HOCALARIN VE TALEBELERİN UYMASI GEREKEN EDEPLER
Şeyh Abdurrahman b. Nâsır es-Sa’di
Mütercim: Üsame Güneş
Tashih ve Kontrol: Ebu Muaz
NİYETTE İHLASLI OLMAK
KALPLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ
Şeyh Abdurrahman b. Nâsır es-Sa’di
Mütercim: Üsame Güneş
Tashih ve Kontrol: Ebu Muaz
NİYETTE İHLASLI OLMAK
Hocaların ve talebelerin, bütün hareketlerini ve durgun
hallerini üzerine bina ettikleri temel /asıl ve esası, tam bir ihlas ile
Allah’a yönelmek ve ibadetlerin en kâmili, en faydalısı ve faydası en genel
olan bu ibadetle (ilim öğrenmek ve öğretmekle) Allah’a yaklaşmayı; niyetlerine almaları,
kendilerine tayin etmeleri ve buna bağlı kalmaları gerekmektedir. Her büyük ve
küçük işlerinde bu aslı /esası aramaları gerekmektedir.
Şayet ders görürler ya da dersler verirlerse yahut da
araştırma yaparlar, münazara ederler veya dinlerler ve dinletirlerse, yazarlar
ve ezberlerlerse, derslerini tekrar ederlerse, bu kitapları veyahut diğer
kitapları müracaat ederlerse, bir ilim meclisine otururlarsa, ayaklarını ilim
meclislerine doğru yöneltirlerse, bir kitap satın alırlar yahut ilme faydası
olacak bir şeyle meşgul olurlarsa kısacası her işlerinde Allah için ihlaslı olmaları,
bu ameli Allah’a halis kılmaları ve ecrini, sevabını(Allah’tan ummaları) gerekmektedir.
Böylece bütün uğraşıları kuvvet bulsun ve (makbul bir ) itaat olsun, Allah’a doğru,
onun keremine doğru bir yol alma olsun, böylece Rasulullah (Sallalahu aleyhi ve
sellem)’in;
’’Kim ilim öğrenme kastıyla bir yola girerse Allah’ta o
yolla ona cennetin yolunu kolaylaştırır’’ kavlinin manasını tahakkuk
ettirebilsinler...
İlme ve onun elde edilmesine yardımcı olan, ilim ehlinin
suluk ettiği her maddi ya da manevi yol bu hükme dâhildir.
TALEP ETMENİN YOLU
Bundan sonra ilim öğrenme de öncelik şer’i ve ona faydalı
olacak arap dili ile ilgili kaidelerim en önemli olanı sonra sırasıyla ondan
daha az önemli olan diye devam etmeli, başlangıç böyle olmalı. Bu sözün tafsili
çoktur, durumların ve kişilerin bizzat kendilerine göre değişiklik arz ettiği
bilinmektedir.
Talep ettiği maksada ulaştıracak yolların en yakınına
girmelidir.
İlgilendiği ilimle ilgili eserlerin en güzeli,(ibareleri) en
açık olanı ve faydası en çok olanı seçmeli. Bütün işini ve uğraşını bu seçtiği
kitabı –imkân varsa- ezberlemekle, sürekli onu ders etmeyi tekrar etmekle
zihnine manaları mahfuz ve akledilmiş bir durumda yerleştirmelidir. Daha sonra
sürekli tekrar eder (ta ki zamanın ilerlemesi ile öğrendiği bu bilgileri
unutmaz)...
ALİM KİMSENİN ÖĞRENCİSİ İLE NASIL İLGİLENMESİ GEREKİR?
Öğretici kimsenin, talebesinin zihnine, ilmi alabilme gücüne
ve zayıf olup olmamasına bakması gerekir. Onun durumuna uygun olmayan bir kitap
ile onu uğraştırmaması gerekir. Eğer böyle yapmazsa nasihatli davranmamış olur.
Az olup fakat anladığı ve aklettiği bir kitap, çok olmakla birlikte unuttuğu
ve anlayamadığı onlarca kitaptan daha iyidir.
Aynı zamanda öğretmen, öğrencinin idraki ve anlayışına uygun
olarak okuttuğu dersi izah eder ve anlatır, meseleleri birbiri ile karıştırmaz.
Talebe bir önceki meseleyi iyi bir şekilde tasavvur edip
tahkik etmedikçe başka meselelere geçmez. Çünkü bir öncekini iyi kavramak bir
sonrakini idrak etmek için önemli bir basamaktır.
