8- Münafıklara yöneticilik vermemek
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ
خَبَالًا وَدُّوا مَاعَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ
وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ إِنْ
كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ * هَاأَنْتُمْ أُولَاءِ تُحِبُّونَهُمْ
وَلَا يُحِبُّونَكُمْ
وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا عَضُّوا
عَلَيْكُمُ الْأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللَّهَ
عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Ey iman
edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin ki, sizi ifsat etmekten geri
durmazlar ve sizin sıkıntıda olmanızı arzu ederler. Doğrusu ağızlarından kin
taşmaktadır. Sinelerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Aklederseniz sizin
için elbette ki ayetleri iyice açıkladık. İşte siz öyle kimselersiniz ki sizi
sevmedikleri halde onları seversiniz ve kitabın hepsine inanırsınız. Sizinle
karşılaştıkları zaman: “İman ettik.” derler; baş başa kaldıklarında ise
size olan kinlerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle ölün!
Şüphesiz ki Allah sinelerde olanı hakkıyla bilendir!” (Al-i İmran 118-119)
Mucahid b. Cebr
rahimehullah dedi ki: “Bu ayetler münafıkları veli edinmekten ve onlara
meyletmekten yasaklamak üzere nazil olmuştur.”[1]
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا
وَلَعِبًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ
وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
“Ey iman
edenler, sizden önce kitap verilenlerden dininizi eğlence ve oyun edinenleri ve
kâfirleri veliler edinmeyin. Mü’minler iseniz Allah’tan sakının!” (Maide
57)
Bu ayet,
müslüman olduklarını izhar edip kalplerinde küfrü gizleyen kitap ehli
münafıkları veli edinmekten yasaklamaktadır. Onlar da münafıkların genel
kapsamı içindedir. Onlar birbirlerinin velileridirler. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ
بَعْضٍ
“Münafık
erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin velileridirler.” (Tevbe 67)
Onları veli edinmek bir nifaktır.
Bu yüzden Allah
Teâlâ onlardan razı olmayı yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:
يَحْلِفُونَ
لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ
لَا يَرْضَى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ
“Kendilerinden
hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız da,
şüphesiz Allah, fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz.” (Tevbe 96)
Mü’min bir
kulun, Allah Teâlâ’nın kendilerinden razı olmadığını haber verdiği bir
topluluktan razı olması dindarlığa uymaz. Böyle bir amel ancak imanı az ve
kalbi zayıf bir kimseden sadır olur. Çünkü mü’min; Allah Azze ve Celle’nin
sevdiğini sever, Allah Azze ve Celle’nin buğz ettiğine buğz eder. Allah için
nefret eder, Allah’ın razı olduğundan razı olur ve Allah’ın kızdığına kızar.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in dünya hükümlerinde münafıklara, Müslümanlara
davrandığı gibi davrandığı geçmişti. Lakin onlardan hiçbirine ümmetin
maslahatları için güvenip de genel vazifeler vermemiş, onlara malların
bekçiliği, savaş komutanlığı, insanlar arasında yargı, namazda imamlık ve
Müslümanların meselelerinde tedbiri gerektiren diğer görevleri vermemiştir.
Bunun sebebi
onların Allah ve rasulüne kâfir olmaları, Allah’a, rasulüne ve mü’minlere harb
etmeleridir. Buna bir de Müslümanların yönetimlerinin esası olan güvenilirlik
vasfına sahip olmamaları da eklenir.
Güvenilirlik
Müslümanlar ve gayri müslimler indinde temel esastır. Nitekim Medyen’in kızları
Sâlih babalarından Musa aleyhi's-selâm’ı işçi tutmasını isterken bütün insanlar
için toplumlarında önemli olan iki özelliğini zikretmişlerdir:
Birincisi:
Güvenilirlik
İkincisi:
Kuvvet.
Nitekim Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
قَالَتْ إِحْدَاهُمَا
يَا أَبَتِ اسْتَأْجِرْهُ إِنَّ خَيْرَ مَنْ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الأَمِينُ
“Kadınlardan
biri de şöyle demişti: "Ey babacığım! Onu ücretli tut; ücretli tuttuğun
kimselerin en hayırlısı, kuvvetli ve güvenilir olandır” (Kasas 26)
Güvenilirlik,
gayri muslim olmasına rağmen Mısır kralının aradığı en üstün özellik idi. Yusuf
aleyhi's-selâm kendi zamanında en önemli yönetim vazifesi olan yeryüzü
hazinelerine atanmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَقَالَ الْمَلِكُ
ائْتُونِي بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ
لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ * قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَائِنِ الأَرْضِ
إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ
“Kral şöyle
demişti: "Onu bana getirin de kendime has (müşavir) yapayım.” Onunla
konuşunca da demişti ki: “Bugün artık sen, nezdimde güvenilir bir mevki
sahibisin.” Yûsuf da demişti ki: “Beni, ülkenin hububat anbarının bakımına
memur et. Zira ben çok iyi bir koruyucu ve bilgili bir idareciyim.” (Yusuf
54-55)
Allah Subhanehu
ve Teâlâ emanetleri sahiplerine vermeyi farz kılarak şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا
الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْكُمُوا
بِالْعَدْلِ إِنَّ اللَّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِهِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ سَمِيعاً
بَصِيراً
“Allah size
emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle
hükmetmenizi emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yoktur
ki Allah, her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir” (Nisa 58)
Kurtubi
rahimehullah şöyle demiştir: “Bu ayet, dinin bütününü içeren ana
hükümlerdendir.” Sonra bu ayetin muhatapları hakkındaki ihtilafı zikredip,
hitabın genel olduğunu tercih eder ve şöyle der:
“Âyette daha zahir
olan, onun bütün insanlar hakkında umumi olduğudur. Bu âyet bir taraftan
yönetici ve kamu görevlilerini, ellerinde bulunan malları paylaştırıp,
haksızlıkları gidermek, hüküm vermek halinde adaleti gözetmek gibi emanet olan
bütün hususları kapsamaktadır.”[2]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem emanetin zayi edilmesinin kıyamet
alametlerinden olduğunu haber vermiştir. Emanetin zayi edilmesinin en bariz
şekli ise işlerin ehli olmayanlara verilmesidir. Nitekim Ebu Hureyre
radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” Ebu Hureyre radıyallahu
anh dedi ki:
“Onun zayi edilmesi nasıl olur ey Allah’ın rasulü!” Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
“İşler ehli olmayanlara verildiği zaman kıyameti bekle” buyurdu.”[3]
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Ubeyde b. el-Cerrah radıyallahu anh’ı
güvenilirliğinden dolayı övmüştür. Enes b. Malik radıyallahu anh’den:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her ümmetin
bir emîni vardır. Bizim eminimiz de ey ümmet! Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’tır.”[4]
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ı Necran’a göndermek
istediği zaman onu seçmesindeki en bariz liyakat özelliği olarak
güvenilirliğini zikretmiştir. Ashabı radıyallahu anhum bu şerefe nail olmak
istemişlerdi.
