Bid’at Ehline Muamele Şekli
Dinde bid’at çıkarmak
haramdır ve sahibine reddedilir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ فِيهِ
فَهُوَ رَدٌّ
“Kim şu emrimizde
(dinde) ondan olmayan bir şey ihdas ederse o reddolunur.”[1]
Bid’atler, günahlardan
daha tehlikelidir. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
“Sufyan es-Sevrî ve daha başka İslam imamları bid’at’in İblis’e günahlardan
daha sevimli geldiğini belirtmişlerdir. Çünkü genellikle bid’atten tevbe
edilmez ama günahlardan tevbe edilir.”[2]
Günah işleyen kimse
kendisinin günahkâr olduğunu ve kusurlu davrandığını bilir. Vicdanı onu tevbeye
sevk eder. Bid’at işleyen kimse ise yaptığı şeyi güzel gördüğü için böyle bir
şey hissetmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَناً
“Kötü işi kendisine
süslenip de onu güzel gören kimse mi?” (Fâtır 8)
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ الأَخْسَرِينَ
أَعْمَالاً *الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ
يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً
“De ki: “Size,
amelleri bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? İyi işler
yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” (Kehf 103-104)
Bid’at işleyen kimse
yaptığı şeyi güzel gördüğü ve onu Allah’ın dinine uygun zannettiği için ondan
tevbe etmez. Tevbenin ilk adımı yapılan şeyin kötülüğünü bilmektir. Bidat
sahibi ise bunu böyle görmez.
Eğer bidatçiye bidati
açıklanır da tevbe edip sünnete dönüş yaparsa Allah tevbesini kabul eder. Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا عِبَادِي الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لا تَقْنَطُوا مِنْ
رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً
“Ey kendi nefisleri
aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah
bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Zumer 53)
Bid’at’in tehlikesi ve kötülükleri:
Bidat’in kötülüğü ve
tehlikesi iki esasa döner:
Birincisi: Bid’at
kalpleri bozar, sünnetten uzaklaştırır. İbn Teymiyye rahimehullah şöyle
demiştir:
“Dinin kuralları
kalplerin gıdasıdır. Kalpler ne zaman bid’atlerle gıdalanırsa orada sünnetlere
yer kalmaz. Tıpkı bozuk bir yemek yiyen kimse gibi olur.”[3]
İbn Abbas radiyallahu
anhuma şöyle demiştir:
مَا يَأْتِي عَلَى النَّاسِ مَنْ عَامٍ إِلَّا أَحْدَثُوا
فِيهِ بِدْعَةً وَأَمَاتُوا فِيهِ سُنَّةً حَتَّى تَحْيَا الْبِدَعُ وَتَمُوتَ السُّنَنُ
“İnsanlar üzerine
hiçbir sene gelmez ki onda bir bid’at ortaya çıkarıp bir sünnet öldürmesinler.
Neticede bidatler diriltilir ve sünnetler öldürülür.”[4]
İkincisi: Bid’âtler sünnetlere aykırıdır. Dinde eksiklik veya artırma yahut
tahrif etme yoluyla dinden çıkmaya sebebiyet verir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Bu inançların ve bozuk hallerin
sebeplerinden bazısı, Allah’ın, rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ile bize
göndermiş olduğu din ve menhecden çıkmaya götürür. Zira bid’at, küfrün
başlangıcıdır. Tıpkı meşru sünnetlerin imanın görüntüsü ve onun takviye edicisi
olması gibi. Yani iman taatle artar, günahla eksilir.”[5]
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ
مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
“Yoksa onların
birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden
kendilerine bir şeriat kıldılar?” (Şura 21)
Bid’at Ehline Karşı Muamelenin Kural ve Esasları
Bid’at ehlinden
alakanın kesilmesine “hecr” denilir.
İbn Teymiyye rahimehullah
şöyle demiştir: “Bazı topluluklar hecri genelleştirmişler, hecredilmesi
emredilmeyen, farz olmayan hatta müstehap da olmayan kimselere de hecr
uygulamışlar, bazen bu konuda farz ve müstehap olanları terk etmişler, bazen
hecirde haddi aşarak haramları işlemişlerdir.
Diğer bazıları
da hecr uygulamasından yüz çevirip tamamen terk etmişler, hecr uygulanması
emredilen kötülükler ve bid’atler hakkında hecr uygulamamışlardır. Hecr
uygulanmasıyla cezalandırılması gerekenlere hecri terk etmişler, böylece
kötülüğü yasaklama ve iyiliği emretme görevinin farz olan kısmını da, müstehap
olan kısmını da zayi etmişlerdir.
Onlar kötülüğü
işleme ile ondan yasaklamayı terk etmek arasında kalmışlardır. Böylece
yasaklandıkları şeyi işlemiş oldular ve emrolundukları şeyi ise terk ettiler.
Allah’ın dini aşırı gidenle geri kalan arasında vasat (orta) yoldur.”[6]
1- Kitap ve sünnete aykırı bir bid’at getirmediği sürece bir müslümanın bidatçi olduğuna hükmetmek caiz değildir.
Kişi ancak bir bid’at uydurduğu zaman veya başkası tarafından uydurulmuş
bir bid’ate tabi olduğu zaman bidatle vasıflanır. Bazı insanlar bidatçiyi
başkalarından ayıran kuralların fıkhını bilmediğinden, bazen hakkında farklı
görüşler bulunan ihtilafa musait meselelerden dolayı muhalifini bidatçi
sayarlar. Bu yanlış bir tutumdur.
Ebu Muhammed el-Murteiş rahimehullah dedi ki: “Ebu
Hafs en-Nisaburi rahimehullah’a: “Bid’at nedir?” diye sorulunca şöyle dedi:
التَّعَدِّي فِي الأَحْكَامِ
وَالتَّهَاوُنُ بِالسُّنَنِ وَاتِّبَاعُ الآرَاءِ وَالأَهْوَاءِ وَتَرْكُ الاقْتِدَاءِ
وَالاتِّبَاعِ
“Hükümlerde haddi aşmak, sünnetler hakkında gevşeklik göstermek, re’ylere
ve hevâlara tabi olmak, (selefe) iktidayı ve (sünnete) ittibayı terk etmektir.”[7]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kişiyi heva ehlinden saymayı gerektiren
bidat; sünnet âlimleri katında meşhur olan; Haricilik, Rafizilik, Kaderiyye
(Mutezile) ve Mürcie görüşleri gibi bidatlerdir.”[8]
Yine dedi ki: “Beyan edilmiş ayete ve açıklanmış sünnete yahut selefin
icmaına aykırı düşmekte mazeret yoktur. Böyle bir kimse bid’at ehline uygulanan
muameleyi görür.”[9]
Şeyh el-Elbânî
rahimehullah şöyle demiştir: “Bid’atçi
olduğu söylenmesi gereken kimdir meselesine gelince; o, Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem’in: “Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir”
sözüne muhalefet eden kimsedir. Sonra Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmak için
Allah’ın dininde yenilik çıkaran veya Allah Azze ve Celle’nin dininde
başkasının çıkardığı bir bid’at ile yakınlık sağlamaya çalışan kimsedir.
Ama kendisinden bir
bid’at meydana gelip de bunu kaidedeki gibi kastetmeyene gelince; o kimse
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “her bid’at sapıklıktır”
kaidesini benimseyen bir kimsedir. Lakin hata eder ve bid’at çıkarır. Nitekim
bazı müçtehitler bazen haram olan bir şey hakkında mubah olduğunu
söyleyebilmiştir. Bu İslam’da caiz değildir. Ancak böyle bir müçtehit ecir
alır, onun harama düştüğü söylenmez. Aynı şekilde bid’atçi olmadığı halde ondan
bir bid’at meydana gelebilir. Bu kendisinin sadece bir içtihadıdır. Lakin
hakikatte o bir bid’attir ve bu konuda o müçtehide bid’atçi denmez.”[10]
Fetvadan çıkan sonuçlar:
1- Her bid’at sapıklıktır
kaidesine muhalefet eden; yani bazı bid’atleri sapıklık olarak görmeyen
kimsedir. Böyle bir kimse bid’atçi hükmünü hak eder.
2- Allah’a yakınlık/ibadet
maksadıyla dinde yenilik çıkaran kimse – samimiyetle, ilmin kuralları
çerçevesinde içtihat eden bir ilim ehli değilse - bid’atçi hükmünü hak eder.
3- Başkasının çıkardığı
bir bid’atle amel ederek Allah’a yakınlaşmaya çalışan kimse bid’atçidir.
4- Her bid’atin sapıklık
olduğunu kabul etmekle beraber içtihada ehil olan bir ilim ehlinin samimiyetle
ve ilmin kaidelerine uygun hareket ederek içtihat etmesi ve hata etmesi
neticesinde, böyle bir âlim bid’atçi olarak nitelenemez.
