İLİM ÖĞRENMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER
Abdusselâm b.Berces b.Nâsır Âl-i Abdilkerîm
Mütercim: Üsame Güneş
Tashih ve Kontrol: Ebu Muaz
Giriş
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla...
Hamd, Allah’adır. Salât ve selâm da; kendisinden sonra
peygamber gelmeyecek olana olsun... Bundan sonra:
Bu kısa kelimeler, daha öncesinde “El-Mucâhid” dergisinde
bazı kısımlarını yayınlamış olduğum, ilim talebesinin faydalı ilim öğrenme
yolculuğunda kendisine engel teşkil edenlerin şerh edilip, açıklanmasını
içermektedir.
Bunları yazmamızdaki neden, ilmi direnişimizin selefi salih
(Allah onlardan razı olsun) temellerini attığı sabit asıllarına ondan
olmayanların girmesine bir kaygımızın/endişemizin bizde oluşması ve mübarek
direnişin gençlerinin, şer’i ilimlere nail olabilmeleri için ellerinden tutup
en faziletli yola götürmektir.
“Engeller” şeklinde bunu hazırladım ki, uzak durulmasına
daha uygun olsun ve onlardan sakındırmada da daha etkili olsun. Ki; bunlardan
sakınılmasına irşat vardır ve onlardan kurtulmaya yardımcı olmaktadır.
Bu engellerle ilgili olarak; Selefi Salih’ten çokça
nakillerde bulundum ki, böylece okuyucu kimse onlara bağlansın ve onların hayat
tarzından kendine bir menhec edinsin. Şüphe yok ki onlar, en doğru yolu bulmuş
ve en takvalı kimselerdir.
Allah Teâlâ, İbn Mücahid El-Mukri’ye rahmet etsin bir adam
kendisine şöyle demişti:
“Neden kendin için bir yol edinmiyorsun?” O da şöyle cevap vermişti:
“Bizler, imamlarımızın üzerinde bulunduğu (yolu) korumada
nefislerimizi hazırlamamız, kendimiz için yeni bir yol seçmemizden daha
gereklidir.”
Ve bu çalışmayı, Allâme Şeyh Abdurrahman b. Nâsır Es-Sa’di
(rahimehullah)’ın yazmış olduğu faydalı sayfalarla sonlandırdım. Bu sayfalarda,
öğretmenler ve öğrencilerin riayet etmesi gereken edeplerle ilgili faydalı
bilgiler vardır. Bunları, bu kısa kitaba koymakla faydanın tamamlanmasını ve
yararın yayılmasını kastettim.
Doğru yola muvaffak kılan ve hidayet eden Allah Teâlâ’dır. Allah’ın
salât ve selâmı Peygamberimiz Muhammed’e, ehline ve sahabelerinin tamamına
olsun..!
Yazan: Abdusselâm b.Berces b.Nâsır âl –Abdülkerim
1412/Receb/25
BİRİNCİ ENGEL: İLMİ, ALLAH RIZASI İÇİN ÖĞRENMEMEK
Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattâb (Radiyallahu anh) den
rivayet edilmiştir ki, o şöyle demiştir:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’i şöyle derken
işittim: “Ameller niyetlere göredir. Her kişi için ancak niyet ettiği
vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasulüne ise, O kimsenin hicreti Allah ve
Rasulünedir. Kimin hicreti de, elde edeceği bir dünyalığa ya da evleneceği bir
kadına ise; o kimsenin hicreti de, kendisine hicret ettiği şeyedir.” (Buhari-Muslim)
İbn Mes’ud (Radiyallahu anh)’in şöyle dediği rivayet
olunmuştur: “Şayet ilim ehli, ilmi korurlar ve ehlinin yanına koyarlarsa
bununla kendi zamanlarındaki kişilere önderlik ederler. Fakat onlar ilmi, dünya
ehli kimseler için harcadılar ki böylece onların dünyalarından nasiplensinler. Bu
dünya ehli ise onlara ihanet ederek onları küçük düşürdüler. Ben, Peygamberiniz
(Sallallahu aleyhi ve sellem)’i şöyle derken işittim:
“Kim bütün tasa ve kederlerini tek bir tasa ve keder -
ahiret tasa ve kederi - yaparsa; dünya dertleri için Allah ona yeter. Kimin de
dünya halleriyle ilgili dertleri –kederleri dallanır budaklanırsa, Allah Teâlâ
o kimsenin dünya vadilerinden hangisinde helak olduğunu umursamaz.” (İbn
Mâce,Sunen(1/95), Hakim,Mustedrek’te İbn Ömer’den bir benzerini (2/443) ve dedi
ki: “bu hadisin isnadı sahihtir. Zehebi de buna muvafakat etti)
İlim talebesinin ilgilenmekte öncelik vermesi gereken, niyetini
tedavi etmesi, sahihleştirmesi, onun ıslahını üstlenmesi ve onu bozulmaktan
korumasıdır.
Bu, ilmin fazilet kazanması onun ancak Allah’ın vechine
halis olmasından dolayıdır. İlim, Allah’tan ğayrısı için talep edilirse; onda hiçbir
fazilet yoktur aksine o, fitnedir, vebaldir ve kötü sona neden olur.
Bilinmektedir ki, amellerin kabul edilmesi, onların ihlas
üzere, düzgün olmasına bağladır. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:
“Halbuki onlar; Allah’ı birleyerek’ (O’na) kulluk etmek, bu
dini yalnızca Allah’a has kılmak, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten
başka bir şey ile emredilmediler. İşte bu da en doğru /sağlam dindir.” (Beyyine:
5)
Talebe, ilim ile dünya metaanı elde etmeye niyetlenirse, Rabbine
isyan etmiş, kendini (boşuna) yormuş olur, günah yüklenir ve dünyadan da
kendisine yazılandan başkası ona nasip olmaz.
Hasan el-Basri (Rahimehullah) şöyle demiştir: “Kim, ahiret (sevabı) için ilim talep ederse, ona eavuşur. Kim
de ilmi, dünya için öğrenirse o da, onun nasibi olur.”
Zühri (Rahimehullah) dedi ki: “İşte bu, onun dünyadan
nasibidir.” (Hatib Bağdadi ‘’İktidaul-ilmi vel-amel’’ s.66’da tahriç etti. Bknz.:
Dârimi 1/80)
Bütün bunlardan daha etkili olanı ise, Ebu Hureyre (Radiyallahu
anh)’in rivayet ettiği, Nebi (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu hadisidir:
“Kim, kendisiyle Allah’ın rızası talep edilen bir ilmi, ancak
onunla dünya metaı elde etmek için öğrenirse; kıyamet gününde cennetin kokusunu
dahi bulamaz.” (İmam Ahmed, Musned 2/338, Ebu Davud, Sunen 4/71, İbn Mace, Sunen
1/92-93, Hakim sahihledi 1/85 Zehebi’de buna muvafakat etti)
İmam Ata (rahimehullah), Allah rızası haricinde ilim öğrenen
kimse hakkında şöyle dedi:
“Sıfatları böyle olan kimseye öğrettiği ilimle Allah Teâlâ, bu
ilmi onun aleyhine hüccet kılmak ve ahirette ona azap etmek istemiştir. Şehirdekinin
ve çöldekinin onun bu ilmiyle istifade etmesi seni sakın aldatmasın. Çünkü bir
haber de şöyle buyrulmuştur:
“Allah Teâla, günahkâr bir kimse ile dahi olsa, bu dini
destekler.” Dünya da kazanç elde etmek ve orada yükselmek için ilim öğrenen
kimsenin misali, hayvan pisliğini yakuttan yapılmış bir kaşıkla tutan kimsenin
hali gibidir. Kendisinin araç edinildiği şey; ne kadar güzeldir! Ve bu
vesileyle kendisine ulaşılan şey ise; ne kadar iğrençtir!”
Sehnun (Rahimehullah) şöyle demiştir: “İbnu’l-Kâsım (Rahimehullah)
bize hep şöyle derdi: “Allah’tan korkun! Şüphe yok ki, bu ilim az dahi olsa
(hakikatte) takva ile birlikte çoktur ve bu ilim çok dahi olsa (hakikatte)
takva olmadıkça azdır.”
Yusuf b. el-Huseyn şöyle demiştir: “Zunnun el-Mısri’yi şöyle
derken işittim: “Âlimler şu üç şeyi nasihat ederler ve birbirlerine yazarlardı:
Kim, gizli halini ıslah ederse, güzelleştirirse; Allah Teâlâ
da onun aleni/açık halini güzelleştirir.
Kim, Allah ile kendi arasındaki ıslah ederse/düzeltirse;
Allah Teâla’da o kimsenin insanlar ile arasını düzeltir.
Kim, ahirete tealluk eden hallerini ıslah ederse; Allah
Teâlâ’da onun dünyaya tealluk eden durumlarını ıslah eder.” (Es-Siyer 19/141)
İbnu’l-Mubârek (Rahimehullah) dedi ki: “İlmin başı; niyettir sonra, dinlemektir sonra, anlamaktır
sonra, ezberlemektir sonra, amel etmektir, sonra da bu ilmi yaymaktır.” (Câmiu
Beyânil İlmi ve fadluhu 1/118)
Burada söylemeden geçemeyeceğimiz çok önemli bir mesele var
ki, o da şudur; Selef’ten bir cemaat şöyle dediler:
“Biz dünya için ilim talep ediyorduk bu ilim bizi ahirete
çekti”, “Biz bu ilmi talep etmeye başladığımızda niyetimiz yoktu, daha sonra
niyet geldi.”, “Kim, Allah rızası dışında ilim öğrenirse, bu ilim bunu kabul
etmez ve onu Allah’a (onun rızasına ) doğru götürür.” (Beyânil İlmi ve fadluhu
2/22-23) Ve benzeri sözleri...
İmam Zehebi (Rahimehullah), selefin bu ve benzeri sözlerini
gayet açık ve faydalı bir şekilde izah etmiştir. Ma’mer b. Râşid’den: “Şöyle
denilirdi; Adam ilmi, Allah rızası dışında başka bir gaye ile talep ederdi de, bu
ilim –ta ki Allah rızası için oluncaya dek- bunu kabul etmezdi” sözünün şerhi
sadedinde şöyle demiştir:
Evet, ilk olarak bu ilmi talep etmesindeki faktör; ilmi
sevmesi, cehaleti izale etmek istemesi, vazifeler sevgisi ve benzeri
nedenlerdi. Bu kendisinde, ihlasın ve sadık niyetin olmadığı ilimdi. Ancak ilmi
öğrenince, nefsini hesaba çekti ve bu sadık olmayan niyetin vebalinden korktu
ve böylece ona salih niyetin tamamı ya da bazısı geldi. Olabilir ki, bozuk olan
niyetten tevbe edebilir ve pişman olabilir. Bunun alâmeti ise şudur: Kendisinin
çoklukla böbürlenmesi, kibri olmaz. Kendisinde şöyle ve böyle ilim olduğunu
iddia etmez, başkalarına yukardan bakmaz ve nefsini daima küçük görerek tevazu
sahibi olur.