Huzeyfe
radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Necran halkına
şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki
size hakkıyla emin olan bir kimseyi göndereceğim.” Ashabı bu şerefe nail
olmak istediler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Ubeyde radıyallahu
anh’ı gönderdi.”[5]
Güvenilirlikle
nitelenmeyen kimse bunun zıddı olan hıyanet ile nitelenir ki hıyanet nifak
alametlerindendir. Münafık, Müslümanların işlerinde yöneticiliğe layık
değildir.
Bu yüzden
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem münafıklara dış görünüşlerine göre diğer
Müslümanlara davrandığı gibi muamele yapardı. Lakin ümmetinin işlerinde onlara
yönetim görevi vermezdi. Çünkü onları hıyanet ile vasıfladığı için onlara
güvenilmez.
Ebu Hureyre
radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Münafığın
üç alameti vardır…” Bunlar arasında şunu da zikretmiştir: “Kendisine
güvenildiği zaman ihanet eder.”[6]
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem mümini insanları kanları ve malları konusunda
kendisinden emin kılan kimse olarak tarif etmiş, emanete ihanet eden kimseden
vacip olan imanın kemalini nefyetmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman; Müslümanları dilinden ve elinden
selamette kılan kimsedir. Mu’min ise kanları ve malları konusunda insanları
güvende kılan kimsedir.”[7]
Enes b. Mâlik
radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’min;
insanları güvende kılan kimsedir. Müslüman; Müslümanları dilinden ve elinden
selamette kılan kimsedir. Muhacir; kötülükleri terk eden kimsedir. Nefsim
elinde olana yemin ederim ki bir kul, komşusunu kötülüklerinden güvende
kılmadıkça cennete giremez.”[8]
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem komşusuna hainlik eden, kötülüklerinden onu güvende
kılmayan kimseden imanı nefyederek yemin etmiştir.
Ebu Şureyh ve
Ebu Hureyre radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Vallahi
iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir!” Denildi
ki:
“Kim ey
Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu:
“Komşusunu
kötülüklerinden emin kılmayan kimse”[9]
Bu hadislerin
manası, samimi iman sahibinde ancak insanlara iman amellerini izhar ettirir.
İmanının samimiyetinin en bariz göstergelerinden birisi de insanları kanları,
malları ve sırları konusunda güvencede kılmak ve emanete ihanet etmemektir.
Kişinin imanının samimi olduğunu iddia etmesi yeterli değildir.
Münafıklar
güvenilirliği kaybettikleri gibi samimiyeti de kaybetmişlerdir. Nitekim Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَلَمْ تَرى إِلَى
الَّذِينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لإِخْوَانِهِمْ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ
لَئِنْ أُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلا نُطِيعُ فِيكُمْ أَحَداً أَبَداً
وَإِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
“Şu
münafıklık edenleri görmüyor musun? Kitap ehlinden inkâr eden Yahudilere diyorlar
ki: “Eğer siz yurdunuzdan çıkarılacak olursanız, muhakkak biz de sizinle
beraber çıkarız. Size karşı hiç kimseye itaat etmeyiz. Sizinle savaşırlarsa
mutlaka size yardım ederiz.” Allah şâhitlik eder ki onlar muhakkak
yalancıdırlar.” (Haşr 11)
إِذَا جَاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ إِنَّكَ لَرَسُولُ اللَّهِ
وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنَّكَ لَرَسُولُهُ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ
لَكَاذِبُونَ * اتَّخَذُوا أَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ
سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّهُمْ سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Münafıklar
sana gelince, "şâhitlik ederiz ki sen, Allah'ın Rasûlüsün" derler.
Allah da senin kendi Rasûlü olduğunu elbette bilmektedir. Ve şuna da şâhitlik
etmektedir ki, münafıklar muhakkak yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan
edinmişler ve Allah'ın yolundan başkalarını da çevirmişlerdir. Onların yapmış
oldukları bu şey ne kötüdür.” (Munafikun 1-2)
Hain, yalancı
ve aldatıcı kimsenin insanların maslahatlarının idaresi ve sırları konusunda
güvenecekleri makama getirilmesi caiz değildir. Çünkü daha önce geçtiği gibi
onlar Müslümanlara karşı ancak kötülük ve tuzak gizlerler. Onlar kâfir
kardeşlerinin dostlarıdırlar, Müslümanlara karşı kâfirlere yardım ederler.