İbn Kayyım rahimehullah
İ’lamu’l-Muvakki’in’de şöyle demiştir: “Her halukarda kıyamet günü Allah
katında, kendisine bu gibi meselelerle ilgili hadis ya da sahabî sözü
nakledilir, bu hadis ve sözlerle çelişecek bir başka hadis ya da söz de
bulunmaz ise, bunları arkasına atarak Allah Teâlâ’nın taklit edilmesini
yasakladığı kişileri taklit edenler için hiçbir mazeret yoktur. Âlim şöyle der:
“Sünnete aykırı olması
halinde benim sözüm ile hükmetmen sana helal olmaz. Hadis sahih ise benim
sözüme aldırış etme.” Âlim kendisine böyle bir şey söylememiş olsa bile,
kişiye düşen böyle davranmasıdır. Bu, onun için zorunluluktur, hiçbir kaçamağı
olamaz. Âlim bunun aksini söyleyecek olsa, kişiye düşen âlime değil, delile
tabi olmaktır…”
Bidatçi Sayma Konusunda Hataya Örnekler
Mesela bir kimse şöyle der: “Tahiyyat duasında “Es-Selamu ale’n-Nebî”
demek gerekir. “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n-Nebî” demek Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in hayatı döneminde geçerli idi. Vefatından sonra “Es-Selamu aleyke
eyyuhe’n-Nebi” demek bidattir ve bu şekilde söyleyenler bidatçidir”
Bu söz yanlıştır. Çünkü Bu meselede zıtlık ihtilafı değil, tenevvu (tür)
ihtilafı vardır. İbn Mesud radiyallahu anh ve sahabe ve tabiinden bazıları ile
İlim ehlinden bazıları Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra
“es-Selamu ale’n-Nebi” denilmesi gerektiği görüşündedirler. Bizim de tercih
ettiğimiz budur.
Lakin diğer bazı âlimler de “es-Selamu aleyke eyyuhe’n-Nebi” derken kalpte
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i düşünerek böyle söylenebileceğini
söylemişlerdir. Nitekim tahiyyat duası hakkındaki rivayetlerin genelinin lafzı
bu şekilde gelmiştir.
İsabetli olan önceki olup, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından
sonra “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n-nebi”
demek hatalıdır. Çünkü tahiyyatta “es-Selamu ale’n-Nebi” lafzı sahabelerin
genelinden sabit olmuştur:
El-Kasım b. Muhammed’den: Aişe radıyallahu anha teşehhüdü
şöyle öğretir ve eliyle işaret ederdi:
التَّحِيَّاتُ الطَّيِّبَاتُ الصَّلَوَاتُ الزَّاكِيَّاتُ لِلَّهِ السَّلَامُ
عَلَى النَّبِيِّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ
اللهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا
عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“et-Tahiyyâtu et-tayyibâtu es-Salavâtu ez-zâkiyyâtu lillahi
es-selâmu ale’n-Nebiyyi ve rahmetullahi ve berakatuhu es-selâmu aleynâ ve alâ
ibâdillahi’s-sâlihîn. Eşhedu en lâ ilâhe illallahu ve eşhedu enne Muhammeden
abduhu ve rasuluhu.”[11]
İbn Ömer radıyallahu anhuma teşehhüdde şöyle derdi:
بِسْمِ اللَّهِ التَّحِيَّاتُ لِلَّهِ الصَّلَوَاتُ لِلَّهِ الزَّاكِيَاتُ لِلَّهِ
السَّلَامُ عَلَى النَّبِيِّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلَامُ عَلَيْنَا
وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ شَهِدْتُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، شَهِدْتُ
أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ
“Bismillahi et-tahiyyâtu lillâhi es-salavâtu lillâhi ez-zâkiyyâtu
lillâhi es-selâmu ale’n-nebî ve rahmetullahi ve berakatuhu es-selâmu aleynâ ve
alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn şehidtu en lâ ilâhe illallâhu şehidtu enne Muhammeden
rasulullâh.”[12]
İbn Abbâs ve İbn Zubeyr[13] ile Tavus[14] rahimehullah‘dan da teşşehüdde:
“es-Selâmu ‘ale’n-Nebî” denileceği rivayet edilmiştir.
‘Atâ rahimehullah şöyle demiştir: ‘Sahâbe radiyallahu anhum,
Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken ‘es-Selâmu ‘aleyke
eyyuhe’n-Nebî’ derlerdi. Vefat ettikten sonra ise: ‘es-Selâmu ‘ale’n-Nebî’ dediler.”[15]
İbn Mes’ûd radiyallahu anh, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve
sellem‘in teşehhüd hadisini rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:
“Bu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bizim aramızda iken
böyle idi. Vefat ettikten sonra: “es-Selâmu ‘ale’n-Nebî” deriz.”[16]
Bu mesele muhalifin bid’atle nitelenmesini gerektiren bir mesele değildir.
Çünkü tahiyyat hakkındaki merfu hadisler “es-Selamu aleyke eyyuhe’n-nebî”
lafzıyla rivayet edilmiştir. Bu hadislere uyarak bu şekilde söyleyen kişi Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefet içinde değildir. Lakin ona,
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra sahabenin genelinin
uygulamasının “es-Selamu ale’n-Nebi” şeklinde söylemek olduğu ve bunun daha
selametli bir uygulama olduğu beyan edilir.
Bidatçi Saymamak Konusundaki Hataya Örnekler
Bunun zıddı olan gevşeklik örneği ise, fıtır sadakasının nakit olarak
verilebileceği görüşünü bid’at olarak görmemektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’den sabit olan hadislerde fıtır sadakasının ancak sa’ (avuçla
tartılabilen) ve depolanabilen yiyecek cinsinden farz kılındığı ifade
edilmiştir. Lakin bid’at ehli Mu’tezile (Ebu Said Yarbuzi, Taceddin Bayburdi,
Mesut Körpe vb.) aklî yorumlar yaparak, nas bulunan konuda içtihat ederek fıtır
sadakasını nakitle vermekte de bir sakınca olmadığını iddia etmişler ve bid’at
çıkarmışlardır.
Bunu bid’at olarak görmemek ve bu görüşün sahiplerini bid’atçi saymamak ve
onlara hecr uygulamamak diğer bir sapma örneğidir.
Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, erkeklerin mahremi olmayan
kadınların yanına girmesini yasaklamış olmasına rağmen muasır Mutezile (Ebu
Said Yarbuzi, Taceddin Bayburdi, Ebu Enes, Ebu Erva, Mesut Körpe, Ebu Emre vb.)
aklî yorumlar yaparak, erkek hatibin namahremi olan kadınların huzuruna çıkıp
der yapabileceğini söylemişler, bu konuda müteşabihlere tutunmuşlardır. Bu
yaptıkları muhakkak ki ümmetin âlimlerinin icmaına da aykırıdır. Bu işi bid’at
görmemek ve bu görüşün sahiplerini bidatçi saymamak, onlara hecir uygulamamak
diğer bir sapıklık örneğidir.
Yine Ebu Hanife’nin mürcie ve cehmiyye görüşleri sabit olmasına rağmen ve
selefin imamları Ebu Hanife’nin bidatçi olduğu hususunda ittifak etmiş
olmalarına rağmen, İbn Abdilber ve İbn Teymiyye’yi taklid ederek Ebu Hanifeyi
bid’atçi olarak görmeyenler (Salih el-Fevzan, Abdulmuhsin el-Abbad vb.) bid’at
sahibidirler.
2- Bir kimsenin bid’atçi veya fasık olduğuna hükmetmek ancak şartların yerine gelip manilerin kalkmasından sonradır.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kitap ve sünnette gelen tehdit
nasları ve imamları tekfir ve tefsike (kafir ve fasık saymaya) dair sözleri,
şartları yerine gelip, engelleri ortadan kalkmadığı sürece muayyen şahıslara
indirgenemez. Bu konuda aslî mesele ve fer’î mesele arasında fark yoktur.”[17]
3- Bid’at ehlinin görüşleri, amelleri ve yolları tenkit edilir, şüphelerine reddiye verilir ve onlara tabi olmaktan sakındırmak gerekir.
Dinin himayesi ancak bid’at ehline reddiye vermekle mümkün olur. Bu sünneti
bilen âlimlerin en önemli vazifelerindendir ve farzı kifaye olan bir cihaddır.
Ebu Hureyre
radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ لِهَذِهِ
الْأُمَّةِ عَلَى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا
“Muhakkak ki
Allah bu ümmet için her yüz senenin başında dinlerini yenileyecek kimseler
gönderir.”[18]
Usame b. Zeyd radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemm buyurdu ki:
يَحْمِلُ
هَذَا الْعِلْمَ مِنْ كُلِّ خَلْفٍ عُدُولُهُ يَنْفُونَ عَنْهُ تَحْرِيفَ
الْغَالِينَ وَانْتِحَالَ الْمُبْطِلِينَ وَتَأْوِيلَ الْجَاهِلِينَ
“Sonradan gelen her bir neslin arasından
bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin tahriflerini,
batıl ehlinin hırsızlıklarını ve cahillerin yanlış te’villerini bertaraf
ederler."[19]
Muhenna b. Yahya, Ahmed b. Hanbel’den bunu
hadisi sahihlediğini rivayet etmiştir.”[20]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Sünneti
emretmek ve bid’ati yasaklamak iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktır ve bu
salih amellerinden en üstünlerindendir…”
Yine İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Birisi
Ahmed b. Hanbel’e şöyle dedi: “Bana;
“Filan kimse şöyledir, falan kimse böyledir”
demek ağır geliyor.” Bunun üzerine Ahmed dedi ki:
“Sen susarsan, ben susarsam cahil kimse sahih
ile sahih olmayanı nasıl bilecek?” Hata eden veya yalan söyleyen hadis ravileri
hakkında konuşulmasında olduğu gibi, dinin özel ve genel maslahatları hakkında
nasihat de farzdır.
