Selefin Menhecinde Muhaliflere Muamele Şekli
Selefin menhecine
muhalif olan; bir kâfir, bir münafık, bir bid’atçi, bir putperest, bir mülhid,
bir kitabî veya bir mürted olabilir. Yine bazı fer’î meselelerde selefin
menhecine aykırı davranan bir kimse olabilir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ
وَأَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنْزَلْنَا
الْحَدِيدَ
“Hiç şüphesiz ki biz rasullerimizi apaçık
delillerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla
birlikte kitabı ve mizanı indirdik.” (Hadid 25)
Selefin
menhecinden sapmalar, düzeltilmesi, tedavi edilmesi gerek unsurlardır. Bu
tedavi de muhaliflere karşı takınılacak tavrı bilmeyi gerektirir. Bu dinî
tavrın kayıtları ve temelleri vardır. Muhaliflerin kimisi açıktan muhalefet
ederken, kimisi gizliden muhalefet eder. Açıkça muhalefer edenler; değişik
dinlere mensup olanlardan bir mülhid, bir kâfir veya bir müşrik olabilir. Yine
selefin menhecine veya genel olan dine gizliden muhalefet eden kişi İslam’ı
izhar eder ve küfrünü gizler. İşte bu münafıktır.
Yine selefin
yoluna ayrıntılarda fiilî, sözlü veya itikadî olarak muhalefet edenler vardır.
Bazı insanlar bu asırda böylelerine “âhir” kelimesini kullanmaktadırlar. “Ahir”
(başkaları); kâfir, putperest, mülhid, kitap ehli, mürted, münafık, bid’atçi
veya bazı meselelerde muhalefet eden herkesi kapsayan bir kelimedir. Bunlardan
her birinin durumuna uygun olarak takınılacak ayrı tavır vardır. Hepsine aynı
tavır gösterilmez.
Muhaliflere Karşı Konumun Kayıtları
1- Muhalife karşı adaleti gözetmek ve zulümden kaçınmak:
Allah Subhanehu
ve Teâla şöyle emretmiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا
قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى
أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ
خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman
edenler, Allah için hakkı ayakta tutan kimseler, adaletle şahitlik edenler
olun! Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun
bu takvaya daha yakındır ve Allah’tan sakının! Muhakkak ki Allah
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide 8)
El-Beydavî bu ayetin tefsirinde dedi ki: “Yani
müşriklere olan şiddetli buğzunuz sizi onlara karşı adaleti terk etmeye sebep
olmasın. Onlara karşı kalplerinizdekini gidermek için taşkınlık ederek müsle,
kadınları ve çocukları öldürmek, ahdi bozmak ve benzerleri gibi helal olmayan
şeyi işlemeyin.”[1]
İbn Teymiyye
şöyle demiştir: “Herkes için herkese adalet vaciptir. Zulüm mutlak olarak
haramdır. Bir bir durumda mubah olmaz.”[2]
2- Bizim hakkımızda Allah’a isyan edene karşı, onun hakkında Allah’a itaat etmek:
Salih selefin
menhecinin en önemli özelliklerinden birisi yakına karşı da uzağa karşı da
kitap ve sünnetten ayrılmamak, insanların her türüne karşı Allah’a itaat
etmektir. Muhalif, kendisi için zulüm yapmayı mubah saysa da ve bununla her
yola ulaşsa da, bizim ona misilleme olarak isyan işlememize müsaade yoktur. Bilakis
dinin kurallarından ayrılmadan muamelede bulunuruz. Dinin kuralları bazen ona
Allah’ın had cezalarından birini uygulamayı, bazen karşılık vermeyi gerektirir.
Lakin onlara karşı muamelede Allah’a isyan etmek söz konusu olmamalıdır. Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ الَّذِينَ
يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا
“Sizinle
savaşanlarla Allah yolunda savaşın, haddi aşmayın.” (Bakara 190)
Bu bir savaş
olmakla birlikte haddi aşmak yasaklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
“Muhakkak ki
Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara 190)
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
أد الأمانة إلى من ائتمنك ولا تخن من خانك
“Sana
güvenene emaneti eda et. Sana hainlik edene sen hainlik etme.”[3]
Ömer
radiyallahu anh’ın şöyle dediği gelmiştir:
ما كافأت من عصى الله فيك مثل أن تطيع الله فيه
“Senin hakkında
Allah’a isyan edene, onun hakkında Allah’a itaat etmenden daha uygun bir
karşılık yoktur.”[4]
İbn Teymiyye
rahimehullah, kendisi hakkında haddi aşan bir sufi olan el-Bekrî hakkında şöyle
demiştir: “Onun cehaletine ve tekfirle iftirasına aynıyla karşılık verecek
değiliz. Nitekim bir şahıs, başka bir şahıs hakkında yalan şahitlikte bulunsa
veya ona çirkin bir yalanla iftirada bulunsa, bu kişinin de onun hakkında yalan
şahitlik yapmaya veya çirkin iftirada bulunmaya hakkı yoktur.”[5]
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا
وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ
“Muhakkak ki
Allah sakınanlarla beraberdir. Onlar muhsinler (iyi davrananlar)dir” (Nahl
128)
3- Kötülüğe karşı mümkün mertebe iyilikle karşılık vermek:
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا
السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ
عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
“İyilikle kötülük bir
olmaz, Sen en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık
bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet 34)
İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir:
“Allah Teâlâ müminlere öfke anında sabır göstermeyi, kaba bir davranış
karşısında hilmi (hoşgörüyü), kötülüğe uğrama karşısında da affetmeyi
emretmiştir. İşte böyle yaparlarsa Allah Teâlâ onları şeytandan korur ve
düşmanları yakın dostlarıymış gibi onlara boyun eğer.”[6]
Sapmış bazı sufiler Şeyhulislam İbn Teymiyye
rahimehullah’ın aleyhine toplanıp sözlü ve fiilî eziyetler vermişler, ona sövüp
darp etmişlerdi. İbn Teymiyye’yi sevenler, öğrencileri ve arkadaşları toplanıp
geldiler. Onlardan birisi dedi ki:
“Ey efendim! Huseynî’ler (yani Huseyn
radiyallahu anh’ın soyundan, Ehl-i Beyt’ten oldukları için Huseyn radiyallahu
anh’e nispet edilen kimseler)den seni seven bazıları gelip toplandılar. Şayet
emredersen şehri onların üzerine yıkarlar.” İbn Teymiyye onlara dedi ki:
“Bunu ne için yapacaklar?” Adam dedi ki:
“Senin için! Biz sana eziyet verenlerin evlerine
gidip çarpışır ve evlerini başlarına yıkarız.” İbn Teymiyye onlara dedi ki:
“Bu helal değildir!” Onlar dediler ki:
“Peki, onların sana yaptıkları helal mi? bu
bizim sabredemeyeceğimiz bir şeydir. Mutlaka gidip onlarla çarpışacağız.” İbn
Teymiyye onları bundan yasakladı. Onlar ısrar edince onlara dedi ki:
“Bu ya benim, ya sizin, ya da Allah’ın hakkıdır.
Eğer benim hakkım ise ben affettim. Eğer sizin hakkınız ise, beni dinlemeyecek
ve fetvama uymacaksanız dilediğinizi yapın. Eğer Allah’ın hakkı ise Allah dilerse
onu dilediği şekilde alır.”[7]
4- Muhalifin muhalefetinin derecesini ve durumunu bilmek:
Selefin
menhecine muhalefet eden insanlar tek derecede değildir. Uzaklıkları ve
yakınlıkları bir değildir. Onlara nasıl muamele edileceğini bilmek için bu
konumu takdir etmek gerekir. Öncelikle dinleri nedir, bağlandıkları görüşleri
ve fiilleri nelerdir, dayanakları nedir, neyle hükmediyorlar bilinmesi gerekir.
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ
لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ
وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ * إِنَّمَا
يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ
دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ
فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Allah, din
konusunda sizinle savaşmayanlara, sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik
yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli
davrananları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi
yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için arka çıkanları velî edinmenizi
yasaklar. Kim onları velî edinirse, artık onlar zalimlerin kendileridir.”
(Mumtehine 8-9)
Mucahid b. Cebr rahimehullah dedi ki: “Abdullah b. Amr radiyallahu
anhuma’nın ailesi ona bir koyun kesti. İbn Amr gelince şöyle dedi:
“Yahudi komşumuza da ondan hediye ettiniz mi? Yahudi komşumuza da hediye
ettiniz mi? Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu
işittim:
“Cibril bana komşuyu o kadar çok tavsiye etti ki neredeyse onun varis
kılınacağını zannettim.”[8]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kendisine hizmet eden bir yahudi gencin
evine giderek ona hasta ziyaretinde bulundu, başının yanında oturarak ona:
“Müslüman ol” buyurdu. Genç, yanında bulunan babasına baktı. O da
ona:
“Ebu’l-Kasım (sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaat et” dedi. Bunun
üzerine genç müslüman oldu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem çıkarken şöyle
buyurdu:
“Onu ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun.”[9]
İbn Abbas
radiyallahu anhuma şöyle demiştir: “Müşrikler Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’e ve müminlere karşı iki farkı konumda idiler. Harp ehli olan müşrikler
savaşırlar ve kendileriyle savaşılırdı. Anlaşma ehli olan müşrikler ise
savaşmazlar, onlarla da savaşılmazdı.”[10]
Anlaşma ehli kâfirler üç sınıftır:
Onlar Allah’ın
kitabında ve nebevi sünnette; zimmet ehli olanlar, kendileriyle anlaşma
bulunanlar ve eman sahipleri olarak üç sınıfta zikredilirler.
Zimmet ehli:
Müslümanlar beldeleri feth ettiklerinde kâfirler verecekleri cizye karşılığında
güvence altında tutulurlar. Onlar Müslümanların hükmü altında yaşayan ve
beytu’l-mâle cizye ödeyen kâfirlerdir.
Kendileriyle
anlaşma bulunanlar: Müslümanların yöneticisiyle barış anlaşması yapan, belli
bir süreyle savaşmama kararı alan ülkelerdeki kâfirlerdir. Bazı âlimler böyle
anlaşmaların on seneyi geçemeyeceğini belirtmişlerdir.