Şayet öğrenci iyi bir şekilde idrak edip anlamadan, öğretici
olan kimse meseleleri birine karıştırırsa; bu ilkini ziyan etmek ve bir
sonrakini anlamaya engeldir. Aynı zamanda, zihninde tahakkuk ettirip
kökleştirmediği bu meselelerden bıkıp usanmasını gerektirir ve bir daha o
meselelere dönme arzusu gider, kısır görüşlü olur. Bu anlattığımız hususun
ihmal edilmemesi gerekir.
Öğretmen gücü yettiği oranda, talebesine ilim öğrenmek ve
anlayamadığı hususlara sabretmek, edepli olmak ve sıkıntıya sabretmek gibi
konularda nasihatlerde bulunması gerekir. Bununla birlikte öğrencisini
ilerletecek hususlara gayretli davranmalı ve önemli noktalarla işaret ederek
terbiye edecek, edebini güzelleştirecek. Çünkü öğrencinin öğretmen üzerinde
hakkı vardır. Şöyle ki, öğrenci kendine ve insanlara fayda verecek ilmi
öğrenmeye yönelmiş bu hususta da öğretmene gelmiş-başkasına değil- ve
öğretmenden alacağı ilim, öğretmenin yüküdür, talebe bunu koruyacak ve nemalandıracaktır.
Bu yük/sermaye ile kazançlı işlerde bulunacaktır. Dolayısıyla, öğrenci
öğretmenin hakiki bir çocuğu olmuş olacaktır ve onun gerçek mirasçısı...
‘’Bana katından bir veli ihsan eyle. Bana ve Yakup ehline
mirasçı olacak.’’(Meryem:6)
Kastedilen mana, ilim ve hikmet mirasıdır.
Öğrenci anlasa ya da anlamasa, öğretici olan kimse bu
uğraşından dolayı ecir alacaktır. Şayet öğrenci, anlatılanı anlar, onunla
kendisini ve başkalarını faydalandırırsa, öğretmen için,-bu faydalanma devam
ettikçe- bitmez tükenmez bir ecir kapısı açılacaktır. İşte kendisi için
yarışanların yarıştığı ticaret budur!
Bu ticaretin gelişmesi ve büyümesi için öğretmen kimsenin
gayretli ve ciddi bir şekilde koşması gerekir. Çünkü bu kendi amelinden ve
amelinin eserlerindendir.
Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: ’Ölüleri biz diriltiriz. Takdim ettikleri ve eserlerini biz
yazarız.’’(Yasin:12)
Takdim ettikleri, bilfiil kendilerinin yapageldikleri amelleridir.
Eserleri ise, yaptıkları amellere terettüp eden maslahatlar ve faydalardır ya
da bunların tam tersi. Hayatlarında ve vefatlarından sonra bu husus böyledir.
Öğrencinin her yolla rağbet ettirilmesi ve teşvik edilmesi gerekir.
Dinç, dinamik olma yönünde ilerletilmesi ve bıktırılmaması lazım. Bu da ilmin
türleri ve müfradatı bakımından anlamasına zor olan hususlara onun önüne
sermemekle olur.
TALEBENİN EDEBİ
Öğrencinin hocasına saygı göstermesi, üstünlüğünü bilmesi ve
güç yetirdiği oranda hocasına karşı edepli olması gerekir. Çünkü hocasının onun
üzerinde genel ve özel olmak üzere hakları vardır.
HOCANIN GENEL HAKKI
Şüphe yok ki öğretici kimse /hoca talim vermesi ve
fetvalarıyla insanlara faydalı olacak bir hazırlıkta bulunmuştur. Onun insanlar
üzerindeki hakkı ihsan edenlerin hakkı gibidir. İnsanlara cahil kaldıkları
hususları beyan edecek ve dini meselelerinde onlara irşat edecek bir kimseyi
ihsan eden kimseden daha büyük ve faydalı bir ihsanda bulunan da olmamıştır.
Çünkü böylece, gafil kaldıkları hususlarda insanlara bu kimse uyarıda bulunur,
hayrın hâsıl olup şerrin yok olmasına sebep olur, dinin ve faydalı bilgilerin
yayılmasında öncülük eder, muvahhidlere ve onlardan sonra gelecek olan
nesillerine en faydalı olanı bırakır.
