Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

8 Kasım 2013 Cuma

Camiu’s-Sagir Kitabının Tercümesi Hakkında Uyarılar


Ocak Yayınları, İmam Suyuti rahimehullah’ın faydalı eserlerinden biri olan Camiu’s-Sagir kitabının, fıkhî bablara göre düzenlenmiş bir neşrinin tercümesini yayınladı. Kitaba göz attığımda dipnotlarda isnadlarla ilgili olarak kısa alıntılarla Munavi’nin açıklamalarının, Suyuti’nin hükümlerin ve bunlarla beraber Şeyh el-Elbanî rahimehullah’ın da Sahihu’l-Camii’s-Sagir ve Daifu’l-Camii’s-Sagir’de geçen hükümlerinin de verildiğini görünce sevindim. Lakin birkaç hadisle ilgili tahkiklere göz gezdirdiğimde zayıf - hatta uydurma - olduğunu bildiğim bazı hadislere Şeyh Elbani’nin sahih veya hasen dediğinin nakledildiğini gördüm. Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın kitaplarına müracaat ettiğimde ise bunun sehven Elbani’ye nispet edildiğini fark ettim. Daha sonra birkaç hadisi daha karşılaştırdım ve daha başka hatalar da gördüm. Muhtemelen bu hataların çoğu kitabın Arapça neşrini yapanlara ait hatalardır. Bu kitabı edinen kardeşlerin dikkatli olmaları için bu türden birkaç örnek zikredeceğim. Umulur ki bu hayırlı hizmeti yapan Ocak yayınevi sorumluları da, Şeyh el-Elbani’nin kitabına müracaat suretiyle gerekli düzeltmeleri yaparlar.

Birinci Örnek:

1. ciltte 318 nolu rivayet, Ocak yayınlarının tercümesinde şu şekilde zikredilmiştir: “İki çeşit sünnet vardır. Biri farz olan sünnet, biri de farz olmayan sünnettir. Farz olan sünnetler, aslı Yüce Allah’ın kitabında olup, onlarla amel etmek hidayet, terk etmek ise dalalettir. Aslı Allah’ın kitabında olmayan sünnetlerle amel etmek ise fazilettir. Terk edilmesinde ise bir günah yoktur.

Bu hadisin dipnotunda şöyle geçmiştir: “Taberani, M. Evsat (4/215) Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet etti. Heysemî (1/172) der ki: “Taberani, M.Evsat’ta rivayet etti. Ancak bunu Ebu Seleme’den İsa b. Vakid’dan başka kimse rivayet etmemiştir. Abdullah b. er-Rumi rivayette tek kalmıştır.” (- Suyuti’nin hükmü –Sahih) Elbani, Sahihu’l-Cami’de (3356) sahih hükmü vermiştir.”

Derim ki: Bilakis el-Elbani rahimehullah buna uydurma hükmü vermiştir. Rivayet sahihu’l-Cami’de değil, Daifu’l-Cami’de (3356)dir. Ayrıca Silsiletu’l-Ahadisi’d-Daife’de (3736) ayrıntılı olarak uydurma olduğunu açıklamıştır.

İkinci Örnek:

1. ciltte 1450 nolu rivayet, Ocak yayınlarının tercümesinde şu şekilde zikredilmiştir: “Kişi namazda iken ona selam vermek istemem. Ancak o bana selam verirse selamını alırım.”

Bu hadisin dipnotunda şöyle geçmiştir: “Tahavi (1/457) Cabir radıyallahu anh’den rivayet etti. (-Suyuti’nin hükmü – hasen) Elbani Sahihu’l-Cami’de (5514) sahih hükmü vermiştir.

Derim ki: el-Elbani rahimehullah’ın bu hadis hakkında sahih dediği doğrudur. Ancak es-Sahiha’da (2212) bu sözün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ait değil, Cabir radıyallahu anh’ın sözü olarak (mevkufen) sahih olduğunu, Suyuti’nin ise mevkuf bir haberi, merfu imiş gibi naklederek hata ettiğini beyan etmiştir. Nitekim Tahavi’nin Şerhu Meani’l-Asar’ında da haber Cabir radıyallahu anh’den mevkuf olarak geçmektedir.

Üçüncü Örnek:

1. ciltte 1276 nolu rivayet, Ocak yayınlarının tercümesinde şu şekilde zikredilmiştir: “Yüce Allah gökyüzünden, yeryüzü ahalisine bir afet indirdiği zaman, bu afet mescidleri inşa edenlerin üzerinden def edilir.

Bu hadisin dipnotunda şöyle geçer: “İbn Asakir (17/11) Enes radıyallahu anh’den rivayet etti. (-Suyutinin hükmü – hasen) Elbani, Sahihu’l-Cami’de (1545) sahih hükmü vermiştir.”

Derim ki: Bilakis Şeyh el-Elbani bu hadisin zayıf olduğuna hüküm vermiştir. Hadis, Sahihu’l-Cami’de değil, Daifu’l-Cami’dedir. (no: 593 ve 1545) Şeyh el-Elbani, Silsiletu’d-Daife’de ise (1851 ve 7080) hadisin münker olduğunu ayrıntılarıyla açıklamıştır. Nitekim Buhari ve Muslim’in İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet ettikleri sahih hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bir kavme azap indirdiğinde, hepsine birden isabet eder, sonra amellerine göre diriltilirler” buyurmuştur.

Dördüncü Örnek:

1. ciltte 1289 nolu rivayet Ocak yayınlarının tercümesine şu şekilde geçmektedir: “Mescit her mümin kişinin evidir.

Dipnotunda şöyle geçer: “Ebu Nuaym Hilye’de (6/176 “garib”), Selman radıyallahu anh’den rivayet etti. (- Suyutinin hükmü- zayıf) Elbani Sahihu’l-Cami’de (6702) sahih hükmü vermiştir.

Derim ki: Şeyh el-Elbani, Sahihu’l-Cami’de (6702) sahih değil, “hasen” hükmü vermiştir.

Beşinci Örnek:

1. ciltte 1370 nolu rivayet Ocak yayınlarının tercümesinde şu şekilde geçmektedir: “Secdeye vardığın zaman, (dizlerini yere çökerttikten sonra) ellerini yere koy ve dirseklerini de (yerden) kaldır.

Derim ki: Şeyh el-Elbani Sahihu’l-Cami’de (598) sahih demiştir. Lakin bu hadiste tercüme hatası yapılarak mana tam tersine çevrilmiştir. Yukarıdaki tercümede parantez içinde geçen (dizlerini yere çökerttikten sonra) şeklindeki eklemeyi mütercim kendisinden katmıştır. Hadisin arapça metni şöyledir:

إذا سجدت فضع كفيك وارفع مرفقيك

Tercümesi ise şöyle olmalıydı: “Secde ettiğinde ellerini (yere) koy ve dirseklerini kaldır.”

Altıncı Örnek:

6. ciltte 9615 nolu rivayet Ocak yayınlarının tercümesinde şu şekilde geçmektedir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gece vakti vitir namazı kılarken ikinci secdeden sonra iyice oturmadan diğer rekata kalkmazdı.”

