Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Bid'atçi Dernekçilerin Şüphelerine Karşı Hadis Ehlinin Mescidlerinin Savunması

Kiralanan Bir Yerin Mescid Edinilmesi Caiz midir?
Mescidin yerinin kiralanmış olmaması diye bir şart kitap ve sünnet naslarında gelmemiş, sahabe ve tabiinden böyle bir şart ileri sürdükleri nakledilmemiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise Buhârî’nin rivayet ettiği hadiste: “Yüz şart olsa bile Allah’ın kitabında geçmeyen her şart batıldır” buyurmuştur.
Mescid yerinin kiralanması hususunda Hanbeliler, Şafiiler ve Malikiler caiz olduğu görüşündedirler. Ebu Hanife ise bu konuda cumhura muhalefet ederek bunu sahih görmemiştir.
Bu konuyu İbn Kudame el-Makdisi rahimehullah el-Mugni’de (5/405) şöyle zikretmiştir: “Bir evin kiralanarak mescid edinilmesi ve orada namaz kılınması caizdir. Malik ve Şafii de böyle dediler. Ebu Hanife ise: “Bu sahih değidir. Çünkü kira akdi ile bir yerin hak sahibi olmak herhangi bir şekilde sahih olmaz. Bunun için kiralanması caiz değildir.” Bizim için bu menfaat mubah bir menfaattir. Çünkü malın kendisi başkasına ait olsa dahi, o maldan bu menfaati almak mümkün olduğuna göre kiralama yapmak caizdir.”
Dr. Abdullah el-Fakih yönetimindeki İslamweb fetva heyetinin, 16 Safer 1420 tarihli fetvasında da bu husus nakledilmiş ve şöyle denilmiştir: “Tercihe şayan olan cumhurun kavlidir. Buna göre; mescid olması için kiralanan yer, kira müddetince mescid hükmünü alır. Allah en iyi bilendir.”
İlim ehlinin ihtilaf ettiği konuda yapılacak şey Allah Azze ve Celle’nin Nisa suresi 59. Ayetinde emrettiği gibi meselenin kitap ve sünnete döndürülmesidir. Kitap ve sünnet naslarında mescid yerinin kiralanmış olmaması gibi bir şart zikredilmemektedir. Böyle bir şart koşanın delil getirmesi gerekir. Bu şartı Ebu Hanife ileri sürdü ise de, bu konuda vahiyden bir delil zikretmemiş, re’yini, yani şahsi kanaatini dile getirmiştir. Bu ise bağlayıcı bir delil değildir. Şayet imamların şahsi kanaatleri delil olsaydı, hadis ehli imamların, yani cumhurun kanaatleri bu konuda delil olmaya daha layık idi. Ancak delil sadece Allah’ın vahyettiği, rasulün beyan ettiğidir.

Bir Yerin Mescid Olması İçin İçinde Daimi Olarak Beş Vakit Namazın Eda Edilmesi Şart mıdır?