Şayet ilim olmasaydı insanlar karanlıklarda bocalayan
hayvanlar gibi olurlardı. Çünkü ilim, kendisiyle –karanlıklarda- hidayet
yolunun bulunduğudur. Ve aynı zamanda kalplerin, ruhların ve din ve dünyanın
hayatıdır(kendisiyle hayat bulduğu esastır).
Bir ülke ki, eğer orada insanlara dinin meselelerini
açıklayacak ve gayet zaruri bir şekilde kendilerine arız olan hususları beyan
edecek bir kimseden mahrum olmuşsa, bu ülke –kendisinin olmaması
sebebiyle-dünyalarına ve dinlerini zararın geleceği bir duruma düşmüş, zaruretleri
ve maslahatlarını kendilerine izah edecek ehillerini kaybetmiştir.
İşte insanlara böyle faydalı kimseleri ihsan eden ve eser
olarak bunları bırakan kimseler, nasıl olurda Müslüman kimse üzerine sevgisi ve
tevkiri, haklarına, hukuklarına riayet vacip olmaz?!
HOCANIN ÖZEL HAKKI
Öğretici kimsenin/hocanın talebesi üzerindeki özel hakkı,
öğretmedeki hırsı ve talebesini en yüksek derecelere ulaştırma çabası ve
gayretinden kaynaklanmaktadır. İnsanlara ilmi öğretip, onları terbiye eden, en
kıymetli vakitlerini ve saf fikirlerini güç yetirebildikleri her yol ve
vesileyle öğrencilere aktarma çabasında olan böylesi hocaların faydası onların
anne ve babalarının faydasıyla kıyaslanmaz bile...
Maddi bir hediye ihsan eden kimsenin –ki bu hediye kullanılır
sonra gider ve ondan eserde kalmaz- evet böyle bir kimsenin ihsanı çok büyük
bir ihsan olarak addediliyorsa nasıl olur da, hayatta ve öldükten sonra eseri
devam eden çeşitli, çok böylesi ilmi hediyelerin ihsanı hakkında o maddi
hediyelerden daha düşük bir konum düşünülebilir?!
Böyle olduğu bilinince, hocanın talebesi üzerinde hakkı olduğu,
saygı gösterilmesi gerektiği, onunla güzel bir edeple muamelede bulunulması,
işaret ettiği yerde durulması, onun işaret ettiği ve tecrübe ile elde ettiği
faydalı hususlardan dışarı çıkılmaması gibi hususlarda bilinmiş olur. Çünkü
hoca ona faydalı olacak hususları, bunların elde edilmesi yollarını ondan ve
diğer kimselerden daha iyi bilir.
ALİM KİMSEYE İHTİRAM ETMEK
Önünde edepli bir şekilde oturur, ilmine ihtiyacı olduğunu
izhar eder, yanında iken ve yanında olmadığı durumlarda ona dua eder. Ona bir
fayda ithaf ettiğinde ya da bir müşkili, kapalı bir hususu izah ettiğinde daha
önce bildiğini –eğer biliyorsa- belli etmez. Faydaya çok ihtiyacı olan kimse
gibi, ona iyi bir şekilde kulak verir - bildiği hususlarda böyle yapar-, bilmediği
hususlarda ise nasıl olur?! İşte bu nedenle, böyle bir edep dini olsun dünyevi
olsun elde edilecek faydalı bilgilerde hocaya karşı takınılması gereken bir
edep olarak, güzel bulunmuştur.
HOCA HATA ETTİĞİNDE NASIL DAVRANILMALI?
Öğretmen hata ettiğinde, öğrenci /talebe kimse yumuşak bir üslupla,
içerisinde bulunulan makama uygun bir şekilde onu uyarır.’’Sen hata ettin’’ ya
da ‘’bu mesele senin dediğin gibi değil’’ demez. Öğretmenin hatasını anlayacağı
uygun bir ve ince bir ibareyle bunu yapar. Kalbini rahatsız edecek bir ibareyle
gelmez. İşte bu, riayet edilmesi gerek lazım haklarındandır. Doğruya ulaşmaya
en çağırıcı zaten odur ancak edepsiz bir şekilde ve kalbi rahatsız eden bir tavırla
hataya karşı reddiyede bulunmak doğruyu tasavvur edebilmesine ve onu kast
edebilmesine engel olur.
