Şu
sebeplerden dolayı bir mezhebe bağlı olmak dinde yanlıştır ve bid’attır:
1- Şüphesiz asıl olan; bir mezhebe bağlı olmamaktır. Bu, hem en kolayı hem de Allah Azze ve Celle’nin muradını
doğru anlamaya en yakın olanıdır. Çünkü Allah bilmeyenin ilim ehline sormasını
emrettiğinde ona, belli bir âlime gitmesini emretmemiş, bilakis bu mutlak
bırakılmıştır. Bilindiği gibi mutlak ifadeyi sınırlayan bir delil gelmediği sürece
mutlak olarak kalır.
2-
Bir mezhebe bağlı olmamak farzdır. Bu, masum olan Allah Resulu sallallahu
aleyhi ve sellem’e tabi olmak ile masum olmayana tabi olmak arasında ayrım
yapmaktır. Çünkü bir mezhebe bağlı olan kişi hakikatte, masum olan Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e tabi olmakla, masum olmayıp bazen hata, bazen de isabet eden
fakihe tabi olmayı aynı seviyeye getirmiş olur. Bu konuda İmam Mâlik şöyle
demiştir:
”Fazilet
sahibi olsa dahi, bir kimsenin söylediği her söze tabi olunmaz. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Sözü dinleyip de güzeline uyan kullarımı müjdele”
(Zümer 18).”[1]
İbn
Abbâs radiyallahu anhuma, el-Hakem İbn Uteybe, Mücahid, İmam Mâlik ve Ahmed
şöyle demişlerdir:
“Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra her sözü alınıp, terk edilemeyecek kimse
yoktur. Her sözü alınacak olan yalnız Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’dir.”[2]
Âlimlerden
birisi, Allah Azze ve Celle’nin şu sözünü bu mânâda tefsir etmiştir: “Muhacirlerden
ve ensardan (islam yolunda) yarışanların öncüleriyle,
onlara güzellikle tabi olanlardan Allah hoşnut olmuş, onlarda Allah’tan
hoşnut olmuşlardır.” (Tevbe
100) Şöyle demiştir:
“Güzellikle tabi olanlar” sözündeki; ”ihsân”
kelimesinin anlamı, tâbi olanların şer’î delillere uygun gördüklerini almaları ve
her hususta bu delillere muhalif olduğunu öğrendikleri şeylere tabi olmayıp,
terk etmeleridir.
Bu ayetin manası şu ayetle örtüşmektedir: “Sözü
dinleyip de güzeline uyan kullarımı müjdele” (Zümer 18)
Allah, bu ayette her söze tabi olanları değil,
sözlerin en güzeline; yani Kur’ân ve Sünnet’e en uygun ve en yakın sözlere tâbi
olanları övmüştür.
3-
Belirli bir mezhebe bağlanmanın yanlış olduğunu gösteren hususlardan biri de,
kendilerini örnek almakla emrolunduğumuz faziletli üç nesilden olan sahabe ve sâlih
selefin uygulamalarının belli bir mezhebe bağlanmamak şeklinde olmasıdır. Onlar
arasında şer’î delillerden hükümler çıkarmayı bilmeyen bir kimse, belirli bir
kimseyi tayin etmeksizin, âlimlerden herhangi birine sorardı. Sahabîlerde âlimlerinin
mezheplerine göre bölünme ve her âlime insanlardan bir grubun tâbi olması gibi
bir durum söz konusu değildi. Bekirciler, Ömerciler, Mes’udcular, Muazcılar,
Ali radıyallahu anh’ı taklid eden Şia gibi gruplar yoktu.