Yine naslarda ve sahabenin uygulamasında böyle şart zikredilmemektedir. Bid’at ehlinin, sünnet ehline karşı şüphe atmak için bu konuyu bulandırmaya çalışmalarının sebebi, mescidin, musalladan ayırıcı özelliği olarak lügatte beş vakit namaz kılınmak üzere yapılan bir yer olduğunun da zikredilmiş olmasıdır.
Ancak buradan şüphe üretmeye kalkmaları ya koyu bir cahillik yahut maksatlı bir sünnet düşmanlığı içindir. Zira bid’at oluşu apaçık ortada olan dernekleri aklamak için kırk dereden çamur getirmelerine rağmen, mescidlerin bid’at olduğunu iddia etme gibi münafıkça bir söz ortaya atmışlardır!
Bir kimse veya bir topluluk, bir yeri beş vakit namaz kılınabilmesi üzere bina veya vakfetse, sonra burada beş vakit namaz sürekli olarak kılınmasa, bilakis cemaat hazır olduğu sürece beş namazdan mümkün olanı ikame edilse, ilk başlangıcında mescid niyetiyle bina veya vakfedilmiş olan bu yer, mescid hükmünden çıkmaz. Hiçbir ilim sahibi hatta hiçbir akıl sahibi müslüman böyle bir şey iddia etmemiştir.
Nitekim Harre olayları meydana geldiği zaman günlerce Medine’de ezan okunmamış, beş vakit namaz cemaatle eda edilememiştir. Hiç kimse bu yüzden Mescidi Nebevi’nin veya diğer mescidlerin, mescid hükmünden çıktığı gibi bir iddiada bulunmamıştır.
Yine eskiden beri uygulanagelen bir durum vardır ki, bir bölgede birden fazla mescid varsa, o bölgedeki tek bir Mescidu’l-Cami yani Cuma mescidinde Cuma namazı kılınır, diğer mescidlerde namaz kılınmaz. Hiç kimse, beş vaktin tamamı eda edilmiyor diye bu mescidlerin mescid hükmünden çıktığını iddia etmemişlerdir.
Sürekli olarak beş vakit namazın kılınmadığı, yol/güzergâh mescidleri gibi mescidlerde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sahabesinin mescid ahkâmı uyguladıkları, en azından bunlara “mescid” tabiri kullandıkları bilinmektedir. Nitekim Ömer radiyallahu anh, zamanında bu mescidlere özel bir ilgi gösterilmeye başlandığını görünce, bu tavra karşı çıkmış, ancak namaz vakti tesadüf ettiğinde buralarda namaz kılınacağını, yoksa buralara özel bir ecir inancıyla durup namaz kılmanın meşru bir ayrıcalık olmadığını belirtmiştir.
el-Ma’rur b. Suveyd rahimehullah’tan: “Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh ile Mekke ile Medine arasında idik. Bize sabah namazını kıldırdı ve namazda Fil suresi ile Kureyş suresini okudu. Sonra yolda karşımıza bir mescid çıktı. İnsanlar hemen orada inip mescidde namaz kılmaya başladılar. Ömer radıyallahu anh:
“Bunlara ne oluyor?” dedi.
“Bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in içinde namaz kıldığı bir mesciddir” dediler. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh şöyle dedi:
“Ey insanlar! Muhakkak ki sizden öncekiler nebilerinin izlerini ibadet yerleri edinmelerinden dolayı helak oldular. Kim mescidlerden geçerken namaz vakti gelmişse orada namazı kılsın, aksi halde (namaz vakti girmemişse) geçsin gitsin.” İsnadı sahihtir: Abdurrazzak (2734) İbn Ebi Şeybe (2/151) İbn Hacer, Fethu’l-Bari (1/569)
Netice olarak; mescid ve musalla her ikisi de meşru amellerdir ve meşru ameller ancak niyetlere göredir. Bununla beraber, mescid’in musalla’dan ayrı olarak tahiyyetu’l-Mescid gibi bazı hakları ve musallada yapılması caiz olduğu halde, mescidde yapılması caiz olmayan bazı yasakları vardır. İbadet için vakfedilmiş veya kiralanmış herhangi bir yer, burayı yapanların niyetine göre ya mesciddir veya musalladır. Bu ikisini ayırmak, orada namaz kılmak isteyen kişi için bazen zor olabilir. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bina ile çevrili yerler mescid, açık alanlar ise musalla kabul edilirdi.
Bera b. Azib radiyallahu anh gibi bazı sahabeler evlerinde ezan okunup da cemaatle namaz kılınmayan musallalar edinmişlerdi. İtban b. Malik radiyallahu anh gibi bazı sahabeler ise, sel basması sebebiyle mescide gidemedikleri zamanda cemaatle namazı eda etmek için evinde musalla edinmişti. Yani içinde cemaatle vakit namazı kılınıp kılınmaması mescid ile musallayı ayırıcı bir unsur değildir. Bu tamamen söz konusu yerin mescid niyetiyle mi, yoksa musalla niyetiyle mi yapıldığına bağlıdır.
Mescid niyetiyle yapıldığı bilinen, üstelik kapısına kocaman “mescid” diye levha asılan, namaz için ezan okunup bütün herkese açık bir şekilde çağrı yapılan bir yerin musalla olduğunu zorlamaya çalışmak, tuhaf bir ahmaklıktır.
Bununla birlikte, mescide benzeyen bir yapıyı, musalla olması niyetiyle yapılmasına rağmen, maksadı bilmediği için mescid zannedip orada tahiyye namazı kılan bir kimse günaha girmiş veya bid’at işlemiş olmaz. Ancak bunu öğrenmiş olmasına rağmen böyle bir yerde tahiyye namazı kılmaya devam etmek meşru olmaz.
Yahut mescid olduğu açıklanan bir yapıya, “hayır efendim, burada daimî olarak beş vakit namazın cemaatle eda edildiğini görmedikçe burayı ben musalla sayarım ve burada tahiyyetul mescid namazı kılmam” diyen bir kimsenin de hakka karşı ne kadar inatçı birisi olduğu ortadadır. Kibirden Allah’a sığınırız.