Onlar adına casusluk yaparlar. Müslüman yöneticinin münafıklara herhangi bir
yönetim sorumluluğu vermesi helal olmaz. Çünkü onlar Müslümanlara zarar
verirler.
Münâfık Yöneticilere Ayaklanmaksızın Karşı Çıkmak
Müslümanların işlerinde münafıkları görevlendirmemek
esastır. Çünkü onlar Müslümanların meselelerini idare etmede güvenilir
değillerdir. Lakin Müslümanların rızaları olmadan, münafıkların kuvvet
kullanmaları ve yönetimi gasp etmeleri suretiyle münafıkların yönetimlerine
müptela olurlarsa veya Yahudi, Hristiyan ve putperest kâfirlerle anlaşarak
İslâmî halklar üzerine otorite kurarlarsa; Müslümanlara gereken şey onların
Allah’ın kitabına ve rasulünün sünnetine aykırı olan işlerine, iyiliği emir ve
kötülüğü yasaklama mertebelerini gözeterek karşı çıkmalarıdır. Burada emretme
ve yasaklama hususunda maslahat ve mefsedetlerin de gözetilmesi gerekir.
İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak İslam’ın ihmal
edilmesi caiz olmayan en önemli kurallarından ve farz-ı kifâyelerdendir. Eğer
terk edilirse İslâm ümmetinden bunu yerine getirmeye gücü yeten herkes günahkâr
olur. Fakat bunu yerine getiren bulunursa yeterli olur.
Küfür işleyen belirli bir şahıs kendisine hüccet ikame
edilmeden tekfir edilemeyeceği gibi, Müslümanların buna sessiz kalıp onun
Müslüman olduğunu zannettirmeleri de mubah değildir. Bilakis onlara gereken; o
kimseye küfrün hüccet ikamesi yapıldıktan sonra sahibini dinden çıkaracağını ve
böyle bir kimsenin bu halde ölmesi halinde cehennemde kalıcı olacağını
açıklamalarıdır.
Bunun örneklerinden birisi; Allah’ın diniyle hükmetmek ve
ona muhakeme olmak gerektiğine inanmak gibi dinde vacip olduğunun bilinmesi
zorunlu olan bir şeyi inkâr etmektir. İslam fıkhı konularında dinde bilinmesi
zorunlu olan birçok mesele vardır. İslam’ın şartları, had cezalarının
uygulanması, varisler arasında Kur’an’da nazil olduğu gibi miras taksimi gibi
meseleler bunlardandır.
Yine dinde haram olarak bilinmesi zorunlu olan sarhoş edici
içki içmek, leş yemek, zina etmek gibi haramları helal saymak böyledir.
Bütün bu hususlarda Müslümanların, özellikle de âlimlerin bu
sıfatlara sahip olan kimselere karşı çıkarak beyan etmeleri gerekir. Eğer karşı
çıkar, beyan ederler ve hüccet ikame olursa, Allah’a tevbe etmeyen, O’nun
hükmüne teslim olmayan kimse bizatihi tekfiri hak eder.
Bilinmesi gerekir ki muhalefet şiddetli oldukça ona karşı
çıkmak da daha büyük olur. Kötülüğe karşı çıkmaya güç yettikçe bunu yerine
getirmenin gereği de şiddetlenir. Emir ve yasaklamadaki maslahatlar,
mefsedetlerinden daha fazla olduğu zaman, bunu yerine getirmek daha çok gerekli
olur.
Bu meselelerin gerçekleşmesi için maslahatlar ve
mefsedetlerin tartılması gerekir. Bu görev ümmetin âlimleri, akıl sahipleri ve
çeşitli alanlarda uzmanlık sahibi olan ileri gelenlerinden oluşan ehlu’l-hâl
ve’l-akd (çözüm ve karar merci’î)ne aittir.
Bu iş sıradan insanların, cahillerin, sefihlerin, ümmete
faydadan çok zarar veren zapt edilmemiş hissiyat sahibi kimselerin işi
değildir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Bunun özü şu
genel kuralın kapsamı içindedir: “Maslahatlar ile mefsedetler ve iyiliklerle
kötülükler çatıştığı zaman yahut bir araya geldiği zaman bunlardan ağır basanın
tercih edilmesi gerekir. Şüphesiz emir ve yasaklama eğer maslahatın elde
edilmesini ve mefsedetin uzaklaştırılmasını içeriyorsa çelişen bir şey var mı
diye bakılır. Eğer maslahatlar elden gidecek veya daha büyük mefsedetler
meydana gelecekse, bu sorumlu olunan bir şey değildir, bilakis eğer mefsedeti
maslahatından daha fazla olursa (iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak) haram
olur.”[10]
İbnu’l-Kayyım rahimehullah kötülüğe karşı çıkmanın dört
derecesini zikretmiştir:
“Kötülüğe karşı çıkmak dört derecedir:
Birincisi: Kötülüğü giderip yerine zıddını getirmek.
İkincisi: Kötülüğün tamamı giderilemiyorsa azaltmak.
Üçüncüsü: Onun yerine dengi bir kötülük getirmek.
Dördüncüsü: Ondan daha beter bir kötülük getirmek.
İlk iki derece meşrudur. Üçüncü derece içtihat konusudur.