Yahya b. Said rahimehullah şöyle demiştir:
“Malik, Sevrî, Leys b. Sa’d ve el-Evzâî’ye hadis hususunda itham edilen bir
kimse hakkında sordum. Hepsi de:
“Onun durumunu açıkla” dediler.
“Bid’at önderleri ile kitap ve sünnete aykırı
görüş ve amel sahipleri de böyledir. Onların durumlarını açıklamak ve ümmeti
onlardan sakındırmak müslümanların ittifakı ile farzdır. Hatta Ahmed b.
Hanbel’e şöyle denilmiştir:
“Oruç tutan, namaz kılan ve itikaf yapan
birisi mi yoksa bid’at ehli hakkında konuşan biri mi sana daha sevimlidir?”
İmam Ahmed rahimehullah dedi ki:
“Eğer namaz kılar, oruç tutar ve itikaf
yaparsa bunlar ancak kendisi içindir. Ama bid’at ehli hakkında konuşan
müslümanların yararına bir iş yapmıştır ve bu daha faziletlidir.”[21]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Böylece İmam
Ahmed bunun müslümanların geneli ve dinleri hakkında faydalı olduğunu, bunun
Allah yolunda cihaddan olduğunu açıklamıştır. Zira Allah’ın yolunun, dininin,
menhecinin ve şeriatinin bu bozguncu düşmanlardan temizlenmesi, müslümanların
ittifakıyla farz-ı kifayedir. Şayet Allah, bunu yerine getiren kimseler
vesilesiyle o kimselerin zararını def etmeseydi elbette din ifsat olurdu. Dinin
ifsat olması, düşmanın ve harp ehlinin istila etmesinden daha büyük bir
fesattır. Zira onlar toprakları istila ettikleri zaman kendilerine uymayanların
kalplerini ve o kalplerde olan dinleri bozamazlar. Ama bunlar öncelikle
kalpleri bozarlar.”
Bu yüzden imamlarımız selefin menhecinden
sapmış kimselere yağcılık yapanlardan daha fakih idiler. Hatta onların cihadını
iki cihaddan en büyük olanı olarak görmüşlerdir. Nitekim Buhari ve Muslim’in
şeyhi olan Yahya b. Yahya rahimehullah şöyle demiştir:
“Sünneti savunmak Allah yolunda en üstün
cihaddır” Muhammed b. Yahya dedi ki: “Ben Yahya’ya:
“Kişi malını infak ediyor, cihadda kendisini
yoruyor, bundan da mı üstün?” dedim. O dedi ki:
“Evet, hem de çok üstün.”[22]
Buhari’nin şeyhi el-Humeydi şöyle demiştir:
“Vallahi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini reddeden şu
kimselerle savaşmam benim için türklerden olan birçok kimse ile savaşmaktan
daha sevimlidir.” Burada Türkler ile kâfirleri kasdetmiştir. Nitekim bu
ifadenin benzeri el-Humeydi’nin tabakasından üstte de mevcuttur. Asım b. Şumeyh
şöyle demiştir:
“Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ı
yaşlanmış ve eli titrer halde gördüm. Şöyle diyordu:
“Haricilerle savaşmak benim için türklerden
birçok kimse ile savaşmaktan daha değerlidir.”
Bu yüzden İbn Hubeyre, Ebu Said radıyallahu
anh’ın Haricilerle savaş hakkındaki hadisi hakkında şöyle demiştir:
“Hadiste haricilerle savaşmanın, müşriklerle
savaşmaktan öncelikli olduğu geçmektedir. Bunun hikmeti onlarla savaşmanın
İslam’ın temel sermayesi, şirk ehliyle savaşmanın ise kazanç olmasıdır.
Sermayenin korunması daha önceliklidir.”
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam rahimehullah şöyle
demiştir: “Sünnete sarılan kor avuçlamış gibidir. Bugün bana göre bu, Allah
yolunda kılıç vurmaktan daha faziletlidir.”[23]
İbnu’l-Kayyım şöyle demiştir: “Hüccet ile
cihad ve dil ile cihad, kılıçla ve dişlerle cihaddan önceliklidir.”
Bu yüzden bid’at ehlinin reddedilmesi,
onların utandırılması ve batıllarının açıklanması ilmin gereğidir. Bid’at ve
sapıklık hakkında susmak ise din ve dünya hakkında münker ve bâtılın yayılması
karşısında sükût etmektir. Bunun için bu ilim, dinin korunmasında en önemli ve
pekiştirilmiş farzlardan birisidir.
İbn Kayyım şöyle demiştir: “Selef, bidat
önderlerine şiddetle karşı çıkmışlar, bidat ehlini her yerde yüksek sesle ilan
etmişler, onların fitnelerinden şiddetle sakındırmışlar, kötülük, zulüm ve
düşmanlıklara karşı çıktıklarından daha fazlasıyla bidat ehline karşı
çıkmışlardır. Çünkü bidatlerin zararı ve dini yıkması daha şiddetlidir.”[24]
Yine şöyle demiştir: “Allah’ın kitabına ve
rasulüne hakaret edenleri reddetmek, onlarla delil ve açıklamayla, dişler ve
kılıçla, kalp ve gönülle cihad etmek, Allah’ın kulları üzerindeki hakkındandır.
Bundan ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[25]
Allame İbn Muflih, şu şekilde başlık
açmıştır: “Bidatleri ve sapıklıkları iptal etmenin ve bunların batıl oluşuna
dair hüccet ikamesinin farz oluşu” Sonra şöyle demiştir:
“Nihayetu’l-Mubtediîn’de şöyle denilmektedir:
“Saptırıcı bid’atlere karşı çıkılması ve
bunların batıl oluşunun açıklanması, bu bidatlerin sahiplerinin kötülüklerinin
açıklanması ve reddedilmesi farzdır. Kötülüğe karşı çıkmak için sultana şikayet
edebilen eder. Eğer onun karşı çıkmayacağından endişe ederse kendisi karşı
çıkar.”[26]
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle
demiştir: “Dinin düşmanların iki türdür: kâfirler ve münafıklar. Allah,
nebisine her iki grupla da cihad etmesini emrederek şöyle buyurmuştur:
“Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve
onlara sert davran” (Tevbe 73) zira Münafık toplulukları kitaba aykırı
bid’atler çıkarmakta ve insanlara onu karışık göstermektedirler. İnsanlar
kitabın bozulması ve dinin değiştirilmesini fark edemiyorlar. Nitekim bizden
önceki kitap ehlinin dini, o dinin mensuplarının karşı çıkmadıkları tebdiller
(dinde değişiklikler) ile bozulmuştu. Bidatçi topluluklar münafıklar olmasalar
da münafıkları dinlemişler ve durumları onlara karışık gelmiş, onların kitaba
aykırı sözlerini hak zannetmişler ve böylece münafıkların bidatlerine davet
eden kimseler haline gelmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Eğer sizinle birlikte (savaşa) çıksalardı
sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar, içinizde fitne çıkarmak için hemen
aranıza sokulurlardı; zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah,
zalimleri hakkıyla bilendir.” (Tevbe 47)
Yine onların durumlarını açıklamak
zorunludur. Hatta onların fitnesi daha büyüktür. Zira onlarda, kendilerine
dostluk gösterilmesini gerektiren iman vardır fakat münafıkların dini bozmak
için çıkardıkları bidatlere girmişlerdir. Bu bidatlerden sakındırılması
zorunludur. Bu husus onların isimlerini ve şahıslarını zikretmeyi de
gerektirebilir. Hatta şayet bu bidatleri bir münafıktan almış olmasalar da
bunların dinden olduğu için hidayet ve iyilik olduğunu söylerler. Şayet
durum böyle olmasaydı bile yine onun açıklanması gerekirdi. Bu yüzden hadis ve
rivayet hususunda hata eden, görüş ve fetva hususunda hata eden ve zühd ve
ibadet hususunda hata kimselerin durumlarını açıklamak farzdır. Hata eden kişi
hatası bağışlanmış ve içtihadından dolayı ecir almış bir müçtehit dahi olsa
durum böyledir. Kişinin kendisi söz ve ameliyle muhalefet etse dahi, Kitap ve
sünnetin delalet ettiği söz ve ameli açıklamak zorundadır.”[27]
İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kalemlerin
türlerini açıklarken şöyle demiştir: “On ikinci kalem; kapsamlı kalemdir. Bu,
batıl ehlini reddeden ve sünneti yücelten kalemdir. Batıl ehlinin batıllarını
farklı türleri ve cinslerine göre ortaya çıkarır, onların çelişkilerini ve
haktan çıkıp batıla girişlerini açıklar. İşte bu kalem, kalemler arasında
tıpkı insanlar arasındaki krallar gibidir. Bu kalemin sahipleri Rasul ile
gelenlerle desteklenen hüccet ehlidir. Rasulün düşmanlarına karşı harbeder.