HATADAN DÖNMEK
Öğrenciye gerektiği gibi, öğretici kimseye de hata ettiği
zaman hakka dönmesi gerekir. Hakkı söylediğinin dışında gördükten sonra doğru
olan ona dönmektir ve falanca ne der diye bir şeyin onu bu hakka dönüşten
engellememek gerekir.
Bu insafın ve hakka karşı alçakgönüllü olmanın bir alametidir.
Vacip olup gerekli olan, ister büyük bir kimseden ister küçük bir kimseden
gelsin –kimden gelirse gelsin- doğru olana tabi olmaktır.
Öğretici kimseye, hatalarına işaret edip onu uyaran, doğruya
işaret eden-ki bunu onun cehalet üzere devam etmesini gidermek için yapar- bir
öğrenci bahşetmesi, Allah’ın nimetlerindendir. Bundan dolayı Allah’a şükretmek gerekir
sonra da Allah’ın eliyle onu nimeti verdiği kimseye-öğrenci ya da başka
birisine- teşekkür etmesi gerekir.
BİLMEDİĞİ BİR MESELE DE ‘’BİLMİYORUM’’ DEMESİ
Öğretici kimselere gerekli olanların en büyüğü, bilmedikleri
bir konuda ‘’bilmiyorum’’ ya da ‘’Allah Teâla daha iyi bilir’’ demeleridir. Bu
onların değerleri ve kıymetleriyle çakışan bir şey değildir. Bilakis onların
kıymetlerini arttırır. Bununla onların, dinlerinde kemale erdiklerine ve gerçeği,
doğru olanı arama çabasında olduklarına delil getirilir.
BİLMEDİĞİ MESELELERDE TEVAKKUF ETMESİNİN FAYDALARI
Bunda birçok fayda vardır;
-Kendisine vacip olan budur,
-Tevakkuf edip ‘’Allah daha iyi bilir’’ dediğinde, hızlı
bir şekilde bu konunun cevabı kendi araştırmasından ya da buna şahit olan bir
kimseden gelir. Öğrenci kimse, hocasının tevakkuf edip durduğunu görünce ciddileşir,
gayret verir ve bu meselenin ilmini tahsil etmek için ictihat eder ki böylece
cevabı hocasına ithaf edebilsin, bu da ne güzel bir eserdir!
-Bilmediği bir mesele de tevakkuf etmesi, sika (adaletli ve
zabt) sahibi oluşuna, emanetine ve cezmettiği meselelerdeki itkanına bir delil olur.
Bilmediği meselelerde konuşmadığına da bir delil olacağı için; konuştuğu
meselelerde bilerek konuştuğunda dair bir kanı oluşur. Açık meseleler bile olsa
bu böyledir...
-Öğrenciler, hocalarının bilmedikleri meselelerde tevakkuf
edip konuşmadıklarını görünce bu onlar için bu güzel yola (tevakkuf yoluna)
girmeleri için bir irşat ve bir eğitim olur. Ameller ve hallerde tabi olmak
sözler de tabi olmaktan daha güçlüdür (yani ameli olarak öğretilen bir durum
sadece söz ile nasihat etmekten daha etkilidir).
ÖĞRENCİLER ARASI MÜNAZARA
Bu istenilene yardımcı olan unsurlardan birisi de,
öğretmenin öğrencilere münazara ve delilleri getirerek tartışma yolunu açmasıdır.
Bunda da amacın tek bir amaç olması lazım. Bu amaç ise; delillerin sonucunda
ortaya çıkan racih görüşlere tabi olmaktır.
Şayet öğretici kimse bu işi iki gözünün ve (öğrencilerin)
gözleri arasına dikerse, onların fikirleri aydınlanır, burhanları ve nerelerden
deliller getirilir bunu bilirler ve hakka-hakikatlere tabi olurlar. Temel amaç ise;
hakkı bilmek ve hakka tabi olmaktır.
TAASSUBUN YERİLMESİ
Kişilere ve onların sözlerine körü körüne bağlanmaktan
şiddetle sakınmak gerekir. Taassup ile kastettiğimiz, münazara da ya da
araştırma da kendi söylediği veya yücelttiği bir kimsenin söylediği sözü
desteklemeye çalışmaktır.
Taassup ihlası giderir/samimiyetsizleştirir, ilim bahçesini giderir,
hakikatlere karşı kör eder, zarar verici düşmanlık ve kin kapısını açar nasıl
ki bunun tam aksi olan insaf; ilmin zineti, ihlasın adresi, nasihatleşmenin
kendisi ve felahın anahtarıdır.
