Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

23 Aralık 2019 Pazartesi

Muhaliflere Muamele Şekli

Selefin Menhecinde Muhaliflere Muamele Şekli

Selefin menhecine muhalif olan; bir kâfir, bir münafık, bir bid’atçi, bir putperest, bir mülhid, bir kitabî veya bir mürted olabilir. Yine bazı fer’î meselelerde selefin menhecine aykırı davranan bir kimse olabilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنْزَلْنَا الْحَدِيدَ
Hiç şüphesiz ki biz rasullerimizi apaçık delillerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik.” (Hadid 25)
Selefin menhecinden sapmalar, düzeltilmesi, tedavi edilmesi gerek unsurlardır. Bu tedavi de muhaliflere karşı takınılacak tavrı bilmeyi gerektirir. Bu dinî tavrın kayıtları ve temelleri vardır. Muhaliflerin kimisi açıktan muhalefet ederken, kimisi gizliden muhalefet eder. Açıkça muhalefer edenler; değişik dinlere mensup olanlardan bir mülhid, bir kâfir veya bir müşrik olabilir. Yine selefin menhecine veya genel olan dine gizliden muhalefet eden kişi İslam’ı izhar eder ve küfrünü gizler. İşte bu münafıktır.
Yine selefin yoluna ayrıntılarda fiilî, sözlü veya itikadî olarak muhalefet edenler vardır. Bazı insanlar bu asırda böylelerine “âhir” kelimesini kullanmaktadırlar. “Ahir” (başkaları); kâfir, putperest, mülhid, kitap ehli, mürted, münafık, bid’atçi veya bazı meselelerde muhalefet eden herkesi kapsayan bir kelimedir. Bunlardan her birinin durumuna uygun olarak takınılacak ayrı tavır vardır. Hepsine aynı tavır gösterilmez.

Muhaliflere Karşı Konumun Kayıtları

1- Muhalife karşı adaleti gözetmek ve zulümden kaçınmak:

Allah Subhanehu ve Teâla şöyle emretmiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutan kimseler, adaletle şahitlik edenler olun! Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun bu takvaya daha yakındır ve Allah’tan sakının! Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide 8)
 El-Beydavî bu ayetin tefsirinde dedi ki: “Yani müşriklere olan şiddetli buğzunuz sizi onlara karşı adaleti terk etmeye sebep olmasın. Onlara karşı kalplerinizdekini gidermek için taşkınlık ederek müsle, kadınları ve çocukları öldürmek, ahdi bozmak ve benzerleri gibi helal olmayan şeyi işlemeyin.”[1]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Herkes için herkese adalet vaciptir. Zulüm mutlak olarak haramdır. Bir bir durumda mubah olmaz.”[2]

2- Bizim hakkımızda Allah’a isyan edene karşı, onun hakkında Allah’a itaat etmek:

Salih selefin menhecinin en önemli özelliklerinden birisi yakına karşı da uzağa karşı da kitap ve sünnetten ayrılmamak, insanların her türüne karşı Allah’a itaat etmektir. Muhalif, kendisi için zulüm yapmayı mubah saysa da ve bununla her yola ulaşsa da, bizim ona misilleme olarak isyan işlememize müsaade yoktur. Bilakis dinin kurallarından ayrılmadan muamelede bulunuruz. Dinin kuralları bazen ona Allah’ın had cezalarından birini uygulamayı, bazen karşılık vermeyi gerektirir. Lakin onlara karşı muamelede Allah’a isyan etmek söz konusu olmamalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا
Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, haddi aşmayın.” (Bakara 190)
Bu bir savaş olmakla birlikte haddi aşmak yasaklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara 190)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
أد الأمانة إلى من ائتمنك ولا تخن من خانك
Sana güvenene emaneti eda et. Sana hainlik edene sen hainlik etme.”[3]
Ömer radiyallahu anh’ın şöyle dediği gelmiştir:
ما كافأت من عصى الله فيك مثل أن تطيع الله فيه
“Senin hakkında Allah’a isyan edene, onun hakkında Allah’a itaat etmenden daha uygun bir karşılık yoktur.”[4]
İbn Teymiyye rahimehullah, kendisi hakkında haddi aşan bir sufi olan el-Bekrî hakkında şöyle demiştir: “Onun cehaletine ve tekfirle iftirasına aynıyla karşılık verecek değiliz. Nitekim bir şahıs, başka bir şahıs hakkında yalan şahitlikte bulunsa veya ona çirkin bir yalanla iftirada bulunsa, bu kişinin de onun hakkında yalan şahitlik yapmaya veya çirkin iftirada bulunmaya hakkı yoktur.”[5]
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ
Muhakkak ki Allah sakınanlarla beraberdir. Onlar muhsinler (iyi davrananlar)dir” (Nahl 128)