Derim ki: Hadis sahihtir. Lakin bu hadiste tercüme hatası vardır. Mütercim, hadiste geçen vitr kelimesini ıstılahi manada almış ve hata etmiştir. Burada vitr kelimesiyle lugavî mana kastedilmiştir. Zira “vitrin min salatihi” ifadesi, namazından tek rekatler demektir. Hadisin bu şekilde tercüme edilmesinin gerektiğini, hadisin geçtiği kaynaklardaki bab başlıklarından anlayabilirsiniz. Bkz.: Tirmizi (287) Ebu Davud (844) Nesai (1152) Burada diğer bir hata daha vardır ki, bu hata, bu hadisi yalnız Ebu Davud ve Tirmizi’ye nispet ederek zikreden İmam Suyuti’ye aittir. Halbuki hadisi İmam Buhari de sahihinde (823) rivayet etmiştir.

Hadisin arapça metni şu şekildedir:

كان إذا كان في وتر من صلاته لم ينهض حتى يستوي قاعدا

Tercümesi şu şekilde olmalıydı: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazının tek rekatlerinde, doğrularak oturmadan ayağa (ikinci rekate) kalkmazdı.”

Kitabın 1. Ve 6. Ciltlerinde kısa bir göz atma neticesinde fark ettiğim hatalar bunlar. Allah en iyi bilendir. Velhamdulillahi rabbi’l-alemîn.
Ebû Muâz el-Çubukâbâdî

6 Kasım 2013 Çarşamba

Mescidleri İmar Edenler Doğru Yolda Olanlardır



إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلَّا اللَّهَ فَعَسَى أُولَئِكَ أَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ
"Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve sadece Allah'tan korkan kimseler imar ederler, işte onlar hidayete erenlerden olabilirler.” (Tevbe 18)
Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إنَّ اللهَ تعالى يُنادي يومَ القيامةِ أينَ جِيراني؟ أينَ جِيراني؟ فتقولُ الملائكةُ: ربَّنا ومَن يَنبغي له أَن يُجاورَكَ؟ فيقولُ: أينَ عُمارِ المساجدِ
Muhakkak ki Allah Teâlâ kıyamet gününde: “Komşularım nerede? Komşularım nerede?” diye seslenir. Melekler: “Ey rabbimiz? Senin komşun olmaya layık olanlar kimlerdir?” derler. O da: “Mescidleri imar edenler nerede?” buyurur.”[1]



[1] Sahih. Ebu Bekr eş-Şafii, Gaylaniyyat (1095) Min Hadisi İbn Zeyyat (el yazma s.8) Haris b. Ebi Usame Musned (Bugyetu’l-Bahis 126) el-Elbani, es-Sahiha (2728)

 

3 Kasım 2013 Pazar

Hükümet din düşmanlığını terk etmelidir!

Vatandaşlara karşı "başörtüsüne serbestlik getirdik", "inanç değerlerine özgürlük getirdik" aldatmacalarıyla göz boyayan din düşmanı olmayan (!) hükümet, İslam dini dışındaki bütün batıl inançlara özgürlük getirmiştir, doğrudur. 
Nitekim R.T.E.'a; "Peki ya çarşaf giymeye kalkarlarsa ne olacak?" diye sorulduğunda: "Biz aşırılıklara karşıyız" demiştir.
Dinini ve vakıâyı iyi bilmeyen basiretsiz birilerinin "Bunlar en azından din düşmanı değil" diyerek Chp zihniyetine yeğlediği, fakat aslında din düşmanlığının daniskasını yapan bu hükümetin getirdiği ve "başörtüsüne özgürlük" olduğu iddia edilen yeni tasarı, Allah'ın emrettiği tesettüre değil, şeytanın insanları yoldan saptırmak için icat ettiği ve Kur'ân'da "teberrüc: açılıp saçılma" olarak, hadislerde "giyinmiş çıplaklık" olarak nitelenen bir giyinme şekline özgürlük getirmektedir. Dolayısıyla bu tasarı, tesettüre özgürlük getirmiyor, bilakis tesettürlü insanları içi boşaltılmış bir tesettür tanımı altında açılıp saçılmaya teşvik ediyor. Dinde cariyelerin dahi giyinmelerine musaade edilmeyecek bir giyim tarzını tesettür kabul eden hükümet, batıl nizamların köleleştirmeye çalıştırdığı insanların cariyeler kadar örtünmesine dahi izin vermiyor! Ey din düşmanı olmayan(!) hükümet! 
İlk ve orta okullarda başörtüsü hâlâ yasak ve okul bahçeleriyle sınıfları putlarla dolu, çocukların okullara gönderilmesi de zorunlu! Kürt vatandaşları ilgilendirmeseydi ant törenlerinin de kalkacağı yoktu. Zira bunlar, and törenine şirk olduğu için karşı çıkıyor olsaydılar, istiklal marşında saygı duruşu gibi diğer şirkî eylemlere de karşı çıkmaları gerekirdi. Lakin bunu dile getirdiğinizde bile başta bu hükümet mensupları size karşı çıkarlar. 
Nitekim ilkokullarda tesettürün serbestliğinin talep edilmesi üzerine zirvedeki kadın ile kocası "Buna biz de karşıyız" diyerek feveran etmişlerdi. "Din düşmanı olmadığı" savunulan hükümetin patronları işte bunlar!
Şimdi vatandaşın halini düşünün; Bir bayan, Allah'ın emrettiği şekilde örtünmek istiyor. Allah'ın kitabına ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine baktığında  siyah bir örtü ile tüm bedenini örtmekten başka bir seçeneği yoktur. Allah'ın dini böyle emrediyor. Fakat şeytanın borazanı olan cahiliye cahillerinin saptırmalarına uyup da, başka alternatiflere yönelmezse  okula gidemeyecektir. Hoş, gidip de ne yapacak, ayrı mesele. Dolayısıyla bu tasarı, başörtüsüne özgürlük değil, bâtıl din ve ideolojilere mecbur kılma ve hapsetme yasasıdır!
Son tasarının uygulamaya konulmasından sonra, okul sınavlarına dışarıdan girmek isteyip de, inançlarının gereği olarak kadın-erkek ihtilatının olduğu sınıflarda sınava girmek istemeyen müslümanlar da sınavlara alınmadılar. Gerçi bu ihtilatta hiçbir sakınca görmeyen münafıklar da aramızda yok değil. Lakin inandığı değerlere göre yaşamak isteyenin bu en doğal hakkını devlet sağlamak zorundadır ve ilahiyatçı sapıkları insanlara musallat ederek din ve vicdan değerlerine baskı kurmak bu hükümetin din düşmanlığının göstergesidir. Yanlış anlaşılmasın, hükümet bâtıl olan hiçbir dine düşman değil! Onun düşmanlığı hak dine karşı!