Bazı kıssacıların anlattığı şu olay da bu kabildendir; bir
adam, güzellik ve makam sahibi bir kızı nişanlamak istemiş fakat kız, adamın
fakir ve asâletinin az olması sebebiyle bunu reddetmiş. Adam da, bu kızı acaba
mal ile mi yoksa asâlet ile mi elde edeyim diye düşünmeye başlamış ve asâlet
ile elde etmeyi tercih etmiş. Akabinde bu niyetle ilim öğrenmeye başlamış
niyetinde yüksek bir mevkiye ulaşmış. Bunu duyan kız ise, kendi nefsini arz
ettiğini (yani evlenmek istediğini) bildirmek için, bu adama bir elçi
göndermiş. Adamın ise cevabı şu şekilde olmuş:
“İlme hiçbir şeyi tercih etmem!”
Bunun sebebi, ilmin, bu adamı niyetini tashih etmesine ve
salih amellere irşat etmesidir. Ve böylece, Allah Teâlâ’nın zikrettiği şu
kapsama girmiştir;
“Kulları içinde, Allah'tan ancak alimler korkar...” (Fâtır: 28)
Kendisine kavuşmak için ilim öğrendiği kadını, terk etmiştir
ki bununla, niyetinin düzgün olduğunu ve amacında selamette olduğunu bildirsin.
Ben de bu manaya işaret eden bazı beyitler söylemişimdir. İşte
onlardan bazıları:
“Esir olan; şikayetini size (alimlere) arz ediyor
Sizden kerem ve fedakârlık rica ediyor
Tebessümleriniz ellerini bağlıyor
Çenelerine değin...
Sizin sevginize gömülüp kalıyor
Evde oturan kimse gibi, (size olan özlemden) uzaklığa
dayanamıyor
Size olan özlem ve hicran ona eziyet veriyor
Ve bu yorgunluk onun kalbini kan ağlatıyor!
Gönle onlar hakkında (alimler) güzel bahçelerde sor
O bahçeler ki (ilim bahçeleri), götürür kulu göğün
katmanlarına!
Alçak olanı yükseltir yukarılara!
Çıplak olana giydirir yücelik elbiselerini!
Ve yiğit kimseye, anılacak bir hatıra bina eder
Ve var oldukça bu alem, onu canlı tutuyor!
Bu bahçeler ki, ilimle güzelleşti
Ve güzelliği, en güzel ceylanların güzelliğini geçti!
Bir gün aşıklar oraya girerlerse eğer,
Kadınlara duydukları aşkı unutur giderler!
Daha önceleri prangalar ile bağlanmışlardı (dünya sevgisi),
Kuvvetli zekasından dolayı prangaları çözmek zordur...
Alimler eğer görünürlerse orada;
Şerefli ışıktan aydınlatırlar bu kainatı da ...
Bu alimler ki, ilimle gıdalandılar,
Uyku ve hayal hallerinde bile ilme bağlı, kanlarında bile
ilim vardır!
Bu alimler ki, ilimde onların öncülük etmesi ve üstün
yerleri vardır
Gizli bir şekilde (tevazulu) gayretli ciddi çalışmaları vardır
Bu bahçelere ki girerse, ilmin tâlipleri;
Parlaklık ve güzellikten misk kokusu ile donatırlar!
O bahçelere (ilim bahçelerine) doğru gayretli koştuklarını
görürsün!
Kerem ve fedakârlığa nail olma ümidiyle...”
Ey İlim talebesi! Niyetine şirk bulaştırmaktan sakınman
gerekir. Çünkü bir kudsi hadis de şöyle buyrulmuştur:
“Ben ortak koşanların şirkinden en mustağni olanıyım. Kim
bir amel işler de, o amelde başkasını bana ortak koşarsa; onu şirk koştuğuyla
baş başa bırakırım.” (Muslim, Ebu Hureyre radiyallahu anh’den; Rasulullah-Sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki... 4/2289)
Arif kimseler ittifak etmişlerdir ki, bir kulun helakinin
kökleşmesi; Allah Teâla’nın o insanı nefsi ile başbaşa bırakmasıyla olur. O
vakit, şeytanlar o kimseyi kaparlar, yollar çeşitlenir ve ateş ona daha layık
olur!
Hammad b. Seleme (Rahimehullah) dedi ki: “Kim, hadisi Allah
rızası dışında başka bir sebepten dolayı talep ederse, onunla tuzağa
düşürülür.’’(İbn Abdilberr, el-Câmi 1/199)
Niyetin düzgün olması; onun üzerine tayin edildiği en büyük
(sebep) ile alakalıdır. Ebu Abdillah Er-Ruzbâri (Rahimehullah)’ın dediği gibi,
O şöyle demişti:
“İlim amele bağlıdır. Amel de; ihlas’a bağlıdır. Allah için
olan saf/katıksız, ihlaslı niyet ise; Allah azze ve celle hakkında (sahih) bir
anlayış doğurur.” (Hatib, el-İktida’ s.32)
Dârimi’nin Sunen’inde (1/71) İbrahim En-Nehai (Rahimehullah)’ın
şöyle dediği nakledilir: “Kim, sırf Allah rızası için bir ilmi talep ederse, Allah o
ilimden ona yeteni verir.”
Önemli bir hatırlatma:
Bazı kimseler, teallüm etmeden (yani, bir hocadan veya
kitaplardan ilmi talep etmeden) sadece amel etmenin ilmi getireceğini iddia
etmişler ve Allah Teâla’nın: “Allah’tan sakının. Allah size öğretiyor. Allah
her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara: 282) kavli ile de delil getirmeye
çalışmışlardır.
Menâr Tefsir’inde, şeyhinden naklederek (3/128) şöyle denilmektedir:
“Kendilerini tasavvufa/tarikata nispet eden bazı kimselerin
dillerinde şu iki cümlenin “Allah’tan sakının. Allah size öğretiyor...”
manasının; “takvanın ilme sebep olduğu” manasına geldiği yaygınlaşmıştır ve bu
asıl üzerine tarikatlarının yolunu bina ederek; yaptıkları bazı hareketlerin, vird
ve hizip okumaların kendilerine ilahi ilimleri hiçbir teallüm(öğrenme) olmadan
meyve olarak vereceğine inanmışlardır.
Ayetten delil getirmelerinin batıl olduğunu iki vecihten
söyleyebiliriz:
Birincisi: Ünlü Dilbilimci Sibeyevh buna razı olmaz- ki razı
olmamasında da haklılık payı vardır- çünkü “Allah size öğretiyor” kısmının
“Allah’tan sakının” kısmına atfedilmesi; ilkinin ikincisinin bir karşılığı
olduğuna, onun üzerine terettüp etmesine zıttır. Malumdur ki; atfetmek, mugâyeret
(farklılık) gerektirir.
İkincisi: Neticenin sebep olması, dalların asıl olması, sonucun
önerme olması manasına gelen bu sözleri; (aklen batıl bir sözdür) Şöyle ki; aklen
bilinen bir husustur ki, takvayı meyve olarak veren ilmin kendisidir. İlimsiz
takva diye bir şey söz konusu olamaz. Kendisine üzerine bina edilen asıl ve karar
vermede ölçüt olan; ilimdir...”
Bu gerçekten çok güzel bir sözdür. Ona şöyle bir ilavede
bulunabiliriz:
Amel kalbe, imani bir güç kazandırır ve böylece ilimleri
içermesi ve faydaları idrak etmesi sağlanır. Bu, bu mertebeden düşük olduğunda
idrak edemeyeceği hakikatlerdir. Bu bizzat açık bir müşahade ile sabit ve
hisler ile idrak edilebilen bir durumdur.
Ama kim, Allah’a ibadet eder ve ilim öğrenmeyi terk eder de,
Bakara Suresinin 282. Ayetinden olan bu ayeti delil getirmeye çalışırsa; o,
cahil kimsenin tekidir. Avamın cahilleri bile ona bu sözünde tabi olmazlar!
Koruyucu ve gözetleyici olan Allah’tır...
İKİNCİ ENGEL: AMELİ TERK ETMEK
Ebu Berze el-Eslemi (Radiyallahu anh)’den: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü bir kula şu sorular sorulmadan ayağı bir yere
ayrılmaz; ömrünü nerede tükettiği, ilmiyle ne yaptığı, malını nerede kazandığı
ve nereye harcadığı ve bedenini nerede eskittiği.” (Tirmizi, Sunen 4/612 dedi
ki: hasen sahih bir hadis.)
Hatib de bir benzeri rivayette bulundu ve onun rivayetinde
şöyle geçmektedir: “Ve ilmiyle ne amel işlediği” (İktidaul İlmi El-Amel)
Orada Ebu’d-Derdâ (Radiyallahu anh)’den şöyle dediği
nakledilmiştir:
“İlmi öğrenmek için çaba sarf eden bir talebe olmadan alim
olamazsın ve ilimle etmel etmedikçe de alim olamazsın.”
Yine orada, Ali (Radiyallahu anh)’in şöyle dediği
naklolunmuştur:
“İlim ameli çağırdı; icabet ederse (ne âlâ) yoksa ilim çekip
gider.”
Fudayl b. İyad (Rahimehullah)’ın şöyle dediği rivayet
edilir:
“Öğrendiği ile amel etmedikçe alim denilen kimse aslında
cahildir. Ta ki onunla amel ettiğinde alim olur.”
İlimle amel etmek o ilmi korur ve sabit olmasını sağlar. Nasıl
ki amel etmemek ilmin unutulmasına ve zayi olmasına neden olur. Bu nedenledir
ki Şa’bi (Rahimehullah) şöyle demiştir:
“Hadisi talep etmek için oruç tuttuğumuz gibi, öğrendiğimiz
hadisleri ezberlemek için onunla amel ediyorduk.” (İbn Abdilberr, El-Câmi 2/11
ve bir benzeri Veki’den rivayet olunur el-Câmi 2/132)
Abdullah b. Mes’ud (Radiyallahu anh) dedi ki: “Ben bir kulun
öğrendiği ilmi, işlediği günah sebebiyle unuttuğunu zannediyorum.”
Selefi Salih’in yolu, ilmi amelle birlikte götürmektir. Bu
nedenledir ki, yarışta en önde olup bayrağı taşıyanlar ve ilk olarak hedefe
varanlar onlar olmuştur. Ve yine bu nedenledir ki, ilimleri bereketlenmiştir.