3- Kötülüğe karşı mümkün mertebe iyilikle karşılık vermek:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
İyilikle kötülük bir olmaz, Sen en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet 34)
İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir: “Allah Teâlâ müminlere öfke anında sabır göstermeyi, kaba bir davranış karşısında hilmi (hoşgörüyü), kötülüğe uğrama karşısında da affetmeyi emretmiştir. İşte böyle yaparlarsa Allah Teâlâ onları şeytandan korur ve düşmanları yakın dostlarıymış gibi onlara boyun eğer.”[6]
Sapmış bazı sufiler Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın aleyhine toplanıp sözlü ve fiilî eziyetler vermişler, ona sövüp darp etmişlerdi. İbn Teymiyye’yi sevenler, öğrencileri ve arkadaşları toplanıp geldiler. Onlardan birisi dedi ki:
“Ey efendim! Huseynî’ler (yani Huseyn radiyallahu anh’ın soyundan, Ehl-i Beyt’ten oldukları için Huseyn radiyallahu anh’e nispet edilen kimseler)den seni seven bazıları gelip toplandılar. Şayet emredersen şehri onların üzerine yıkarlar.” İbn Teymiyye onlara dedi ki:
“Bunu ne için yapacaklar?” Adam dedi ki:
“Senin için! Biz sana eziyet verenlerin evlerine gidip çarpışır ve evlerini başlarına yıkarız.” İbn Teymiyye onlara dedi ki:
“Bu helal değildir!” Onlar dediler ki:
“Peki, onların sana yaptıkları helal mi? bu bizim sabredemeyeceğimiz bir şeydir. Mutlaka gidip onlarla çarpışacağız.” İbn Teymiyye onları bundan yasakladı. Onlar ısrar edince onlara dedi ki:
“Bu ya benim, ya sizin, ya da Allah’ın hakkıdır. Eğer benim hakkım ise ben affettim. Eğer sizin hakkınız ise, beni dinlemeyecek ve fetvama uymacaksanız dilediğinizi yapın. Eğer Allah’ın hakkı ise Allah dilerse onu dilediği şekilde alır.”[7]

4- Muhalifin muhalefetinin derecesini ve durumunu bilmek:

Selefin menhecine muhalefet eden insanlar tek derecede değildir. Uzaklıkları ve yakınlıkları bir değildir. Onlara nasıl muamele edileceğini bilmek için bu konumu takdir etmek gerekir. Öncelikle dinleri nedir, bağlandıkları görüşleri ve fiilleri nelerdir, dayanakları nedir, neyle hükmediyorlar bilinmesi gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ * إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Allah, din konusunda sizinle savaşmayanlara, sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için arka çıkanları velî edinmenizi yasaklar. Kim onları velî edinirse, artık onlar zalimlerin kendileridir.” (Mumtehine 8-9)
Mucahid b. Cebr rahimehullah dedi ki: “Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’nın ailesi ona bir koyun kesti. İbn Amr gelince şöyle dedi:
“Yahudi komşumuza da ondan hediye ettiniz mi? Yahudi komşumuza da hediye ettiniz mi? Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
Cibril bana komşuyu o kadar çok tavsiye etti ki neredeyse onun varis kılınacağını zannettim.”[8]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kendisine hizmet eden bir yahudi gencin evine giderek ona hasta ziyaretinde bulundu, başının yanında oturarak ona:
Müslüman ol” buyurdu. Genç, yanında bulunan babasına baktı. O da ona:
“Ebu’l-Kasım (sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaat et” dedi. Bunun üzerine genç müslüman oldu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem çıkarken şöyle buyurdu:
Onu ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun.”[9]
İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir: “Müşrikler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ve müminlere karşı iki farkı konumda idiler. Harp ehli olan müşrikler savaşırlar ve kendileriyle savaşılırdı. Anlaşma ehli olan müşrikler ise savaşmazlar, onlarla da savaşılmazdı.”[10]