Hafız
İbn Abdilber belirli bir mezhebe bağlanmayı gerekli görenlere karşı ikna edici
delillerle cevap vermiş ve şöyle demiştir:[3]
”Taklidi
savunana denir ki “Niçin selefe muhalefet edip taklit ediyorsun çünkü onlar
taklit etmediler” denildiğinde o:
“Taklit
ettim çünkü Allah'ın Kitabı’nın yorumunu bilmem ve Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in sünnetini kavrayamam. Taklid ettiğim kimse ise bunu bilmektedir. O
benden daha iyi bildiği için onu taklit ettim” derse ona şöyle denir:
“Eğer
âlimler Allah'ın Kitabı’nın yorumunda, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünneti’nin rivayetinde veya bunlara göre açıkladıkları görüşlerinde söz
birliği etmişlerse bunun doğruluğunda şüphe yoktur. Lakin taklid ettiğin konuda
ihtilaf etmişlerse, o âlimlerin bir kısmını taklit ederken bir diğer kısmını terk
etmenin gerekçesi nedir? Onların her biri de âlimdir!” Belki de görüşünü terk
ettiğin alim, taklit ettiğin kimseden daha iyi bilmektedir?!” Şayet:
“Onun
isabet ettiğini anladığım için onu taklit ettim” derse bu defa:
“Bunu
Kitap, sünnet veya icma’dan bir delil ile mi anladın?” diye sorarız. Böylece
taklit iptal olur ve ondan iddiasının delili talep edilir. Eğer:
“O
benden daha iyi bildiği için taklit ettim” derse ona:
“Eğer sebep sırf onun sen daha iyi bilmesi
ise, şu halde senden iyi bilen herkesi taklid et. Zira senden iyi bilen birçok
kimse bulursun. Onlar arasından yalnızca taklid ettiğin kimseyi özel kılma”
denilir. Şayet:
“İnsanların
en iyi bileni olduğu için onu taklid ettim” derse,
“Öyleyse
o kimse sahabelerden de mi dahai iyi biliyor?” denilir. Bu gibi sözler, bu
iddianın çirkinliğine yeter... Sözün doğruluğu, söyleyenin faziletiyle değil,
ancak delilin desteklemesiyle bilinir.” Sonra İmam Malik’in daha önce geçen şu
sözünü rivayet eder:
”Fazilet
sahibi olsa dahi, bir kimsenin söylediği her söze tabi olunmaz. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Sözü dinleyip de güzeline uyan kullarımı müjdele”
(Zümer 18).”
Muhakkak
ki insanların gruplara bölünüp, her grubun sadece belirli bir imamı taklit
etmesi bid’attir. Bu, ne sahabe, ne tabiun ve ne de onlardan sonra gelenlerin
zamanında mevcuttu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bundan sonra: Şüphesiz sözlerin en üstünü Allah’ın
Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur.
İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır ve her bid’at sapıklıktır.“[4]
Aişe
radıyallahu anha’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim şu emrimizde ondan olmayan bir şey çıkarırsa,
o reddolunur.”[5]
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu;
“Allah’ın benden önce kendilerine bir peygamber
gönderdiği hiçbir ümmet yoktur ki, o peygamberin sünnetine tutunan ve emrine
seçkin havarileri ve ashabı bulunmasın. Bunlardan sonra ise yapmadıklarını
söyleyen ve emrolunmadıklarını işleyen kimseler geldi. Artık onlarla
eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden
mümindir. Bu kadarını da yapmayan kimsede artık hardal tanesi kadar bile iman
yoktur.“[6]
Bu hadislerin tamamı, bid’atlerin haram olduğunu,
onları reddedip terk etmenin farz olduğunu ve bidatlerin sapıklık olduğunu
açıkça göstermektedir. Sünnetleri öldürmesi, bid’atlerin
zararını açıklamaya yeter. Nitekim büyük tabiî Hassan b. Atiyye rahimehullah
şöyle demiştir:
“Dinlerinde bid’at
çıkaran hiçbir topluluk yoktur ki, Allah onların sünnetlerinden bir mislini
çekip almasın.”[7]
Mezhepçilik
bidatinin birçok zararları ve kötülükleri vardır.
*
Bu zararların en önemlisi, mezhebi taklit ederek Kitap ve sünnetin sahih ve açık
naslarına muhalefet etmektedir.
*
Zayıf ve uydurma hadisler üzerine hükümler bina etmek,
*
Bizzat kendileri tarafından sonraki âlimlerin görüşlerinin, müçtehit imamların
görüşlerinin önüne geçirilmesi,
*
Mezhep taklidi sebebiyle Müslümanların bölünmesi, onların aralarında fitnelerin
ve felaketlerin yayılması,
*
Dinin hükümlerinden kaçmak için hile kapısının açılması,
*
Hayalî ve varsayımlara dayalı meselelere dalınarak gülünç ahmaklıklara
düşülmesi
*
İçtihat kapısının kapanarak taklidin yaygınlaştırılması. Şüphesiz müslümanların
ilmî ve fikrî açıdan gerilemesinde bunun büyük bir etkisi vardır.
*
Her mezhep taklitçisinin, diğer mezheplerin çalışmalarından faydalanamaması…
Bu
büyük ve tehlikeli kötülüklerden bir tanesinin dâhi varlığı, bu bidatin
kötülüğünü ve zararını göstermeye yeter. Yine bu husus, mezhep taklidi bid’atinin
terk edilip Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in övdüğü en üstün asrın
sünnetine dönüş yapmanın farz olduğunu gösterir. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en hayırlıları benim
asrımda olanlar, sonra onlardan sonra gelenler sonra da onlardan sonra
gelenlerdir.”[8]
Şüphesiz
onların yolu ve sünnetleri, kendilerinden sonra gelenlerin yollarından ve
sünnetlerinden üstündür. Onların yoluna dönmenin, sonrakilerin yolunda ve
bid’atlerinde kalmaktan daha öncelikli ve daha layık olduğunda en ufak bir
kuşku yoktur.
Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden bir taife hak üzerinde galip
olmaya devam edecek, muhalefet edenler, onlara zarar veremeyecektir. Nihayet
onlar bu halde iken Allah’ın emri (kıyamet) gelecektir” Buhâri (7311)
Muslim (1920)
Şüphesiz, herhangi bir
zaman dilimi, hakkı bilen, ona tabi olan ve hakkı tavsiye eden gerçek âlimlerin
cesur ve kuvvetli haykırışlarından boş kalmamıştır. Allah yolunda eziyet ve
baskı görmüşler, davetleri hoş görülmemiş, buna rağmen hakkı haykırmaktan geri
kalmamışlardır.
Muhakkik alimlerden bir
topluluk müslümanları Kitap ve Sünnete dönmeye, mezheplerde mevcut olan bu iki
kaynağa aykırı görüşleri terk etmeye davet etmişlerdir.
Magrib’in Hafızı; Ebû
Ömer Yusuf İbn Abdilberr,
İmam Ebu Muhammed Ali b.
Hazm,
Âlimlerin sultanı İzzeddin
b. Abdisselâm,
Hafız Takıyuddin b. Dakîk
el-Iyd,
Şeyhülislam Takiyyuddin
b. Teymiyye,
Öğrencisi; İmam Ebu Bekr
ibn-u l’Kayyım El-Cevziyye,
Hafız, müfessir, tarihçi
İbn Kesir,
Hafız araştırmacı ez-Zehebî,
Hucetullahi’l-Baliğa
isimli kitabın müellifi allâme Veliyyullah ed-Dehlevî,
“Neylül Evtâr” adlı
kitabın müellfi İmam Şevkânî,
“Sübülü’s Selam” adlı
kitabın müellifi el-Emir es-San’ani,
“er-Ravdu’l-Basim
Fi’z-Zebbi An Sünneti Ebi’l-Kâsım” adlı kitabın müellifi Muhammed b. İbrahim
el-Vezîr,
“er-Ravdatu’n-Nediyye” ve
“ed-Dinu’l-Halis” kitaplarının müellifi allâme Sıddik Hasen Hân,
“el-Alemu’ş-Şâmih fi
Tafdîli’l-Hakki Ale’l-Âbâi ve’l-Meşâyih” isimli kitabın müellifi allâme Salih
b. Mehdî el-Mukbilî,
“Î’kazu’l-Himemi U’li’l-Ebsâr”
isimli kitabın müellifi Şeyh Salih b. Muhammed el-Fullâni,
İmam Muhammed Reşid Rıza,
Allâme muhaddis Ahmed
Muhammed Şakir,
Üstad Seyyid Sabık
Şeyh Muhammed Nasıruddin
el-Elbani
Şeyh Mukbil b. Hadi
Şeyh Yahya el-Hacuri,
Şeyh Abdulhamid el-Hacuri
ve başkaları bunlar
arasındadır.
İmam Şevkâni şöyle
demiştir: ”Şu mezhepleri, ancak taklitçilerin avamı, kendileri için
çıkarmışlardır. Müçtehit imamlar onlara bunun için izin vermemiştir. Nitekim
Halîfe Reşid’in İmam Mâlik’e, insanları onun mezhebine bağlamak istediğini
söylemesi üzerine, İmam Malik’in bundan yasakladığı mütevatir olarak rivayet
edilmiştir. Bu kıssa İmam Malik’in biyografisinin zikredildiği bütün kitaplarda
mevcuttur… Bu mezhepleri ortaya çıkaran ve bu taklit bidatini işleyenlerin,
sadece taklitçilerden oldukları kabul edildiğine göre, usulde kararlaştırıldığı
gibi, onlar icmaya dâhil edilmezler. İcma hususunda görüşlerine itibar edilecek
olanlar yalnızca müçtehitlerdir.
[1] Câmi'u Beyâni'l-İlm
(2/144)
[3] Câmiu Beyâni’l-İlm
(2/143-144).
[4] Muslim, (867) ve
Nesâî Cabir radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir.
[5] Müslim (1718),
Buhârî (2697)
[6] Müslim (50)
[7] Dârimî (1/98) rivayet etmiştir. el-Elbânî
el-Mişkât’te (1/66) “Senedi sahihtir” demiştir.
[8] Buhârî (2652);
Müslim (2533)