Onlar Allah’a hikmet ve güzel öğütle davet ederler. Allah’ın yolundan cedel ve
tartışma türleriyle çıkanlarla mücadele ederler. Bu kalemin sahipleri her batıl
ehliyle savaşırlar ve rasule muhalefet eden herkesin düşmanıdırlar. Onların
yeri başka, diğer kalem sahiplerinin yeri başkadır.”[28]
4- Bid’at ehline sevgi beslememek ve onlardan uzaklaşmak
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ
الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ
أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ
“Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir
kavmin, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut da akrabaları bile
olsalar, Allah'a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini
göremezsin.” (Mucadele 22)
Taberi
rahimehullah şöyle demiştir: “Bu
âyet-i kerime, İslam’da dostluğun ve kardeşliğin dini esaslar üzere
kurulduğunu, bu itibarla İslam’a ters düşen kişinin dostluk ve kardeşlik bağını
kopardığını, bu itibarla kişinin öz babası, oğlu, kardeşi ve akrabası da olsa
artık onlara karşı sevgi besleyemeyeceğini beyan etmektedir.” [29]
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ
عَلَى الْإِيمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ *
قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ
وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا
وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ
فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي
الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
“Ey müminler, eğer
inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar
edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta
kendileridir. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz
akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve
hoşlandığınız evler, Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten
sizin için daha fazla sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin.
Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdirmez” (Tevbe 23-24)”
Kurtubi rahimehullah
şöyle demiştir: “Malik rahimehullah bu âyet-i kerimeden Kaderiyeye düşmanlık
edilmesi ve onlarla oturup kalkmanın terkedilmesine delil çıkarmıştır: Eşheb,
Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kaderiye (Kaderi inkâr edenler) ile
oturup kalkma ve Allah için onlara düşmanlık et! Çünkü Allah Teâlâ: “Allah'a
ve âhiret gününe inanan hiçbir kavmin Allah ve Rasûlü ile sinir mücadelesi
yapanlara sevgi beslediklerini göremezsin” diye buyurmaktadır.
Bütün zulüm ehli ve
haddi aşıp başkalarına haksızlık yapanlar da Kaderiye hükmündedirler.
es-Sevrî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Öncekiler bu âyet-i kerimenin
sultanlar ile arkadaşlık yapan kimseler hakkında indiği görüşünde idiler.
Abdulaziz b. Ebi Davud'dan rivayet edildiğine göre o tavaf esnasında Mansur ile
karşılaşmış. Onu tanıyınca, ondan kaçmış ve bu âyeti okumuş.”[30]
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
مَا مِنْ نَبِيٍّ بَعَثَهُ اللهُ فِي أُمَّةٍ قَبْلِي
إِلَّا كَانَ لَهُ مِنْ أُمَّتِهِ حَوَارِيُّونَ وَأَصْحَابٌ يَأْخُذُونَ بِسُنَّتِهِ
وَيَقْتَدُونَ بِأَمْرِهِ ثُمَّ إِنَّهَا تَخْلُفُ مِنْ بَعْدِهِمْ خُلُوفٌ يَقُولُونَ
مَا لَا يَفْعَلُونَ وَيَفْعَلُونَ مَا لَا يُؤْمَرُونَ فَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِيَدِهِ
فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِلِسَانِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَمَنْ جَاهَدَهُمْ
بِقَلْبِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَيْسَ وَرَاءَ ذَلِكَ مِنَ الْإِيمَانِ حَبَّةُ خَرْدَلٍ
“Allah’ın benden önceki ümmetlere gönderdiği
her bir nebînin kendi ümmetinden havarî ve dostları olmuştur. Bunlar o nebîden
sonra sünnetine tutunur, emirlerine uyarlar. Bunlardan sonra ise yapmadıklarını
söyleyen (kendileri yapmadıkları halde başkalarına emreden) ve emrolunmadıkları
şeyleri yapan halefler çıkar. Kim onlarla eliyle cihad ederse mümindir. Kim
diliyle cihad ederse mümindir. Kim kalbiyle cihad ederse mümindir. Bundan
sonrasında ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[31]
Bu hadiste
emrolunmadıkları şeyleri yapmaları, onların Kitap ve sünnetten bir delil
olmaksızın ibadet içerikli amel etmeleri, yani bid’atleri işlemeleridir. Onlara
elle ve dille karşı çıkmak, bunlara güç yetmiyorsa kalp ile buğzetmek
gerekmektedir. Bunun ötesinde iman olmadığı bildiriliyor!
Fudayl b. Iyaz rahimehullah şöyle demiştir: “Şüphesiz Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek
yemem, bid’at sahibinin yanında yemek yememden daha iyidir. Zira ben eğer
Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yersem kimse bana uymaz. Eğer bid’at
sahibinin yanında yemek yersem insanlar bana uyarlar. Benimle bid’at sahibi
arasında demirden bir kale olmasını isterdim. Sünnet ile az amel, bid’at
sahibinin çok amelinden hayırlıdır. Kim bir bid’at sahibiyle oturursa ona
hikmet verilmez. Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakındırın.
Bid’at sahibine dinin hakkında güvenemezsin. İşin hakkında da onunla istişare
etme. Onun yanında oturma. Kim bid’at sahibiyle oturursa Allah Azze ve Celle
ona körlük bulaştırır. Allah bir kimsenin bid’at sahibine buğzettiğini bilirse,
ameli az da olsa Allah’ın onu bağışlamasını umarım. Muhakkak ki ben ondan
ümitliyim. Çünkü sünnet ehlinin her iyiliği arz edilir. Bid’at sahibinin ise
ameli çok olsa da Allah’a bir ameli yükseltilmez. Muhakkak ki Allah Azze ve
Celle’nin zikir halkalarını arayan melekleri vardır. Kimin yanında oturduğuna
dikkat et. Yanındaki bid’at sahibi olmasın! Zira Allah onlara bakmaz.
Münafıklığın alameti, kişinin bid’at sahibi ile beraber oturmasıdır. İnsanların
hayırlılarına yetiştim, hepsi de sünnet ashabı idi ve bid’at ashabından
sakındırıyorlardı. Bid’at sahibiyle oturursan Allah amelini iptal eder ve İslam
nurunu kalbinden çıkarır. Allah bir kulu sevdiği zaman yemeğini (yemek
arkadaşlarını) güzelleştirir. Bid’at sahibiyle oturma. Zira ben üzerine lanet
inmesinden korkarım. Kime bir kimse danışmak için gelir de, ona bid’atçi birini
gösterirse İslam’ı aldatmış olur. Bid’at sahibinin yanına girmekten sakının. Zira
onlar haktan alıkoyarlar. Ruhlar derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar
anlaşır, tanışmayan ruhlar ise ihtilaf ederler. Sünnet ehli birinin bid’at
sahibine meyletmesi mümkün değildir. Bunun sebebi ancak münafıklıktır.”[32]
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh “Kâfirlerle
ve münafıklarla cihad et” ayeti hakkında şöyle dedi:
بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ
فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَلْيَلْقَهُ بِوَجْهٍ مُكْفَهِرٍ
“Eliyle cihad eder,
buna gücü yetmeyen diliyle, buna gücü yetmeyen kalbiyle cihad eder ve asık
surat gösterir.”[33]
إِذَا لَقِيتَ الْفَاجِرَ فَالْقَهُ بِوَجْهٍ
مُكْفَهِرٍ
“Günahkâr kimseyle
karşılaştığında onu asık suratla karşıla”[34]
Diğer bir lafzı
şöyledir: İbn Mesud radıyallahu anh dedi ki:
إِذَا كَانَ لَكَ جَارٌ فَاجِرٌ لَا تَسْتَطِيعُ
لَهُ غَيْرًا فَالْقَهُ بِوَجْهٍ مُكْفَهِرٍّ
“Eğer günahkâr bir
komşun olursa ve onu değiştirmeye (ıslah etmeye) gücün yetmezse onu asık
suratla karşıla”[35]
İbn Mes’ud radıyallahu
anh şöyle demiştir:
لَمَّا نَزَلَتْ {يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ
الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ} أُمِرَ رَسُولُ اللهِ صَلى
الله عَلَيه وَسَلم أَنْ يُجَاهِدَ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ
بِوَجْهٍ مُكَفَهِرٍّ
“Ey Nebi! Kâfirlerle
ve münafıklarla cihad et” ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem; el ile cihad etmesi, buna gücü yetmezse onları asık suratla
karşılamakla emrolundu.”[36]
İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ
أَعْرَضَ عَنْ صَاحِبِ بِدْعَةٍ بُغْضًا لَهُ في الله مَلَأَ اللَّهُ قَلْبَهُ
أَمْنًا وَإِيمَانًا وَمَنِ شهر بصَاحِب بِدْعَةٍ آمَنَهُ اللَّهُ يَوْمَ
الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ وَمَنْ أهان صَاحِبِ بِدْعَةٍ رَفَعَهُ اللَّهُ فِي
الْجَنَّةِ مِائَةَ دَرَجَةٍ وَمَنْ سَلَّمَ عَلَى صَاحِبِ بِدْعَةٍ أَوْ لَقِيَهُ
بِالْبِشْرِ أَوِ اسْتَقْبَلَهُ بِمَا يَسُرُّهُ فَقَدِ اسْتَخَفَ بِمَا أَنْزَلَ
اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Kim bir bid’at
sahibinden Allah için buğzederek yüz çevirirse[37] Allah onun kalbini
emniyetle[38]
ve imanla doldurur. Kim bir bid’at sahibini açıklarsa[39] Allah onu büyük korku
gününde güvende kılar. Kim bir bid’at sahibini aşağılarsa[40] Allah onun cennette yüz
derecesini[41]
yükseltir. Kim bir bid’at sahibine selam verirse yahut onu güler yüzle
karşılarsa veya onu sevindirecek şekilde ona yönelirse[42] Allah’ın Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiğini hafife almış olur.”[43]
Aişe radiyallahu anha’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
«مَنْ
وَقَّرَ صَاحِبَ بِدْعَةٍ فَقَدْ أَعَانَ عَلَى هَدْمِ الْإِسْلَامِ»
“Kim bir bid’at sahibine saygı
gösterirse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.”[44]
5- Bid’at Ehline Cevap Vermek İçin Konuşmanın Yasaklanması
İmran b. Husayn radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ سَمِعَ
بِالدَّجَّالِ فَلْيَنْأَ مِنْهُ مَنْ سَمِعَ بِالدَّجَالِ فَلْيَنْأً مِنْهُ مَنْ
سَمِعَ بِالدَّجَالِ فَلْيَنْأً مِنْهُ فَإِنَّ الرَّجُلَ يَأْتِيهِ وَهُوَ
يَحْسِبُ أَنَّهُ مُؤْمِنٌ فَلَا يَزَالُ بِهِ لِمَا مَعَهُ مِنَ الشُّبَهِ حَتَّى
يَتَّبِعَهُ
“Deccal’i işiten ondan uzaklaşsın.