Anlaşma ehli kâfirler üç sınıftır:

Onlar Allah’ın kitabında ve nebevi sünnette; zimmet ehli olanlar, kendileriyle anlaşma bulunanlar ve eman sahipleri olarak üç sınıfta zikredilirler.
Zimmet ehli: Müslümanlar beldeleri feth ettiklerinde kâfirler verecekleri cizye karşılığında güvence altında tutulurlar. Onlar Müslümanların hükmü altında yaşayan ve beytu’l-mâle cizye ödeyen kâfirlerdir.
Kendileriyle anlaşma bulunanlar: Müslümanların yöneticisiyle barış anlaşması yapan, belli bir süreyle savaşmama kararı alan ülkelerdeki kâfirlerdir. Bazı âlimler böyle anlaşmaların on seneyi geçemeyeceğini belirtmişlerdir.
Eman sahipleri: Müslümanların ülkelerine özel izinle giriş yapan kâfirlerdir. Müslümanların yöneticisinin mektuplarını ulaştıran elçiler, ticaret yapmak için gelenler ve müslümanların maslahatları için ülkeye giriş yapanlar böyledir.
Amr b. el-Hamik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
أَيُّمَا مُؤْمِنٍ أَمَّنَ مُؤْمِنًا عَلَى دَمِهِ فَقَتَلَهُ فَأَنَا مِنَ الْقَاتِلِ بَرِيءٌ
Herhangi bir mümin, herhangi bir mümine kanı hususunda eman verir ve onu öldürürse ben o katilden berîyim.”[11]
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ أَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَنْ تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللَّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Bir ümmetin, bir ümmetten sayıca daha çok olması dolayısıyla, aranızdaki yeminleri hile kılarak, ipini iyice büktükten sonra bozan kadın gibi olmayın. Zira Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Kıyamet günü de, üzerinde ihtilaf ettiğiniz şeyleri size elbette açıklayacaktır.” (Nahl 92)
Mücahid, bu âyet-i kerimeyi şöyle izah etmektedir: “Cahiliye döneminde insanlar birbirleriyle anlaşma yapıp taraftarlar edinirlerdi. Anlaşmayı yaptıktan sonra, kendileriyle anlaşma yaptıkları topluluklardan daha güçlü ve sayıca da daha çok olanlarını bulunca, öncekilerle olan anlaşmalarını bozup o güçlü ve sayıca çok olanlarla anlaşma yaparlardı. Böylece, kendileriyle daha önce anlaşma yaptıkları insanları, Allaha söz verdikleri halde aldatmış olurlardı. Allah Teâlâ onların bu hallerini, ipliğini iyice eğirdikten sonra onu tekrar çözen kadının haline benzetmiş ve Müslümanlara, yaptıkları anlaşmayı, başkalarına yaranmak için bozmamalarını emretmiştir.”[12]
Müslümanın harp halinde olmayan kâfirlerden birine, bedenine vurarak, öldürerek veya başka bir şekilde saldırması haramdır.[13]
Nitekim Buhari, Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan merfuan şu hadisi rivayet etmiştir:
مَنْ قَتَلَ مُعَاهَدًا لَمْ يَرَحْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ أَرْبَعِينَ عَامًا
Kim bir anlaşmalı (kâfiri) öldürürse cennetin kokusunu alamaz. Hâlbuki cennetin kokusu kırk senelik mesafeden duyulur.”[14]