Dördüncü derece ise haramdır.”[11]
Ebu Hureyre radiyallahu
anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
سَيَكُونُ
بَعْدِي خُلَفَاءُ يَعْمَلُونَ بِمَا يَعْلَمُونَ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ وَسَيَكُونُ
بَعْدِي خُلَفَاءُ يَعْمَلُونَ بِمَا لَا يَعْلَمُونَ وَيَفْعَلُونَ بِمَا لَا
يُؤْمَرُونَ فَمَنْ أَنْكَرَ عَلَيْهِمْ بَرِئَ وَمَنْ أَمْسَكَ يَدَهُ سَلِمَ
وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ
“Benden sonra
bildikleriyle amel eden ve emrolunduklarını yapan halifeler olacaktır. Yine
benden sonra bilmedikleri şeylerle amel eden ve emrolunmadıkları şeyleri yapan
halifeler olacaktır. Kim onlara karşı çıkarsa berîdir. Kim elini (gayri meşru
konularda onlara itaat etmekten) çekerse selamettedir. Lakin razı olup tabi
olan (helak olur).”[12]
Cabir b. Abdillah radıyallahu
anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ka’b b. Ucra radıyallahu
anh’e dedi ki:
أَعَاذَكَ اللَّهُ يَا كَعْبُ بْنَ عُجْرَةَ مِنْ إِمَارَةِ السُّفَهَاءِ
قَالَ: وَمَا إِمَارَةُ السُّفَهَاءِ؟ قَالَ أُمَرَاءُ يَكُونُونَ بَعْدِي لَا
يَهْدُونَ بِهَدْيِي وَلَا يَسْتَنُّونَ بِسُنَّتِي فَمَنْ صَدَّقَهُمْ
بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ لَيْسُوا مِنِّي
وَلَسْتُ مِنْهُمْ وَلَا يَرِدُونَ عَلَى حَوْضِي وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْهُمْ
بِكَذِبِهِمْ وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ مِنِّي وَأَنَا
مِنْهُمْ وَسَيَرِدُونَ عَلَى حَوْضِي يَا كَعْبُ بْنَ عُجْرَةَ لَا يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ لَحْمٌ نَبَتَ مِنْ سُحْتٍ أَبَدًا النَّارُ أَوْلَى بِهِ
يَا كَعْبُ بْنَ عُجْرَةَ النَّاسُ غَادِيَانِ فَمُبْتَاعٌ نَفْسَهُ
فَمُعْتِقُهَا أَوْ بَائِعُهَا فَمُوبِقُهَا
“Ey Ka’b b. Ucra! Ben seni
sefihlerin idareciliğinden Allah’a sığındırırım.” Ka’b radiyallahu
anh:
“Sefihlerin idareciliği nedir?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki:
“Benden sonra gelecek bazı
idarecilerdir. Benim hidayetime uymazlar ve sünnetlerime tabi olmazlar. Onların
yalanlarını tasdik eden ve zulümlerinde onlara yardım eden benden değildir, ben
de ondan değilim. O havzıma gelemez. Kim
onların yalanlarını tasdiklemez ve onlara zulümlerinde yardım etmezse onlar
bendendir, ben de onlardanım. Onlar havzıma geleceklerdir. Ey Ka’b b. Ucra! Haramdan beslenmiş bir beden cennete
asla gitmeyecektir, cehennem ona daha layıktır. Ey Ka’b
b. Ucra! İnsanlar sabah çıktıklarında canını ya kendilerini azat edecek olana
ya da cezalandıracak olana satarlar.”[13]
Ali radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
الْأَئِمَّةُ
مِنْ قُرَيْشٍ أَبْرَارُهَا أُمَرَاءُ أَبْرَارِهَا وَفُجَّارُهَا أُمَرَاءُ فُجَّارِهَا
وَلِكُلٍّ حَقٌّ فَآتُوا كُلَّ ذِيِ حَقٍّ حَقَّهُ وَإِنْ أَمَّرْتُ عَلَيْكُمْ عَبْدًا
حَبَشِيًّا مُجَدَّعًا فَاسْمَعُوا لَهُ وَأَطِيعُوا مَا لَمْ يُخَيَّرْ أَحَدُكُمْ
بَيْنَ إِسْلَامِهِ وَضَرْبِ عُنُقِهِ فَإِنْ خُيِّرَ بَيْنَ إِسْلَامِهِ وَضَرْبِ
عُنُقِهِ فَلْيُقَدِّمٍ عُنُقَهُ فَإِنَّهُ لَا دُنْيَا لَهُ وَلَا آخِرَةَ بَعْدَ
إِسْلَامِهِ
“İmamlar Kureyş’tendir. İyileri, iyilerinin imamıdır. Günahkârları
günahkârlarının imamıdır. Her birinin hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını
verin. Başınıza kolu kesik bir Habeş’li bir köle dahi emir olsa, sizden
birinizi İslâm’ı ile boynunun vurulması arasında tercihte bırakmadığı sürece
onu dinleyip itaat edin. Eğer İslam’ı ile boynunun vurulması arasında tercihte
bırakırsa boynunu uzatsın. Zira İslam’ı gittikten sonra onun için ne dünyası
kalır ne âhireti.”[14]
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
السَّمْعُ
وَالطَّاعَةُ حَقٌّ مَا لَمْ يُؤْمَرْ بِالْمَعْصِيَةِ فَإِذَا أُمِرَ
بِمَعْصِيَةٍ، فَلاَ سَمْعَ وَلاَ طَاعَةَ
“Müslüman kişinin günah ile emredilmediği
sürece itaat etmesi bir haktır. Günah ile emredildiğinde ise dinlemek de
yoktur, itaat de.”[15]
Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’den: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
سَيَلِي
أُمُورَكُمْ بَعْدِي، رِجَالٌ يُطْفِئُونَ السُّنَّةَ وَيَعْمَلُونَ
بِالْبِدْعَةِ، وَيُؤَخِّرُونَ الصَّلَاةَ عَنْ مَوَاقِيتِهَا فَقُلْتُ يَا
رَسُولَ اللَّهِ إِنْ أَدْرَكْتُهُمْ كَيْفَ أَفْعَلُ؟ قَالَ تَسْأَلُنِي يَا
ابْنَ أُمِّ عَبْدٍ كَيْفَ تَفْعَلُ؟ لَا طَاعَةَ، لِمَنْ عَصَى اللَّهَ
“Benden sonra işlerinizi sünneti öldüren
ve bid’atle amel eden kimseler üstlenecektir. Namazları da vakitlerinden erteleyecekler."