Eman sahipleri:
Müslümanların ülkelerine özel izinle giriş yapan kâfirlerdir. Müslümanların
yöneticisinin mektuplarını ulaştıran elçiler, ticaret yapmak için gelenler ve
müslümanların maslahatları için ülkeye giriş yapanlar böyledir.
Amr b. el-Hamik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
أَيُّمَا مُؤْمِنٍ أَمَّنَ مُؤْمِنًا عَلَى دَمِهِ
فَقَتَلَهُ فَأَنَا مِنَ الْقَاتِلِ بَرِيءٌ
“Herhangi bir mümin, herhangi bir mümine kanı hususunda eman verir ve onu
öldürürse ben o katilden berîyim.”[11]
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ
قُوَّةٍ أَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَنْ تَكُونَ أُمَّةٌ
هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللَّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Bir ümmetin, bir ümmetten sayıca daha çok
olması dolayısıyla, aranızdaki yeminleri hile kılarak, ipini iyice büktükten
sonra bozan kadın gibi olmayın. Zira Allah, bununla sizi imtihan etmektedir.
Kıyamet günü de, üzerinde ihtilaf ettiğiniz şeyleri size elbette
açıklayacaktır.” (Nahl 92)
Mücahid, bu âyet-i kerimeyi
şöyle izah etmektedir: “Cahiliye döneminde insanlar birbirleriyle anlaşma yapıp
taraftarlar edinirlerdi. Anlaşmayı yaptıktan sonra, kendileriyle anlaşma
yaptıkları topluluklardan daha güçlü ve sayıca da daha çok olanlarını bulunca,
öncekilerle olan anlaşmalarını bozup o güçlü ve sayıca çok olanlarla anlaşma
yaparlardı. Böylece, kendileriyle daha önce anlaşma yaptıkları insanları,
Allaha söz verdikleri halde aldatmış olurlardı. Allah Teâlâ onların bu
hallerini, ipliğini iyice eğirdikten sonra onu tekrar çözen kadının haline
benzetmiş ve Müslümanlara, yaptıkları anlaşmayı, başkalarına yaranmak için
bozmamalarını emretmiştir.”[12]
Müslümanın harp halinde olmayan kâfirlerden birine, bedenine vurarak,
öldürerek veya başka bir şekilde saldırması haramdır.[13]
Nitekim Buhari, Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan merfuan şu hadisi
rivayet etmiştir:
مَنْ قَتَلَ مُعَاهَدًا لَمْ يَرَحْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ
وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ أَرْبَعِينَ عَامًا
“Kim bir anlaşmalı (kâfiri) öldürürse cennetin kokusunu alamaz.
Hâlbuki cennetin kokusu kırk senelik mesafeden duyulur.”[14]
Hişam b. Hâkim b. Hizam Şam’daki Nabıtalara uğrayıp onları güneşte
ayakta bekletildiklerini gördü. “Mesele nedir?” diye sorunca, “Cizyeyi
vermediler” dediler. Dedi ki: “Şehadet ederim ki, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: “Muhakkak ki Allah dünyada insanlara
azab edenlere azap eder.”[15]
İmam Ahmed ve Nesai, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
ashabından birinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“Zimmet ehlinden birini öldüren, cennetin kokusunu dahi alamaz.”[16]
Müslümanın, harbî olmayan kâfirlerden birini alışverişte aldatması veya
haksız yere mallarından bir şey alması haramdır ve onlara emanetlerini iade etmesi
vaciptir.[17]
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
“Dikkat edin! Kim bir anlaşmalıya zulmederse, onun hakkından
eksiltirse, gücünün üstünde yük yüklerse veya rızası olmadan ondan bir şey
alırsa kıyamet günü ondan ben davacı olurum!”[18]
Müslümanın harbî olmayan kâfirlerden birini sözle kötülemesi, onlara
yalan söylemesi haramdır. Zira Allah Teâla’nın şu kavli umumidir: “İnsanlara
iyi (söz) söyleyin” (Bakara 83)[19]
Hatta onlara yumuşak söz söylemesi, onunla sevgi izharı olmayacak şekilde ve
onlara zillet gösterip onları Müslümana tercih etmeyecek şekilde bütün güzel
ahlaklar ile muhatap olması gerekir.
El-Karafi zimmet ehline iyilik kaidesi ile onlara sevgi kaidesi
arasındaki farkı açıklarken şöyle demiştir: “İçten sevgi olmaksızın emredilen
yumuşaklık; zayıflarına rıfk ile davranmak, fakirlerinin ihtiyaçlarını
gidermek, açlarını doyurmak, çıplaklarını giydirmek, onlara korku ve zillet
yoluyla değil, lütuf ve merhamet yoluyla yumuşak söz söylemek, komşuluklarında
verdikleri ezaları izale etmeye yetecek güç bulunduğu halde, onlara korku ve
saygıdan değil, lütuf olarak eziyetlerine tahammül etmek, onların hidayeti ve
saadet ehlinden olmaları için dua etmek, dinleri ve dünyaları ile ilgili bütün
meselelerinde nasihat etmek, biri onlara eziyet ettiğinde gıyaplarında onları
korumak, mallarını, ailelerini, ırzlarını ve bütün hukuk ve maslahatlarını
korumak, onlardan zulmün giderilmesinde ve haklarının onlara ulaştırılmasında
yardım etmek, düşmanına en üstününden en düşüğüne bütün iyilikleri yapmak,
bütün bunlar üstün ahlaktandır.”[20]
İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Daru’l-harbe eman (vize) ile
giren müslümanın onların mallarına veya canlarına zarar vermeye hakkı yoktur.