Şeyh Mukbil İlim Merkezleri Açmaktan Bahsediyor, Dernekler de Bu İlim Merkezlerinden Değil midir?

 

Öncelikle bilinmesi gerekir ki, Şeyh Mukbil rahimehullah alimlerden birisidir, sözleri vahiy değildir. Onun sözleri de, tıpkı diğer alimlerin sözlerinde olduğu gibi, ancak delile mutabık olduğu takdirde kabul edilir.
Diğer taraftan, mescid kurma imkanı buluncaya kadar ilim merkezleri oluşturmayı tavsiye ettiği bir fetvasından cımbızlama yaparak, ilim merkezi ifadesini; Şeyh Mukbil'in aynı fetvasında şiddetle karşı çıktığı hizipçi derneklere yorumlamak anlayıştan mahrum edilmenin bariz alametidir. Böylelerine laf anlatmakla vakit kaybetmek israftır.
Fakat bu kıt akıllıların şüpheye düşürdüğü ve hakkı aramada samimi olan kimseler için belirtmek gerekir ki,  Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke döneminde mescid yapma imkanı olmadığı zamanlarda Erkam radiyallahu anh’ın evinde gizlice tebliğde bulunuyordu. Haliyle bu ev bir ilim merkezi idi. Tabi ki Erkam radıyallahu anh'ın evi, demokratik şartlara göre oylama yapılarak çoğunluk kararıyla başkan seçen ve çoğunluğun görüşü merkezli oylama ile karar alan bir dernek değildi!
Davet açıktan yapılmaya başlandığında ise müşriklerin de baskıları arttı, Ebu Bekr radiyallahu anh, hicretten kısa bir zaman önce evinin avlusunu mescid edinmiş ve insanlara tebliğ yapıyordu. Buhârî’nin Sahih’inde hicret kıssasıyla ilgili uzunca anlatılan rivayete bakılırsa bu durum açıkça görülür.
Derneklerin bid’at oluşuna dair defaatle yazılar yayınladım, fetvalar tercüme ettim, bu konunun dallandırılıp budaklandırılmasına gerek yoktur. Ancak bu ülkede meydana çıkan sorunlarla ilgili olarak ve bu ortamdaki bir ilim ehli olarak, muasır ilim ehlinin üzerinde durmadıkları ve belki de farkında olmadan işaret ettikleri başka bir bid’atten daha uyardım. Bid’at oluşunu delillendirdiğim bu mesele; mescidden bağımsız kurumsallaşma içerdikleri takdirde; medrese, Kur'an kursu, ilim merkezi, ilahiyat fakültesi gibi kurumların bid’at oluşudur. Öyle ki manzara şu haldedir: Namazlar mescidde/camide kılınır, Kur'an ve ilim dersi ise, mescidden koparılarak tahsis edilmiş farklı bir evde (medrese, dernek, Kuran Kursu, ilahiyat fakültesi gibi, ümmet adına, ibadet maksatlı tahsis edilmiş bir yapıda) yapılır olmuştur. Böyle bir iş için tahsis edilmemiş olan; şahısların evleri, çay ocakları, piknik alanları gibi yerlerde ilim veya vaaz içerikli dersler yapmakta ise sakınca yoktur, sünnette bunun örneği vardır. Buradaki mekan tahsisinin manasını idrak edemeyenler için bu izah!
Halbuki bir şeyin bid’at oluşunu söyleyenin değil, onun bid’at olmadığını iddia edenin delil getirmesi gerekmesine rağmen, deliller bunun bid’at olduğunu da göstermektedir.
Yine bid’atler hakkındaki diğer bir kaide de şudur: Bir şeyin bid’at olduğunu söyleyen ilim ehli ile o şeyin bid’at olmadığını söyleyen başka bir ilim ehli varsa, bu şeyin bid’at olmadığını gösteren sahih ve sarih bir delil bulunmadığı sürece, onun bid’at olduğu kavli önceliklidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
O mescidler ki, Allah, onların temiz tutulup yüceltilmesine ve içinde isminin anılmasına izin vermiştir. Adamlar, sabah akşam O'nu oralarda tesbih ederler.” (Nur 36)
Ayetten anlaşılacağı üzere, Allah’ı zikretmek üzere mekan tahsisi ancak Allah’ın izniyle olabilir ve Allah’ın izin verdiği özel mekanlar ancak mescidlerdir. İbn Abbas radıyallahu anhuma ayette geçen evlerle kastedilenin mescidler olduğunu, tesbih ile kastedilenin ise namaz olduğunu söylemiştir. Aynısını İkrime, Mucahid, Katade, Ebu Salih, Dahhak, Nafi b. Cubeyr, İbn Ebi Hayseme ve Sufyan b. El-Huseyn de söylemişlerdir. (Hasen. İbn Ebi Hatim, Tefsir (no:14627)
Sinagoglar Yahudilere, Manastırlar (savma’a, zâviye, tekke) rahiplere ve Kiliseler de Hristiyanlara ait yerlerdir. Müslümanların ibadet için toplanma yerleri sadece mescidlerdir. Yahudiler Tevrat dersleri yapmak üzere “Beytu’l-Midras” denilen özel mekanlar yapmışlardı. Yahudi bilginleri orada toplanırlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları İslam’a davet etmek üzere oraya gitmişti.(Bkz: Buhari 3167, Ebu Davud 4449)
Ancak ne Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ne ashabı, ne de tabiîn Kur’an ve sünnet dersi yapmak için özel mekanlar yapmamışlardır.
Dolayısıyla ilim dersi için ümmet adına tahsis ederek, mescid dışında özel mekân edinmek Kitap ehline benzemektir.
Hristiyanlar da Kilise dışında, rahiplik için manastırlar edinmişlerdi. Allah Azze ve Celle onları Hadid suresi 27. Ayetinde kınamıştır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاءَ رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için ilk defa kendilerinin İhdas ettikleri ruhbanlığı, biz onlara farz kılmamıştık. Buna rağmen ona da hakkıyla riayet etmediler, içlerinden îman edenlere mükâfatlarını verdik; çoğu İse fâsık idiler.” (Hadid 27)
Mus’ab b. Sa’d b. Ebi Vakkas şöyle demiştir: “Babama: “De ki: Amelleri bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi? Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir. Üstelik kendilerinin muhakkak iyi yaptıklarını zannederler.” (Kehf 103-104) ayetinde bahsedilen kimseler Harurîler (Haricîler) midir?” dedim. Dedi ki:
“Hayır, onlar manastırlara çekilen kimselerdir. Harurîler ise doğru yoldan sapan, bundan dolayı Allah’ın da kalplerini saptırdığı kimselerdir.” Sahih. Hakim (2/401)