Deccal’i işiten ondan uzaklaşsın. Deccal’i işiten ondan uzaklaşsın. Zira kişi
ona gelir ve onu bir mü’min zanneder. Onunla beraber kalmaya devam eder de
attığı şüphelerden dolayı ona tâbî oluverir.”[45]
Aişe radiyallahu anha’dan:
قَرَأَ نَبِيُّ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَذِهِ الْآيَةَ {هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ
عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ
مُتَشَابِهَاتٌ} إلى قوله {أولي الْأَلْبَابِ} قَالَتْ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا رَأَيْتُمُ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِيهِ فَهُمُ الَّذِينَ عَنَى اللَّهُ فَاحْذَرُوهُمْ
قَالَ مَطَرٌ حَفِظْتُ أَنَّهُ قَالَ لَا تُجَالِسُوهُمْ فَهُمُ الَّذِينَ عَنَى
اللَّهُ فَاحْذَرُوهُمْ
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şu ayeti okudu: “O sana kitab'ı indirendir. Ondaki ayetlerin bir kısmı muhkemdir ki
onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtirler. Kalplerinde eğrilik
bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini aramak için müteşabih olanlarına
tabi olurlar. Onun tevilini Allah'tan başka kimse bilmez. İlimde derinleşmiş
olanlar da derler ki:
“Biz, ona iman ettik; hepsi
rabbimizin katındandır. Akıl sahiplerinden başkası düşünmez.” (Âl-i
İmran 7) Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Muteşabih ayetler hakkında tartışanları görürseniz
onlardan sakının ve onlarla oturmayın. Onlar Allah Teâlâ’nın bahsettiği
kimselerdir.”[46]
Abdurrahman b. Yezid rahimehullah’tan: Abdullah b.
Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
إِيَّاكُمْ وَمَا
يُحْدِثُ النَّاسُ مِنَ الْبِدَعِ فَإِنَّ الدِّينَ لَا يَذْهَبُ مِنَ الْقُلُوبِ
بِمَرَّةٍ وَلَكِنَّ الشَّيْطَانَ يُحْدِثُ لَهُ بِدَعًا حَتَّى يُخْرِجَ
الْإِيمَانَ مِنْ قَلْبِهِ وَيُوشِكُ أَنْ يَدَعَ النَّاسُ مَا أَلْزَمَهُمُ
اللَّهُ مِنْ فَرْضِهِ فِي الصَّلَاةِ وَالصِّيَامِ وَالْحَلَالِ وَالْحَرَامِ
وَيَتَكَلَّمُونَ فِي رَبِّهِمْ عَزَّ وَجَلَّ فَمَنْ أَدْرَكَ ذَلِكَ الزَّمَانَ
فَلْيَهْرُبْ قِيلَ: يَا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ فَإِلَى أَيْنَ؟ قَالَ: إِلَى
لَا أَيْنَ قَالَ: يَهْرَبُ بِقَلْبِهِ وَدِينِهِ لَا يُجَالِسُ أَحَدًا مِنْ
أَهْلِ الْبِدَعِ
“Sizleri insanların çıkardıkları bid’atlerden
sakındırırım. Şüphesiz din, kalplerden tek seferde gitmez. Lakin şeytan bunun
için bid’atler çıkarır da, iman kişinin kalbinden gider. İnsanların Allah’ın
kendilerini sorumlu tuttuğu; namaz, oruç, helal, haram gibi farzları terk edip,
rableri Azze ve Celle hakkında konuşmaları yakındır. Kim bu zamana yetişirse
kaçsın.” Denildi ki:
“Ey Ebu Abdirrahman! Nereye kaçsın?” İbn Mes’ud
radıyallahu anh dedi ki:
“Nereye değil! Kalbiyle ve diniyle kaçsın. Bid’at
ehlinden hiçkimseyle beraber oturmasın.”[47]
Ebu Kılabe rahimehullah dedi ki:
لَا تُجَالِسُوا أَهْلَ الْأَهْوَاءِ
وَلَا تُجَادِلُوهُمْ، فَإِنِّي لَا آمَنُ أَنْ يَغْمِسُوكُمْ فِي ضَلَالَتِهِمْ، أَوْ
يَلْبِسُوا عَلَيْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْرِفُونَ
“Hevâ ehliyle oturmayın ve onlarla tartışmayın. Zira
ben sizi kendi sapıklıklarına batırmayacaklarından veya bildiklerinizi size
karışık göstermeyeceklerinden emin olamam.”[48]
Esma b. Ubeyd rahimehullah şöyle dedi:
دَخَلَ رَجُلَانِ مِنْ أَصْحَابِ
الْأَهْوَاءِ عَلَى ابْنِ سِيرِينَ فَقَالَا يَا أَبَا بَكْرٍ نُحَدِّثُكَ بِحَدِيثٍ؟
قَالَ لَا قَالَا فَنَقْرَأُ عَلَيْكَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللَّهِ؟ قَالَ لَا لِتَقُومَانِ
عَنِّي أَوْ لَأَقُومَنَّ قَالَ فَخَرَجَا فَقَالَ بَعْضُ الْقَوْمِ يَا أَبَا بَكْرٍ
وَمَا كَانَ عَلَيْكَ أَنْ يَقْرَآ عَلَيْكَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللَّهِ تَعَالَى؟
قَالَ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ يَقْرَآ عَلَيَّ آيَةً فَيُحَرِّفَانِهَا، فَيَقِرُّ ذَلِكَ
فِي قَلْبِي
“Hevâ sahiplerinden (bid’atçilerden) iki adam İbn
Sirin rahimehullah'ın huzuruna girdiler ve:
“Ey Ebû Bekr! Sana
bir hadis rivayet edelim mi?” dediler. “Hayır!”
dedi. Onlar:
“O halde sana Allah'ın Kitâbı'ndan bir âyet okuyalım?”
dediler. İbn Sirin rahimehullah dedi ki:
“Hayır. Ya siz mutlaka yanımdan kalkıp gideceksiniz
veya ben muhakkak kalkıp gideceğim!” Esma dedi ki:
“Bunun üzerine onlar çıkıp gittiler. Daha sonra
topluluktan biri:
“Ey Ebû Bekr! Allah'ın Kitâbı'ndan bir âyet
okumalarının sana ne zararı olurdu?” dedi. Şöyle cevap verdi:
“Bana bir âyet okuyup da onu asıl mânâsının dışına
çıkarmalarından, bunun da kalbime te'sir etmesinden korktum.”[49]
Hasen el-Basrî ve İbn Sirin rahimehumallah dediler ki:
لَا تُجَالِسُوا أَصْحَابَ
الْأَهْوَاءِ وَلَا تُجَادِلُوهُمْ وَلَا تَسْمَعُوا مِنْهُمْ
“Hevâ sahipleri ile (bidat ehliyle) oturmayın, onlarla
tartışmayın ve onları dinlemeyin.”[50]
Mufaddal b. Muhelhel rahimehullah şöyle demiştir
لَوْ كَانَ صَاحِبُ
الْبِدْعَةِ إِذَا جَلَسْتَ إِلَيْهِ يُحَدِّثُكَ بِبِدْعَتِهِ حَذَرْتَهُ
وَفَرَرْتَ مِنْهُ وَلَكِنَّهُ يُحَدِّثُكَ بِأَحَادِيثِ السُّنَّةِ فِي بُدُوِّ
مَجْلِسِهِ ثُمَّ يُدْخِلُ عَلَيْكَ بِدْعَتَهُ فَلَعَلَّهَا تَلْزَمُ قَلْبَكَ
فَمَتَى تَخْرُجُ مِنْ قَلْبِكَ
“Şayet bir bid’at sahibi senin yanına oturur da
bid’atinden konuşsaydı ondan sakınır ve ondan kaçardım. Lakin o meclisinin
başında sana sünnete dair hadisler rivayet eder, sonra da sana bid’atini
bulaştırır. Belki de bu senin kalbine yapışır. Peki, onu kalbinden nasıl
çıkaracaksın?”[51]
6- Bid’at’in mertebelerini, tekfiri gerektiren bidat ile tekfiri gerektirmeyen bidatin arasındaki farkı bilmek
Aslî bid’ât ile izafî
bidat arasındaki farkı bilmek gerekir. Bütün bidatler aynı derecede değildir. Amelî
bidatler ile itikadî bidatler farklıdır.