Hişam b. Hâkim b. Hizam Şam’daki Nabıtalara uğrayıp onları güneşte ayakta bekletildiklerini gördü. “Mesele nedir?” diye sorunca, “Cizyeyi vermediler” dediler. Dedi ki: “Şehadet ederim ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: “Muhakkak ki Allah dünyada insanlara azab edenlere azap eder.”[15]
İmam Ahmed ve Nesai, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından birinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
Zimmet ehlinden birini öldüren, cennetin kokusunu dahi alamaz.”[16]
Müslümanın, harbî olmayan kâfirlerden birini alışverişte aldatması veya haksız yere mallarından bir şey alması haramdır ve onlara emanetlerini iade etmesi vaciptir.[17] Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
Dikkat edin! Kim bir anlaşmalıya zulmederse, onun hakkından eksiltirse, gücünün üstünde yük yüklerse veya rızası olmadan ondan bir şey alırsa kıyamet günü ondan ben davacı olurum!”[18]
Müslümanın harbî olmayan kâfirlerden birini sözle kötülemesi, onlara yalan söylemesi haramdır. Zira Allah Teâla’nın şu kavli umumidir: “İnsanlara iyi (söz) söyleyin” (Bakara 83)[19] Hatta onlara yumuşak söz söylemesi, onunla sevgi izharı olmayacak şekilde ve onlara zillet gösterip onları Müslümana tercih etmeyecek şekilde bütün güzel ahlaklar ile muhatap olması gerekir.
El-Karafi zimmet ehline iyilik kaidesi ile onlara sevgi kaidesi arasındaki farkı açıklarken şöyle demiştir: “İçten sevgi olmaksızın emredilen yumuşaklık; zayıflarına rıfk ile davranmak, fakirlerinin ihtiyaçlarını gidermek, açlarını doyurmak, çıplaklarını giydirmek, onlara korku ve zillet yoluyla değil, lütuf ve merhamet yoluyla yumuşak söz söylemek, komşuluklarında verdikleri ezaları izale etmeye yetecek güç bulunduğu halde, onlara korku ve saygıdan değil, lütuf olarak eziyetlerine tahammül etmek, onların hidayeti ve saadet ehlinden olmaları için dua etmek, dinleri ve dünyaları ile ilgili bütün meselelerinde nasihat etmek, biri onlara eziyet ettiğinde gıyaplarında onları korumak, mallarını, ailelerini, ırzlarını ve bütün hukuk ve maslahatlarını korumak, onlardan zulmün giderilmesinde ve haklarının onlara ulaştırılmasında yardım etmek, düşmanına en üstününden en düşüğüne bütün iyilikleri yapmak, bütün bunlar üstün ahlaktandır.”[20]
İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Daru’l-harbe eman (vize) ile giren müslümanın onların mallarına veya canlarına zarar vermeye hakkı yoktur. Çünkü onlar buna eman verdikleri zaman, kendisi de onlara eman vermiş olur. Bu konuda bir ihtilaf bilmiyoruz.”[21]
İmam Nevevi rahimehullah şöyle demiştir: “Müslüman daru’l-harbe (kâfir ülkesine) güvence ile girdiği zaman onlardan bir şey borç alarak veya çalarak daru’l-islama dönerse bu malı iade etmesi gerekir.”[22] İbn Kudame rahimehullah da el-Mugni’de benzerini zikretmiştir.

Kâfirlerin Mallarını Almanın Caiz Olduğu Haller

Kâfir eman ile girmezse veya harbî olan kâfir kendi ülkesinden çıktığında ona galip gelinirse malını almak caiz olur. Ama eğer kendileriyle barış anlaşması bulunan kâfirlerden ise mallarını almak caiz değildir.