İLİM TALEBESİNİN DÜŞÜK OLANLARA MEYLETMESİNDEN SAKINDIRILMASI
Sonra dikkat edilmesi ve sakınılması gereken bir husus daha
vardır ki bu, ilim talebesinin kibir, riya, şöhret gibi bozuk ve kötü kasıtlardan,
amaçlardan ve ilmi dünyevi olanlara, bir yerde liderliğe, makama gelmek için
bir araç edinmekten uzak durması, sakınması gerekir. Çünkü bu hal, gerçekten
ilmin ehli olan kimselerin hallerinden değildir.
Kim bir ilmi öğrenir de bunu, kötü amaçları için kullanırsa
onun ahirette hiçbir nasibi yoktur!
İLİMLE AMEL ETMEK
İlim ehline en gerekli hususlardan birisi de öğrenilen ve
davet ettikleri ilmin kendi benliklerinde ahlak, amel ve başkalarına
öğretilmesi şeklinde ittisaf etmesidir. Nitekim ilim ehli olan kimseler, güzel
ahlakla ittisaf etmesi en gerekli ve layık olan kimselerdir. Ve aynı zamanda
çirkin huylardan uzak durmaya da en gerekli ve layık kimselerdir.
Dış ve iç (zahiri ve batini) vacip olan amelleri yerine
getirmeye ve haram olanları terk etmeye en evla kimseler de onlardır. Bunun
sebebi onların başkalarının tahsil edemedikleri ilim ve marifetlerle ayrışmış olmalarıdır.
Çünkü onlar insanlar için bir prototip ve örnektirler.
İnsanlar -isteseler de istemeseler de - bir çok meselelerinde
alimlere uymak durumundadırlar. Çünkü onlara ilmin olmasıyla izale edilebilecek
birçok itirazlar ve yaralayıcı fikirler uğramaktadır.
Ve yine Selef-i Salih öğrenilen ilimle amel ederek yeni bir
ilim öğrenmeye yardım alıyorlardı. İlmiyle amel ettiği zaman bu ilim, istikrar
bulur ve devam eder, büyür ve bereketleri çoğalır. İlmiyle ameli terk ettiği
zaman ise; bu ilim ondan gider ya da bereketi yok olur.
İlmin ruhu ve kendisiyle hayat bulduğu temel esası,
kendisiyle amel edilmesiyledir. Bu birçok şekilde zuhur eder, mesela, ahlakına yansıması,
başkalarına öğretmesi, nasihatçi olması... gibi...
Yardım ve başarı Yüce ve üstün olan Allah iledir...
TALİM ETMENİN YOLU
Öğrenirken ya da öğretirken araştırma esnasında faydalı olan
yola girilmesi gerekir. Öğretmen bir meseleyi açıklamaya başladığında ve
öğrencilerin zihinlerine –güç yetirebildiği ölçüde tabir ederek, örnek vererek,
tasvir metodunu kullanarak ve tahrir ederek -bu meseleyi ulaştırdığında,
öğrenciler bu meseleyi iyice anlamadan diğer başka bir meseleye geçmez.
Öğretilmesi ve yerleştirmesi tam anlamıyla bitmemiş bir
konudan öğrencileri diğer konulara geçirmez ta ki öğrenciler ihkam ile o
meseleyi anlarlar.
Bir konuyu iyice öğrenmeden diğerine atlamak faydanın elde
edilmesine –daha önce izah ettiğimiz üzere- engel olmaktadır.
ÖĞRENCİLERİN NOTLARINI TERKAR ETMELERİ
Öğrencilerin notlarını ve elde ettikleri birikimleri gözden geçirmeleri,
tekrar etmeleri ve imtihan edilerek dahi olsa zihinlerinde iyice yerleştirmesi gerekir.
Müzakere etmeye, dersi tekrar etmeye ve müracaat etmeye teşvik edilmeleri
gerekir.
Çünkü öğrenmek, ağaç dikmeye benzer. Ders işlemek, tekrar
etmek ise bu ağacı sulamak ve zararları olanları ondan def etmek demektir. Bu
da ağacın nema bulup, sürekli bir şekilde büyümesi içindir.
ARKADAŞLIK ÂDÂBI
Öğrenciye hocasına saygı duyması ve ona karşı takınması
gereken bazı edep kuralları olduğu gibi akranları ve arkadaşlarına takınması
gereken edep kuralları vardır.