Tekfiri gerektiren bid’atler;
dinde bilinmesi zorunlu olan bir şeyin inkârı veya Kur’an’ı yalanlamak gibi
küfür içeren bidatlerdir. Mesela Kaderiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin ilim
sıfatını inkâr edenleri böyledir. Onalr derler ki: “Allah olaylar meydana
gelmeden önce ne olacağını bilmez.” Böylece Allah’ın ilmini inkâr
etmişlerdir. Allah Azze ve Celle her şeyi bilendir. Kaderleri, göklerle yeri
yaratmadan önce yazmış, kıyamet gününe kadar hayır ya da şer, olacak herşeyi
yazmıştır. Bu dinde zarurî olarak bilinmese gereken hususlardandır. Şu halde Kaderiyye’nin
Allah’ın ilim sıfatını inkar etmesi tekfiri gerektiren bir bidattir.
Yine Bâbîler, Bahaîler,
Kadıyanîler, İskender Evrenosoğlu taifesi, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in
nebilerin ve rasullerin sonuncusu olduğunu inkâr etmişler, Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’den sonra başka nebiler ve rasuller kabul etmişlerdir. Bu da
dinde bilinmesi zorunlu olan bir esası inkâr olduğu için küfür olan bir bidattir.
Şeyh el-Hakemî,
Mearicu’l-Kabul adlı eserinde şöyle demiştir: “Tekfiri gerektiren bidatin kaydı
şudur: Kim üzerinde icma edilmiş olan, dinde mütevatir olarak gelen, dinde
bilinmesi zorunlu olan bir konuyu inkâr ederse, farzları inkar ederse, haramı
helal sayarsa veya helali haram sayarsa onun bidati tekfiri gerektiren bir
bidattir.”[52]
“Tekfiri gerektirmeyen
bidat ise; Kur’andan bir şeyi veya Allah’ın rasulüyle gönderdiklerinden bir
şeyi yalanlamayı içermeyen bidatlerdir.”[53]
İbadet konusundaki
bidatler ister hakiki bidatler olsun, ister izafî bidatler olsun, bunların
geneli tekfiri gerektirmeyen bidatlerdir.
Hakiki bidat: bağımsız
olarak uydurulmuş bidat ibadetlerdir. Bir yenilik olarak uydurulan
ibadetlerdir. Regaib namazı, şabanın 15. Gecesinde kılınan elfiye namazı, Gadiru
Hum bayramı, mevlid törenleri hakiki bidate örnektirler.
İzafi bidat: Dinde
meşru olan bir şeye eklenen bidatlerdir. Mesela ferdî olarak şükür secdesi
yapmak meşrudur. Ancak bu secdeyi cemaatle beraber yapmak izafi bidattir.
Sevindirici bir olay üzerine bir cemaatin lideri, topluluğa secde edin der, hep
beraber şükür secdesi yaparlar. Böylece aslında ferdî olarak yapılması halinde
meşru olan bir ibadeti cemaat halinde icra etmek suretiyle bid’at karıştırmış
olurlar.
Allah’ı ferdî olarak
zikretmek meşru bir ibadettir. Bir cemaati bir kimsenin idare ederek ve onlara
sayılar tayin ederek zikir yaptırması ise bu meşru ibadete eklenmiş bidat bir
yöntemdir. Böylece izafi bidat işlenmiş olur.
Toplu halde dua edip
amin demek yine izafî bidatlerdendir. Zira dua etmenin aslı meşrudur, lakin
cemaat halinde dua etmek, aslı olmayan bir eklemedir.
7- Bidatine davet eden ile davet etmeyen arasında fark gözetmek
Bidatçilerin bazısı
bidatin davetçisidir, bazısı da yalnızca bidatin taklitçisi olup ona davet
etmez. Bidat’ini açıkça ortaya koyanla bidatini gizleyen arasında fark
gözetilir.
İbn Teymiyye rahimehullah
şöyle demiştir: “Kim bidatini açıkça ortaya koyarsa ona karşı çıkmak gerekir. Bidatini
gizleyen ise böyle değildir.”[54]
İbn Teymiyye rahimehullah
şöyle demiştir: “Müslümanlar, kendisinden bidat sapmasının alametleri zuhur
eden ve bu bidatlere çağıran, büyük günahları açıktan işleyen kimseye hecir
uygulanması görüşündedirler. Ama günahını gizleyen veya tekfiri gerektirmeyen
bir bidatini gizleyen kimseye gelince, buna hecir uygulanmaz. Hecir ancak
bidatine davet eden kimseye uygulanır. Zira hecir bir tür cezalandırmadır. Ceza
da ancak sözlü ya da fiilî günahını açıkça ortaya koyan kimseye uygulanır.
Ama bize hayrı izhar
eden kimsenin açık görünen yüzünü kabul eder, iç yüzünü Allah’a bırakırız. Eğer
onun gayesi münafıklar mertebesinde ise, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
onların görünen yüzlerini kabul etmiş, sırlarını Allah’a bırakmıştır. Nitekim
Tebuk savaşında geri kalıp mazeret öne sürenlere böyle davranmıştır. Bu yüzden
İmam Ahmed, ondan önceki selefin çoğu ve ondan sonraki Malik gibi imamlar,
bidatine davet eden bidatçinin rivayetini kabul etmez, onlarla oturmazlardı. Bidatini
açıklayıp davet etmeyenlere ise böyle davranmamışlardır. Nitekim Sahih
sahipleri, bid’at ile suçlandıkları halde bidatlerine davetçi olmayan bir
topluluktan rivayette bulunmuşlar ancak bidatine davet eden kimselerden rivayet
almamışlardır.”[55]
8- İhtiyaç ve maslahat olduğunda bid’at ehlinin yanında öğrenim görmenin cevazı
Cihad, tıp, hendese
gibi bazı eğitimleri ancak sadece kendilerinde bid’atler bulunan kimselerden
almak mümkün ise, ihtiyaç giderilinceye kadar bu eğitimi almak caiz olur.
İbn Teymiyye rahimehullah
şöyle demiştir: “İlim, cihad ve benzeri konularda bazı vacipleri yerine
getirmek ancak kendilerinde bid’at bulunan kimselerden elde etmekle mümkün
oluyorsa ve bunu terk etmekte zarar söz konusuysa bunun tahsili, içerdiği
mefsedete karşı ağır basan vacip sebebiyle caizdir.”[56]
9- Bid’at ehlinden uzaklaşmayandan da uzaklaşmak gerekir
Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir:
“Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakın.”
İmam Ahmed şöyle
demiştir: “Bid’at ehliyle hiçkimsenin oturmaması, onların arasına karışmaması
ve onlarla ünsiyet etmemesi gerekir.”
Ebu Davud, İmam Ahmed b.
Hanbel’e şöyle sordu: “Sünnet ehli olarak gördüğüm birisini, bid’at ehlinden
biriyle görürsem onunla konuşmayı terk edeyim mi?” Ahmed dedi ki:
“Hayır, ona kendisiyle
beraber gördüğün kimsenin bid’at sahibi olduğunu öğret. Eğer onu terk ederse
onunla konuş, terk etmezse o da ona katılır.”
El-Berbehari şöyle
demiştir: “Bir kimseyi heva ehlinden biriyle beraber görürsen onu sakındır ve
onu tanıt. Eğer öğrendikten sonra hala onunla oturmaya devam ediyorsa o
kimseden de sakın. Zira o bir hevâ sahibidir.”