Ben:
“Ey Allah’ın rasulü! Onlara yetişirsem nasıl
yapayım?” dedim. Buyurdu ki:
“Nasıl yapacağını bana mı soruyorsun ey
Ummi Abd’in oğlu! Allah’a isyan edene itaat yoktur”[16]
Suveyd b. Gafele rahimehullah’tan: “Ömer radiyallahu anh bana dedi ki:
يَا أَبَا
أُمَيَّةَ إِنِّي لاَ أَدْرِي لَعَلِّي لاَ أَلْقَاك بَعْدَ عَامِي هَذَا فَاسْمَعْ
وَأَطِعْ وَإِنْ أُمِّرَ عَلَيْك عَبْدٌ حَبَشِيٌّ مُجْدَعٌ إِنْ ضَرَبَك فَاصْبِرْ
وَإِنْ حَرَمَك فَاصْبِرْ وَإِنْ أَرَادَ أَمْرًا يَنْتَقِصُ دِينَك فَقُلْ: سَمْعٌ
وَطَاعَةٌ دَمِي دُونَ دِينِي فَلاَ تُفَارِقَ الْجَمَاعَةَ
“Ey Ebâ Umeyye! Ben şu yılımdan sonra belki de seninle karşılaşmam. Başına
toy bir habeşli köle dahi yönetici olsa dinle ve itaat et. Seni darb etse de
sabret. Seni mahrum etse de sabret. Eğer dinini eksiltmeyi kastederse de ki:
“Dinlemek ve itaat dinim hakkında değil, canım hakkındadır.” Sakın
cemaatten ayrılma.”[17]
Zâlim ve Münafık Yöneticilere Sabretmek
Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
أَلَا
إِنَّ الْكِتَابَ وَالسُّلْطَانَ سَيَفْتَرِقَانِ فَلَا تُفَارِقُوا الْكِتَابَ
أَلَا إِنَّهُ سَيَكُونُ أُمَرَاءُ يَقْضُونَ لَكُمْ فَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ
أَضَلُّوكُمْ وَإِنْ عَصَيْتُمُوهُمْ قَتَلُوكُمْ قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ
فَكَيْفَ نَصْنَعُ؟ قَالَ كَمَا صَنَعَ أَصْحَابُ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ نُشِرُوا
بِالْمَنَاشِيرِ وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ مَوْتٌ فِي طَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ
حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
“Dikkat
edin! Kur’ân ile yönetim birbirinden ayrılacaktır. Sizler Kur’ân nerede olursa
o tarafta yer alın. Üzerinize bazı idareciler gelecek, onlara itaat ederseniz
sizi saptırırlar. Karşı çıkarsanız sizi öldürürler.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın rasulü! O zamana ulaşırsak ne
yapalım?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İsa’nın (aleyhi's-selâm) ashabının yaptığını
yapın. Onlar testere ile biçildiler, darağaçlarına çekildiler. Allah’a itaat
üzere ölmek, isyan üzere yaşamaktan iyidir.”[18]
Ubade b. Samit radiyallahu anh’den: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem yöneticilerden bahsetti ve şöyle buyurdu:
يَكُونُ عَلَيْكُمْ أُمَرَاءُ إِنْ
أَطَعْتُمُوهُمْ أَدْخَلُوكُمُ النَّارَ وَإِنْ عَصَيْتُمُوهُمْ قَتَلُوكُمْ
فَقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ سَمِّهُمْ لَنَا لَعَلَّنَا نَحْثُوا
فِي وُجُوهِهِمُ التُّرَابَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ لَعَلَّهُمْ يَحْثُونَ فِي وَجْهِكَ وَيَفْقَئُونَ عَيْنَكَ
“Üzerinize bazı idareciler gelecek. Şayet
onlara itaat ederseniz sizi ateşe sokacaklar. İsyan ederseniz sizi
öldürecekler.” Orada bulunan bir adam dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Onların isimlerini bize
bildir ki, onların yüzlerine toprak saçalım.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Belki de onlar senin yüzüne toprak saçacak
ve gözünü oyacaklar!”[19]
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ
كَرِهَ مِنْ أَمِيرِهِ شَيْئًا فَلْيَصْبِرْ، فَإِنَّهُ مَنْ خَرَجَ مِنَ السُّلْطَانِ
شِبْرًا مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً
“Yöneticisinde hoşlanmadığı bir şey gören
kimse sabretsin. Zira insanlardan hiçkimse yoktur ki yöneticiye karşı bir karış
karşı çıksın da bu halde ölürse cahiliyye ölümüyle ölmesin.”[20]
Alkame b. Vâil el-Hadramî, babasından rivayet
ediyor: “Seleme b. Yezid el-Cu’fî Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
şöyle sordu:
يَا
نَبِيَّ اللهِ أَرَأَيْتَ إِنْ قَامَتْ عَلَيْنَا أُمَرَاءُ يَسْأَلُونَا حَقَّهُمْ
وَيَمْنَعُونَا حَقَّنَا فَمَا تَأْمُرُنَا؟ فَأَعْرَضَ عَنْهُ ثُمَّ سَأَلَهُ
فَأَعْرَضَ عَنْهُ ثُمَّ سَأَلَهُ فِي الثَّانِيَةِ أَوْ فِي الثَّالِثَةِ
فَجَذَبَهُ الْأَشْعَثُ بْنُ قَيْسٍ وَقَالَ اسْمَعُوا وَأَطِيعُوا فَإِنَّمَا
عَلَيْهِمْ مَا حُمِّلُوا وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ
“Ey Allah’ın nebisi! Başımıza; kendi
haklarını bizden isteyen ama bizim haklarımızı vermeyen idareciler gelirse ne
yapmamızı emredersin?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ondan yüzünü
çevirdi. Sonra tekrar sordu, yine yüzünü çevirdi. Sonra ikinci veya üçüncü defa