Kendiyle beraber ilim öğrenen arkadaşlarının üzerinde hakkı vardır.
Hatta arkadaşların birbirleri üzerinde olan ve riayet edilmesi gereken
haklarından daha fazladır onların hakları.
İlim yolunda arkadaşlık etmek birçok hakkı ve hukuku
içerisinde toplamaktadır. Çünkü onların kardeşlik hakkı var, sohbet hakkı var,
aynı hocadan ders alma, ona nispet edilme hakkı var. Öğrenciler bu hocanın
çocukları konumundadır. Birbirlerine fayda vermeleri birer haktır.
Bu nedenle bilmeyen bir arkadaşına, ona kapalı kalan bir
meseleyi açıklayarak, hayr ve iyilikte yardımlaşmaya teşvik ederek ve kendisine
faydalı olacak hususun beyan ederek birbirlerine yardımcı olmaları –mümkün
olduğu ve güç yetirdikleri ölçüde- gerekmektedir.
Beraberce toplandıkları anlarında, eksik olanın kendisinden
daha iyi konumda olandan eksikliklerini tamamlayacağı bir ganimet olarak
bilmesi gerekir bu vakitleri. Bilen bilmeyene öğretir, faydalı meseleleri
birbirlerine tarh ederler ve himmetlerini üzerinde yoğunlaştıkları mesele
üzerine düğüm ederler.
İNSANLARLA İŞTİGAL ETMENİN ZARARLARI
İlim talebesi insanlarla uğraşmaktan, hallerini teftiş
etmekten ve ayıplarını aramaktan uzak dursun ve sakınsın. Çünkü bu hazır olan
bir günahtır. İlim ehlinin günah işlemesi diğer avam insanların işledikleri
günahtan daha büyüktür. Çünkü diğer insanlar onları örnek almaktalar ve
insanlarla meşgul olmak faydalı maslahatları, değerli vakitleri zayi eder,
ilmin nurunu giderir.
AZA KANAAT ETMEK
Bil ki; aza kanaat etmek ve maişette dengeli davranmak
herkesten arzu edilen bir durumdur. Özellikle ilimle iştigal edenlerden... Çünkü
ilim, amelin tamamının ya da büyük bir kısmının vazifesidir. Ne zaman ki,
dünyevi işler ve zaruretlerle çakışsa, -çakışma oranında- bir eksiklik hâsıl olur.
Dünya işlerinin sınırlandırılmasında en büyük etkenlerden birisi de, aza kanaat
etmek ve dengeli davranmaktır. Ve (böylece) ilim talebesi, öğrenmesi gereken
ilmine yönelir.
İLMİN YAYILMASI
Öğretmen ve öğrencilerin adaplarından birisi de, nasihat
etmek ve faydalı ilimleri imkân nispetince yaymaktır. Hatta bir insan bir tek
meseleyi öğrense sonra onu yaysa bu kendisi için ilminde bir bereket olur.
Çünkü ilmin meyvesi, insanların bu ilmi senden almasıdır.
Kim ilmiyle cimri davranır, bencil olursa onun bedeninin ölümüyle ilmide ölür.
Belki de o diri iken, o ilmi unutur. Nasıl ki, ilmini yayması, bilmeyenlere
anlatması ikinci bir hayat mesabesindedir, ilmini korur ve Allah da amelinin
cinsine göre ona mükâfat verir.
KALPLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ
İster öğreticiler olsun ister öğrenciler, ilim ehline
gerekli hususlardan birisi de, kelimeleri birleştirici olmaları ve bunda da
kalpleri birleştirici olmalarıdır. Şer ve düşmanlık, kin gibi sebepleri ortadan
kaldırmaya karşı hırslı olmaları gerekir. Bu meseleyi gözlerinin arasına
iyice yerleştirmeleri gerekir.
Her yolla bu asla ulaşmaya koşarlar, çünkü arzu edilen birdir,
kasıt birdir, maslahat müşterektir... Bunu –ilim ehlinden kim olursa olsun-
sevgiyle gerçekleştirmek için uğraş vermelidir.
İlimde bir ayağı ya da uğraşısı olan kimseler; zararlı
amaçların kendilerini ele geçirip onları bu arzu edilen yüce amaçtan
engellemesine izin vermemeleri gerekir.