Ebu Ömer b. Abdirrahman es-Sulemi (Rahimehullah) şöyle
demiştir: “Bize Kuran okutan kimseler anlatmışlardır ki onlar, Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem)’den on ayeti manasıyla birlikte öğrenirler ve
onlarla amel etmeden diğer ayetleri öğrenmezlerdi. (Şöyle derlerdi;) Bu nedenle
Kur’an’ı ameli ile birlikte öğrendik.”
İlimle ameli terk etmek iki kısımdır:
Birinci Kısım: Şer’î farzlarla uymayı ve şer’î haramlardan
uzak durmayı terk etmek. Bu, büyük günahlardan bir günahtır ve ilimle amel terk
edildiği takdirde cehennemle tehdit eden ayet ve hadisler bu manaya hamledilir.
İkinci Kısım: Müstehablar ve mekruhlardan uzak durmayı terk
etmek. Bunu yapan kimse yerilebilir fakat ateşle tehdit eden nassların
kapsamına girmezler.
Ancak şu var ki, alim ve ilim talebesinin
sünnetlere/müstehablara uyması ve mekruhlardan uzak durması gerekir. Allah en
doğrusunu bilendir.
İbnu’l-Cevzi (Rahimehullah) şöyle demiştir: “Miskin kimse o
kimsedir ki, bütün ömrünü amel etmediği bir ilimle tüketmiştir. Hem dünya
lezzetlerini kaybetti hem de ahiret hayırlarından mahrum kaldı ve aleyhine
güçlü bir delille birlikte iflas etmiş bir halde (kıyamet günü) gelecektir.”
(Saydu’l-Hâtir s.144)
ÜÇÜNCÜSÜ: ÂLİMLERE MÜRACAAT ETMEDEN SADECE KİTAPLARA İTİMAT ETMEK
Bazı ilim talebeleri, kendilerinde âlimlere müracaat etmeden
kitaplardan ilim alma ve bu kitaplardaki ibareleri kavrama-açıklama, işkâl olan
kısımları çözme kudreti görmekteler. Asılda, bu kendine güven duygusu bir
hastalıktır ve ilim ehli olmaktan çok uzaktırlar. Hataları ne de çoktur, ilme
ne kadar uzaktırlar ve çelişkileri ne kadar çirkindir!
İmam Şafii (Rahimehullah) dedi ki: “Kim kitapların
içerisinden fıkıh öğrenirse, meselelerin hükümlerini zayi eder.”
Alimlerden bazıları şöyle derdi: “Sadece sayfalardan/kitaplardan
ilim öğrenerek şeyh olan kimseler, büyük musibet olan kimselerdendir.”
Fakih Süleyman b. Musa (Rahimehullah) dedi ki: “Şöyle
denilirdi; “Kur’an’ı mushafcılardan (yani bir hocada okumayanlardan) almayın,
ilmi de suhufilerden (hocaları olmadan sadece kitaptan ilim öğrenenlerden)
almayın.” (Askeri, Tashifatu’l-Muhaddisin 1/6-7)
Eskiden şöyle denilirdi: “Kimin hocası kitabı ise, hatası
doğrusundan daha fazladır.”
Nahivci Ebu Hayyân ne güzel demiş:
“Cahil kimse, kitapların kendisine
İlimleri idrak fehmi verdiğini zanneder
Bilmez ki bu cahil kimse; o kitaplarda vardır
Anlayışlı kimsenin aklının hayrete düşüren gizli inciler
Hocasız bir şekilde ilim talep etmek istersen
Doğru yoldan sapar gidersin,
İşler sana karışık gelir ta ki;
Bilge Toma’dan daha şaşkın olursun”
(Toma, sadece kitaplardan ilim öğrenmeye çalışan ve bunun
kendisine ölüm sebebi olduğu kimsedir. Şöyle ki; Bir gün bir kitapta El-Habbetu
(Çörek otu) yazım yatası ile El-Hayyetu (Yılan) olarak yazılmıştır. Ve Toma
şöyle okur “Yılan her şeye devadır.” Sonra bir yılan alır ve onunla tedavi
olmaya çalışırken ölür. Mütercimin notu.)
Alimler, ilmin hocaların ağzından alınmasının lüzumunu
gerektiren manaları açıklamışlardır. Bu manalardan birisi de, İbn Batlan
(Rahimehullah)’ın dediği gibidir:
“Kitapta ilimden alıkoyan, fakat hocadan okunduğunda söz
konusu olmayan bazı durumlar vardır. Bunlar; kelimenin harflerinin yanlış
yazılması sebebiyle kitapta tashif bulunmasıdır. göz yanılması, irab (dil
kaideleri vb) ile ilgili tecrübe azlığı, onda bulunan bozukluk, kitabın
düzeltilmey(e ihtiyaç duyması), okunamayan bir yazı, yazılamayanı okuma, kitabın
yazarının üzerinde bulunduğu ekol, nushanın hastalıklı olması, naklin düşük
olması, ayrı olan yerleri okuyan kimsenin birbirine katması, talimin temel
prensiplerinin karıştırılması, o ilimdeki zikredilen terimler... İşte bütün
bunlar ilmin önünde engeldir. Öğrenci bir kitabı hoca ile okurken tüm bu
engellere karşı emin olur ve rahatlar.
Durum bu halde ise, Âlimlerin huzurunda kitap okumak, ilmi
onların yanında talep etmek, kişinin tek başına okumasından katbekat daha efdaldir.
Açıklamak istediğim konu da budur.”
Bu vecihten önce, ilmin tek başına sayfalardan, kitaplardan
öğrenilmesi yerine hocaların ağzından öğrenilmesini gerektiren ve bunun daha
efdal olduğunun sebeplerinin açıklanması ile ilgili beş vecih zikretmiştir.
Daha fazla açıklama için “Şerhu İhyâi ulumi’d-din” (Zebidi’nin 1/66) kitabına
bakabilirsin.
DÖRDÜNCÜ ENGEL: KÜÇÜK KİMSELERDEN İLİM ALMAK
Bu zamanda ilim talebeleri arasında yaşı küçük olan
kimselerden ilim alma durumu yaygınlaşmıştır.
Bu durum –hakikatte- tedavisi olmayan bir hastalık, uzun
süren bir marazdır. Talebeyi amacına ve isteğine ulaşmaktan engeller. Onu ilme
götüren doğru yoldan çıkarıp bozuk ve yamuk yollara götürür.
Bunun sebebi ilmin, ilimde ayakları sağlamlaşmamış ve etleri
orada olgunlaşmamış kimselerden alınmasıdır. Halbuki yaşları onlardan daha
büyük olan ve ayakları daha sabit ilim ehli kimseler bulunmaktır!
Bu durum, ilme yeni başlayan kimseyi zayıflatmak ve büyük âlimlerin
tecrübelerinden, ilmin ve zamanın onlara verdiği ahlaktan faydalanmaktan onu
mahrum etmektedir. Ve daha nice nedenler vardır ki, İbn Mes’ud (Radiyallahu
anh)’den nakledilen bir eser buna işaret etmektedir:
“İnsanlar ilmi, büyüklerinden, emin kimselerinden ve âlimlerinden
aldıkları sürece hayır üzerinde olacaklardır. Ancak ilmi küçük kimselerinden ve
şerli kimselerden almaya başladıklarında ise helak olacaklardır.”
Ebu Umeyye El-Cumahi’den sabit olan bir hadiste, Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“İlmin, küçük kimselerden aranıp talep edilmesi kıyamet
alametlerindendir.”
Hadisteki “küçük kimseler”den muradın ne olduğunda ihtilaf
edilmiştir. Bununla ilgili kavilleri İbn Abdilberr “El-Câmi’ (1/157), Şâtibi de
“El-İ’tisam” (2/93) adlı eserinde zikretmişlerdir.
İbn Kuteybe (Rahimehullah) hadisteki “küçük kimselerden”
kastın; yaşları küçük olan kimseler olduğunu söylemiştir. Biraz önce zikri
geçen İbn Mes’ud rivayeti hakkında şöyle demiştir: “Bununla, insanların ilmi, yaşları küçük olan kimselerden
değil de ihtiyar kimselerden aldıkları müddet hayır üzere olacaklarını
kastetmiştir. Yani âlimleri yaşları küçük kimseler değildir. Çünkü “Şeyh”
demek; gençlik eğlencesinin, hiddetli olmanın, aceleciliğin ve sefihliğin
kendisinden gittiği kimse için kullanılır. Artık tecrübe ve deneyim sahibi
olmuştur. İlminde ona şüphe girmez, heva ona galip gelmez, onunla tamah sahibi
olmaz, şeytan onu küçük yaş durumuna indiremez ve yaşının ilerlemesi ile
birlikte; vakar, otorite ve heybet sahibi olmuştur.
Küçük yaşlı olma durumda, şeyh kimse hakkında artık
kendisinden emin olunan bu saydığımız kusurlar girebilir. Eğer bu kusurlar onda
bulunur ve o da fetva verirse hem sapar hem de saptırır.” (Nasihatu Ehli’l-Hadis,
Hatib el-Bâğdâdi s.16)
İbn Abdilberr de, Ömer b. El-Hattâb (Radiyallahu anh)’ın
şöyle dediğini nakletmiştir: “İnsanların salahının ve fesadının ne zaman olduğunu bildim:
Fıkıh küçük kimse tarafından geldiğinde, büyük kimse buna karşı çıkarsa bu
onların fesadı (bozulması)dır. İlim büyük kimseden geldiğinde küçük kimse ona
tabi olursa ikisi de doğru yolda olurlar.”
İbn Abdilberr, Ebu’l-Ahvas’tan o da, Abdullah’ın şöyle
dediğini nakletmiştir: “İlim büyüklerinizde kaldığı sürece sizler hayır üzere
olacaksınız ancak ilim küçüklerinizde kalırsa; büyük olan küçüğü sefih görür.”
Bir de bu iki eser de “İlmi küçük kimseden almama” sebebi
hakkında İbn Kuteybe (Rahimehullah)’ın zikrettiği sebep dışında başka bir sebep
daha vardır ki o da, küçük kimseden geldi diye ilmin reddedilme korkusudur.
Her hâlükârda “küçük” lafzı, genel bir lafızdır, maddi ve
manevi ikisini de kapsamaktadır.