23 Ekim 2013 Çarşamba

Sarık Sarmak Müstehaptır 2

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عَلَيْكُمْ بِالْعَمَائِمِ فَإِنَّهَا سِيمَاءُ الْمَلَائِكَةِ، وَأَرْخُوا لَهَا خَلْفَ ظُهُورِكُمْ
Sarıkları sarmalısınız. Zira o meleklerin simâsıdır. Ucunu da arkanızdan sırtınıza sarkıtın.”[1]
Ubâde b. Samit radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عَلَيْكُمْ بِالْعَمَائِمِ فَإِنَّهَا سِيمَاءُ الْمَلَائِكَةِ، وَأَرْخُوا لَهَا خَلْفَ ظُهُورِكُمْ
Sarıklar sarmalısınız. Zira o meleklerin simâsıdır. Ucunu da arkanızdan sırtınıza sarkıtın.”[2]


[1] Hasen. Taberani (12/383) İbn Merduye, el-İntika Ale’t-Taberani (37) Taberani Mu’cemu’l-Kebir’de Yahya b. Osman el-Mısrî – Muhammed b. el-Ferac el-Haşimî – İsa b. Yunus – Malik b. Migvel – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet etmiştir. Yahya b. Osman saduktur. Muhammed b. el-Ferac ise Haşimoğullarının azatlısıdır. İmam Ahmed’in komşusudur. Saduktur. Muslim onunla hüccet getirmiştir. Yahya b. Osman’ın ondan rivayeti sabittir. Muhammed b. el-Ferac’ın da rivayette bulunduğu İsa b. Yunus; İbn Ebi İshak es-Sebiî’dir, sikadır. Diğer ravileri güvenilirdir. Bu isnad hasendir. Zehebî, İbn Merduye’nin İntika’sında Muhammed b. el-Ferac’ın nispesini “el-Mısrî” olarak zikretmesi sebebiyle onun meçhul olduğunu zannetmiş ve bu haberin münker olduğuna hükmetmiştir. İbn Hacer ve Şeyh el-Elbani de ona tabi olmuşlardır. Ancak Taberani’nin Mu’cem’inden naklettiğim gibi, Muhammed b. el-Ferac’ın nispesi el-Haşimî’dir ve o maruf bir ravidir. Hamdi Abdulmecid es-Selefi'nin tahkik ettiği Mucemu'l-Kebir nüshasında da nispesi; el-Haşimi olarak geçmektedir. Ubade b. Samit radıyallahu anh’den gelen rivayet de bunun şahididir. Zira onu da İsa Yunus, el-Ahvas b. Hakim yoluyla Halid b. Ma’dan’dan rivayet etmiştir.
[2] Hasen ligayrihi. Beyhakî Şuab (5/176) İbn Adiy el-Kamil (2/114) Abdulaziz b. Suleyman - Yakub b. Ka'b - İsa b. Yunus - el-Ahvas b. Hakim - Halid b. Ma'dan - Ubade b. Samit isnadıyla rivayet ettiler. İ snadında el-Ahvas b. el-Hakim hafızası bakımından eleştirilmiştir. Yahya b. Said ve başkaları onu sika görmüşlerdir. İbn Ammar: “Salih” demiştir. Darekutni: “Eğer ondan rivayet eden sika birisi ise, rivayetine itibar edilir” demiştir. Bu hadisi el-Ahvas’tan; sika bir ravi olan İsa b. Yunus rivayet etmiştir. Halid b. Ma'dan'ın Ubade b. Samit radıyallahu anh'den işitmesi sabit olmamıştır. Şahit olmaya elverişlidir.

Mescid Dışındaki Binalar İçin Yapılan Harcamadan Ecir Ummak Bid'attir

Mescid Dışındaki Binalar İçin Yapılan Harcamadan Ecir Ummak Bid'attir
Enes b. Malik radıyallahu anh'den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birgün dışarı çıkıp yüksek bir kubbe gördü ve:
Bu da ne böy­le?” dedi. (Orada bulunan) sahâbîler de kendisine:
“Bu kubbe ensardan falanca kişiye aittir” dediler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hoşlanmadığı bu işi içinde saklayarak sükût etti. Nihayet bu kubbenin sahibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip halkın içinde selâm verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ondan yüz çevirdi. Adam selamının alınmadığını anlayınca bu selam verme işini defalarca tekrarladı. Nihayet adam her defasında da selamının alınmadığını gö­rünce Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’deki öfkeyi ve kendinden yüz çevirdiğini sezdi ve durumu arkadaşlarına açarak dert yandı:
“Vallahi ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu davranışını yadırgadım” dedi. Onlar da:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışarı çıktı, senin bu kubbeni gördü” dediler. Bunun üzerine adam hemen kubbesini dönüp yıktı, yerle bir etti. Derken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birgün yine dışarı çıktı. Bu kubbeyi göremeyince (oradakilere):
Kubbeye ne oldu?” diye sordu. Onlar da:
Onun sahibi bize senin kendisinden yüz çevirdiğinden sızlandı. Gi­dip onu yıktı” dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
أَمَا إِنَّ كُلَّ بِنَاءٍ وَبَالٌ عَلَى صَاحِبِهِ إِلَّا مَا لَا، إِلَّا مَا لَا يَعْنِي مَا لَا بُدَّ مِنْهُ
İhtiyaç fazlası her bina sahibi üzerine bir vebaldir” buyurdu.[1]
Bir rivayette: “Ancak mescid hariç” şeklindedir.
Bu rivayette Allah ve rasulüne isyan edenlerden selamı kesmenin ve onlardan selam almamanın sünnetten olduğuna delil vardır ve bunu "tekfir etmek" olarak yorumlayanların hata ettiğine işarettir.
Enes radıyallahu anh’den gelen diğer rivayet şu şekildedir:
مَرَرْتُ مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم فِي طَرِيقٍ مِنْ طُرُقِ الْمَدِينَةِ، قَالَ: فَرَأَى قُبَّةً مِنْ لَبِنٍ، فَقَالَ: لِمَنْ هَذِهِ؟ قِيلَ: لِفُلاَنٍ، فَقَالَ: أَمَا إِنَّ كُلَّ بِنَاءٍ وَبَالٌ عَلَى صَاحِبِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ, إِلاَّ مَا كَانَ فِي مَسْجِدٍ، أَوْ بِنَاءِ مَسْجِدٍ, أَوْ قَالَ: ثُمَّ مَرَّ فَلَمْ يَرَهَا، فَقَالَ: مَا فَعَلَتِ الْقُبَّةُ؟ قَالَ: قُلْتُ: بَلَغَ صَاحِبَهَا مَا قُلْتَ, فَهَدَمَهَا, فَقَالَ: رَحِمَهُ اللهُ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Medine yollarından birinden geçiyordum. Kerpiçten bir kubbe gördü ve:
“Bu kimin?” dedi. “Falanın” dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bir mescid veya mescid binası için olanlar dışında her bina kıyamet gününde sahibi için bir vebaldir.” Sonra o kubbeyi göremedi.
“Kubbeye ne oldu?” dedi. Ben:
“Söylediğin sözler kubbenin sahibine ulaşınca onu yıktı” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Allah ona rahmet etsin” buyurdu.[2]
İbrahim en-Nehâî’den: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:
نَفَقَةُ الرَّجُلِ عَلَى نَفْسِهِ وَأَهْلِهِ وَصَدِيقِهِ وَبَهِيمَتِهِ لَهُ مِنْهَا أَجْرٌ، إِلَّا نَفَقَتَهُ فِي بِنَاءٍ، إِلَّا أَنْ يَكُونَ مَسْجِدًا» ، فَقِيلَ لَهُ: فَإِنْ كَانَ بِنَاءً كَفَافًا؟، قَالَ: «فَذَلِكَ لَا لَهُ وَلَا عَلَيْهِ» . فَقِيلَ لَهُ: فَإِنْ كَانَ فَوْقَ الْكَفَافِ؟، قَالَ: «عَلَيْهِ وِزْرُهُ، وَلَا أَجْرَ لَهُ فِيهِ»
“Kişinin nefsi, ailesi, arkadaşı ve hayvanı için yaptığı harcamadan dolayı ecir vardır. Ancak mescid dışındaki bir bina için yaptığı harcamadan ecir yoktur.” Ona denildi ki:
“Kişinin kendisine yetecek kadar bina yapmasına ne dersin?” Şöyle dedi: “Bu ne lehine, ne de aleyhinedir.” Ona denildi ki:
“Peki ya kendisine yeten miktarın üstünde bir bina için yaptığı harcamaya ne dersin?” Şöyle dedi:
“Bundan dolayı ona günah vardır. Bundan dolayı ona ecir yoktur.”[3]
Bu rivayetlerden anlaşılmaktadır ki; Mescid dışında binalar olan; medrese, dernek, dergah gibi ibadet maksatlı yapılan binalar için yapılan harcamalardan ecir ummak bid’attir.