Çünkü onlar buna eman verdikleri zaman, kendisi de onlara eman vermiş olur. Bu
konuda bir ihtilaf bilmiyoruz.”[21]
İmam Nevevi rahimehullah şöyle demiştir: “Müslüman daru’l-harbe (kâfir
ülkesine) güvence ile girdiği zaman onlardan bir şey borç alarak veya çalarak
daru’l-islama dönerse bu malı iade etmesi gerekir.”[22] İbn
Kudame rahimehullah da el-Mugni’de benzerini zikretmiştir.
Kâfirlerin Mallarını Almanın Caiz Olduğu Haller
Kâfir eman ile girmezse veya harbî olan kâfir kendi
ülkesinden çıktığında ona galip gelinirse malını almak caiz olur. Ama eğer
kendileriyle barış anlaşması bulunan kâfirlerden ise mallarını almak caiz
değildir.
Kâfirlerle Dünyevî Muameleler
Kâfirlerle ticari alışverişler gibi mubah olan
muamelelerde bulunmak caizdir. Aişe radiyallahu anha şöyle demiştir: “Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem bir Yahudiden belli bir vadeyle yiyecek satın aldı
ve demirden zırhını da rehin olarak verdi.”[23]
Onlarda bulunan dünyevi ilimlerden faydalanmakta bir
sakınca yoktur. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebu Bekr
radiyallahu anh, müşriklerden Beni Dîl’den bir adamı rehber olarak ücretle
tutmuşlardır.[24]
5- Muhaliflerin zahirlerine göre muamele edilir, sırların velisi Allah’tır:
Zahirde bir
delil olmaksızın niyetler üzerinden hükmetmek, zanlarla fasık saymak caiz
değildir.
Usame b. Zeyd
radiyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi
Araplardan düşman bir kavim olan Huraka’ya gönderdi. Sabah onlara baskın yaptık
ve hezimete uğrattık. Ben, Ensar’dan biriyle beraber onlardan bir adama
yetiştik. Onu yere indirdiğimizde adam:
“La ilahe
illallah” dedi. Ensarî olan adamı öldürmekten çekinerek elçekti. Bunun üzerine
mızrağımı saplayıp adamı öldürdüm. Döndüğümüzde bu durum Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’e ulaşınca buyurdu ki:
“Ey Usame!
La ilahe illallah dedikten sonra onu öldürdün mü? Kıyamet gününde la ilahe
illallah sözüyle geldiğinde ne yapacaksın?” Ben dedim ki:
“Adam silahtan
korkusundan sığınmak için bunu söyledi, sözü gerçek değildi.” Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Onun
kalbini yarıp bunu gerçekten mi söylüyor, yoksa silah korkusundan mı söylüyor
diye bakmadın mı?” Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, o günden önce
müslüman olmamış olmayı temenni eder oldum. Çünkü İslam kendisinden öncekileri
silip atar. Bu andan önce müslüman olmamış olmayı, o adamı öldürdükten sonra
müslüman olmamı ve islamımın bundan öncekileri silmiş olmasını temenni ettim.”[25]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
“Harbî bir kâfir kılıcı görünce müslüman olduğunda ister bağlı, ister serbest
olsun, onun islamının sahih olduğu hususunda müslümanlar arasında bir ihtilaf
yoktur. Onun küfürden tevbesi kabul edilir. O kişinin iç durumu zahirinin
aksine dahi olsa böyledir.”[26]
İmam Şafii
rahimehullah şöyle demiştir: “Kullar ancak zahirde olan söz ve fiillerle
mükelleftirler. Sırların (gizli hallerin) doğrusunu ancak Allah bilir.”[27]
İbn Hacer
el-Askalanî rahimehullah dedi ki: “İmanı izhar etmek öldürülmekten korur.
Âlimler dünya hükümlerinin zahire göre olduğu, sırların velisinin Allah olduğu
ve kıyamet gününde buna göre hesaba çekeceği hususunda icma etmişlerdir.”[28]
Nitekim
Buhârî’nin Sahih’inde Enes radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
“Kim
namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o müslümandır. Allah’ın
zimmeti ve rasulünün zimmeti onun hakkında geçerlidir. Allah’ın zimmetini
delmeyin, aşmayın ve Allah’ın ahdini bozmayın.”[29]
Hafız İbn Hacer
rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanların durumları zahirlerine göre yorumlanır.
Kim dinin şiarını yani la ilahe illallah sözünü izhar ederse, bunun aksini
izhar etmediği sürece onun ehlinin hükümleri ona uygulanır.”[30]
O halde hükmün
dayanağı zahirdir. Küfür, şirk veya zındıklık izhar ederse meselenin hükmü buna
göre değişir.