Birbirlerini severler, birbirlerini savunurlar, hak yoldan
inhiraf edenlere nasihat ederler. Birleşmenin ve sevginin zıddına çağıran cüz’i
meselelerde tartışmayı kelimelerin birleştirilmesi olan kulli meselelerin önüne
geçirmezler.
Avamdan ya da diğer ilmin düşmanı kimselerin, ilim ehli
arasında bozgunculuğu yaymasına ve ortak olan kelimelerini dağıtmasına izin
vermezler.
BİRLİK OLMANIN FAYDALARI
Bu yüce olan amacın gerçekleştirilmesinde sayılamayacak
kadar birçok fayda ve yarar vardır. Şayet hiçbir fayda değil de sadece, Şâri
(Allah Subhanehu ve Teâlâ)’nın her yolla teşvik ettiği dinin kendisinin olması olsaydı,
bu bile yeterdi.
Bunu gerçekleştiren kimselerin en büyüğü, bunun (dinin
ilmin) ehli olan kimselerdir. Ve bu ihlasa ve din için feda olmaya en büyük delillerdendir.
Ki bu ikisi dinin ruhudur, çemberin kutbudur. Bununla kul, kitap ve sünnette
–burada konunun alamayacağı kadar çok-kendileri hakkında övgülerin varit olduğu
gerçek ilmin ehlinden olur.
Ve bunda aynı zamanda, ilmin çoğaltılması, ona ulaşma
yollarının genişletilmesi vardır. İlim ehlinin yolları bir olursa, böylece
birbirlerinde faydalanmak ve birbirlerine-bilmedikleri hususları- öğretmek
mümkün olur. Ama birlerinden ayrı köşelerde, inhiraf etmiş bir şekilde olurlarsa,
faydaları kesilir, yerini zıddına alır. Yani, buğz etme, taassup, her gurubun
diğer gurubun ayıplarını ve kusurlarını teftiş etmesi, yaralamak için tevessül
etmesi gibi durumları hasıl olur. Bütün bunlar dine ve akla zıt şeylerdir.
Bunlar aynı zamanda Selef-i Salih’in üzerinde bulunduğu duruma aykırıdır ne
var ki cahil kimse bunu dinden zannetmektedir.
Allah’ın kendisini muvaffak kıldığı kimseyi;
Allah’a onu tevhit edip birleyerek, zahiri ve batini Allah’a
olan kulluk görevini yerine getirir ve bunda da ihlaslı ve ecrini Allah’tan
bekler bir vaziyette nasihatli olarak görürsün...
Bu kimseyi, Allah’ın kitabına –kitabın kendisine ve içinde
barındırdıklarına- iman eder, onu, onunla ilgili olan ve ondan dallanıp
budaklanan şeriat ilimlerini öğrenmeye yönelir bir şekilde nasihatli
görürsün...
Bu kimseyi, Rasul (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve onun
dinin asıllarından ve dallarından getirdiklerine iman ederek, Onun sevgisini
Allah’a olan sevgiden sonra herkesin sevgisinin önüne geçirerek, şeriatın zahir
ve batın hallerinde ona ittiba ederek nasihatli görürsün...
Bu kimseyi, Müslümanların imamlarına, yöneticilerinden âlimlerine
ve liderlerine iyilik sevgisi besleyerek, söz ve amelde onlara yardımcı olduğunu,
tebanın sevgiyle onlara itaatte birleşmesinde ve onlara zarar verici muhalefette
bulunmalarına engel olarak yardımcı olmasında nasihatli görürsün...
Bu kimseyi, Müslümanların tamamına, kendi nefsi için
sevdiklerini onlar için sever olarak ve kendi nefsi için kerih gördüklerini
onlar içinde kerih görür bir halde mümkün olduğu derecede onlara her hayrı
ulaştırır bir şekilde nasihatli görürsün...
Dışı içini doğrular, sözleri amellerini doğrular, bu büyük
esasa ve dosdoğru yola davet eder...
Allah Teâlâ’dan bizleri kendi sevgisiyle, sevdiği kimsenin
sevgisiyle ve sevgisine ulaştıran amellere muvaffak kılmasıyla
rızıklandırmasını isteriz... Katından bizlere bir rahmet bahşetmesini
dileriz...
Şüphe yok ki Allah, Vehhab’tır...
Salât ve selam da Rasul Muhammed (aleyhisselam)’adır...