Bu ümmette ise ilk olarak sufiler mescidden ayrı; zikir için toplanmak üzere tahsis edilen dergâhlar ihdas etmişler, daha sonra da ilimle iştigal edenler, mescidin ilim merkezi özelliğini mescidlerden kopararak medrese denilen yapılara tahsis etmişlerdi.
Şimdilerde ise Yahudi ve Masonların, Müslümanları parçalamak için öncülüğünü yaptıkları “dernekler”e teşebbüs ederek küfür ehlinin adımlarını izlemektedirler.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde ilim mecliseleri için Mescid dışında binalar tahsis etmek yoktur.
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: “Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
مَنْ دَخَلَ مَسْجِدَنَا هَذَا لِيَتَعَلَّمَ خَيْرًا أَوْ يُعَلِّمَهُ كَانَ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ، وَمَنْ دَخَلَهُ بِغَيْرِ ذَلِكَ كَانَ كَالنَّاظِرِ إِلَى مَا لَيْسَ لَهُ
Her kim bizim bu mescidimize ya bir hayır öğrenmek yahut öğretmek için girerse, Allah yolunda cihad eden kimse gibi olur ve her kim başka bir maksatla girerse, kendisine ait olmayan bir şeye bakıp duran bir kimseye benzer. Hasen. Ahmed (2/350, 418, 527); İbn Mâce (227) Hâkim (1/91) İbn Hibbân (1/287) Ebû Ya'lâ (11/360) Beyhaki el-Medhal (368)
Sehl b. Sa’d es-Sâidî radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ دَخَلَ مَسْجِدِي هَذَا لِيَتَعَلَّمَ خَيْرًا أَوْ لِيُعَلِّمَهُ، كَانَ بِمَنْزِلَةِ الْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللهِ، وَمَنْ دَخَلَهُ لِغَيْرِ ذَلِكَ مِنْ أَحَادِيثِ النَّاسِ، كَانَ بِمَنْزِلَةِ مَنْ يَرَى مَا يُعْجِبُهُ وَهُوَ شَيْءٌ غَيْرُهُ
Kim şu mescidime bir hayır öğrenmek veya öğretmek için girerse Allah yolunda cihad eden gibi olur. Kim de bundan başka insanların sözlerini anlatmak için girerse, başkasına ait olan ve hoşuna giden bir şeye bakan kimse gibidir.” Hasen. Taberî (6/175) İbn Neccar Durretu’s-Semine Fi Ahbari Medine (s.88) Abdulgani el-Makdisi Nihayetu’l-Murad (el yazma no: 20)
Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem mescidde, ilim meclislerinde hazır bulunmaya teşvikte bulunarak şöyle buyurmaktadır: ‘...Bir topluluk Allah’ın evlerinden (mescidlerden) bir evde, Allah’ın Kitâbı’nı okumak, kendi aralarında onu incelemek üzere toplanacak olurlarsa mutlaka (ilâhî) huzur ve sükûn üzerlerine iner, rahmet onları kaplar, melekler etraflarını çevirir ve Allah kendi nezdinde bulunanlar arasında onları anar...” Sahih. Muslim, (2699).