[1] Sahih ligayrihi. Ebu Davud (5237) Bezzar (14/42) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (7/291) İbn Mace (4161) Buhari Tarih (9/45) Ebu Ya’la (7/308) Tahavî Muşkilu’l-Asar (956) Beyhaki Şuab (7/390) İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (240, 284) İbn Ebi Ömer el-Adeni’nin Müsned’inden naklen: Metalibu’l-Aliye (3269) el-Elbani, Sahihu’t-Tergib (1874) es-Sahiha (2830)
[2] Hasen. Ahmed (3/220) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (4/370) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (2/186, 276) Taberani Evsat (3/258) İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (235) Darekutni İlel (12/216) Esbehani et-Tergib (2/206) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/390-391)
[3] Mevkuf. İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (302) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/391)
* Aynısını İbrahim en-Nehâi mürsel olarak merfuan rivayet etmiştir: İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (285) Beyhaki Şuabu’l-İman (7/391)

19 Ekim 2013 Cumartesi

Hizipçilik Tehlikesi

Cubeyr b. Mut'im radıyallahu anh'den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا حِلْفَ فِي الْإِسْلَامِ، وَأَيُّمَا حِلْفٍ كَانَ فِي الْجَاهِلِيَّةِ لَمْ يَزِدْهُ الْإِسْلَامُ إِلَّا شِدَّةً
İslâm’da hılf (Cahiliye dönemin­de Arap kabileleri arasında başkalarına bas­kı yapmak amacıyla yapılan yardımlaşma akdi/hizipçilik) yoktur. Ancak İslâm cahiliyet devrin­de mazluma yardım amacıyla yapılan (Hılfu’l-Fudul gibi ahitleş­meleri) kuvvetlendirmiştir.”[1]
Aynısını İbn Abbas[2], İbn Amr[3], Abdurrahman b. Avf[4], Umm Seleme[5] ve Kays b. Asım[6] radıyallahu anhum da rivayet etmişlerdir.
Acı Gerçeğimiz kitabında özetle şöyle denilir: "Hizipçilik ve gruplaşmalar, insanların niteliklerini bozmaktadır ve bu gruplar, mensuplarını; kumuş oldukları düzene muhalefet edilmesi halinde ihraç ve ayırmalarla korkutmaktadır. Allah buna benzer hususlarda bir delil de indirmemiştir. Onlar, insanları Allah’ın, hakkında delil indirdiği şeylerden alıkoymaktadırlar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Erkek ve kadın müminler birbirlerinin velileri/dostlarıdırlar” (Tevbe 71) Onlar ise taraftarlarını: “Cemaate/derneğe mensup erkekler ve kadınlar birbirlerinin dostudurlar” sloganı üzerine eğitirler. Onlar, bir uslup hatası yapan veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine bağlanan bir genci fark edince, onu itham eden sözlerle, “işbirlikçi” ve “aşırı” olmakla, müslümanların birliğini dağıtmak ve ümmetin varlığını yıkmakla suçlarlar.
Acaba insanların fıtratlarını işlemez hale getiren, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerini reddeden hizipçilikle ümmeti bölen kimse, Allah’a ve rasulüne itaat edip ashabına uyan kimse gibi midir?
Tek yürek, tek inanç ve tek menhec üzere olan, ancak daha sonra hizipçiliğin girip saflarını dağıttığı ve bütünlüklerini darmadağın ettiği bazı memleketlerde müslümanları bölen kimdir? Bunlar hakkında şu Arap atasözü ne kadar da uygundur:
Bana hastalığını bulaştırdı ve aradan sıyrıldı,
Beni döverken sanki o ağladı,
Benden önce o şikayete başladı
Bizim şikayetimiz ise Allah’adır.
Hizipçilik, dostluk ve ayrılıkların Allah, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve müminler için oluşunu yaralamakta ve hizbin koyduğu ilkeler, mensupları arasında yaydığı telkinler ve yükselttiği sloganlarla müslümanlar arasındaki kardeşliği bozmaktadır.
Böylece dostluk ve kardeşlik ilkelerini toprağa gömmekte ve cemaat üyesinin bütün derdi cemaati, derneği, cemaatinin liderleri, üyeleri ve sloganları olmaktadır. O, bütün erkek ve kadın müminlerin İslam’ın bütünlüğü içerisinde birbirine eşit bireyler olduklarını göz ardı ederek, haklı haksız cemaatini savunmaktadır."
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Hiç kimsenin ümmet için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında bir şahsı belirleyip onun yoluna davet etmeye, bunun üzerine dostluk ve düşmanlık oluşturmaya hakkı yoktur. Allah ve rasulünün sözleri veya ümmetin üzerinde icma ettikleri sözler dışında bir söz belirleyip bunun için dostluk ve düşmanlık yapılamaz. Bilakis bu; kendilerine bir şahsı veya bir görüşü belirleyip bunun üzerine ümmetin arasını ayıran, bu söz veya nispet üzerine dostluk ve düşmanlık kuran bid’at ehlinin işidir.”[7]
El-Elbani rahimehullah şöyle demiştir: “İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kim taatten el çekerse kıyamet gününde Allahın huzuruna hücceti olmaksızın çıkar ve boynunda biat olmadan ölen cahiliye üzere ölür.” Bil ki bu hadiste zikredilen tehdit ancak müslümanların halifesine biat etmeyen ve bu biatten ayrılan kimse hakkındadır. Bazılarının zannettikleri gibi; fırka, grup ve liderlere biat edenler hakkında değildir. Bilakis bu Kur’an-ı Kerimde yasaklanan fırkalaşmadır.”[8]
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Fırkalara ayrılan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra ihtilaf edenler gibi olmayın. Onlara büyük bir azap vardır.” (Al-i İmran 105)
Taberi dedi ki: “Allah Teâlâ şunu kastediyor: Ey iman edenler, fırkalara ayrılan kitap ehli gibi olmayın. Allah’ın dini, emri ve yasakları konusunda onlar, kendilerine açık delillerin ve Allah’ın hüccetlerinin gelmesinden sonra ihtilaf ettiler. Hakkı öğrendikten sonra ona muhalefet ettiler. Allah’ın emrine uymadılar. Allah’ın kendilerinden aldığı ahdi bozdular. Onlara; yani fırkalaşan ve kendilerine gelen delillerden sonra ihtilaf eden kitap ehline Allah katından büyük bir azap vardır. Allah Teâlâ buyuruyor ki; ey iman edenler topluluğu! Dininizde onların dinlerinde fırkalaştıkları gibi fırkalaşmayın. Onların yaptıklarını yapmayın. Dininizde onların adetlerine uymayın. Aksi halde Allah’ın büyük azabı onlara olduğu gibi size de isabet eder.”[9]
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ * مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
Namazı dosdoğru kılın, dinlerini parçalayan, fırka fırka olan ve her fırkası, kendi elindekiyle sevinen müşriklerden olmayın.” (Rum 31-32)
إِنَّ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ فِي شَيْءٍ إِنَّمَا أَمْرُهُمْ إِلَى اللَّهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Dînlerini, (bir kısmına inanıp bir kısmına da inanmayarak) parçalayanlar ve böylece fırka fırka olanlar, işte hiçbir hususta sen onlardan olmadın. Onların işi artık Allah'a kalmıştır; sonra da yapmış oldukları şeyi kendilerine haber verecektir.” (En’âm 159)
Taberi şöyle demiştir: “Ey Muhammed! Sen dinleri hakkında ihtilafa düşüp bölünerek fırka ve hi­ziplere ayrılan Yahudiler, Hıristiyanlar bid'atçiler, şüpheciler ve sapıklardan uzaksın. Sen, hak olan dininden ayrılan müşriklerden, putperestlerden, Yahudi­lerden, Hıristiyanlardan ve mürtedlerden değilsin. Onlar da senden değildir. On­ların cezalandırılmaları Allaha aittir. Sonra Allah ahirette onlara yaptıkları amelleri bildirecek ve ona göre hesaba çekecektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’e göre ise bu âyette, dinlerini parça parça edip ayrılığa düşmeleri beyan edilen insanlardan maksat, bu ümmetin bid'atçileri, Kuran’ın muhkem âyetlerini bırakarak müteşabih âyetlerine uyanlarıdır.[10]
Taberi, diyor ki; “Bana göre bu konuda doğru olan söz, Allah Teâla’nın, bu âyetle hak dinini bölük pörçük eden ve ayrılığa düşen bütün insanları kastettiği­ni söyleyen sözdür. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde bulunduğu Hanif dininden ayrılan putperest müşrikler de, Yahudiler de, Hıristiyanlar da, Hanif dinindeymiş gibi görünüp de bid'atlar icad edip insanları doğru yoldan saptıranlar da bu âyetin ge­nel ifadesine dâhildirler. Allah Teâla bu âyetle, Peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e, ümmetinin bid'atçilerinden, inkârcılarından, kavminin müşriklerinden, Yahudi ve Hıristiyanlardan beri oldu­ğunu bildirmektedir.”[11]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ الَّذِينَ فَارَقُوا دِينَهُمْ، وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ فِي شَيْءٍ» قَالَ: هُمْ أَهْلُ الْبِدَعِ وَالْأَهْوَاءِ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ
Dînlerini, (bir kısmına inanıp bir kısmına da inanmayarak) parçalayanlar ve böylece fırka fırka olanlar, işte hiçbir hususta sen onlardan olmadın” (En’am 159) ayetinde bahsedilenler bu ümmetin bid’at ve hevâ ehlidir.[12]