İbn Batta rahimehullah şöyle
demiştir: “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’tan korkun Allah’tan! İçinizden hiç
kimseyi, kendi nefsine güzel zannı ve tuttuğu yol hakkındaki bilgisi, şu
hevaların ehlinden biriyle oturmaya ve böylece dinini riske atmaya
sürüklemesin! O şöyle der:
“Ben onun yanına münazara
etmek veya görüşünden döndürmek için gidiyorum” Şüphesiz onların fitnesi
deccalin fitnesinden şiddetli, sözleri kuduz mikrobundan daha bulaşıcı ve
kalpleri ateş korundan daha yakıcıdır. Nitekim onlara lanet ve hakaret eden
bazı insan toplulukları gördüm ki, onlara karşı çıkmak ve reddiye vermek için
onlarla oturdular. Onlar da kendilerine gizlice, ince fikirlerle yaygılar
döşediler, nihayet onlardan oldular.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye
şöyle dedi: “…Bunlar ne söylediklerini ve Müslümanların dinine muhalefet
ettiklerini gayet iyi bilmektedirler. Bu sebeple bunlara intisap eden, bunları
savunan, övüp yücelten, kitaplarına değer veren, bunlara yardım ve desteğiyle
tanınan, bunları eleştirmeyi hoş görmeyen veya onların sözlerinin mahiyetini,
bu kitabı onun yazıp yazmadığını bilmediği mazeretiyle ve ancak bir cahilin ya
da münafığın ileri sürebileceği benzeri mazeretlerle onları mazur görmeye
kalkışan herkesin cezalandırılması gerekir. Hatta durumlarından haberdar olup
da onlara karşı çıkmaya yardım etmeyen herkesin de cezalandırılması gerekir.
Çünkü böylelerine karşı kıyam edilip de mücadelede bulunmak en önemli
farzlardandır…”
İbnu’l-Hac
rahimehullah, Hazzu’l-Galasim’de (s.110) şöyle demiştir: “Mekkî bir surede:
“Ayetlerimiz
hakkında konuşmaya dalanları gördüğünde başka bir söze dalmalarına kadar
onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra zalimler
topluluğuyla beraber oturma” (En’âm 68) buyurulmuştur. Allah Teâlâ böyle
yapanların ve emrine muhalefet edenlerin akibetini açıklamıştır. Medine’de
nazil olan bir surede de şöyle buyurmuştur:
“Hâlbuki
muhakkak O size kitapta indirmiştir ki: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini
ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar başka bir söze dalıncaya
kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa o zaman muhakkak siz de onlar
gibisinizdir.” Muhakkak Allah münafıkları da kâfirleri de hep beraber
Cehennemde toplayacaktır.” (Nisa 140) Allah Teâlâ, “O size kitapta
indirmiştir ki…” diye buyurarak Mekkî bir surede
“hatırladıktan
sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma” diye emrettiğini açıklıyor.
Sonra Medenî surede onlarla beraber oturmanın, itikatta onlara katılmayı
gerektirdiğini bildiriyor. Nitekim bu ümmetin imamlarından bir topluluk bu
görüştedirler. Bu ayetlerin gereği olarak bid’at ehliyle oturmaktan ve onların
arasına karışmaktan yasaklandığına hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, el-Evzai
ve İbnu’l-Mubarek de onlar arasındadır.
Onlar, bid’at
ehliyle oturan kimsenin durumu hakkında şöyle demişlerdir: “Böyle kimselerle
oturmaktan yasaklanır. Eğer buna son verirse ne âlâ. Son vermezse bu kimse de o
bid’at ehline katılır, aynı hükme girerler. Onlara denildi ki:
“Bu kimse: “Ben
onlarla açıklamak ve reddiye vermek için oturuyorum” diyor” Dediler ki:
“Onlarla
oturmaktan yasaklanır. Eğer son verirse ne âlâ. Yoksa o da onlara katılır.”
[1]
Sahih. Buhârî (2697) Muslim (1718)
[2]
Mecmuu’l-Fetava (10/9)
[3]
İktidau’s-Sirati’l-Mustakim (2/104)
[4]
Hasen mevkuf. İbn Vaddah el-Bid’a
(95-96) İbn Batta el-İbane (1/177, 349) el-Lâlekâi İtikad (124-25) Mervezi
es-Sunne (98) Musedded b. Muserhed’in Musned’inden naklen: Busayri İthaf (254)
ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten (277) Deylemi (6358)
[5]
Mecmuu’l-Fetava (10/565)
[6]
Mecmuu’l-Fetava (28/213)
[7]
Sahih maktu.
Herevi Zemmu’l-Kelam (1251) İbn Abdilhadi Cem’ul-Cuyuş (95)
[8]
Fetava’l-Kubra (4/194)
[9]
Mecmuu’l-Fetava (24/172)
[10]
Şeyh
el-Elbani’nin resmi sitesi Kaset: 704 fetva no: 10
[11]
Sahih. İbn Ebî Şeybe (1/327) Beyhakî
(2/144) es-Serrâc Musned (9/1) Muhlîs, Fevâ’id (11/54) Elbânî, el-İrvâ (2/27).
[12]
Sahih. Mâlik (1/274) Beyhakî (2/142)
Ebu Bekr eş-Şafii el-Gaylaniyyât (1/223) İbn Hacer, Netâicu’l-Efkâr (2/170)
[13]
Sahih mevkuf.
Abdurrezzâk (2/203).
[14]
Sahih maktû.
es-Serrâc Musned (825) Abdurrezzâk (2/203, 208) İbn Huzeyme (1/357).
[15]
Sahih mevkuf.
Abdurrezzâk (2/204) Elbânî Sıfâtu Salât (s. 162)
[16]
Sahih.
Buhârî (4/176) Muslim (2/14) Ahmed (3739) İbn Ebî Şeybe (1/326) Beyhakî (2/139)
Ebû Avâne (4/354) Ebû Ya‘lâ (11/107) Tahâvî Müşkilu’l-Ãsâr (8/294-295) Musnedu’ş-Şaşî
(2/477) Taberânî Evsat (1/222)
[17]
Mecmuu’l-Fetava (10/372)
[18]
Muslim’in şartına göre sahih. Ebû
Dâvûd (4291) Hâkim (4/567, 568) Taberânî Evsat (6/323) Hatib Tarih (2/61)
Deylemi (532) İbn Asakir Tarih (51/338)
[19] Sahih ligayrihi. Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis
(s.28) El-A’lâî el-Feraidu’l-Mesmua (11) el-A’lâî Bugyetu’l-Multemis (s.34) İbn
Asakir Tarih (7/39)
* Muaz b. Cebel radiyallahu anh’den: Hatib
Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.11) el-Elbani; Tahricu’l-Mişkat (1/82-83/248)
* İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: Temmam
Fevaid (899) Herevi Zemmu’l-Kelam (707) İbn Adiy el-Kamil (1/145) Ebu Tahir
es-Silefi Mu’cemu’s-Sefer (1585)
* İbn Amr radiyallahu anhuma’dan: Bezzar
(16/247) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1345) el-Ukayli ed-Duafa (1/9) Temmam
İslamu Zeyd b. Harise (5)
* İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: Herevi
Zemmu’l-Kelam (704) Yusuf b. Abdilhadi Cem’u’l-Cuyuşi ve’d-Desakir (15)
* Cabir b. Semura radiyallahu anh’den: Herevi
Zemmu’l-Kelam (706)
* Ebu Umame radiyallahu anh’den: el-Ukayli
ed-Duafa (1/9) İbn Adiy el-Kamil (1/146)
* Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Bezzar
(16/247) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (599) Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.28)
Hatib el-Cami (1/128) Herevi Zemmu’l-Kelam (705) Ebu’l-Huseyn el-Haraki
Fevaidu’l-Muhrace (el yazma no: 16) Yusuf b. Abdilhadi Cem’u’l-Cuyuşi ve’d-Desakir
(2) İbn Adiy el-Kamil (1/146) el-Ukayli ed-Duafa (1/9) Temmam İslamu Zeyd b.
Harise (5) İbn Asakir Tarih (43/236)
* Enes b. Malik radiyallahu anh’den: İbn Asakir
Tarih (54/225)
* İbn Mes’ud radiyallahu anh’den: Hatib Şerafu
Ashabi’l-Hadis (s.28)
* Ebu’d-Derdâ radiyallahu anh’den: Tahavi Şerhu
Muşkili’l-Asar (3884)
* Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’den: İbn
Adiy el-Kamil (1/145)
* İbrahim b. Abdirrahman el-Uzri’den mürsel olarak:
Acurri eş-Şeria (1, 2) İbn Vaddah el-Bid’a (1, 2) Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis
(s.29) İbn Adiy el-Kamil (1/146, 147) İbn Kuteybe Uyunu’l-Ahbar (1/135)
el-Ukayli ed-Duafa (4/256) İbn Batta el-İbane (1/198) Beyhakî (10/209) İbn
Asakir Tarih (7/38, 39, 59/10)
[20]
Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.29) El-A’lâî el-Feraid (11) el-A’lâî
Bugyetu’l-Multemis (s.35) İbn Asakir
Tarih (59/10)
[21]
Mecmuu’l-Fetava (4/110, 28/231-232)
[22]
Bunu, Nasr b. Zekeriyya – Muhammed b. Yahya ez-Zuhli – Yahya b. Yahya isnadıyla
Herevî rivayet etmiştir. Siyeru Alami’n-Nubela (10/51)
[23]
Tarihu Bağdad (12/410)
[24]
Medaricu’s-Salikin (1/372)
[25]
Hidayetu’l-Hiyara (s.10)
[26]
el-Adabu’ş-Şer’iyye (1/230)
[27]
İbn Teymiyye el-Fetava (28/231-232)
[28]
et-Tıbyan Fi Aksami’l-Kur’an (s.132)
[29]
Taberi (23/257)
[30]
Kurtubi (17/260)
[31]
Sahih. Muslim (50) Ahmed (1/458, 461)
[32]
Sahih maktu. Ebu Nuaym Hilye (8/103-104) İbn Batta el-İbane (437-441) el-Lalekai İtikad (261-267)
[33]
Sahih mevkuf. İbn Ebi Hatim, Tefsir
(7/333) Taberi (14/358)
[34]
Sahih mevkuf. Taberani (9/112) Zehebî
Mu’cemu’l-Latif (39)
[35]
Sahih mevkuf. Hennad es-Seri, Zühd
(1251) Vekî Zühd (532)
[36]
Sahih. Beyhaki, Şuabu’l-İman (7/38)
[37]
Diğer rivayette: “Kim bid bid’at
sahibini korkutursa” şeklindedir.
