirine boyun eğdirmek için mücadele
etmişlerdir.
Aişe
radiyallahu anha’nın azatlısı Zekvan rahimehullah’tan: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem yanında bir esirle beraber Aişe radiyallahu anha’nın yanına
gitti. Aişe radiyallahu anha, yanındaki kadınlarla meşgul olduğu için onunla
ilgilenmeyince esir çıkıp gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelince
ona bunu haber verdiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Ona ne
oluyor! Allah elini koparsın!” Müslümanlar onu aramaya çıktılar ve esiri
getirdiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelince Aişe radiyallahu
anha ellerini yokluyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Onun neyi
var? Delirdi mi?” buyurdu. Aişe radiyallahu anha dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Elimi koparması için
Allah’a dua ettin. Ben de elim koptu mu diye bakıyorum.” Bunun üzerine
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini semaya kaldırdı ve şöyle dua
etti:
“Allah’ım! Ben ancak bir
beşerim. Diğer insanlar gibi üzülür ve öfkelenirim. Hangi mü’min erkek veya
mü’mine kadına beddua edersem, bu bedduayı onun için günahlarından temizlenme
vesilesi kıl.”[2]
Enes b. Malik radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Hafsa bt. Ömer radiyallahu anha’ya bir adamı teslim etti ve:
“Bunu muhafaza et” dedi. Hafsa radiyallahu anha gafil kaldı ve adam
gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem girdi ve dedi ki:
“Ey Hafsa! Adamı ne yaptın?” O da: “Ondan gafil kaldım ey Allah’ın
rasulü!” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini şöylece
kaldırıp:
“Allah ellerini koparsın” diyerek çıktı. Sonra Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem girdiğinde:
“Neyin var ey Hafsa!” dedi. O da dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Önce
bana şöyle ve şöyle dedin.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Ellerin hakkında rahat ol. Ben Allah Azze ve Celle’den; ümmetimden
herhangi bir kimse için Allah’a beddua edersem, onu kendisine bir bağışlama
kılmasını istedim.”[3]
Ağır bir
bedduaya muhatap olmasına rağmen Hafsa radiyallahu anha’nın bu teslimiyeti
ibret ve örnek alınması gereken bir husustur. Sahabe, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in öfkelendiği anlarda hakaretine maruz kaldıklarında haşa "Rasulullah'ın psikolojisi bozuk" gibi abuk subuk iftiralar atmıyor, nefislerindeki kusuru itiraf ediyorlardı!
Bu konuyla
ilgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı dönemiyle ilgili
sayılamayacak kadar çok örnekler vardır. Lakin burada Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in vefatından sonra meydana gelmiş bir örnek zikredelim ki,
hak cemaat unsurunun sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı
dönemiyle sınırlı olmadığı iyi anlaşılsın:
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Ömer radiyallahu anh bana şöyle
dedi: “Ey Allah’ın ve İslam’ın düşmanı! Allah’ın malına hıyanet ettin!” Ben ona
dedim ki:
“Allah’ın da, İslam’ın da düşmanı değilim. Aksine ikisine düşman olana
düşmanım. Allah’ın malına hıyanet etmiş değilim. Bunlar da develerimin bedeli
ile payıma düşen mallardır.” Ömer radiyallahu anh aynı sözleri bana bir daha
söyleyince ben de aynı cevabı verdim. Bunun üzerine on iki bin (dirhem) ödememe
hükmetti. Sabah namazına kalktığımda: “Allah’ım! Mü’minlerin emirini bağışla”
diye dua ettim. Daha sonraları Ömer radiyallahu anh bana görev vermek istedi,
ancak görevi kabul etmedim. Ömer radiyallahu anh bana:
“Neden? Oysa senden daha hayırlı biri olmasına rağmen Yusuf
aleyhi's-selâm görev istemişti” dedi. Ben de dedim ki:
“Yusuf aleyhi's-selâm nebi oğlu nebî oğlu nebî oğlu nebî idi. Ben ise
Umeyme’nin oğluyum ve üç ile iki şeyden korkarım.” Ömer radiyallahu anh:
“Neden beş demiyorsun?” dedi. Ben: “Hayır” dedim. Bana:
“Bunlar nelerdir?” diye sorunca dedim ki: “Bilmediğim bir konuda
konuşmaktan, bilgim olmadan fetva vermekten, ceza olarak sırtıma vurulmasından,
onuruma dil uzatılmasından ve zorla malımın alınmasından korkuyorum.”[4]
Bu kıssada görüldüğü üzere Ömer radiyallahu anh, hatalı bir bilgiden
dolayı Ebu Hureyre radiyallahu anh aleyhinde şiddetli sözler sarf etmiş, lakin
Ebu Hureyre radiyallahu anh, haksız gördüğü bu itham ve hakaret sebebiyle
cemaati terk etmemiş, Ömer radiyallahu anh’ın saygın konumunu ve itibarını
zedeliyici hiçbir işe girişmemiş, bilakis nefsini zelil etmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh, nefsini haklı çıkarmak için Ömer radıyallahu anh hakkında "zan ile" veya "yanlı davrandığı" gibi bir suçlama da yapmamıştır.