[1] Sahih. Muslim (2530) İbn Hibban (10/214) Hakim (2/239) Ahmed (4/83) Ebu Davud (2925) Taberani (2/142) Ebu Ya’la (13/404) Beyhaki (6/262)
[2] Sahih. İbn Hibban (10/213) Ahmed (1/329) Ziya el-Muhtare (12/78, 251) Darimi (2568) Ebu Ya’la (4/225) Taberani (11/281)
[3] Sahih. Tirmizi (1585) Ahmed (2/213) Buhari Edebu’l-Mufred (570) Beyhaki Delail (5/86) Begavi, Şerhu’s-Sunne (10/202)
[4] Sahih. Ahmed (1/190)
[5] Sahih ligayrihi. Ebu Ya’lâ (12/330) Taberani (23/375)
[6] Sahih. İbn Hibban (10/211) Ahmed (5/61) Taberani (18/337) Bezzar (Keşfu’l-Estar 1915) Tayalisi (1180) Humeydi (1206) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1616)
[7] Mecmuu’l-Fetava’dan naklen; Mukbil b. Hadi el-Vadiî, el-Burkan (s.13)
[8] es-Sahiha (2/677)
[9] Taberi Tefsiri (7/92) Humeydi (27)
[10] Sahih mevkuf. el-Uşeyb, Cuz (no:44) Buhari Halku Ef’ali’l-İbad (s.66) Taberi (12/270).
[11] Taberi Tefsiri (12/268-272)
[12] Sahih. Taberani, Mucemu’l-Evsat (1/207) isnadında Muallel b. Nufeyl vardır. İbn Hibban onu es-Sikat’ta zikretmiş ve Taberani, Mucemu’s-Sagir’de sika olduğunu söylemiştir. Taberî, Tefsir’inde (12/270) diğer bir rivayet yoluyla mutabisini rivayet etmiştir.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Deyyus Ne Demek?