sorduğunda el-Eş’as b. Kays onu tutup çekti. Bunun üzerine Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dinleyin ve itaat edin. Onların
yüklendikleri şey kendi üzerlerine, sizin yüklendiğiniz şeyler de sizin
üzerinizedir.”[21]
Enes radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّكُمْ سَتَلْقَوْنَ بَعْدِى أَثَرَةً شَدِيدَةً
فَاصْبِرُوا حَتَّى تَلْقَوْنِى عَلَى الْحَوْضِ
“Muhakkak sizler benden sonra şiddetli kayırmacılıkla
karşılaşacaksınız. Havz’da benimle buluşuncaya kadar sabredin.”[22]
İbn Mes’ud radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
إِنَّهَا سَتَكُونُ بَعْدِى أَثَرَةٌ وَأُمُورٌ
تُنْكِرُونَهَا فقال الصحابة يَا رَسُولَ اللَّهِ كَيْفَ تَأْمُرُ مَنْ أَدْرَكَ
مِنَّا ذَلِكَ؟ فقال صلى الله عليه وسلم تُؤَدُّونَ الْحَقَّ الَّذِى عَلَيْكُمْ
وَتَسْأَلُونَ اللَّهَ الَّذِى لَكُمْ
“Muhakkak ki benden sonra kayırmacılık ve karşı çıktığınız işler
olacaktır.” Sahabe dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Bu duruma yetişirsek bize ne emredersin?” Buyurdu
ki:
“Onların sizin üzerinizdeki haklarını eda edin. Kendi haklarınızı ise
Allah’tan isteyin.”[23]
Huzeyfe radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
يَكُونُ بَعْدِي أَئِمَّةٌ لَا يَهْتَدُونَ بِهُدَايَ
وَلَا يَسْتَنُّونَ بِسُنَّتِي وَسَيَقُومُ فِيهِمْ رِجَالٌ قُلُوبُهُمْ قُلُوبُ
الشَّيَاطِينِ فِي جُثْمَانِ إِنْسٍ فقال حذيفة رضي الله عنه كَيْفَ أَصْنَعُ يَا
رَسُولَ اللهِ إِنْ أَدْرَكْتُ ذَلِكَ؟ فقال تَسْمَعُ وَتُطِيعُ لِلأَمِيرِ وَإِنْ
ضُرِبَ ظَهْرُكَ وَأُخِذَ مَالُكَ فَاسْمَعْ وَأَطِعْ
“Benden sonra hidayetime uymayan ve sünnetimi takip etmeyen
idareciler olacak. Aralarında kalpleri şeytanların kalpleri gibi, cisimleri ise
insan cismi olan kimseler olacaktır.” Huzeyfe radiyallahu anh dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Onlara yetişirsem ne yapayım?” Buyurdu ki:
“Dinler ve itaat edersin. Yönetici sırtına vurup malını alsa bile
dinle ve itaat et.”[24]
Ubâde b. es-Sâmit radıyallahu anh’den:
دَعَانَا
النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَبَايَعْنَاه فِيمَا
أَخَذَ عَلَيْنَا أَنْ بَايَعَنَا عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي مَنْشَطِنَا وَمَكْرَهِنَا
وَعُسْرِنَا وَيُسْرِنَا وَأَثَرَةً عَلَيْنَا وَأَنْ لاَ نُنَازِعَ الأَمْرَ
أَهْلَهُ إِلَّا أَنْ تَرَوْا كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللَّهِ فِيهِ
بُرْهَانٌ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi
çağırdı ve O’na biat ettik. Bizden biat için aldığı sözler arasında; dinçlik ve
isteksizlik zamanlarımızda, zorlukta ve kolaylıkta ve bizim aleyhimizde
kayırmacılık yapıldığında dahi dinleyip itaat etmemiz, yöneticilerle
çekişmememiz de vardı. Ancak katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık bir
küfür görmeniz hali bundan hariçtir.”[25]
Umm Seleme radıyallahu anha’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
سَتَكُونُ
أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ
سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ قَالُوا أَفَلَا نُقَاتِلُهُمْ؟ قَالَ لَا
مَا صَلَّوْا
“İleride bazı yöneticiler olacak, bilecek
ve karşı çıkacaksınız. Kim bilirse berî olur, kim karşı çıkarsa selamette olur.
Lakin rıza gösteren ve tâbi olan...” Dediler ki:
“Onlarla savaşmayalım mı?” Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Namaz kıldıkları sürece hayır”
buyurdu.”[26]
Avf b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
خِيَارُ
أَئِمَّتِكُمُ الَّذِينَ تُحِبُّونَهُمْ وَيُحِبُّونَكُمْ وَيُصَلُّونَ عَلَيْكُمْ
وَتُصَلُّونَ عَلَيْهِمْ وَشِرَارُ أَئِمَّتِكُمُ الَّذِينَ تُبْغِضُونَهُمْ
وَيُبْغِضُونَكُمْ وَتَلْعَنُونَهُمْ وَيَلْعَنُونَكُمْ قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ
أَفَلَا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ؟ فَقَالَ لَا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلَاةَ
وَإِذَا رَأَيْتُمْ مِنْ وُلَاتِكُمْ شَيْئًا تَكْرَهُونَهُ فَاكْرَهُوا عَمَلَهُ
وَلَا تَنْزِعُوا يَدًا مِنْ طَاعَةٍ
“Yöneticilerinizin hayırlıları sizin
kendilerini sevdiğiniz ve sizi seven, onlara dua ettiğiniz ve size dua eden
yöneticilerdir. Yöneticileriniz şerlileri ise kendilerine buğz ettiğiniz ve
size buğz eden, kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet eden yöneticilerdir.”