Yine Ömer radıyallahu anh, Halid b. el-Velid radıyallahu anh'ı görevden azlettiğinde bunu teslimiyetle karşılamış, cihadına asker olarak devam etmiştir. Zamanımızdaki hevâ ehlinin nefislerini yücelterek, cemaatten ayrılmaları ve fitneler yaymaları gibi davranmamış, "Şahsî bir garazından dolayı böyle yaptı" gibi iftiralar atmamıştır.
Sabig, Ömer radıyallahu anh tarafından sürgün edilip, kimsenin onunla konuşmaması emredildiğinde, Ömer radıyallahu anh hakkında "aşırılık yapıyor, benim sorularım neden zararlı olsun?" gibi itirazlarda bulunmamıştır. Zamanımızın hevâ ehli ise çok büyük çamlar devirip, koca koca fitneler çıkardıkları halde kendilerinin masum olduklarını, kendilerinin zararlarını def eden ilim ehlinin ise zalim olduklarını, taraflı davrandıklarını vs. savunuyorlar!
Yine Ömer radıyallahu anh, Halid b. el-Velid radıyallahu anh'ı görevden azlettiğinde bunu teslimiyetle karşılamış, cihadına asker olarak devam etmiştir. Zamanımızdaki hevâ ehlinin nefislerini yücelterek, cemaatten ayrılmaları ve fitneler yaymaları gibi davranmamış, "Şahsî bir garazından dolayı böyle yaptı" gibi iftiralar atmamıştır.
Sabig, Ömer radıyallahu anh tarafından sürgün edilip, kimsenin onunla konuşmaması emredildiğinde, Ömer radıyallahu anh hakkında "aşırılık yapıyor, benim sorularım neden zararlı olsun?" gibi itirazlarda bulunmamıştır. Zamanımızın hevâ ehli ise çok büyük çamlar devirip, koca koca fitneler çıkardıkları halde kendilerinin masum olduklarını, kendilerinin zararlarını def eden ilim ehlinin ise zalim olduklarını, taraflı davrandıklarını vs. savunuyorlar!
Şunu unutmayalım ki, hiçbirimizin nefsi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in ve ashabının nefsinden daha aziz değildir!
İlim talebi yıllarında ve ilmin tebliği zamanlarında haklı ya da haksız
çeşitli ithamlara, şiddetli eleştirilere maruz kalmak, bizleri pes ettirirse
sabır emrini yerine getirmemiş oluruz:
“Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere
sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lukman 17)
Cemaatten ayrılmama ve Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılma emri,
nefislere en zor gelen emirlerdendir. Hain nefislerin destekçisi, en büyük
düşmanımız İblis ve taifesi ise cemaat bağlarının zayıfladığı anlarda öldürücü
darbesini yapar ve şöyle der:
“Tek başına dahi olsan kitap ve sünnet üzere olduğun zaman sen cemaatsin.”
Bu, kendisiyle bâtılın kastedildiği hak bir sözdür! Buradaki yanlış istidlal,
kişinin kendisinin hak üzere olduğuna hükmetmesidir! Kişi tek başına kitap ve
sünnete sarılmakla hak üzere olmaz!
Bilakis, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde
bulunduğu yolda olan, nerede olursa olsun, tek başına dahi olsa hak üzeredir.
Lakin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde olduğu
yolda, kitap ve sünnet menheci üzere hareket eden ilim ehlinin bulunduğu
ortamda, ilim ehlinden ve cemaatten ayrılmak yoktur!
Kitap ve sünnet ile hidayet bulmak ancak ve ancak, selefin menhecine tabi
olan alimlerle birlikte olmakla mümkündür. Böyle alimler bulunduğu zaman cemaat
onlardır, onlardan ayrılan cemaatten ayrılmış olur. İlim ancak ilim ehliyle
birlikte kâimdir. Allah ilmi, alimlerin canlarını almakla kaldırır!