Kâfirlerle Dünyevî Muameleler

Kâfirlerle ticari alışverişler gibi mubah olan muamelelerde bulunmak caizdir. Aişe radiyallahu anha şöyle demiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir Yahudiden belli bir vadeyle yiyecek satın aldı ve demirden zırhını da rehin olarak verdi.”[23]
Onlarda bulunan dünyevi ilimlerden faydalanmakta bir sakınca yoktur. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebu Bekr radiyallahu anh, müşriklerden Beni Dîl’den bir adamı rehber olarak ücretle tutmuşlardır.[24]

5- Muhaliflerin zahirlerine göre muamele edilir, sırların velisi Allah’tır:

Zahirde bir delil olmaksızın niyetler üzerinden hükmetmek, zanlarla fasık saymak caiz değildir.
Usame b. Zeyd radiyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi Araplardan düşman bir kavim olan Huraka’ya gönderdi. Sabah onlara baskın yaptık ve hezimete uğrattık. Ben, Ensar’dan biriyle beraber onlardan bir adama yetiştik. Onu yere indirdiğimizde adam:
“La ilahe illallah” dedi. Ensarî olan adamı öldürmekten çekinerek elçekti. Bunun üzerine mızrağımı saplayıp adamı öldürdüm. Döndüğümüzde bu durum Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca buyurdu ki:
Ey Usame! La ilahe illallah dedikten sonra onu öldürdün mü? Kıyamet gününde la ilahe illallah sözüyle geldiğinde ne yapacaksın?” Ben dedim ki:
“Adam silahtan korkusundan sığınmak için bunu söyledi, sözü gerçek değildi.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Onun kalbini yarıp bunu gerçekten mi söylüyor, yoksa silah korkusundan mı söylüyor diye bakmadın mı?” Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, o günden önce müslüman olmamış olmayı temenni eder oldum. Çünkü İslam kendisinden öncekileri silip atar. Bu andan önce müslüman olmamış olmayı, o adamı öldürdükten sonra müslüman olmamı ve islamımın bundan öncekileri silmiş olmasını temenni ettim.”[25]
 İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Harbî bir kâfir kılıcı görünce müslüman olduğunda ister bağlı, ister serbest olsun, onun islamının sahih olduğu hususunda müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur. Onun küfürden tevbesi kabul edilir. O kişinin iç durumu zahirinin aksine dahi olsa böyledir.”[26]
İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Kullar ancak zahirde olan söz ve fiillerle mükelleftirler. Sırların (gizli hallerin) doğrusunu ancak Allah bilir.”[27]
İbn Hacer el-Askalanî rahimehullah dedi ki: “İmanı izhar etmek öldürülmekten korur. Âlimler dünya hükümlerinin zahire göre olduğu, sırların velisinin Allah olduğu ve kıyamet gününde buna göre hesaba çekeceği hususunda icma etmişlerdir.”[28]
Nitekim Buhârî’nin Sahih’inde Enes radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
Kim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o müslümandır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti onun hakkında geçerlidir. Allah’ın zimmetini delmeyin, aşmayın ve Allah’ın ahdini bozmayın.”[29]
Hafız İbn Hacer rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanların durumları zahirlerine göre yorumlanır. Kim dinin şiarını yani la ilahe illallah sözünü izhar ederse, bunun aksini izhar etmediği sürece onun ehlinin hükümleri ona uygulanır.”[30]
O halde hükmün dayanağı zahirdir. Küfür, şirk veya zındıklık izhar ederse meselenin hükmü buna göre değişir.
Mesela bir kimse ayağını mushafın üzerine koyduğu halde “la ilahe illallah” derse onun zahirinin tevhid ve islam olduğu söylenemez! Çünkü onun diğer bir zahiri bu sözü nakzetmektedir.
Allah’tan başkasından manevi yardım talebinde bulunan ve Allah’tan başkasına seslenerek şirk koşan bir kimse “la ilahe illallah” derse, bu kimseye “Senin zahirin İslam üzeredir” denmez. Çünkü diğer bir zahir onu nakzetmektedir. Böyle kimselerin nifakı küfür olan nifaktır. İslam kadısı böyle kimseleri tevbeye çağırır, tevbe etmedikleri takdirde küfür veya şirklerinden dolayı mürtet haddi uygular.
Lakin la ilahe illallah deyip de kendisinden bu sözü bozan bir zıt zahir olmayan kimseler, canı ve malı koruma altında olan müslümanlardır. Allah’ın zimmeti ve rasulünün zimmeti bu kimseler hakkında geçerlidir.