Denildi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Onlara kılıçla karşı
çıkmayalım mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Aranızda namazı ikame ettikleri sürece
hayır! Yöneticilerinizde hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde, amelini çirkin
görün fakat itaatten büsbütün el çekmeyin.”[27]
Zirr b. Hubeyş rahimehullah dedi ki:
لَمَّا
أَنْكَرَ النَّاسُ سِيرَةَ الْوَلِيدِ بْنِ عُقْبَةَ بْنِ أَبِي مُعَيْطٍ فَزِعَ
النَّاسُ إِلَى عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ فَقَالَ لَهُمْ عَبْدُ اللهِ بْنُ مَسْعُودٍ
اصْبِرُوا فَإِنَّ جَوْرَ إِمَامٍ خَمْسِينَ عَامًا خَيْرٌ مِنْ هَرْجِ شَهْرٍ
وَذَلِكَ أَنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ
لَا بُدَّ لِلنَّاسِ مِنْ إِمَارَةٍ بَرَّةٍ أَوْ فَاجِرَةٍ فَأَمَّا الْبَرَّةُ
فَتَعْدِلُ فِي الْقَسْمِ وَيُقْسَمُ بَيْنَكُمْ فَيْؤُكُمْ بِالسَّوِيَّةِ
وَأَمَّا الْفَاجِرَةُ فَيُبْتَلَى فِيهَا الْمُؤْمِنُ وَالْإِمَارَةُ الْفَاجِرَةُ
خَيْرٌ مِنَ الْهَرْجِ قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ وَمَا الْهَرْجُ؟ قَالَ الْقَتْلُ
وَالْكَذِبُ
“İnsanlar el-Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt’ın gidişatına karşı
çıktıklarında Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’e geldiler. Abdullah b. Mes’ud
radıyallahu anh onlara şöyle dedi:
“Sabredin. Zira yöneticinin elli senelik zulmü bir aylık herc’den
hayırlıdır. Ben bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim. Şöyle
buyurmuştu:
“İyi ya da günahkâr olsun insanların yöneticisi bulunmak zorundadır.
İyi olursa aranızda adaletli taksimat yapar ve düzgün yöneticilik yapar. Ama
günahkâr ise mümin bu konuda müptela olur/belaya uğrar. Günahkâr yöneticiler,
hercden hayırlıdır.” Denildi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Herc nedir?” Buyurdu ki:
“Adam öldürmeler ve yalan(ın yayılması)dır.”[28]
Hasen el-Basrî rahimehullah dedi ki:
لَوْ أَنَّ النَّاسَ إِذَا ابْتُلُوا مِنْ قِبَلِ سُلْطَانِهِمْ
بِشَيْءٍ دَعُوا اللَّهَ أَوْشَكَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَ عَنْهُمْ وَلَكِنَّهُمْ
فَزِعُوا إِلَى السَّيْفِ فُوُكِلُوا إِلَيْهِ وَاللَّهِ مَا جَاءُوا بِيَوْمٍ
خَيْرٍ قَطُّ ثُمَّ قَرَأَ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَى عَلَى بَنِي
إِسْرَائِيلَ بِمَا صَبَرُوا وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ
وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
“İnsanlar
yöneticileri tarafından bir şeyle ibtila edilirlerse Allah’a dua ettikleri
zaman Allah’ın bu belayı kaldırması yakındır. Lakin onlar kılıca sarılırlarsa
kendi hallerine bırakılırlar. Vallahi onlar asla hayır görmezler.” Sonra
şu ayeti okudu:
"Rabbinin
İsrailoğullarına olan o güzel vaadi sabrettikleri için tamamlandı. Firavun ve
kavminin yapmakta olduklarını ve yükselttiklerini harap ettik”
(A'raf 137)[29]
9- Mücahidler arasından çıkarılırlar ve yalanları sabit olduktan sonra özürleri kabul edilmez.
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
فَإِنْ
رَجَعَكَ اللَّهُ إِلَى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ
لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا
إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ
الْخَالِفِينَ
“Bundan
böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de, çıkmak için
senden izin isterlerse, de ki: “Siz, ebediyyen benimle beraber asla çıkamazsınız
ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı savaşamazsınız. Çünkü siz ilk
seferinden oturmaya razı oldunuz. Artık siz geri kalanlarla beraber oturun.”
(Tevbe 83)
Allah Teâlâ,
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e nifak sebebiyle cihaddan geri kalan o kimseleri
ikinci defa kabul etmemesini emretmiştir.
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bundan sonra onlara güvenmemiş ve onları
doğrulamamıştır. Çünkü onlar bütün halkın en yalancılarıdırlar. Bu yüzden Allah
Teâlâ, cihaddan geri kalanlardan, ümmetin ve müslümanların cesaretini
kıranlardan yüz çevirilmesini emretmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
سَيَحْلِفُونَ
بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ إِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ
فَأَعْرِضُوا عَنْهُمْ إِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا
كَانُوا يَكْسِبُونَ
“Onlara geri
döndüğünüzde kendilerinden vazgeçmeniz için Allah’a and içecekler. O halde siz
de onlardan yüz çevirin. Onlar gerçekten pistirler. Kazandıklarının cezası
olarak varacakları yer de cehennemdir.” (Tevbe 95)
Bu yüz çevirme
onları affetmek ve razı olmak değil, bilakis onları aşağılamak ve değersiz
kılmak içindir. Zira onlar pisliktirler. Ancak bu kaba muameleyi hak ederler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber cihaddan geri kalmalarının,
O’nun emrine isyan etmelerinin ve iman edenlerin cemaatinden ayrılmalarının
cezası budur. Kalpleri nifakı benimsemiş ve Allah Teâlâ’nın yolunda cihaddan
hoşlanmamışlar, yaptıklarının karşılığı olarak bu muameleye muhatap
olmuşlardır.