Ziyad b. Lebid el-Ensârî radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bir şey anlattı, sonra şöyle buyurdu:
“Bunlar ilmin gittiği anlarda olacaktır.” Dediler ki: “Ey Allah’ın
rasulü! İlim nasıl gider? Biz Kur’ân’ı okuduk, çocuklarımıza okuttuk, onlar da
çocuklarına okuturlar” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Annen seni düşüreydi ey İbn Ummi Lebid! Şu Yahudiler ve Hristiyanlar
Tevratı ve İncil’i okudukları halde ondan bir şeyle faydalanabiliyorlar mı?”[5]
Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu
anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Muhakkak ki
Allah ilmi, insanlara verdikten sonra çekip almak suretiyle kaldırmaz. Lakin
aralarından âlimlerin canlarını ilimleriyle beraber almak suretiyle kaldırır.
Geriye cahil insanlar kalır ve fetva sorarlar. Onlar da kendi görüşleriyle
fetva verirler. Böylece hem kendileri sapar, hem de insanları saptırırlar.”[6]
Salim b. Ebi’l-Ca’d
rahimehullah’tan: “Ebu’d-Derdâ radiyallahu anh dedi ki:
“Kaldırılmasından
önce ilmi öğrenin. Zira ilmin kaldırılması, âlimlerin vefat etmeleridir.
Öğreten ve öğrenen ecirde eşittirler.”[7]
Kitap ve sünnet menheci üzere olan, rasulün varisi hadis ehli bir alim
bulunmadığı zaman, işte o zaman cemaat yok, fırkalar vardır. o zaman tek başına
kalıp kitap ve sünneti selefin menheci üzere anlayıp uygulamaya çalışman, heva
ve re’ylerle hareket eden fırkalardan uzaklaşman gerekir.
Selefin menhecinde olan ilim ehli etrafında Tevhid, Hadis ve Sünnet ehli bir cemaat mevcutken,
cemaati terk eden ancak şeytanın igvâlarıyla kendisini hak üzerinde zanneder,
lakin o hiçbir şey üzerinde değildir. Zira hadiste bildirildiği gibi, şeytan,
bir kişiye, iki kişiden daha yakındır. Cemaatten uzak duran kişi ya ebedî
olarak ateşe düşer, ya ateşten nasibini alır yahut cennete girse dahi iyi bir
mevkide olamaz.
İbn Ömer radıyallahu anhuma'dan; Ömer
radıyallahu anh Cabiye'de hitap ederken şöyle dedi; "Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem aramızda şöyle hutbe verdi;
"Sizden her kim cennetin ortasını istiyorsa cemaate sarılsın.
Şüphesiz şeytan tek kişi ile beraberdir ve o, iki kişiden daha uzaktır."[8]
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah'ın
eli cemaat ile beraberdir. Şeytan ise Cemaat'e muhalefet edenlerle birliktedir.”[9]
Ebu Şureyk radıyallahu anh'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'i
şöyle buyururken işittim;
"Allah'ın eli Cemaat üzeredir. Birisi ondan ayrılırsa, tıpkı
kurdun sürüden ayrılan koyunu kapması gibi şeytan o kimseyi kapar."[10]
Muhammed ed-Dabbî'den; "Bizimle beraber İbrahim (en-Nehaî)nin
sohbetine katılan biri vardı. İbrahim'e onun mürcie mezhebine girdiği haberi
geldi. İbrahim bunun üzerine dedi ki;
"Bizim yanımızdan ayrılırsan bir daha dönemezsin."[11]
Muhammed b. Davud el-Harranî dedi ki; "Süfyan b. Uyeyne'ye;
"Şu – yani İbrahim b. Ebi Yahya – kader hakkında konuşuyor"
dedim. Bunun üzerine Süfyan dedi ki;
"İnsanlara onun durumunu bildirin ve Rabbinizden afiyet
isteyin."[12]
[1]
Sahih. Ahmed (2/50, 92) Ebu Davud (4031) İbn Ebi
Şeybe (4/212) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (216) Tahavi Muşkilu’l-Asar (231) Abd
b. Humeyd (848). El-Elbani, el-İrva (1269) Ebu Davud ve Ahmed b. Hanbel’in
isnadlarında hakkında ihtilaf edilen Abdurrahman b. Sabit b. Sevban
bulunmasından dolayı Şuayb el-Arnaut zayıf demiştir. Lakin Ahmed b. Hazlem’in,
Hadisu’l-Evzai cüzünde (s.31 no:30) ve Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar adlı eserinde
(1/238) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde İbn Sabit yerinde el-Evzai
vardır. Bu mutabi ile hadis sahihtir.