Bizim biraz önce zikrettiğimiz hükümler mutlak olarak
değildir. Yani her yaşı küçük olan kimse bu kapsama girmemektedir. Yaşları
küçük olmasına rağmen sahabeden ve tabiinden nice kimseler, büyük kimselerin
huzurunda fetva ve ders vermişlerdir. Ancak kendilerinden sonrakilere nispetle
onların sayısı nadirdir. Şayet onlar bulunur, düzgün oldukları bilinir, ilimleri
denenir ve bunda mütemekkin oldukları açığa çıkarsa, onlarda bulunan ilmi
kendilerinden alınabilecek büyük kimseler de mevcut olmazsa, fitneden de emin
olunursa, küçük olsalar dahi onlardan ilim alınır.
Kastedilen, büyüklerin bulunmasıyla genç kimsenin ilminin
terk edilmesi değildir, kesinlikle böyle bir şey kastedilmemiştir. Ancak
kastedilen mana; insanları hakiki menzilelerine yerleştirmektir. Dâhi bir
gencin hakkı, derste, müzakerede, araştırmada kendisinden faydalanılmasıdır. Ancak
fetva makamına getirilmesi, ona –fetva ve kadılık- soruların sorulması... işte
buna hayır! Bin kere hayır! Çünkü bu, onu öldürmektir, fitnedir ve aldatmadır!
Fudayl b. İyâd (Rahimehullah) şöyle demiştir: “Şayet
insanların etrafında toplandıkları bir adam görsem derim ki; “Bu adam delidir!” İnsanların etrafında toplandığı kimsenin
onlara sözü güzelleştirmemesi gerekir.”
Ve yine şöyle demiştir: “Bana ulaştığına göre, önceden
alimler bir ilim öğrendiklerinde onunla amel ederlerdi. Amel ettiklerinde
meşgul olurlardı, meşgul olduklarında gözden kaybolurlardı. Gözden
kaybolduklarında aranırlardı. Arandıkları zaman da kaçarlardı.” (Es-Siyer
8/434)
Ey İlim talebeleri! Eğer ilmi kaynağından, pınarından öğrenmek isterseniz işte
büyük alimler! İlim öğrenme ve öğretmede etleri yaşlanmış, vücutları
zayıflamış, güçleri tükenmiştir!
Onları kaybetmeden önce onlara tutunun! Size kapalı kalmadan
önce onlardaki hazineleri çıkarın! Karanlık bir gecede dolunay aranır!
Bir uyarı:
Bu zamanda bir çok kimsenin, alim bir kimseyi
değerlendirme/tanımada ölçüleri bozulmuştur. Etkili bir vaaz veren, akıcı bir
konferans ya da kafiyeli hutbe veren herkesi alim zannetmektedirler. Zannediyorlar
ki; bu kimseler, fetvada kendilerine müracaat edilen ve ilmin kendilerinden
alındığı kimselerdir.
Bu acı veren bir afet, kötü bir olgudur. Kötülüğü havalarda
uçuşmuş ve zararı etrafı kuşatmıştır. Bu ilmi ehli olmayan kimselere isnat
etmektir. İş, ehli olmayana tevdi edildiğinde kıyamet saatini bekleyin!
İlim talebesi, ilmi bu kimselerden almaktan çokça sakınsın! Ancak
bilinen ilim ehlinden ilim alsın...
İbareleri iyi kullanan herkes alim olacak diye bir kaide
yoktur!
Buraya kadar anlattıklarımızın manası - bazılarının anladığı
gibi - onları hiç dinlememek ve nasihatlerinden istifade etmemek değildir!
Kesinlikle böyle bir şey kastetmiyoruz! Ancak bizim kastımız; Şer’i ilmi
onlardan almamaktır ve onları alimlerin derecesine yükseltmemektir.
Muvaffak kılan Allah’tır.
BEŞİNCİ ENGEL: İLİMDE KADEMELİ DAVRANMAMAK
Alimlerden hiç kimse ilimde “tedriciyen” (merhale merhale)
davranma prensibini eleştirmemiş ve bu konuda tartışmamıştır. Çünkü tedriciyen
davranmak, ilmi alma ve anlamada çok başarılı ve faydalı bir vesiledir.
Bu prensip, Allah Teâlâ’nın kitabından alınmıştır:
“Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye ayet ayet
ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” (İsra: 106)
“İnkar edenler: “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi
ya!” dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım
kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkan: 32)
Zebîdi, “ez-Zerîa”dan naklederek; öğrenci kimsenin görevleri
hakkında şöyle demektedir:
“(Talebenin) tertip sırasında, daha önceki sırada olan bir
ilim dalında son dereceye varmadan bir sonraki ilim dalına dalmaması gerekir. Ta
ki gereksinim duyduğu malumatları elde edebilsin. Çünkü, birçok dalda mütemekkin
olmadan izdiham ederek ilim işitmek, fehmini bozup, saptırabilir.”
Bununla ilgili olarak Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu hakkıyla tilavet
ederler” (Bakara: 121)
Bunun manası; ilim ve amel olarak tastamam, hakkını vererek
bir ilmi ihkam etmeden başka bir fenne geçmezler. Sıralamada sırayı bozmadan en
önemli sonra daha az önemli olanı öncelik sırasına almalı.
Birçok kimse, usul ile hareket etmeyi terk ettikleri için
amaca, maksada ulaşmaktan mahrum olmuşlardır. Bunun hakkını vermek ise; daha
üstüne ulaşabilmek için var gücüyle uğraş vermesi, en son noktasına varmak için
gayret etmesidir.
Tedrici metot iki meselede izlenir:
Birincisi; Fenler (İlimler) arasında tedricilik
İkincisi; Bir ilmin içerisinde tedricilik.
Bu iki meselede, âlimlerin ictihadına ve mekânının tabiatına
boyun eğer. Bu sebepledir ki, tedricilikte âlimlerin koydukları yoldaki
işaretler ekollerine, içerisinde bulundukları mekânlara göre değişebilmektedir.
Ben de okuyucu kimse, kendisine uygun olanı alsın diye, alimlerin bu
yönlendirmelerinden bazı örnekleri bu kitapta zikredeceğim. Tabi bu, Şeyhi ve
hocasının onayından sonra olacaktır...
İbnu’l-Medînî, Abdulvehhâb b. Hemmâm’dan, o da İbn Cureyc’in
şöyle dediğini nakletmiştir:
“Ata’nın yanına bu işi (ilmi) istemekliğimden dolayı geldim.
Yanında, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr vardı. İbn Umeyr bana dedi ki:
“Kur’an’ı okudun mu?” Dedim ki:
“Hayır.” Dedi ki:
“Git ve Kur’an’ı oku/ezberle sonra ilim talep et.” Ben de
gittim ve bir müddet boyunca ortalıkta gözükmedim. Ta ki Kur’an’ı ezberledim
sonra tekrar Ata’nın yanına geldim. Onun yanında Abdullah bulunmaktaydı. Dedi
ki:
“Farizayı (miras payını) öğrendin mi?” Dedim ki:
“Hayır.” Dedi ki:
“Farizayı öğren sonra ilim talep et.” Ben de farizayı
öğrendim ve geldim. Dedi ki:
“İşte şimdi ilim talep edebilirsin.”(Es-Siyer: 6/327)
Ebu’l-Aynâ dedi ki: “Abdullah b. Davud’un yanına geldim, şöyle
dedi:
“Buraya seni getiren nedir?” Dedim ki:
“Hadis talep etmek için geldim.” Dedi ki:
“Git ve Kur’an’ı ezberle.” Dedim ki:
“Ben, Kur’an’ı ezbere biliyorum.” Bana dedi ki:
“Oku: “Onlara Nuh’un büyük haberini anlat...” Ben de onda
birlik bir kısmını bitirinceye dek okudum. Bana dedi ki:
“Şimdi git ve feraiz (miras ilmini) öğren.” Dedim ki:
“Çocuklara, dedeyle nineye ve büyüklere düşen hakları
öğrendim.” Dedi ki:
“Kardeşinin çocuğu mu yoksa amcan mı? Hangisi sana daha
yakın?” Dedim ki:
“Kardeşimin oğlu.” Dedi ki:
“Neden böyle dedin?” Dedim ki:
“Çünkü kardeşimle bağım annem sebebiyledir. Amcamla ile
bağım da dedem tarafındandır.” Sonra dedi ki:
“Şimdi git ve Arapçayı öğren gel.” Dedim ki:
“Arap dilini bu iki ilmi öğrenmeden önce öğrenmiştim.” Dedi
ki:
"Öyleyse söyle bakalım; Ömer (Radiyallahu anh) hançerle
yara aldığı zaman “ya lellahi ve lil muslimin” dedi? Yani neden ilkini fethalı,
ikincisi kesralı okudu?” Dedim ki:
“İlkini yani Allah lafzı celalindeki lamı fethalı söyledi
bununla duayı kast ett. İkincisini yani Müslümanlar lafzındaki lamı kesralı
söyledi çünkü bununla yara aldığı için yardım istedi.” Bana dedi ki:
“Eğer birisine hadis söyleyecek olsam elbette ki bu kimse
sen olurdun.” (Es-Siyer 9/351)
Ebu Ömer ibn Abdilberr (Rahimehullah) dedi ki: “İlim talebi, derece derecedir, geçişleri ve mertebeleri
vardır. Bu sıralamanın atlanılmaması gerekir. Kim, bütün bu dereceleri atlarsa
Selefi Salih’in (Allah onlara rahmet etsin) yolundan atlamış olur. Kim kasıtlı
olarak onların yolundan atlarsa sapar, kim de ictihat ederek atlarsa hata eder.”
İlmin ilki; Allah Azze ve Celle’nin kitabını ezberlemek, anlamaya
çalışmak ve anlamaya yardımcı olacak her şeyi öğrenmektir. Bunun talebi
vaciptir. Ben; “Kur’an’ın tamamını ezberlemek farzdır” demiyorum. Ancak ben
şöyle diyorum; Alim olmak isteyen kimse için bu gerekli bir görevdir, farz olma
babından değil.
Kim buluğa ermeden Kur’an’ı ezberler ve onu anlamasına
yardım olacak arap diline yönelirse bu amacına ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve sellem)’in sünnnetlerine ulaşmak için ona (Allah tarafından) büyük bir
yardımdır.
Daha sonra Kur’an’ın nasih ve mensuh ayetlerine ve ahkam
ayetlerine bakar. Bunda da, alimlerin ittifak ve ihtilaf ettikleri noktalarda
durur. Allah’ın kendisine yakınlaştırıp kolay kıldığı kimse için bu yakın ve
kolaydır.
Daha sonra, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’den nakledilip
sabit olan sünnetlere bakar ki böylece talebe kimse Allah Azze ve Celle’nin
kitabındaki muradına ulaşabilsin. Ki bu sünnetler, hadisler o talebeye Kur’an’ın
ahkâm ayetlerini açtıkça açar.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatında,
sünnetlerdeki birçok nasih ve mensuhlara tenbihler vardır.