[1]
Taberi
Tefsir (5/709) İbnu’l-Munzir Tefsir (844) İbn Ebi Hatim Tefsir (4034)
[2]
Camiu Ahkami’l-Kur’ân (5/255, 257)
[3]
Sahih. Buhârî (7/188)
[4]
Sahih. Buhârî (4/216)
[5]
Sahih. Buhârî (4/216)
[6]
Sahih. Buhârî (1/14) Muslim (1/78)
[7]
Sahih. Tirmizî (2627) Tirmizî: “Hadis
hasen sahihtir” dedi.
[8]
Sahih. Hâkim (no: 25)
[9]
Sahih. Buhârî (5670) Muslim (46)
[10]
Mecmuu’l-Fetava (28/129)
[11]
İ’lamu’l-Muvakkiin (3/4)
[12]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Ebû Ya'lâ (10/308) İbn Hibbân (15/41, 42) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (643) İbn
Bişran Emali (14) Tarsusi Musnedu Ebi Hureyre (14) Beyhakî (8/158) Beyhakî
Delâilu’n-Nubuvve (6/521) İbn Asakir (7/223, 36/214, 63/268)
[13]
Muslim’in şartına göre sahih. El-Hattabi el-Uzlet (224) Bezzar (Keşfu’l-Estar 1609) İbn Hibban
(5/11, 10/372) Hâkim (1/152, 3/546, 4/141, 469) Ahmed (3/321, 399) Taberani
(19/142, 145, 146, 156, 161) Haris b. Ebi Usame Musned (618) Ma’mer b. Raşid Cami
(1330) Begavi Şerhu’s-Sunne (2029) Begavi Mu’cem (2833) Abd b. Humeyd (1138)
Tahavi Şerhu Muşkili’lAsar (1345) el-Esbehani et-Tergib (2106) Ebû Nuaym
Hilyetu'l-Evliyâ (8/247)
* Ka’b b. Ucra
radiyallahu anh’den: Nesai (4207) İbn Hibban (1/519) Ahmed (4/243) Tayalisi (1064) İbn Ebi
Asım el-Ahad ve’l-Mesani (2064-65) Taberani (19/141, 160) Taberani Evsat (5/206) Beyhaki (8/165)
* Huzeyfe radiyallahu anh’den: Ahmed (5/384) Taberani (3/167) Bezzar
(7/255)
* Ebu Said el-Hudrai radiyallahu anh’den: İbn Hibban
(1/519) Tayalisi (2337) Ebu Ya’la (2/404, 465) Ahmed (3/24, 92) Ebu Muhammed el-Fakihi
el-Fevaid (197)
* İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: Ahmed (2/95) isnadında İbrahim b. Kuays
zayıftır
[14]
Hasen. Hâkim (4/85) Ziyau’l-Makdisi
el-Muhtare (2/73) İbn Ebî Şeybe (7/737) Taberânî Evsat (4/26) İbnu’l-A’rabi
Mu’cem (2320) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (7/242) el-Hallal es-Sunne (63)
el-Muhrevaniyyat (100) Ebu Amr ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten (203) Rafii
et-Tedvin (2/422)
[15]
Sahih. Buhârî (2955) Muslim (1839)
[16]
Buhari’nin
şartına göre sahih. Ebu Muhammed el-Fakihi Fevaid (131) İbn Mâce (2865) Ahmed (1/400)
Taberani (10/173) Beyhaki (3/124) İbn Asakir Tarih (63/240)
[17]
Muslim'in şartına göre sahih. İbn Ebi Şeybe, el-Musannef (7/737)
[18]
Sahih ligayrihi. Taberani (20/90) Taberani
Mucemu’s-Sagir (749) Ebu Nuaym Hilye (5/165) Şeceri Emali (2830) İbn Hacer
Metalibu’l-Aliye (4416) Ravileri güvenilirdir. Ancak Yezid b. Mersed, Muaz
radıyallahu anh’den işitmemiştir. Hadisin şahitleri vardır:
* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: İbn Ebi
Şeybe (7/461)
* Ebu Berze radıyallahu anh’den: Ebu Ya’la
(13/436)
[19]
Sahih. Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare
(8/345) İbn Ebi Şeybe (7/461)
[20]
Sahih. Buhârî (7053, 7054) Muslim (1849)
[21]
Sahih. Muslim (1846)
[22]
Sahih. Buhârî (3163) Muslim (1845)
Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (8335)
[23]
Sahih. Buhârî (3603) Muslim (1843)
[24]
Sahih. Muslim (1847)
[25]
Sahih. Buhârî (7056, 7200) Muslim (1709, 42)
[26]
Sahih. Muslim (1854)
[27]
Sahih. Muslim (1855)
[28]
Buhârî'nin şartına göre sahih. Taberani
(10/132) İbn Asakir, Tarihu Dımeşk (63/242) Hafız Iraki Tahricu’l-İhya’da
(5/455)
[29]
Hasen maktu. İbn Ebî Hâtim
Tefsir (8897) İbn Sa’d Tabakat (9/165) Acurri eş-Şeria (62) Belazuri
Ensabu’l-Eşraf (8/309) Suyuti, el-İklil (s.131)