Mesela bir
kimse ayağını mushafın üzerine koyduğu halde “la ilahe illallah” derse onun
zahirinin tevhid ve islam olduğu söylenemez! Çünkü onun diğer bir zahiri bu
sözü nakzetmektedir.
Allah’tan
başkasından manevi yardım talebinde bulunan ve Allah’tan başkasına seslenerek
şirk koşan bir kimse “la ilahe illallah” derse, bu kimseye “Senin zahirin İslam
üzeredir” denmez. Çünkü diğer bir zahir onu nakzetmektedir. Böyle kimselerin
nifakı küfür olan nifaktır. İslam kadısı böyle kimseleri tevbeye çağırır, tevbe
etmedikleri takdirde küfür veya şirklerinden dolayı mürtet haddi uygular.
Lakin la ilahe
illallah deyip de kendisinden bu sözü bozan bir zıt zahir olmayan kimseler,
canı ve malı koruma altında olan müslümanlardır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün
zimmeti bu kimseler hakkında geçerlidir.
6- İslam ile gururlanmak ve onunla üstünlük duymak:
Bizler hak
üzerinde olduğumuza, kâfirlerin ise batıl üzere olduğuna itikad ediyoruz. Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ
“O halde biz veya siz,
ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.” (Sebe 24)
Kim yüzünü Allah’a teslim etmişse o hak üzeredir, kim de yüz çevirmişse o
da bâtıl üzeredir. Şu halde kâfirlere karşı muamelenin esası, öncelikle
üzerinde bulunduğumuz hak ile gururlanmamız, iman ile üstünlük duymamızdır.
Dünya ve ahirette müslüman ile kâfiri eşit göremeyiz. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ*مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
“Biz
müslümanları o günahkârlar gibi kılar mıyız hiç? Size ne oluyor, nasıl hüküm
veriyorsunuz?” (Kalem 35-36)
لا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ
هُمْ الْفَائِزُونَ
“Ateş halkı
ile cennet halkı bir olmaz. Cennet halkı umduklarına kavuşup mutluluk içinde
olanların ta kendileridir.” (Haşr 20)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ
جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ
“Gerçek şu
ki, ister kitap ehlinden, ister müşriklerden olsun, inkâr edenler, cehennem
ateşindedirler, orada daimidirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.”
(Beyyine 6)
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلامِ دِيناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي
الآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ
“Kim
İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul edilmeyecektir. Muhakkak ki o
ahirette de hüsrana uğrayanlardandır!” (Âl-i İmran 85)
وَلا تَهِنُوا وَلا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ
“Gevşemeyin ve üzülmeyin; eğer mü’minler iseniz en üstün olan sizsiniz!” (Al-i İmran 139)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
وَالَّذِي
نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِي أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ، وَلَا
يَهُودِيٌّ، وَلَا نَصْرَانِيٌّ، ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ
بِهِ إِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ
“Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) nefsi elinde olan Allah’a yemin
olsun ki, şu Yahudi ve Hristiyanlardan, beni işitip de haberdar olan, sonra
beraber gönderilmiş olduğum hükümlere inanmadığı halde ölen bir kimse yoktur ki
cehennem ashabından olmasın!”[31]
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
مَا مِنْ أَحَدٍ يَسْمَعُ بِي مِنْ هَذِهِ
الْأُمَّةِ وَلَا يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ وَلَا يُؤْمِنُ بِي إِلَّا دَخَلَ
النَّارَ فَجَعَلْتُ أَقُولُ أَيْنَ تَصْدِيقُهَا فِي كِتَابِ اللَّهِ؟ حَتَّى وَجَدْتُ
هَذِهِ الْآيَةَ {وَمَنْ يَكْفُرُ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ} قَالَ:
الْأَحْزَابُ الْمِلَلُ كُلُّهَا
“Bu ümmetten Yahudi ve Hristiyan kim beni işitip
de bana iman etmeyecek olursa mutlaka cehenneme girer.” İbn Abbas
radıyallahu anhuma dedi ki:
“Ben Allah’ın kitabında bunu doğrulayan nerede
demeye başladım. Sonunda şu ayeti buldum:
“Artık bu gruplardan kim onu tanımaz ve inkâr
ederse bilsin ki ona vaad edilen yer ateştir.” (Hud 17) Gruplar (ahzab) ise
bütün din mensuplarıdır.”[32]
Kadı Iyaz
rahimehullah şöyle demiştir: “Bu yüzden müslümanların dininden başka bir dine
boyun eğen herkesi veya onlar hakkında duraklayıp tereddüt eden yahut onların
yolunu doğru gören herkesi tekfir ederiz.”[33]
Yani Budist,
Hinduist, Yahudi, Hristiyan, Mecusi gibi İslam’dan başka bir dine mensup herkes
tekfir edilir. Bir kimse bu din mensuplarının tekfirinde duraklarsa kafir olur.
Çünkü bu hiçbir gizliliği olmayan açık bir hakikattir. Onlar hakkında Allah’ın
hükmüyle hükmetmemiş olur. Bundan dolayı Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab
rahimehullah İslam’ı bozan maddeler arasında:
“Müşrikleri
tekfir etmeyen, onların kâfir oluşunda tereddüt eden veya onların mezhebini
doğru gören kimsenin kâfir olacağında icma vardır” der.