Bu ecirler mescidler hakkında vaad edilmiş iken, bu vaadi derneklere yönlendirmenin bid'at olduğunda şüphe mi var?
Muaz b. Cebel radıyallahu anh dedi ki; “Kur’an meydanda olacak, kadın, çocuk, erkek herkes Kur’an okuyacak. Bir adam şöyle diyecek;
“Ben Kur’an okuyorum yine de bana kimse uymadı. Vallahi onların arasına katılacak ve onu açıkça okuyacağım" bunun üzerine içlerine girer açıkça okur ve kimse ona uymaz. Der ki;
"Ben Kuran okudum kimse bana uymadı. Aralarına katılıp açıkça okudum bana uyan olmadı. O halde evimi bir mescid gibi hazırlayacağım." Böylece evini bir mescid gibi düzenler. Fakat yine uyan olmaz. Der ki;
"Kuran okudum, aralarında açıkça okudum, evimi mescide çevirdim yine de bana uyan olmadı. Vallahi ben onlara Allah'ın kitabında bulamayacakları ve Rasulullah'tan işitilmemiş başka bir yenilik çıkarmadıkça bana uymayacaklar.”
Böyle bir kişinin uydurduklarından sakının! Zira ortaya çıkardığı (bidat) şeyler dalalet ve sapıklıktır.” (Sahih mevkuf. Hâkim (8572) Taberani (15/27) İbn Vaddah el-Bid'a (s.62) Beyhaki Şuabu’l-İman (6/484) Lalkai İtikad (1/126) Darimi (205) Ebu Nuaym Hilyetu’l-Evliya (1/230) benzerini sahih isnadla: Ebu Davud (4611) Hâkim (4/466) Beyhaki (10/210) Firyabi Sıfatu’l-Munafık (s.42) el-İbane (1/155) Lalkai İtikad (1/125) Abdurrazzak (4/104) Darimi (205) Ebu Nuaym Hilyetu’l-Evliya (1/230) Elbani; isnadı sahih dedi.

Bu eseri (sahabe sözünü) Ebu Davud şu ziyade ile rivayet etmiştir; "Böyle bir kişinin uydurduklarından sakının! Zira ortaya çıkardığı (bidat) şeyler dalalet ve sapıklıktır. Hikmet sahibi kimselerin sürçmelerinden de sakının! Çünkü şeytan bazen, hikmet sahiplerinin dili üzerine dalalet ve sapıklık sözünü, münafıkların dili üzerine de hak sözü atar.”
Bu rivayet iyi düşünülecek olursa, hadiste bahsedilen kişi, sünnete uygun olan işleri yapmasına, Kur'an okumasına, mescid yapmasına rağmen ona insanlar tabi olmadı diye, insanları etrafına toplamak için bidat olan işlere girişecektir. Şüphesiz video, dernek, seminer gibi bid'at girişimler de bu işlerdendir. Bugün gayesi bozuk bidatçilerin, insanların teveccühünü kazanmak için bozuk menheclere yönelmelerinin temelinde olan bâtıl düşünceye bu hadis işaret etmektedir.
Bu bid’ate daha önceki âlimlerden İbnu’l-Cevzi ve Makrizi’nin de dikkat çektiklerini, ilgili yazımda zikrettim ve Şatıbi’nin bu meselede çelişkisini ortaya koymuştum. Bu konu için şu linke bakılabilir:
Rivayetlerde haber verildiği gibi, cahiller söz sahibi olmuş, insanlar sünnetleri bid'at olarak, bid'atleri ise sünnet olarak görmeye başlamışlardır. Fitnelerden ve fitnecilerin şerrinden Allah'a sığınırız.
 

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)