[38]
Diğer rivayette: “bereketle” şeklindedir.
[39]
Diğer rivayette: “Kim bir bid’at sahibi
inkâr ederse”, bir diğer rivayette:
“Kim bir bid’at sahibinden yasaklarsa” şeklindedir.
[40]
Diğer rivayette; “Kim bir bidât
sahibinin aleyhinde yardım ederse” şeklindedir.
[41]
Diğer rivayette “bir derecesini”
[42]
Diğer rivayette: “Bid’at sahibine yumuşak davranıp ona
ikramda bulunur ve güler yüzle karşılarsa”, diğer bir rivayette: “Güler yüzle onu rahatlatırsa” şeklindedir
[43]
Sahih
ligayrihi. Hatib Tarih (10/263) Hatib, Muvazzahu Evham
(288) Hadisu Ebi’l-Fadl ez-Zuhri (no:147) Kudaî Musnedu Şihab (537) Herevi
Zemmu’l-Kelam (4/168 no: 949) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (8/199, 200) İbn
Ebi’l-Muberred, Cem’u Cuyuşi’d-Desakir Ala İbn Asakir (no: 46) Deylemi (5779)
Ebu’l-Kasım ez-Zencani el-Munteka Min Fevaid (59) İbn Asakir Tarih (54/199)
1. Rivayet Yolu: Hatib, Ebu Nuaym, Ebu’l-Fadl ez-Zuhri, Herevî ve İbn Ebi’l-Muberred
bunu; el-Huseyn b. Halid - Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi – İbn Ömer yoluyla
rivayet ettiler. el-Huseyn b. Halid Ebu Cuneyd hakkında İbn Main: “Sika değil”
dedi. İbn Adiy: “Hadislerinin geneli zayıf veya meçhul kimselerdendir”
demiştir. Abdulaziz b. Ebi Ravvad; sikadır. Onun hakkında cerh sabit
olmamıştır.
2.
Rivayet Yolu: Ebu Nuaym,
Abdulgaffar b. el-Hasen b. Dinar - Suleyman el-Havvas ve İbrahim b. Edhem’in
arkadaşı olan; Muhammed b. Mansur ez-Zahid - Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi –
İbn Ömer radıyallahu anhuma yoluyla rivayet etmiştir. Abdulgaffar b. el-Hasen
hakkında Ebu Hâtim: “sakınca yok” demiştir. Muhammed b. Mansur’un cerh ve
ta’dili hakkında malumat bulamadım.
3.
Rivayet Yolu: Kudaî; Musnedu
Şihab’da: Ebu Hazim
Abdulgaffar b. el-Hasen b. Dinar – Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi – İbn Ömer
radiyallahu anhuma yoluyla mutabisini zikretmiştir. Abdulgaffar b. el-Hasen bu rivayette Abdulaziz b.
Ebi Ravvad’dan işittiğini tasrih etmiştir.
4.
Rivayet Yolu: Ebu Nasr
es-Secezi el-İbane’de; İshak b. Rahuye - Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad
– babası – Nafi İbn Ömer radiyallahu anhuma yoluyla rivayet etmiştir. Bkz.: İbn
Arrak, Tenzihu’ş-Şeria (1/314) Suyuti, Lealiu’l-Masnua (1/230) Abdulmecid b. Abdilaziz sika, saduktur, hafızası
bakımından eleştirilmiştir. Rivayeti takviye için elverişlidir.
5.
Rivayet Yolu: Ebu’l-Kasım
ez-Zencani ve İbn Asakir; Ebu Hazim Abdulgaffar b. el-Hasen b. Dinar - Muhammed
b. Mansur - Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdi – Nafi – İbn Ömer radıyallahu
anhuma isnadıyla rivayet etmişlerdir. Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdî saduk olup
hafızası bakımından eleştirilmiştir. Muhammed b. Mansur’un cerh ve tadiline
dair bilgi bulunmadığı daha önce geçmişti. Netice: Rivayet yollarının bir araya gelmesi ile hadis
“sahih ligayrihi”dir.
[44]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Acurri eş-Şeria (2039-40) Taberânî
Evsat (7/35) Herevi Zemmu’l-Kelam (938) Darekutni el-Mu’telef ve’l-Muhtelef
(3/147) İbn Asakir Tarih (14/4, 6, 26/456, 48/348) İbn Abdilhadi Cem’ul-Cuyuş
(41)
* Muaz b. Cebel radiyallahu anh’den munkatı isnadla
““Kim kendisine saygı
olarak bir bid’at sahibine giderse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiş olur” lafzıyla:
Taberânî (20/96) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (413) Heysem b. Kuleyb eş-Şaşî
Musned (1402) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (6/97) Herevî Zemmu’l-Kelam (939) İbn
Asakir Tarih (29/320) İbn Abdilhadi Cem’ul-Cuyuş (42)
* Abdullah b. Busr radiyallahu anh’den munkatı
isnadla: Ebû Nuaym
Hilyetu'l-Evliyâ (5/218)
* İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: İbn Adiy el-Kamil (2/65)
* Hasen el-Basri rahimehullah’tan mürsel olarak: İbnu’l-A’rabi Mu’cem (1958)
* Urve b. ez-Zubeyr rahimehullah’tan mürsel olarak: İbn Vaddah el-Bid’a (119)
* İbrahim b. Meysere
rahimehullah’tan mürsel olarak: Herevi
Zemmu’l-Kelam (941) Beyhakî Şuab (7/61)
[45]
Muslim’in
şartına göre sahih. Ahmed (4/431, 441) Ebû Dâvûd (4319) Hâkim
(4/576) İbn Ebî Şeybe (7/488) Taberânî (18/221, 227) Ru’yani (133) Ebu Nuaym
Tarihu İsbehan (s.64) Dulabi el-Kuna (958) Hanbel b. İshak el-Fiten (10) İbn
Hazm el-Muhalla (1/50)
[46]
Buhârî ve
Muslim'in şartlarına göre sahih.
İbn Hibbân (1/278) Taberî Tefsir (5/209)
[47]
Hasen
mevkuf. El-Lâlekâi, İtikad (196) Esbehânî, et-Tergib ve’t-Terhib
(477) Esbehânî, el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce (1/339)
[48]
Buhârî ve
Muslim'in şartlarına göre sahih. Dârimî (405) İbn Sa’d Tabakat
(7/184) İbn Batta el-İbane (2/518) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (2/287) İbn Vaddah
el-Bid’a (121) el-Lâlekâî (1/134) Ebû Ubeyd, el-Emsâl (s.22) İbn Ebî Zemeneyn,
Usûlu’s-Sunne (236) Âcurrî, eş-Şerîa (111, 1973) Firyâbî, elKader (327, 331)
Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (99) Beyhakî, Şuabu’l-İmân (7/60) İbn Asâkir, Tarih
(28/298)
[49]
Muslim'in
şartına göre sahih. Dârimî (411) İbn Sa’d Tabakat (7/197) el-Lalekâi
İtikad (242) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (9/217) Abdullah b. Ahmed es-Sunne
(100) Acurri eş-Şeria (127) İbn Batta el-İbane (2/445) Firyabi el-Kader (373)
Abdullah b. Ahmed es-Sunne (100) İbn Vaddah el-Bid’a (s.53)
[50]
Buhârî ve
Muslim'in şartlarına göre sahih. Dârimî (415) İbn Sa’d Tabakat
(7/172) İbn Batta el-İbane (2/444, 464) el-Lalekai İtikad (240) Herevi
Zemmu’l-Kelam (754, 766) İbn Vaddah el-Bid’a (126) İbn Abdilberr Camiu Beyani’l-İlm
(993) Ebu İshak Cuzcani Ahvalu’r-Rical (s.21) Beyhakî, Şuab (7/61)
[51]
Hasen maktu.
İbn Batta, el-İbâne (2/444)
[52]
Mearicu’l-Kabul (3/1228)
[53]
Mearicu’l-Kabul (3/1229)
[54]
Minhacu’s-Sunneti’n-Nebiye (1/27)
[55]
Mecmuu’l-Fetava (24/175)
[56]
Mecmuu’l-Fetava (28/212)