Ne dünya
hükümlerinde ne de ahiret hükümlerinde müslüman ile kâfir eşit değildir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لا يقتل مسلم بكافر
“Bir
müslüman kâfire karşılık (kısas olarak) öldürülemez.”[34]
Aynı ülkede
yaşamaları sebebiyle müslümanlarıla kâfirlerin eşit haklara sahip oldukları
görüşü sapmış bir görüştür.
El-Lecnetu’d-Daime
şöyle fetva vermiştir: “Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer kâfirlerle müslümanlar
arasında vatandan başka fark görmeyen, onların hükümlerini bir tutan kâfirdir.”[35]
Bu yüzden
münafıklar din üzerine kurulu hükümlerde farklılık gözetilmesine karşı
çıkarlar. Müslüman kadının hristiyan erkekle evlenmesini caiz görürler ve
derler ki: “Aynı ülkenin vatandaşı oldukları zaman vatandaşlık hükümlerinde
eşittiler.” Böylece Allah’ın dinine ters düşerek müslüman ile kâfiri eşit
sayarlar.
Müslüman
erkeğin kitap ehli kadınlarla evlenmesi mubah olup müslüman kadının kitap ehli
erkekle evlenmesi haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ
“Sizden önce
kitap verilenlerden iffetli kadınlar… sizin için helâldir.” (Maide 5)
وَلا تُنكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُوا
“Müşrik
erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın.” (Bakara 221)
Âiz b. Amr radıyallahu anh’den:
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
الإِسْلامُ يَعُلُوْ وَلا يعُلَى عَلَيْهِ
“İslam üstün
gelir, ona üstün gelinmez.”[36]
Ömer radıyallahu anh’den: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ
هَذَا الدِينَ يَعْلُو وَلا يعُلَى
“Muhakkak ki bu
din üstün gelir, ona üstün gelinmez.”[37]
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle
demiştir: “Hristiyan veya Yahudi bir
erkeğin nikâhı altında bulunan bir kadın Müslüman olursa, araları ayrılır.
İslam üstün gelir, ona üstün gelinmez”[38]
İslam’a giren kâfir kutlanır ve
İslam’dan irtidat eden müslüman öldürülür.
7- Kâfirlere benzememek ve onlara muhalefet etmek.
Nitekim kâfirlere benzemek
yasaklanmıştır. İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
بُعِثْتُ بَيْنَ يَدَيِ
السَّاعَةِ بِالسَّيْفِ حَتَّى يُعْبَدَ اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ وَجُعِلَ
رِزْقِي تَحْتَ ظِلِّ رُمْحِي وَجُعِلَ الذِّلَّةُ وَالصَّغَارُ عَلَى مَنْ خَالَفَ
أَمْرِي وَمَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
“Kıyametin önünde, kılıçla gönderildim ki
hiçbir şey ortak koşulmadan yalnızca Allah’a ibadet edilsin. Rızkım mızrağımın
gölgesi altında kılındı. Emrime muhalefet edenlere zillet ve küçüklük yazıldı.
Kim kendini bir kavme benzetirse onlardandır.”[39]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Hadisin zahiri onlara benzeyenin küfrünü
gerektirse de, bu tehditin en düşük derecesi onlara benzemeyi haram
kılmasıdır.”[40]
Es-San’ani bu hadisi şerh ederken şöyle demiştir: “Âlimler dediler ki;
görünüşte kâfire benzemek ve onun gibi itikad etmek küfürdür. Eğer onun gibi
itikad etmezse bu hususta fakihler arasında ihtilaf vardır. Hadisin zahirinde
geldiği üzere “kâfir olur” diyen de, “kâfir olmaz fakat te’dip edilir” diyen de
vardır.”[41]
Kâfirlere has olan özelliklerinde, adetlerinde ve
ibadetlerinde onlara her türlü benzeyiş haramdır. Adetlerle kastedilen, onları
başkalarından ayıran, kendilerinin alameti olan konulardır. Nitekim Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem sakalını kesip bıyığını uzatmış olan mecusiye karşı
çıkmıştır. İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
“Dış görünüşlerdeki şekil benzerliği, iç âlemdeki
benzerliği de beraberinde getirir.”[42]
Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ تَشَبَّهَ بِغَيْرِنَا
فَلَيْسَ مِنَّا وَلَا تُسَلِّمُوا بِتَسْلِيمِ الْيَهُوَدِ وَالنَّصَارَى فَإِنَّ
تَسْلِيمَ الْيَهُوَدِ بِالْأَكُفِّ وَتَسْلِيمَ النَّصَارَى بِالْإِشَارَةِ
“Kendisini bizden başkalarına benzeten bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanların
selamıyla selam vermeyin. Zira Yahudilerin selamı avuç içiyle selamlamalarıdır.