Deyyus kelimesini Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem; "ailesinin yanına yabancı erkekleri sokan kimse" olarak açıklamasına rağmen lugat kitaplarında bu kelimenin; kıskanmayan kimse manasına geldiği gibi, kavatlık yapan kimse manasını da içermesi sebebiyle, haremlik selamlık yapmayan kimselerin deyyusluktan bir şube üzere olduğu hakikatini gizlemeye çalışanlar var.  
Bazılarımızın ağırına gitse de şeriatte bazı çirkin fiiller hakkında şiddetli ifadeler varid olmuştur. Gözler, kulaklar ve dilin de zina eder olduğunun bildirilmesi, güzel koku sürünerek erkeklerin yanından geçen kadının zâniye/orospu diye vasıflanması, teberrüc yaparak açılan kadınların münafıklar olarak nitelenmeleri gibi, ailesinin yanına yabancı erkeklerin girmesine izin veren kimse de "deyyus" olarak nitelenmiştir.
Hatta şöyle bir hadise anlatılır: Sıddık Hasen Han el-Kannuci rahimehullah ülkesinin prensesiyle evlendiğinde eşinin yüzü açık idi. Birisi ona: "Deyyus kime denir?" diye sorar. O da: "Benim gibilere denir" der. Bu cevabı işiten hanımı, Şeyh'in maksadını anlar ve yüzünü örtmeye başlar.
Şeyh Muhammed b. Ahmed b. İsmail el-Mukaddem, Avdetu’l-Hicab kitabında (3/110 vd.) gayret/kıskançlığın övülen kısmını anlatırken en-Nehhas’ın şu sözünü nakleder: “Gayret/kıskançlık: Kişinin eşini ve diğer akrabası olan kadınları, onları yanına erkeklerin girmesinden veya mahrem olmayanların onları görmesinden koruyan kimsedir.” (Zadu’l-Muslim 5/158)
Sonra övülen kıskançlıkla ilgili hadisler zikreder ve kıskançlığın zıddını şöyle açıklar:
“Gayur (kıskanç)ın zıddı; deyyus’tur.  Deyyus, ailesinin işlediği kötülükleri onaylayan veya kavatlıkla meşgul olan kimsedir. Yine alimler şöyle demişlerdir: Deyyus; aile halkına karşı kıskanç olmayan kimsedir. (en-Nihaye Fi Garibi’l-Hadis 2/147) el-Muhkem’de şöyle denilir: “Deyyus; Erkekleri mahremlerini görebilecekleri yere sokan kimsedir.” (Heytemi, ez-Zevacir 2/52)
Bundan sonra el-Mukaddem, deyyusun cennete giremeyeceğini bildiren İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisini ve daha sonra sahabelerde kıskançlık örneklerini zikreder.

12 Ekim 2013 Cumartesi

Şeyh Mukbil Rahimehullah’ın Sarık Hakkında Fetvaları

Tercüme ve dipnotlar: Ebu Muaz

Soru: Bazı hatipler Cuma günü başları açık ve sarıklar omuzları üzerinde olduğu halde hutbe veriyorlar. Bunun hükmü nedir? İmam olarak veya cemaat olarak başı açık namaz kılmak caiz midir?
Cevap: "Bunun haram olduğuna dair bir delil bilmiyorum. Lakin en faziletli olanı namazda ve namaz dışında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymaktır.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Abdurrahman b. Avf’a siyah bir sarık sardı, ucunu da dört parmak sarkıttı ve şöyle buyurdu: “Bu Araplara daha yakışandır ve daha güzeldir.”[1]
Amr b. Hureys’ten gelen hadiste O Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i sarığının ucu iki omuzunun arasında olduğu halde hutbe verirken görmüştür.[2]
Sen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymaktan dolayı sevap kazanırsın. (Sadece) Sarık seni sünnet ehlinden yapmaz. Bu arapların adetlerindendir ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymak gerekir. Allah yardımcımız olsun.
Başı açmak İslam düşmanı olan Yahudi ve hristiyanların şiarlarından olduğu için, senin ne namazda ne namaz dışında onlara benzemen caiz değildir.  Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem İbn Ömer’in rivayet ettiği hadiste “Kim bir kavme benzerse onlardandır[3] buyurmuştur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bazı sahabileriyle beraber çıktı ve Ubade b. es-Samit’i çok sıcak bir havada ziyaret etti, başlarında sarık ve takke, ayaklarında da ayakkabı yoktu.[4] Yani başın açık olmasının caiz olmasına bu delildir. Allah yardımcımız olsun.
Bizler sarığı terk etmeye cesaretlendirmeyiz. Bilakis bize yakışan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymaya hırs göstermektir. Zira bunda sevap vardır. Allah yardımcımız olsun."
Şeyh Mukbil rahimehullah kendisine: “Bazı kardeşler sarıksız olarak namaz kılana karşı çıkıyorlar. Bunun delili nedir? Sarık sünnet midir, değil midir?” şeklinde sorulan soruya, Tuhfetu’l-Mucib’de (no 120) şöyle cevap vermiştir:
“Sarık Arapların, İslam tarafından ikrar edilen adetlerindendir.[5] Fakat bu kişiyi sünnet ehlinden kılmaz. Bu adetten sayılır.
Lakin eğer Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uyma niyetiyle yapılırsa, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymaktan dolayı kişi sevap kazanır.
Sarıksız namaz kılmaya gelince, bu namaz sahihtir. Sarıksız olarak namaz kılan kimseye karşı çıkmak gerekmez. Bir kimseye Allah’ın kitabından ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden delil olmaksızın karşı çıkılamaz.
Nasihat ettiğimiz şey ise; namazda ve namaz dışında sarık kullanmaktır. Lakin bir kimse de çıkar başı açık namaz kılarsa ona karşı çıkmayız ve namazının batıl olduğunu da söylemeyiz.”


[1] Hakim (4/582) Bezzar (12/315) Taberani Evsat (5/62) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (1558) İbn Asakir (35/260) el-Elbani ve Şeyh Mukbil hasen demişlerdir: Mukbil b. Hadi, Delailu’n-Nubuvve (s.418) el-Elbani es-Sahiha (1/168)
[2] Muslim (1359)
[3] Ebu Davud (4031), Ahmed b. Hanbel (2/50) ve başkalarının rivayeet ettikleri sahih bir hadistir. Geniş tahricini Bizden Olmayanlar adlı kitabında yaptım.
[4] Muslim (925) Ancak rivayetin metninde sarık zikredilmemekte, kalensuve (takke) yoktu denilmektedir.
[5] Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem muhayyer bırakıldığı konularda Mekke’li müşriklere muhalefet edip, Ehl-i Kitaba benzemeyi tercih ediyordu. Hatta saç tarama şeklinde bile böyle davrandığını İbn Abbas radıyallahu anhuma açıklamıştır.
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (vahiyle) emrolunmadığı hususlarda ehl-i kitaba uyum göstermeyi severdi. Mesela ehl-i kitap saçlarını sarkıtırlardı. (Kitapsız) Müşrikler ise saçlarını başlarının ortasından ikiye ayırırlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de (kitapsız müşriklere muhalefet için) ehl-i kitap gibi sarkıtırdı. Sonra saçlarını ortadan ayırmaya başladı.” (Buhari (3558, 3944, 5917) Muslim (2336)
Sarık sarma konusunda Mekke’li müşriklere muhalefet etmemesi, Sarığın İslamda ikrar edilmiş olduğunun delilidir. Zira sarık arapların âdeti idi. Bu yüzden İslam Tarihinde Zımmî’lerin Müslümanlara benzememeleri için onlara sarık sarmak yasaklanmıştır. Bu konuda bkz.: Ebu Abdillah Halid b. Muhammed el-Gırbanî, et-Tezkir Biba’di Ahkami’l-Amame