Ayrıca hadisin şahitleri de vardır. Bu hadisi muhaddislerin geneli hasen ve
sahih olarak değerlendirmişlerdir. Bkz.: Darekutni el-İlel (9/272) Iraki
el-Muğni (1/217) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271) Busayri
İthafu’s-Sadetil-Mahera (4/484) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/509) Suyuti
Camiu’s-Sagir (8593) Elbani (Sahihu Ebi Davud, Gayetu’l-Meram, Cilbabu’l-Mer’e)
[2]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
İshak b. Rahuye (1125) Ahmed (6/52) Vakıdî el-Megazi (s.220) Beyhakî (9/89)
Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1560)
[3]
Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed
(3/141) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (5/19) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (56)
[4]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Hâkim (2/378)
[5]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Ebu Hayseme Zuheyr b. Harb Kitabu’l-İlm (52) Hâkim (1/180, 3/681) Ahmed (4/160,
218, 219) Tayalisi (1292) İbn Ebî Şeybe (6/145) İbn Mâce (4048) Taberânî
(5/265) İbn Ebi Hayseme Tarih (815) Ebu Ahmed Hâkim el-Esâmi ve’l-Kunâ (5/303)
Begavi Mu’cem (885) İbn Ebi Asım el-Âhâd ve’l-Mesânî (1999) Tahavi Şerhu
Muşkili’l-Asar (305)
[6]
Sahih. Buhârî (100) lafız ona aittir; Muslim (2673).
[7]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
el-Cevherî Musnedu’l-Muvatta (18) Dârimî (327) İbn Abdilberr Camiu Beyani’l-İlm
(1036)
[8]
Sahih. Tirmizi (2091) Ahmed (1/18,
26) Ebu Ya'la (1/131-133) Lalkai (1/106) Humeydi (1/19-20) Tayalisi (s.7) İbn
Mace (363) Abd b. Humeyd (23) Şafii er-Risale (1315) Şafii Müsned (1836) Buhari
Tarihu'l-Kebir (1/102) Tarihu's-Sagir (1/97) Acurri Şeriat (s.7-8) Hatib
(2/187, 4/319, 6/57) Taberani Evsat (3/441) Ma'mer Cami (11/341) Deylemi (222)
İbn Ebi Hatem İlel (2/355, 371) Hâkim (1/376) İbn Hibban (19/156) Ziya
el-Muhtare (96) Elbani es-Sahiha (430)
[9]
Sahih. Nesai (3954) Taberani (17/145)
Hatib; el-Fakih ve'l-Mutefekkih (1/162) Beyhaki Şuab (7253) İbn Hibban (19/158)
İbnu'l-Cevzi; Telbisu İblis (s.6) el-Elbani; sahih demiştir.
İmam Tirmizi (4/467) bu hadislerde geçen "cemaat" kelimesini;
fıkıh, ilim ve hadis ehlinin cemaati şeklinde açıklamıştır. İbn Kayyım da
İgasetu'l-Lehfan'da (1/69) şöyle der:
"Cemaate
sarılmayı emreden hadiste kastedilen hakka sarılmak ve ona temessük edenler az,
muhalifleri çok olsa bile ona tabi olmaya devam etmektir. Zira hak; ilk cemaat
olan Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)'in zamanında üzerinde bulunulan
şeydir. Bidat ehlinin ve sonrakilerin çok oluşuna bakılmaz."
[10]
Şahitleriyle sahihtir. Taberani (1/206) İbn Ebi Asım es-Sunne (1/40)
Lalkai (1/99) İbn Kani Mu'cem (1/3) İbnu'l-Cevzi Telbisu İblis (s.6) Ebu Nuaym
Marifetus Sahabe (2/375) Mekasıdul Hasene (s.96) Mecma (5/218) isnadında
Abdula'la b. Ebi’l-Musavir vardır. O zayıf bir ravidir. Lakin hadis şahidleriyle
sahihtir.
[11]
Hilye (4/223) İbn Vaddah el-Bid'a (s.52) İbnul Cevzi Telbis (s.12)
[12]
İbnul Cevzi Telbis (s.12) Zehebi Siyeru A'lam (8/452)