Sünnetleri talep eden kimse bunda dayanak olarak, hafız ve
sika olan imamların hadislerini alsın...” İbn Abdilberr (Rahimehullah)
sözlerine şöyle devam ediyor:
“Ey kardeşim! Sana lazım gelen; usul’ü öğrenmen ve ona önem vermendir.
Bil ki! Kim ki, sünnetleri ezberler, kur’an’daki hüküm ayetlerine bakar, fakihlerin
sözlerine bakar, bunları da ictihadında yardımcı kılar ve onlarla nazar/bakış
yollarını açar, onları birçok mana ihtiva eden sünnet ve hadisdeki cümlelerin
tefsiri için değerlendirir, hadisleri taklit eder gibi onlardan herhangi bir
kimseyi de körü körüne taklit etmez -ki bu hadisler ve sünnetlerki hiçbir
nazar/rey bildirmeden mutlak olarak teslim olunması ve boyun eğilmesi
gerekendir -, Bu nasslar ve sünnetleri araştırır ve onlar üzerinde tefekkür
eder böylece de alimlerin yoluna girmiş olur, kendisine birçok faydayı
ilettikleri ve önemli meselelere işaret ettikleri için alimlere teşekkür eder, onların
hakka isabet ettikleri sözlerinde – ki çoğu sözleri böyledir - Allah’a hamdu
senalar eder, alimlerin hata etmez masum kimseler olduğu gibi inanca da girmez.
Nasıl ki kendilerinin masum olduklarına inanmadıkları gibi...
İşte bütün bunları yapan ilim talebesi, selefi salihin
yoluna tutunan bir ilim talebesidir. Hazzıyla nasiplenen odur, reşit olan,
doğru olanı müşahede eden odur, Nebi (aleyhisselam)’ın sünnetine tabi olup,
sahabe-i kiram’ın (radiyallahun ahnhum) hidayetleri üzere olan odur...’’(El-Câmî
2/166,172)
İbnu’l-Cevzi (Rahimehullah) dedi ki: “Ömrün kısa ve ilmin ise çok olduğu bilinmektedir. İlim
talebesi ilk olarak, Kur’an’dan ve onu ezberlemekten başlar. Daha sonra
manalarını anlayabilmesi için orta bir yol tutarak tefsir kitaplarına bakar, bunda
da onda hiçbir şey kapalı kalmaz. Şayet yedi kıraat, nahivle alakalı meseleler
ve lugat kitapları talebinin yanında düzgün bir hal alırsa, bu sefer de; nakil
açısından sahih olan, müsned olan, sünenler gibi ve ilim açısından zayıfların
bilinmesi, ravileri tanıma gibi hadis usulünden başlar. Bu meselelerde usule
önem verir, onu sağlam yapar. Alimler bu konularda talebenin güçlük çekmemesi
için bir çok telifler vermişler ve sıralamalar yapmışlardır. Bilmesi zaruri
olan konular için tarih kitaplarına baksın, siyer kitaplarına baksın, Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem)’in nesebi, akrabaları, zevceleri ve benzeri
konuları öğrensin... Daha sonra fıkha yönelip mezhepler ve ihtilaflara baksın, itimadı
ihtilaf meseleleri üzere olsun. Bir meseleyi ele alsın, bu meselenin kapsamına
giren hususları incelesin ve kaynaklarından onu irdelesin. Bir ayeti tefsir
etmek, bir hadisi anlamak ve bir kelimenin fıkh edilmesi gibi...
Fıkıh Usul’ü ile iştigal etsin, miras ilmine baksın...
Talebe şunu çok iyi bilsin ki, ilimlerin medarı fıkıhtır.” (Saydul Hâtır s.169)
İşte bunlar, alimlerin ilim taliplerine yönelik
tevcihlerinden parçalardır, bu nasihatlar ilim yolculuklarında kendilerinin
kazanmış oldukları deneyimlerin özetidir. Vaktimizi koruyup zayi etmememiz, güç
bir menhec üzere ilmimizi bina etmemiz için bütün bunları bize hediye etmişlerdir...
Öyleyse bizlerin, bilgilerimizde sorunlar olmaması için onların yollarından
çıkmamamız gerekir. Aksi halde bu bilgiler, en ihtiyaç duyduğumuz bir anda bize
ihanet edebilirler...
Kim, bir âlimin dilinden usulleri almazsa;
Müşkil olan meseleler de onun kesin bilgisi; zanlarıdır!
Allah Teâla kıymetli alim İbn Abdilberr’e rahmet etsin, o
vakit zamanındaki ilim talebelerine feryat ederek şöyle demişti:
“Bil ki –Allah sana rahmet etsin-; Bizim şu zamanımız ve şu
ülkemizdeki ilim talebeleri, seleflerinin yolundan çıkmışlardır, imamlarının
bilmedikleri yollara girmişlerdir. Kendilerinden önceki âlimlerin mertebelerine
olan kusurları ve cehaletleri sebebiyle bidatler ortaya çıkarmışlardır.” (El-Câmi
2/169)
İbnul Cevzi (rahimehullah), başından sonuna kadar bir
talebenin izlemesi gereken yolla ilgili bir cetvel çizmiştir. Şöyle demiştir:
“Sabi olduğu vakitlerde talebenin öncelik vermesi gereken, Kur’an’ı
ezberlemesi ve bunda da iyi olmasıdır. Ta ki Kur’an, etine ve kanına karışır
derecesinde sabit olur. Sonra nahiv ve sarf ilimlerini öğrenir ki bunlarda
hataya düşmesin. Daha sonra mezheb ve ihtilaf konularını bilmesi için fıkıh
ilmine başlar. Bunlardan sonra da mümkün olduğunda ilimler öğrenir, hıfz edip
ezberlese ne güzeldir...’’(Saydul Hâtır s.244)
Bu görüşe bir de, hadis metinleri ve mustalahları eklenebilir.
Ta ki fıkıh ilmi, kur’an-ı kerim ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
sellem)’den sabit olan sahih haberler üzerine bina edilsin. Böylece ilim sahibi
kimse faziletlerde zirveye ulaşabilsin.’’
Şeyh Abdurrahman b. Sa’di (Rahimehullahu Teâla) şöyle der: "Faydalı ilim o ilimdir ki, onunla kalpler ve ruhlar arındırılır,
dünya ve ahiret mutluluğu elde edilir. Bu ilim, Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve sellem)’den gelen hadis, tefsir, fıkıh ve buna yardımcı olan Arapça ilimleridir,
bunların öğreniminde zamana göre ve insanın içerisinde bulunduğu konuma göre
hareket edilir.
Talebenin iştigal edeceği kitaplar ise, durumların ve ülkelerin
farklılığına göre farklılık arz eder.
Bizim nazarımızda ortalama bir şey söyleyecek olursak, şöyle
diyebiliriz; Talebe öğrenmek istediği ilimle ilgili muhtasar/özet metinleri,
kitapları ezberlemeye gayret eder. Şayet sözleri ezberlemek ona ağır gelecek,
bunu yapamayacak olursa; bu durumda çok kere tekrar etsin ki ta ki, manaları
onun kalbinde köklü bir şekilde yer etsin. Daha sonra bu muhtasarına çalıştığı
ilmi açıklamak ve izah olması için diğer kitaplara yönelsin.
Şayet ilim talebesi akide de Şeyhulislam İbn-i Teymiyye
(Rahimehullah)’ın “Vasitiyye akidesi” ile Muhammed b. Abdulvehhâb (rahimehullah)’ın
“Üç Esas” kitaplarını ezberlerse, Fıkıhta da “Muhtasarud-Delil” ve
“Muhtasarul-Mukni” kitaplarını ezberlerse, Hadiste de, ”Buluğul Meram” ve nahiv
de “Acrumiyye” kitaplarını ezberlerse, bu metinleri anlamada gayret verirse, bu
metinleri şerh eden kitaplara göz atarsa (çok güzel olur)...
Çünkü ilim talebesi asılları ezberler ve bunların bilgisinde
kendisinde tam bir meleke oluşursa, küçük ve büyük bu fennle alakalı kitaplar ona
kolay gelir. Fakat kim asılları zayi ederse; sonuca ulaşmaktan mahrum edilir
(Usulsüzlük vusulsüzlüktür).
Kim bu faydalı ilimleri öğrenmek hırslı davranır ve
Allah’tan da yardım isterse; Allah ona yardım eder, ilminde ve girdiği ilim
yolunda onu mübarek kılar. Kim de, ilim yolculuğunda faydalı olmayan yollara girerse;
zamanı boşa gider ve yorgunluktan başka bir şeye de kavuşamaz. Bütün bu
anlattıklarımız vakıa ve tecrübe ile sabittir.
Şeyh (rahimehullah)’ın ayrıntılı olarak ele aldığı bu öneri,
itina edilmeye çok layıktır. Bizler de, alimlerimizin hayat hikayelerini geniş
bir şekilde okuduğumuzda onların bu menhecten dışarı çıkmadıklarını gördük.
Onlar bununla yarışta önde gidip bayrağı hedefe ulaştıranların ilklerinden
olmuşlardır.
Fakat bilinmektedir ki, bizim ilim talebesini fıkıhta küçük
metinleri ezberlemeye teşvik etmemiz onu kınanan taklide davet ettiğimiz
manasında değildir. Bu ancak kendisinde birçok faydanın bulunması sebebiyledir.
İlim talebesinin fıkıh ilimde sağlam bir esasa tutunmasını sağlamak, bu metinde
mevcut olan meseleleri zihninde hasredip; ahkâmını temyiz edemeyeceği başka
meseleler ile karışmasını önlemek, ictihat derecesine ulaşabilmesi için merhale
merhale ilerleyebilmesini sağlamak, işte bunlar bu faydalardan bazılarıdır.
Merdivenin ilk basamağı bu kısa metinlerdir.
Ezberlemesindeki kasıt da, içerisindeki bütün mevcut olan
meselelerle amel etmesi manasında değildir. Bir hocası olup onun huzurunda bu
metinleri okuması gerekir. Ki bu hoca ona kapalı kalan kısımları izah etsin,
sorunları çözsün, tercih edilen kavli tercih edilmeyen kavilden ayırsın.
Bu mevzu bahis ettiğimiz konu, bizim istemediğimiz kadar
uzayabilecek bir konu olduğu için, sözu fazla uzatmadan, Allâme Zehebi
(Rahimehullah)’ın her insana ait bir menzilesi olduğuna ilişkin sözlerini
aktarmak isterim. Diyor ki:
“Kim ictihat mertebesine ulaşır da, bunun böyle olduğuna
imamlardan bir topluluk tanıklık ederse bu kimsenin bundan sonra taklitçi
olması doğru olmaz. Nasıl ki, ilme yeni başlayan bir fakih’in yahut Kuran’ı
ezberleyen avamdan bir kimsenin kesinlikle ictihat etmelerinin doğru olmadığı
gibi. Nasıl ictihat edebilir ki? Ne söyleyecek, sözü hangi asıl üzere bina
edecek?!