30 Eylül 2013 Pazartesi

Davette Akidevî Mesele-Amelî Mesele Ayrımı Bid'ati


Davette Akide Meseleleri ile Amelî Meseleleri Ayırt Etme Bid’ati
- Allah'tan korkmayan kimse hakkında hüsn-ü zanda bulunan aldanmıştır! - Edebu'd-Dunya ve'd-Din (s.536)
Şüphe: İslam davetçilerinin kadın-erkek karışıklığı ve müslüman kadınların yüzlerini örtmeleri gibi meseleleri önemsememeleri gerekir. Zira bu dinin asıllarından değil, füru’undandır.
Cevap:
1- İslam, dinin hem asıllarına hem de fer’lerine davet eder. Davet açısından asıl ile fer arasında ayrım yoktur. Selefin ve imamların üzerinde devam ettikleri menhec budur. Ancak son zamanda çıkmış olan ve dinin hükümlerini hayatlarına geçirmede gevşek davranan bazı bozuk menhec sahipleri, tıpkı Fethullahçılar gibi“önce tevhid” sözünü; iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama vacibini iptal etmek için slogan edinmişlerdir.
Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif, akide meselelerinde varid olmuş olan füru konularına dair risalesinde şöyle der: “Allah Teâlâ’nın dini usul ve füruyu, itikadları ve amelleri kapsar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmişlerdir. Mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir. Namazı dosdoğru kılmış, zekâtı vermiş, ahitleştikleri zaman, ahitlerini yerine getirmişlerdir. Zorda, darda ve savaşta sabırlıdırlar, işte, doğruyu söyleyenler onlardır; takva sahibi olanlar da onlardır.” (Bakara 177)
Yine Amr b. Abese radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ne ile gönderildin?” diye sorunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Akrabalık bağlarını korumak, putları kırmak ve Allah’a hiçbir şeyin ortak koşulmaksızın birlenmesi ile gönderildim.” (Muslim 832)
Din ismi; akide ve amelleri kapsadığına göre şeriat ismi de Allah’ın akide ve amel olarak koyduğu her şeyi düzenler.” Nitekim Cibril hadisinde "dininizi öğretmeye geldi" buyrulmuş, bu hadiste iman, islam, ihsan hasletleriyle kıyamet alametleri zikredilmiştir.
2- Sünnet alimlerinin çoğu akide kitaplarına bir çok füru meselelerini koymuşlardır. Onların bazı füru meselelerinde keskin duruşları olmuştur. Hakkında çekişme yapılan bazı konularda İslam için muhalefet farkını ortaya koymuşlar, insanların sükut ettikleri, doğru hükmü açıklamadıkları konularda, Allah’ın dini için hırs göstererek yüksek ses çıkarmışlardır. Yine insanlar arasında münker yayılıp da ona karşı çıkan olmadığı, aralarında bu münker sıradanlaşıp ülfet eder hale geldikleri, marufu münker, münkeri de maruf görmeye başladıkları zaman, bu davranışlar onların tabiatleri ve fıkıhlarıdır.
Bu konuya dair, alimlerin fer’î denilen konularda sünneti ispat etmelerine örnek vermek gerekirse:
a) Mestler Üzerine Mesh Etmek:
İmam Sufyan es-Sevri rahimehullah, akidesini soran kimseye şöyle demiştir: “Ey Şuayb b. Harb! Senin ayakkabılarından mestlerini çıkarmaksızın mestlerine mesh etmeyi, ayaklarını yıkamaktan daha uygun görmediğin sürece sana yazdıklarımın faydası olmaz.” El-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/154) Bkz.: İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne (4/151)
Hatta Sufyan es-Sevrî şöyle demiştir: “Mestlerine mesh etmeyeni dininiz konusunda itham ediniz.” Ebu Nuaym, el-Hilye (7/32)
Hanefilerin Ebu Hanife adına uydurdukları Fıkhu’l-Ekber’de (s.4), Ebu’l-Hasen el-Eşari’nin el-İbane’de (s.61) Tahavi Akidesi Şerhinde (2/552), İbn Batta’nın el-İbanetu’s-Sugra’sında (s.287) Berbahari’nin Şerhu’s-Sunne’sinde (s.30) İbn Hafif’in akidesinde (Bkz.: İbn Teymiyye, Fetava’l-Hameviye s.443) Ebu Amr ed-Dânî’nin Risaletu’l-Vafiye’sinde (s.145) mestlere mesh etme meselesi böylece zikredilir.
Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif, Mesailu’l-Furui’l-Varide Fi Mesaili’l-Akide risalesinde şöyle der: “Mestlere mesh etme meselesinin itikat kitaplarında zikredilmesinin sebebi; mestler üzerine mesh etmeyi caiz görmeyen Rafizi ve Haricilere muhalefet etmektir.” Nitekim İmam Muhammed b. Nasr el-Mervezi es-Sunne (s.104) şöyle demiştir: “Heva ve bid’at ehli taifelerden hariciler ile rafiziler mestlere mesh etmeye karşı çıkmışlardır.” Bkz.: Nevevi, el-Mecmu (1/500) İbn Kudame, el-Mugni (1/360) el-Eşari, Makalat (2/161)
b) Cehrî Namazlarda Besmeleyi Gizli Okumak
Kıraatin sesli yapıldığı namazlarda besmeleyi sesli okumamak hakkında İmam Sufyan es-Sevri, İtikad’ında şöyle demiştir: “Besmeleyi gizli okumak, açıktan okumaktan faziletlidir.” El-Lalekai Usulu’s-Sunne (1/152)
Şeyh Abdulaziz el-Abdullatif şöyle der: “Sufyan es-Sevrî Kufe’lilerin imamı idi. Aralarında Rafiziler zuhur etmişti. Hatta Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah şöyle dedi: “Kufe’lilerden rafiziliğe dair bir şey almayın.” (Berbehari, Şerhu’s-Sunne s.52) Bu yüzden Sufyan es-Sevri, Rafizilere muhalefetini besmeleyi sesli okumayı terk ederek izhar etti. Özellikle Rafiziler besmelenin sesli okunmasına dair hadisler uydurmuşlardı. Bu mesele Ehl-i sünnet arasında da ihtilaflıdır. Bazısı delillere dayanarak sesli okumayı müstehap saymış, yine diğerleri delillere dayanarak gizli okunmasını müstehap saymışlardır. Bkz.: Nevevi, el-Mecmu (3/289) el-Mugni (2/149)”
Bunları zikretmedeki gayemiz, selef imamlarının bid’atçilerden uzaklaşmalarını ve onlara benzemekten sakınmalarını açıklamaktır. Böyle bir durumda bid’atçilere muhalefet ve onlardan ayırt edilmek maslahat olur. zira besmeleyi sesli okumak da, sessiz okumak da sünnette gelmiştir.
Yine ayakkabılarla namaz kılmak da, ayakkabısız namaz kılmak da sünnette varid olmuş, hatta Yahudilere muhalefet için ayakkabılarla namaz kılmak emredilmiştir. Bu yüzden asrın müceddidlerinden Şeyh Mukbil rahimehullah, ayakkabılarla namazın meşru oluşuna dair risale telif etmiş, bunu meşru görmeyen bid’at ehline muhalefetin açıkça ortaya konmasına teşvik etmiştir.