Hristiyanların selamı ise işarettir.”[43]
İbn Abbas
radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi feth
ettiği zaman şöyle buyurdu:
إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَرَسُولَهُ حَرَّمَ عَلَيْكُمُ
الْخَمْرَ وَثَمَنَهَا وَحَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَثَمَنَهَا وَحَرَّمَ عَلَيْكُمُ
الْخَنَازِيرَ وَأَكْلَهَا وَثَمَنَهَا وقال قُصُّوا الشَّوَارِبَ وَاعْفُوا اللِّحَى وَلَا تَمْشُوا
فِيَ الْأَسْوَاقِ إِلَّا وَعَلَيْكُمُ الْأُزُرُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنَّا مَنْ عَمِلَ
بِسُنَّةِ غَيْرِنَا
“Şüphesiz
Allah Azze ve Celle ve rasulü size sarhoş edici içkileri ve onun ücretini haram
kılmıştır. Ölü etini ve ücretini size haram kılmıştır. Domuzları, onu yemeyi ve
ücretini size haram kılmıştır.” Yine şöyle buyurdu:
“Bıyıkları
kısaltın, sakalı serbest bırakın. Üzerinizde izar olmadıkça çarşılarda
yürümeyin. Muhakkak ki bizden başkasının sünnetiyle amel eden bizden değildir.”[44]
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma'dan rivâyet
olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
مَنْ
مَرَّ بِبِلاَدِ الْأَعَاجَمِ (وفي رواية بَنَى بِأَرْضِ الْمُشْرِكِينَ) فَصَنَعَ
نَيْرُوزَهُمْ وَمِهْرَجَانَهُمْ وَتَشَبَّهَ بِهِمْ حَتَّى يَمُوتَ وَهُوَ
كَذَلِكَ حُشِرَ مَعَهُمْ يَوْم الْقِيَامَة
"Her kim, acemlerin ülkesinden geçerse (başka bir
rivâyette: Müşriklerin diyârında ikâmet ederse), onlarla beraber onların Nevruz
ve Mihricân bayramlarını kutlar ve ölünceye kadar bu hâl üzere onlara benzerse,
kıyâmet günü onlarla beraber haşrolur."[45]
İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
خَالِفُوا سُنَنَ
الْمُشْرِكِينَ
“Müşriklerin âdetlerine muhalefet edin.”[46]
8- Kâfirlerin şirk ve küfürlerinden teberrî etmek, onlara yakınlık göstermemek:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَأَذَانٌ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى
النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللَّهَ بَرِيءٌ مِنْ الْمُشْرِكِينَ
وَرَسُولُهُ
“Ve büyük hacc günü, Allah ve rasulünden insanlara
Allah ve rasulünün, müşriklerden kesin olarak uzak olduklarına dair bir ilandır.” (Tevbe 3)
لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ
وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا
آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve
rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya
aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mucadele 22)
وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ
مِنْهُمْ
“Sizden her kim onları veli edinirse muhakkak
o da onlardandır.” (Maide 51)
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
“Velayet, adavetin (düşmanlığın) zıddıdır. Velayetin aslı sevgi ve yakınlıktır.
Adavetin aslı ise nefret etmek ve uzaklaşmaktır.”[47]
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمْ النَّارُ وَمَا
لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لا تُنصَرُونَ
“Bir de zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan
başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (Hud 113)
Devam edecek inşaallah...
[1]
Beydavî Envaru’t-Tenzil (2/303)
[2]
Minhacu’s-Sunne (5/79)
[3]
Sahih. Ebû Dâvûd (3536) Tirmizî
(1264) Ahmed (15462) el-Elbani Sahihu’l-Cami (240)
[4]
Ebû Dâvûd Zühd (83) İbn Hibbân Ravdatu’l-Ukala (90)
[5]
Er-Reddu Ale’l-Bekri (2/494)
[6]
Hasen mevkuf. Taberî (20/432) Buhârî
(muallak olarak 3/184) Fethu’l-Bari (8/423) Beyhaki (7/45)
[7]
El-Ukudu’d-Durriyye Min Menakibi Şeyhi’l-İslam Ahmed b. Teymiyye (303)
[8]
Muslim'in şartına göre sahih. Tirmizî
(1943) Ebû Dâvûd (5152) Beyhakî Ma’rife (8157-58) Mukbil b. Hadi
Sahihu’l-Musned (791)
[9]
Sahih. Buhârî (1356)
[10]
Sahih. Buhârî (62)
[11]
Hasen. Ahmed (5/223, 437) İbn Hibban
(13/320) Bezzar (6/285) Taberani Evsat (8/5) İbnu’l-A’rabî, Mu’cem (612)
[12]
Taberi (17/284)
[13]
Bkz.: el-Veciz (2/201, 202) ez-Zevacir (403. Büyük günah) Mevahibu’l-Celil