Üçüncü kısım: Sınıra ulaşan fakih, anlayışlı uyanık bir
muhaddis ki furu meselelerde metinler ezberlemiş, usul kaideleri ile ilgili
kitaplar ezberlemiş, nahiv okumuş, faziletlere iştirak etmiş bununla birlikte
Allah’ın kitabını hıfzetmiş, ayetlerin tefsiri ile ilgilenmiştir... Bu öyle bir
mertebedir ki ona ulaşan mukayyed ictihat mertebesine ulaşmıştır. Ne zaman ki
bir meselede hak kendisine açıkça ortaya çıkmış ve bunda da nass sabit olmuş,
değerli âlimlerden birisi de onunla amel etmişse; hakka tabi olsun, ruhsatlar
yoluna girmesin, veralı olsun. Hüccetin kendisine ikame edilmesinden sonra
herhangi bir kimseyi taklit etmesi bu kimseye uygun düşmez.” (Es-Siyer 18/191)
Allah, nefsinin kadrini bilip olduğudan daha yüksek bir
menzileye çıkarmayan ve selefinin yolu üzere ilmi alan kimseye rahmet etsin...
Yardımcımız ancak Allah’tır...
ALTINCI ENGEL: GURUR, NEFSİ BEĞENME VE KİBİR
Allah Teâla’ya isyan etmek, şer’i ilmi elde etmeye engeldir.
Çünkü ilim, Allah’ın dilediği kullarının gönüllerine attığı bir nurudur. Bir
kalpte ise, nur ve karanlık birleşmez. Bu nedenledir ki, İbn Mes’ud (Radiyallahu
anh) şöyle demiştir:
“Ben zannediyorum ki, bir kimse işlediği bir günah sebebi
ile öğrendiği bir ilmi unutur.” (El-Câmi 1/196)
Allah Teâla İmam Şafii’ye rahmet etsin. Şöyle demişti:
“Hafızamın kötü olmasını Vekii’ye şikayette bulundum
Beni günahları terk etmeye irşat etti.
Ve bana haber verdi ki, ilim bir nurdur.
Allah’ın nuru, asi olan kimseye verilmez.”
İlim talebesinin işleyeceği günahların en çirkini, kibirli olmak,
gurura kapılmak ve büyüklenmektir. Bunu küçük görür, buna karşı kendini yüksek görür,
yürürken çalımlı yürür, konuşurken ağzını eğip büker... ve benzeri kendini
beğenmişliğe işaret eden sıfatları üzerinde taşır. Bu kendini beğenmişlik ki,
Allah-u Teâlâ onu yasaklamıştır:
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın,
boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsra:37)
“İşte ahiret yurdu. Biz onu, yeryüzünde büyüklük taslamayan
ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlarındır.” (Kasas:83)
Buhari ve Muslim’in rivayet ettikleri bir hadiste, Ebu
Hureyre (Radiyallahu anh)’den, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
“Bir adam nefsinin hoşuna giden bir elbise ile, saçı
taranmış ve kibirli olarak yürüyorken Allah Teâlâ onu yerin dibine batırdı.
Kıyamet gününe değin o adam yerin dibinde batmaktadır.”
İbnul Cevzi (Rahimehullah) dedi ki: “En faziletli şey, kişinin
ilim öğrenmeyi arttırmaya devam etmesidir. Çünkü kim, öğrendiği ile iktisar
ederse ve bunu da yeterli görürse, görüşünde diktalaşır, kendi nefsini
beğenmesi ilimden istifade etmesine engel teşkil eder. Ancak şu var ki, bir
kimsenin mevcut ilmi ile yetinmesi, kendini (büyük) görmesi türünden bir
haslet onunla karıştığında sevaba ulaşmasından onu hapseder. Bundan Allah’a
sığınırız.” (Saydul Hâtır syf:111)
Ali b. Sabit şöyle dediğinde ne kadar da isabet etmiş:
“Kendini beğenmek ve sinirli olmak ilmin afetidir.
İsraf edip, yağmalamak da malın afetidir.”
Eyyub Es-Sahtiyâni (Rahimehullah) dedi ki: “Alim kimsenin,
toprağı başının üzerine Allah’a tevazu olması için koyması gerekir.”
Dediler ki, İlim talebelerinden tevazulu (alçak gönüllü)
olanlar ilimleri en çok olanlardır. Nasıl ki alçak yerler, en fazla suyu
toplayan yerlerdir.
Hikmetli kimseye denildi ki, Sahibine haset edilmeyecek ilim
hangi ilimdir? Dedi ki: Tevazu.
Yine denildi ki, sahibine merhamet edilemeyecek olan musibet
nedir? Dedi ki: Kendini beğenmişlik, kibir.
Allah’ın ve müminlerin nefret ettikleri bu mezmum
sıfatlardan ilim talebesi uzak durmaya davransın. Şüphesiz ki kim, Allah için
tevazulu olur, alçalırsa Allah onu yükseltir kim de tam aksini yapar tevazulu
olmazsa Allah onu küçük düşürür.
Şayet nefsi, ona kendisinde bulunan güzellikleri söyleyecek olursa,
akıbetini ve sonucunu düşünsün. Bilsin ki, yaşı kendisinden küçük ama ilmi
kendisinden daha fazla ne kadar da çok kimseler var...
Şu zamanda ise bir ya da iki kitap okuyup, bir ya da iki
mesele ezberleyip sonra -ilim hayatlarına başladıktan - bir iki gün sonra –
muctehid olma hastalığına tutulmuş azınlık bir gurubun mihneti ile
belalandırılmış bulunmaktayız –Her halükârda hamd Allah’adır.-Keşke onlar, bu
kesat hayalleri ile yetinmiş olsaydılar fakat onlar âlimleri küçük gördüler. Hatta
ilim talebesi ve davetçi olan kimseler kendilerini hiç kimsenin ulaşamayacağı
yüksek bir yerde görüyorlar. Bu hal onların, elbiselerinde, yürüyüşlerinde, sözlerinde
açığa çıkmaktadır. Biz Allah’tan geldik yine ona döndürüleceğiz. Zararları ne
kadar da fazla! Faydaları ne kadar da az! Ne katı cehaletleri var! Allah
Teâla’dan onları doğru yola iletmesini isteriz.
Bu kimselere, İbnu’l-Cevzi (Rahimehullah)’dan çok güzel bir
pasaj aktarmak istiyorum:
“Bir çok âlim ve zahid kimselerin içlerinde kibir
taşıdıkları sebebiyle çokça tenkitte bulunmuşumdur. İşte bu kendi mevkisine ve
başkasının üzerindeki yüksekliğine bakar ve bu da kendisini ondan hayırlı
gördüğü için hasta ziyaretinde bulunmaz. Allah’ın rahmet ettiği az kimse
dışında hep nefislerini görüyorlardı. Şaşılacak, hayret edilecek bir durumdur bu;
kişinin kendi nefsini (büyüklükle) görmesi! Acaba ne var da böyle görüyor
nefsini?
İlim sebebiyleyse, kendisinden önce nice âlimler geldi
geçti, ibadet etmesi sebebiyleyse, kendisinden önce nice abidler geldi geçti...
Kim kendi nefsinin hasletlerini ve günahlarını görürse,
günahkâr ve kusurlu olduğu hususunda yakin üzere olur, fakat başkasının hali
ise ona şüphelidir.
Kendisinden sakındırılan ise; kendini beğenmek, ahiret
hallerinde kendini önlerde görmektir. Hakiki mümin ise, daimi kendini hakir
görür.
Ömer b. Abdulaziz (Rahimehullah)’a, vefat ettiğinde seni
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in hücresine defnedelim demişlerdi de,
o şöyle demişti:
“Allah Teâla’nın huzuruna şirk dışında bütün günahlarla varmam,
kendi nefsimi buna ehil görmekten daha sevimlidir bana.” (Saydul Hâtır s.282)
Tehzibul İhyâ’da dedi ki: “İlim sebebiyle kibirli olmak, en
büyük afetlerden ve en ağır hastalıklardandır. İlacı kabul etmesi ve bununla
şifa bulması ne kadar da uzaktır! Ancak bu çok şiddetli sancılarla ve ağır
uğraşlarla olacak bir şeydir. Bu şu sebepledir ki ilmin, Allah katında büyük
bir değeri vardır. Maldan ve güzellikten daha büyük bir değeri vardır.
Âlim kimse kibri ancak şu iki hususu gerçekleştirirse
başından savabilir:
Birincisi; Bilmeli ki, Allah’ın hücceti ilim ehli üzerinde
daha sağlamdır, cahil kimsenin yüklendiği ile alim kimsenin bu hususta yüklendiği;
cahil kimse alim kimsenin onda biridir. Kim, Allah’a bilerek ve ilim sahibi
olduğu halde isyan ederse daha çirkin ve kötü bir cinayet işlemiş olur. Çünkü,
Allah’ın ilimdeki nimetinin geriğini yapmamıştır.
İkincisi; Alim kimse bilir ki, büyüklenmek ancak Allah azze
ve celle’ye layıktır. Dolayısıyla âlim kimse kibirlenirse, Allah katından
nefret edilen ve buğz edilen bir duruma düşer. (2/136)
Ebu Hureyre (Radiyallahu anh), Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve sellem)’den şöyle bir rivayette bulunmuştur:
“Allah Teâla buyurdu ki: İzzet benim izarımdır, kibriya/büyüklük
benim ridamdır. Kim benimle çekişirse ona azap ederim.” (Muslim)
Abdullah b. Mes’ud (Radiyallahu anh)’den, Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse, cennete
giremeyecektir.”
Bir adam da dedi ki: “Bir adam elbisesinin ve ayakkabısının
güzel olmasını sever?” Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Allah güzeldir, güzel olanı sever. Kibir, hakkı inkar etmek
ve insanları hakir görmektir.” (Muslim)
YEDİNCİ ENGEL: SONUCUN ACELE İLE GELMESİNİ İSTEMEK
Bazı talebeler, ilmin kolay yutulur bir lokma ya da tatlı
bir yudum olup, neticelerin hızlıca ortaya çıkıp faydalanılır, hemencecik
açılır olduğunu zannetmektedirler.
Kendi nefsini -ilim talebinde- bir ya da iki yıl içerisinde
yıkılmaz, dağ gibi bir alim olup, ulaşılmaz ve tozu dağıtılmaz olacağına
emellendirmektedir.