Şeyhulislam İbn Teymiyye besmeleyi sesli okuma meselesini inceden inceye tahkik ederek şöyle demiştir: “İslam imamlarının üzerinde bulundukları yol; meşru olan bir fiilin, ister Rafizilerin, ister başkalarının fiili olsun, sırf bid’at ehlinin fiili olması sebebiyle terk edilmemesidir. İmamların tamamının usulleri buna göredir.” Minhacu’s-Sunne (4/149-154) Nevevi de bunu kabul etmiştir. bkz.: Şerhu Sahihi Muslim (5/264)
Bu hususu pekiştiren şeylerden birisi de İmam Ahmed rahimehullah’tan besmeleyi açıktan okumayı sünnet saymadığına dair rivayettir. Bkz.: el-Mugni (2/149) Bununla beraber besmeleyi açıktan okumada da ağır basan maslahat olabilir. Hatta Medine’de namaz kılanın besmeleyi cehrî okuması belirtilmiştir. Zira Medine’liler besmelenin sesli okunmasına karşı çıkıyorlardı. Bkz.: İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava (22/407)
c)- Her İyi ve Facir İmamın Arkasında Cemaat ve Cuma Namazlarını Kılmak
Sufyan es-Sevrî rahimehullah akidesinde şöyle demiştir: “Ey Şuayb! Her iyi ve facir kimse arkasında namazı doğru görmedikçe yazdıklarımın sana faydası olmaz…” Şuayb dedi ki: “Süfyan’a: “Ey Ebu Abdillah! Bütün namazları mı?” dedim. Dedi ki: “Hayır, bunu yalnızca Cuma ve bayram namazları için söylüyorum. Bu namazları kimin arkasında idrak edersen kıl. Bunun dışındaki diğer namazlara gelince, bu hususta muhayyersin. Ancak güvendiğin ve ehl-i sünnet ve’l-cemaatten olduğunu bildiğin kimseler arkasında kıl.” El-Lalekai, Usulu’s-sunne (1/154)
Sufyan rahimehullah’ın Cuma ve bayram namazlarını her imamın arkasında kılmayı tavsiye etmesinin sebebi, o dönemlerde müslümanların halifesinden ve cemaatinden ayrılmamak içindir. Günümüzde ise müslümanların halifesi ve cemaati olmadığından Huzeyfe radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste olduğu gibi bid’at ehli fırkalardan uzaklaşmak, Cuma ve bayram namazlarını da ehl-i sünnet ve’l-cemaat ile kılmak gerekmektedir.
İmam Ahmed’in itikadında şöyle gelmiştir: “Müslümanların halifesinin ve onun görevlendirdiği kimselerin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir, eksiksizdir ve iki rekat kılınır. Kim bu iki rekati terk edecek olursa bid’atçidir. Bu husustaki rivayetleri terk etmiş, sünnete muhalefet etmiş olur.” el-Lalekai, Usulu’s-Sunne (1/161) Ali İbnu’l-Medinin Akidesi için bkz.: el-Lalekai, (1/163) Sehl b. Abdillah et-Tusteri’nin akidesi için bkz.: el-Lalekai (1/183) ayrıca bkz.: Ebu’l-Hasen el-Eşari, el-İbane (s.71) İbn Batta, el-İbanetu’s-Sugra (s.278) Berbehari, Şerhu’s-Sunne (s.29, 50) Kıvamus’-sunne el-Esbehani, el-Hucce (2/477)
Sünnet alimlerinin bu meselelere önem vermelerinin sebebi:
* Selef imamları füru ve ibadetlere dair meseleleri akideye dair eserlerinde zikretmişlerdir. Zira Allah Teâlâ’nın dini usul ve füru olarak itikadları ve amelleri kuşatmaktadır.
* Bu aktarılanlardan da anlaşıldığı gibi, Salih selef sünnete tazim ediyor ve yüceltiyorlardı. Bunların yok olması endişesi olduğu zaman izhar edip yayıyorlardı.
* Bundan dolayı İmam Sufyan es-Sevri şöyle diyordu: “Şam’da olduğun zaman Ali radıyallahu anh’ın faziletlerini zikret. Kufe’de olduğun zaman ise Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’nın faziletlerini zikret.”
* İmam Ahmed, Bağdad’da üzüm dışında elde edilen ve çok içildiğinde sarhoş eden nebizin/hoşafın haram olduğunu açıkladı. Bu yüzden el-Eşribe kitabını yazdı. Hatta bir kişi Bağdat’a girdiğinde: “Burada nebizi haram sayan var mı?” diye sorar, onlar da: “Hayır, sadece Ahmed b. Hanbel haram görüyor” derlerdi.
* Salih selefin hayatlarında füruya dair meselelerdeki şiddetli hırsları, kafirlere ve bidatçilere muhalefeti açıkça sergilemek içindir. Onlar, ister akide ister füru meseleleri olsun, kafirlerin ve bid’atçilerin yollarına aykırılığı açıkça ortaya koymaya özen gösteriyorlardı. Şimdi ise selefilik iddia edenler, “Bizden Olmayanlar” kitabını telif etmemden dolayı, bâtıl ehline hoş görünmek için kıyameti başıma koparmaya kalkışıyorlar!
* İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herhangi bir kimseye salat edilmesini uygun görmem.” Onun bunu söylemesinin sebebi Şia’nın zuhur edip başkalarına değil de sadece Ali radıyallahu anh’e salat okumalarıdır.
3- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fer’i hükümlere davet ettiği sabit olmuştur. Her kim bunlara davet ederse en güzel örnek olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olur.
4- Yukarıda bahsi geçen iddia, müslümanların Nebileri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ittiba etmekten mahrum kalmalarına sebep olur. Örnek olarak, sohbet edilen mekanlarda erkeklerle kadınların aralarında birbirlerini görmelerini engelleyen perde veya duvar hicabının bulunması hususunda ehl-i sünnet müslümanların icmaı vardır. Müslüman kadınların yüzlerini örtmeleri hakkında muteber alimlerin ittifakı vardır.  Muteber muasır alimler arasında bunun hükmü farz mıdır, yoksa sünnet midir ihtilafı vardır. Buna göre müslüman kadını yüzünü örtmeye davet etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinden bir sünneti ihya etme davetidir. Kim bir sünnete davet ederse, onunla amel edenlerin ecri kıyamet gününe kadar kendisine yazılır. Bu ecir, bir sünnetin terk edildiği bir beldede ihya edilmesi halinde daha da artar. Nice faziletler ve ecirler vardır ki, dinî hükümlere davet edilmesinden dolayı katlanılan ezalar neticesinde müslümanların bunlara uymaları sebebiyle ona ulaşılır.
Bunun aksini de unutmamak gerekir; sabit bir şer’î hükmün veya sünnetin terkine, küfür ve bid’at ehline benzemeye sebep olan kötü bir adeti başlatmanın veya buna devam etmenin vebali de böyledir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)