(3/360) Abdulaziz b. Baz Mecmuu fetava (3/1039, 1047) İhtilafu’d-Dareyn (s.123,
124, 130)
[14]
Sahih. Buhari (3166)
[15]
Sahih. Muslim (2613)
[16]
Sahih. Ahmed (4/237, 5/369) Nesai
(4763) Elbani Gayetu’l-Meram (450)
[17]
bkz.: Abdurrazzak (6/91-94) Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/73)
[18]
Sahih. Ebu Davud (3052) Beyhaki
(9/205) birbirini destekleyen birçok isnadlarla rivayet etmişlerdir. El-Iraki
ve es-Sehavi isnadını kuvvetli görmüşlerdir. Bkz.: Mekasidu’l-Hasene (1044)
es-Silsiletu’s-Sahiha (445)
[19]
Bkz.: Şeyh Abdulaziz b. Baz Fetava (3/1047)
[20]
el-Furuk (3/15 fark 119) Bkz.: Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/21, 43, 62)
[21]
El-Umm (4/275)
[22]
Ravzatu’t-Talibin (10/291)
[23]
Sahih. Buhârî (2068, 2386) Muslim
(1603)
[24]
Sahih. Buhârî (2263)
[25]
Sahih. Buhârî (4269) Muslim (288)
[26]
Es-Sarimu’l-Meslul (5/31-32)
[27]
El-Umm (1/259)
[28]
Fethu’l-Bari (12/273)
[29]
Sahih. Buhârî (391)
[30]
Fethu’l-Bari (1/496)
[31]
Sahih. Muslim (153) Hemmam b. Munebbih, Sahife (90)
Ebu Avane (1/97) Ahmed (2/317, 350) Şerhus Sünne (1/104) İbni Mende İman (88)
İbni Mende Tevhid (s.194) Tayalisi (43) Taberi (2/235) Ebu Nuaym Hilye (4/308)
* Ebu Musa radıyallahu
anh’den Buhari
ve Muslim’in
şartlarına göre sahih isnadla. Nesai el-İgrab (24) Nesai, Sunenu’l-Kubra
(11241) Tayalisi (509) Ahmed (4/396, 398) Said b. Mansur, Sunen (5/341) Said b.
Cubeyr’in Ebu Musa radıyallahu anh’den işitmediği şeklinde illetlendirilmiştir.
Ancak el-Herevî, Zemmu’l-Kelâm’da (no:1455) hadisin Berid b. Abdillah b. Ebi
Burde – Ebu Burde b. Ebi Musa – Ebu Musa radıyallahu anh tarikiyle sabit
olduğunu zikretmiştir
[32]
Buhârî'nin şartına göre sahih. Hâkim (2/372)
[33]
Kadı Iyaz eş-Şifa (2/286)
[34]
Sahih. Buhârî (84)
[35]
Fetva’l-Lecneti’d-Daime (1/782)
[36]
Hasen.
Halife b. Hayyat Musned (39) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (8/240) Beyhaki (6/205)
Darekutni (3/252) er-Ru’yani (783) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/38) İbn Hacer,
et-Taglik (2/489)
* Muaz b. Cebel
radıyallahu anh’den şahidi: Bahşel, Tarihu Vasıt (1/155)
[37]
Sahih.
Taberani Evsat (6/126) Abdurrahman el-Makdisi, Hadisu İsa b.Meryem ve’t-Tayr
ve’d-Dub (el yazma no: 2) İbn Asakir Tarih (4/383) Beyhaki Delailu’n-Nubuvve
(6/37) Ebu Nuaym Delail (275)
[38]
Sahih mevkuf.
Tahavî Şerhu Meani’l-Asar (3/257) Ebu Ubeyd el-Emval (327) İbn Zencuye el-Emval
(506)
[39]
Sahih. Ahmed (2/50, 92) Ebu Davud (4031) İbn Ebi
Şeybe (4/212) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (216) Tahavi Muşkilu’l-Asar (231) Abd
b. Humeyd (848). El-Elbani, el-İrva (1269) Ebu Davud ve Ahmed b. Hanbel’in
isnadlarında hakkında ihtilaf edilen Abdurrahman b. Sabit b. Sevban
bulunmasından dolayı Şuayb el-Arnaut zayıf demiştir. Lakin Ahmed b. Hazlem’in,
Hadisu’l-Evzai cüzünde (s.31 no:30) ve Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar adlı eserinde
(1/238) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde İbn Sabit yerinde el-Evzai
vardır. Bu mutabi ile hadis sahihtir.
Ayrıca hadisin şahitleri de vardır. Bu hadisi muhaddislerin geneli hasen ve
sahih olarak değerlendirmişlerdir. Bkz.: Darekutni el-İlel (9/272) Iraki
el-Muğni (1/217) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271) Busayri
İthafu’s-Sadetil-Mahera (4/484) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/509) Suyuti
Camiu’s-Sagir (8593) Elbani (Sahihu Ebi Davud, Gayetu’l-Meram, Cilbabu’l-Mer’e)
[40]
el-İktiza (1/241)
[41]
Subulu’s-Selam (4/338)
[42]
İktizau’s-Sirat (1/548)
[43]
Hasen. Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (1/289 no: 503)
Bkz.: Nesai Sunenu’l-Kubra (6/92)
[44]
Hasen ligayrihi. Taberani (11/152) Deylemi (5268)
el-Elbani Sahihu’l-Cami (5439)
[45]
Sahih mevkuf. Beyhakî (9/234) Hakîm et-Tirmizi
Nevadiru’l-Usul (1/255) Dulabi el-Kuna (3/1048) İbn Kayyım, Ahkamu Ehli’z-Zimme
(1/723-724)
[46]
Sahih mevkuf. İbn Ebi Şeybe (7/119).
[47]
Mecmuu’l-Fetava (11/160)