Kuşkusuz ki bu, hatalı bir görüş, kesada uğramış bir emel ve
bozuk bir tasavvurdur. Vahim zararları vardır, mefsedetleri çoktur. Sahibini,
Allah hakkında ilimsiz söz söylemek, kendisine kör bir özgüven, yükselip fetva
makamına gelme arzusu gibi sonucu övülmeyen durumlara düşürebilir. Hatta böyle
dönüp dolaşırken, ilim ve ilim ehline intisap etmeyi terk de sonlanabilir.
Me’mun, halleri böyle olan bazı talebelere alaycı bir
şekilde şöyle derken ne kadar da isabet etmişti:
“Sizden birisi üç gün hadis talep ediyor sonra da diyor ki
"ben ehli hadistenim.”
Selefin ilim öğrenmedeki hallerine bakan kimse, onda ilmi
tahsildeki çekilen acılar, yolun uzun olması gibi acaip haller görür. Fakat
onlar bıkmıyorlar, ihmalkâr davranmıyorlar ve büyüklenmiyorlardı. Onların
şiarları “beşikten mezara kadar ilim”, “mürekkep hokkasından kabre kadar ilim”
idi.
İbnu’l-Medini (Rahimehullah) dedi ki: “Şa’bi’ye denildi ki;
“Bütün bu ilmi nereden, nasıl tahsil ettin?” Dedi ki:
“Başkalarına itimat etmeyip, ülkelerde çokça gezmek, eşek
sabrı gibi sabredip ve kargalar gibi erken vakitlerde kalkarak.” (Zehebi,
Et-Tezkira Şa’bi Amir b. Şerahil’in hayat biyografisinde)
İmam Şafii (Rahimehullah) dedi ki: “Bu ilimde bir adam büyük
mertebelere gelmeye çalışır, ta ki fakirlik ona zarar verir, her şeyde onu
etkiler.” (Es-Siyer 10/89)
İbn Hamza (Rahimehullah) dedi ki: “Yakup b. Sufyan -Hafız
bir imam- bana dedi ki:
"(İlim) talebi için otuz yıl sefer yaptın mı?” (Zehebi, Et-Tezkira)
Yahya b. Ebi Kesir (Rahimehullah) dedi ki: “İlim, beden
rahatıyla elde edilmez.” (El-Cami 1/91)
İbnu’l-Haddâd El-Maliki (Rahimehullah) dedi ki: “Alim
kimsede, yataklara yatma emareleri bulunmaz.” (Es-Siyer 14/206)
İlim talebesine, bu imamları kendisine örnek alması, onlara
uyması gerekir. Ki böylece, amacına ulaşsın, arzusuna nail olsun. Onların
menheci selimdir, yolları sağlamdır. Onların güzel bir şekilde anılmaları ve
müslümanlara daimi olarak faydalarının dokunması ancak sabır ve sebat ehli
olmaları, vakitlerini ve paralarını ilim ve marifet için feda etmeleri
dolayısıyladır.
Bu başlıkta son olarak, ilmin kıymetini ve yüksek makamını
ortaya çıkaran iki kişi arasındaki bir diyaloğu zikretmek isterim. Bu da
ilminde yüksek mevkilere gelmek, onu tahsil için her şeyini feda eden kimselerin
elde edebileceği bir şeydir. Ee ne demişler “Sen ilme tamamını ver ki, o sana
birazını versin.”
Bir adam diğerine dedi ki:
-(Bunca) İlme ne ile ulaştın? Dedi ki:
-İlmi talep ederken ilmin, istenilip uzakta bulunan, oklarla
avlanılamayan, rüyalarda görülmeyen ve babalar, amcalardan miras olarak kalmayan
bir şey olduğunu gördüm. Bu nedenle ona ulaşmak için, yapışkan çamurları
yatak-yorgan yaptım, taşları (yastık yapıp) yaslandım, seher vakitleri
mütalaaya devam ettim, okumaları çoğalttım, düşünebilmeyi, fikri kullandım,
peşi sıra ilim yolculukları yaptım, tehlikeli denizlerde yol aldım...
İlmi ekilmekten başka bir şeye uygun olmayan gördüm, nefisten
başka bir yere ekilmediğini ve ancak (ilim) dersleri yapmakla sulandığını
gördüm.
Gündüzleri mal toplamakla, geceleri cima etmekle geçiren bir
kimsenin fakih olabileceğini zanneder misin? Elbette ki hayır! Kasem olsun...
İlim ancak, defterleri pazusuna, kollarına koyup, mürekkep
hokkalarını taşıyıp, susuz, otsuz ve insan olmayan yerleri aşıp, gece ve gündüz
ilim öğrenmek için durmadan çalışan kimsenin tahsil edebileceği bir şeydir.’’
Umulur ki bu kısa, zarif konuşma bazı ilim talebelerinin
zihinlerinde yerleşik olan, ilmin kısa bir müddet içerisinde öğrenilen bir şey
olduğuna dair kanıyı izale edip, yok eder. Ta ki ilim öğrenme ve öğretme de
gece gündüz gayret verip yorulurlar da, yaptıkları bu uğraşıları az görürler.
Böylece Allah azze ve celle onlara ilim ve marifet kapılarını açar ve onlarda
böylece ilimde önderler, hidayette imamlar olurlar.
SEKİZİNCİ ENGEL: GAYRETSİZLİK
İlim talebelerinin saflarının arasında, büyük yetenekleri olan,
korkunç denir derecesinde (ilim talep edebilecek), ilimde liderlik yapabilecek
güçleri olan kimseler görmekteyiz. Ancak gayretsizlikleri onların yeteneklerini
yerle bir etmekte ve büyük gelişebilmelerine engel olmaktadır. Onları, birkaç
malumat denir derecesindeki bilgiler ile yetinirken görürsün, okumaktan ve
kitapları mütalaa etmekten uzak dururlar, ilim talep ve tahsil etmeyi bırakıp başka
şeylerle meşgul olurlar.
Bu kimselerin –ne de hızlı- kudret melekeleri ellerinden gider,
vakitleri bereketsizleşir. Bunun nedeni, nimete nankörlük etmek nimetin elden
gitmesine kapı açar nasıl ki, nimete şükretmek başka bir nimetin gelmesine kapı
aralar...
Ferra (Rahimehullah) dedi ki: “Şu iki adama acıdığım kadar hiç kimseye acımıyorum. İlim
talep ettiği halde fehm/anlama kabiliyeti olmayan kişi ile, fehm/anlama
kabiliyeti olduğu halde ilim talep etmeyen kişi... Ve ben, ilim talep etme imkânı
olduğu halde ilim öğrenmeyen kişiye şaşırıyorum.” (İbni Abdilberr, Camiu
Beyanil İlmi Ve fadlihi,1/103)
Ebul Ferec İbnul Cevzi (Rahimehullah), Ebu’t-Tayyib el-
Mutenebbi’nin sözüne talik olarak diyor ki:
“İnsanların ayıpları arasında görmedim, tamama ulaşabilecekleri
halde eksiklik gösteren kimselerin ayıbı gibisini.
Akıllı kimsenin, imkânının elverdiği en son noktaya gelmek
için uğraş vermesi gerekir. Şayet âdemoğlunun semalara yükselebileceği tasavvur
edilse, yeryüzünde kalmaya razı olmasını en çirkin kusurlardan görürdüm.
Peygamberlik, ictihat ile elde edilen birşey olsaydı, onu
elde etmek için uğraş vermeyen kimseyi düşük noktada bir kimse görürdüm.
Hikmetli kimselerin indinde güzel bir yaşam, ilim ve amelde
mümkün olduğunca en zirveye doğru nefesin çıkmasıdır.
Ezcümle olarak denilebilir ki, elde edilmesi mümkün olan
hiçbir fazileti terk etmez, eldeki ile yetinmek aşağı kimselerin halidir.
Öyle bir adam ol ki; ayakların yeryüzünde
Himmetin/gayretin süreyya yıldızın da olsun!
Şayet âlimlerden ve zahitlerden herbirini geçmeye muktedir olursan,
bunu yap. Onlar adamdı sen de adamsın. Oturan kimse ancak himmetinin düşük ve
değersiz olması sebebiyle oturmuştur.
Bil ki, sen bir yarış meydanındasın, vakitler hızlıca yağmalanmaktadır.
Tembelliğe çakılıp kalma çünkü kaybedilenler ancak tembellik nedeniyle kaybedilmiştir.
Elde edilenler de ancak ciddiyet ve azimli olmak ile elde edilmiştir. (Saydul
Hâtır syf:159-161)
Ey kendisinde zekâ ve temayüz alameti hisseden kimse, ilmi
terk edip de ona bedil başka birşey arama, ilim dışında başka bir şeyle megul olma.
Aksi halde husrana uğraman ne şiddetli, musibetin ne büyük olur!
Hevayı anmayı ve ona âşık olanları bir kenara bırak!
İnciler saklı olan yüksek menzillere doğru kalk!
Himmetin ulvi olmasına en faydalı yardımcı unsurlardan
birisi de, Selefi Salih (Allah onlardan razı olsun) hayatlarına bakmaktır.
Onların halleri, ilim ve amel olarak en kâmil durumdaydı. Talebe onları gördüğü
zaman kendi nefsini hakir görürdü, ameli gözünde küçülürdü, onlara katılmak
için hızlı davranır ve paçaları sıvardı, onlara benzeyeme özen gösterirdi. Ne
de olsa, kim bir kavme benzerse o da onlardandır.
İbnul Cevzi (Rahimehullah) dedi ki: “Allah hakkı için söylüyorum,
Selefin hayatlarını mülahaza etmekten sakın geri durmayın! Onların tasnif
ettikleri eserleri mütalaa edin, habelerini okuyun! Onların kitaplarını mütalaa
etmeyi çoğaltmak onları görmektir!
(Ve İbnul Cevzi bir başka yerde şöyle dedi): Talebe kimse,
selefin eselerini mütalaa edip, okumayı çoğaltsın. Çünkü bu, onların
ilimlerinden görülür, onların himmetlerinin ulviyeti hatırasını biler ve
ciddiyetli olmaya azimetini hareketini geçirir.” (Saydul Hâtır syf: 440
tasarruf ile..)
DOKUZUNCU VE ONUNCU ENGEL: ERTELEMEK VE TEMENNİLERİ ÇOĞALTMAK
"Tesvif" kelimesinni manası, ertelemek ve müdafaa
etmek demektir. (İbn-i Fâris, Lugat kitabından 2/479)
"Sevfe ef’alu’’ (Daha sonra yapacağım) dediği zaman bir
kimse; "Sevvefel Emra" (işi erteledi) denilir.
Temennilerde bulunmak manasında da, tesvif kelimesi ıtlak edilir.
Denilir ki; ’’Fulanun yektâtu es sevfe’’ Bunun manası, temenniler ile yaşıyor
demektir.
Kumeyt (bir şiirinde) şöyle dedi:
"Sevf (temenniler) gençler için bir azık idi,
Onunla yaşarlar, kuvvetliler onunla kutlardı”
(Esâsul Belâğa, syf:220 darul ma’rife -beyrut)
"Temenni" kelimesinin manası, Kişinin nefsiyle
gelecekte olacakları ve olmazı imkânsız olanları konuşmasıdır. Denildi ki; “Temenni,
geleceğe taalluk eden bir iradedir.” (Munâvi,Feydul kadir 1/319)
Tesvif ve temenni iki tehlikeli hastalıktır. Kalbi ve vakti
ifsat eder ve kişiyi hayaller âlemine /ütopyaya doğru yol aldırır.
Tesvif’e gelince o, aptal hisli /budala ve çevresinde olup
bitenlere pek önem vermeyen /aldırışsız kimselerin sıfatıdır. Nefsi her zaman
bir hayır işlemeye gayretlense "daha sonra", "sonra yaparım" engeli, onu bu
hayırdan mahrum bırakır ta ki ölümün ansızın gelmesiyle şok olur!
"Herhangi birinize ölüm gelip de, "Ey Rabbim! Beni yakın
bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’’ demeden önce,
size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.’’(Münafıkun: 10)
İlim talebesinin, bu eksiklikten uzak durup salih ameller
işlemeye biran evel paçaları sıvaması gerekir, bunda da Allah teâlâ’nın ‘’hayırlarda
yarışın’’ kavliyle amel eder.
"Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar
olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennetlere
KOŞUN.’’(Al-i İmran: 133)
O, insanların vaktinin kıymetini en iyi bileni ve vaktinin
tamamından faydalanmaya en evla kimsedir.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve sellem), Abdullah b. Ömer
(Radiyallahu anhuma)’ya dedi ki:
"Dünya da bir garip ya da yoldan geçen kimse gibi ol’’
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma) derdi ki: "Akşamladığında sabaha çıkarım diye bekleme! Sabahladığında
da akşama çıkarım diye bekleme! Sağlıklı olduğun zaman hastalığın için, hayatta
olduğun müddetçe ölümün için hazırlık yap’’ (Buhâri 11/199)
İbnul Cevzi (Rahimehullah) dedi ki: "Kimin zihninde, içerisinde ölümün, hastalığın, uykunun ve
kederin olmadığı bilakis lezzetlerinin kesilmeden sürekli olduğu, dünyadaki
–salih amellerin- ziyadesine göre, nimetlerinin ziyade edildiği cennet gelirse;
zamanının kıymetini bilir ve onu değerlendirir (yangından mal kaçıran kimsenin
telaşlı olması gibi),ancak zaruret halinde uyur ve her anını imar edip,
değerlendirir ve gafil olmaz.’’ (Saydul Hâtır syf:323)
Temenniye gelince, onun övüleni vardır ve yerileni vardır.
Övülen temenni, yapmaya muktedir olamadığı halde hayır
fiilini işlemeyi temenni etmesidir. Bununda övülmesi için üç şart vardır:
Birincisi: Güç yetirdiği anda o hayır fiili işleyeceğine
dair bir azim içerisinde olması.
İkincisi: Temenni ettiği şeyin, şeriatın sınırları
içerisinde meşru bir fiil olması gerekir, mescid inşa etmek ve benzeri gibi...
Üçüncüsü: İnsanın ağzında sakız ettiği bir şey olmamalı...
Yerilen temenni ise, bunu İbnul Kayyim (Rahimehullah)
,Şeyhulislâm Ebu İsmâil El-Herevi’nin kalbi ifsat eden meselelerle ilgili sözü
hakkında konuşurken açıklamıştır, Şöyle demiştir İbnul Kayyim (Rahimehullah):
"Kalbi ifsat edip, bozan meselelerin ikincisi; temenni
denizinde yol almasıdır. Bu temenni denizi ki, sahili olmayan bir denizdir.
Âlemdeki iflasa uğrayan kimselerin yol aldığı bir denizdir bu... Denildiği
gibi:
"Temenni ettiğim zaman, geceleyin imrenilen bir kimse
olarak gecelerim
Çünkü temenniler, iflas etmiş kimselerin ana sermayesidir!’’
Bu denizin yolcularının metaı, şeytanın vaadleri ve iftira,
imkânsız hayallerdir. Yalancı temenni dalgaları ve batıl hayaller sürekli hareketlidir.
Köpeklerin leşle oynadığı gibi bu dalgalar da, yolcularla oynarlar. İşte bu,
her alçak, hor ve hakir nefislerin metaıdır. Onun, dış hakikatlere kendisiyle
nail olduğu bir himmeti yoktur doğrusu bu hakikatleri satmış karşılığında da
düşük temennileri satın almıştır.
Temenni eden kimse, arzu ettiğinin görüntüsünü hatırında
canlı tutar ve tam ona ulaşacak, onu elde etmenin zaferinin lezzetini
tadacakken uyanır ve boş elleriyle, hasır üzerinde kalakalır...’’(Medâricus
Sâlikin 1/456-457)
Ebu Temmâm ne de güzel söylemiş:
"Kimin azmettiği meralar ve himmetleri;
Temenniler bahçeleri ise, yenik ve cılız düşmeye mahkûmdur!’’
Hikmetli kimselerden birisine şöyle denildi; “İnsanlardan
hali en kötü kimse kimdir?” Dedi ki:
“Himmeti/gayreti uzaklaşmış, temennileri genişlemiş, aleti
kısalmış ve (güzel amel işlemeye) gücü azalmış kimsedir.”
Hikmetli kimselerden bir diğeri de şöyle demiştir: “Temennilerden uzak durun! Çünkü onlar, size bahşedilen
(nimet) bahçelerini giderir ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini küçük
görmenize sebebiyet verir.” (Edebud-dunya ve’d din syf:308)
İlim talebesi bu hastalıktan uzak dursun çünkü bu ölümcül
bir kanser gibidir, ondan kurutulup iyileşenler ne de azdır!
Nice saralı var ki, uykusundan uyanmaz ve prangalarından
kurtulmaz- Allah Teâla bizi de sizi de onlardan korusun ve bizi salih amellerle
meşgul kılsın da yalancı temennilerden, kesat hayallerden ve vakti zayi edip, mizanı
hafifleten uyanıklık hayallerinden uzak tutsun!- amin.
Şair der ki:
"Münazaracı bir fakih olarak akşamlamayı temenni ettin
Hiçbir zorluk çekmeden, delilikler ve fenler olmadan”
Benimde bir konu ile ilgili bir kaç beyitten oluşan
kasidelerim var:
"Eğitim günlerine vahlar olsun! Ki o günler...
Gönle mutluluk (elbisesini) giydirir ve nefeslendirir
Çocukluk dönemlerinde çok çevik ve ataktır kişi
Bir hayalden diğer bir hayale gece baskınları
düzenler.. Böyledir
Ta ki yetişkinlik dönemine gelince açığa çıkarır
Hayalleri hapsedilmeyen çirkin yerleri
Yaşamı (hayallerindeki gibi olmayıp) zor olduğunu anladı
Aldanma temennilere, zaman ünsiyet vermez sana!
Temenni vadileri dışında seç kendi nefsin için
Hasara uğramak temenni vadilerinde başlık eder...’’
İLİM VE İLİM TALEBESİ İLE İLGİLİ ÂLİMLERİN SÖZLERİNDEN KIYMETLİ PARÇACIKLAR
Hasen el-Basri (Rahimehullah) dedi ki: "Bir kimse ilim öğrenirdi de çok geçmeden bu ilim o kimsenin
haşyetinde, gözlerinde, dilinde, ellerinde, namazında ve zühdünde görülürdü.’’
"Kişinin ilim bablarından bir babı öğrenip onunla amel etmesi,
dünya ve içerisindekilerden daha hayırlıdır.’’(El Câmi 1/60)
İmam Şafii (Rahimehullah) dedi ki: "İlim iki türlüdür; dini ilim ki bu fıkıh ilmidir ve
dünyevi ilim ki bu da tıp ilmidir. Bunun dışında şiir vesaire ilimlerde
yorgunluk ve cefadır.’’(El Hilye 9/142)
Asmai (Rahimehullah) dedi ki: "İlim talebesi hakkında en çok korktuğum husus, nahiv
ilmini bilmezse Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in "Kim benim adıma
yalan uydurursa ateşten olacak olan yerine hazırlansın" kavlinin kapsamına
girmesidir.’’(Es-Siyer 9/178)
Sehnun b. Said (Rahimehullah) dedi ki: "Fetva vermeye en cesaretli kimse, ilmi en az olan kimsedir.
Bir adam ilmin meselelerinden bir mesele öğrenir de sonra bunu hakkın bütünü ve
hepsi zanneder.’’(El Câmi 2/165)
Hikmetli kimselerden birisi şöyle derdi: "Allah Teâla bizi de sizi de ilimle faydalandırsın.
İlimden hazzı dinlemek ve teaaccüp etmek olan kimselerden eylemesin.’’(El Câmi
2/10)
Sufyan Es Sevri (Rahimehullah) dedi ki: "Bir kimse hızlıca başa geçerse ilmin birçoğuna zarar verir,
ilmi talep eder sonra yine talep ederse (arzu edilen yere) ulaşır.’’ (El Hilye
7/81)
Abbas b. Mugire b. Abdurrahman babasından naklediyor, dedi
ki: "Abdulaziz Ed-Dâreverdi bir cemaat içerisinde bir kitabı
gösterip arz etmek için babama geldi. Dili çok kötü idi, konuşurken çok fahiş
hatalar yapıyordu. Babam dedi ki:
"Yazıklar olsun Ey Dâreverdi! Bu ilme bakmaktan önce dilini
ıslah etmeye daha muhtaç idin!’’(Es Siyer 8/368)
Zuhri, Yunus b. Yezid’e dedi ki: "İlimle büyük gözükmeye çalışma! Çünkü ilim birçok vadiden oluşur.
Hangisine girersen, hedefe ulaşmadan seni (yolundan) keser. Ancak sen ilmi
günler ve gecelerle al (yani yavaş yavaş tedriciyen al), bir anda hepsini
almaya çalışma! Çünkü her kim ki hepsini bir anda almak isterse hepsini bir
anda kaybeder! Ancak günler ve gecelerle geçirerek bir şey sonra diğer şey
(işte böyle öğrenilir).’’ (Camiu Beyanil İlm 1/104)