6- İslam ile gururlanmak ve onunla üstünlük duymak:

Bizler hak üzerinde olduğumuza, kâfirlerin ise batıl üzere olduğuna itikad ediyoruz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ
O halde biz veya siz, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.” (Sebe 24)
Kim yüzünü Allah’a teslim etmişse o hak üzeredir, kim de yüz çevirmişse o da bâtıl üzeredir. Şu halde kâfirlere karşı muamelenin esası, öncelikle üzerinde bulunduğumuz hak ile gururlanmamız, iman ile üstünlük duymamızdır. Dünya ve ahirette müslüman ile kâfiri eşit göremeyiz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ*مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Biz müslümanları o günahkârlar gibi kılar mıyız hiç? Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?” (Kalem 35-36)
لا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ الْفَائِزُونَ
Ateş halkı ile cennet halkı bir olmaz. Cennet halkı umduklarına kavuşup mutluluk içinde olanların ta kendileridir.” (Haşr 20)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ
Gerçek şu ki, ister kitap ehlinden, ister müşriklerden olsun, inkâr edenler, cehennem ateşindedirler, orada daimidirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.” (Beyyine 6)
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلامِ دِيناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ
Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul edilmeyecektir. Muhakkak ki o ahirette de hüsrana uğrayanlardandır!” (Âl-i İmran 85)
وَلا تَهِنُوا وَلا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ 
Gevşemeyin ve üzülmeyin; eğer mü’minler iseniz en üstün olan sizsiniz!” (Al-i İmran 139)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِي أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ، وَلَا يَهُودِيٌّ، وَلَا نَصْرَانِيٌّ، ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ
Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şu Yahudi ve Hristiyanlardan, beni işitip de haberdar olan, sonra beraber gönderilmiş olduğum hükümlere inanmadığı halde ölen bir kimse yoktur ki cehennem ashabından olmasın!”[31]
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
مَا مِنْ أَحَدٍ يَسْمَعُ بِي مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ وَلَا يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ وَلَا يُؤْمِنُ بِي إِلَّا دَخَلَ النَّارَ فَجَعَلْتُ أَقُولُ أَيْنَ تَصْدِيقُهَا فِي كِتَابِ اللَّهِ؟ حَتَّى وَجَدْتُ هَذِهِ الْآيَةَ {وَمَنْ يَكْفُرُ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ} قَالَ: الْأَحْزَابُ الْمِلَلُ كُلُّهَا
Bu ümmetten Yahudi ve Hristiyan kim beni işitip de bana iman etmeyecek olursa mutlaka cehenneme girer.” İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:
“Ben Allah’ın kitabında bunu doğrulayan nerede demeye başladım. Sonunda şu ayeti buldum:
Artık bu gruplardan kim onu tanımaz ve inkâr ederse bilsin ki ona vaad edilen yer ateştir.” (Hud 17) Gruplar (ahzab) ise bütün din mensuplarıdır.”[32]
Kadı Iyaz rahimehullah şöyle demiştir: “Bu yüzden müslümanların dininden başka bir dine boyun eğen herkesi veya onlar hakkında duraklayıp tereddüt eden yahut onların yolunu doğru gören herkesi tekfir ederiz.”[33]
Yani Budist, Hinduist, Yahudi, Hristiyan, Mecusi gibi İslam’dan başka bir dine mensup herkes tekfir edilir. Bir kimse bu din mensuplarının tekfirinde duraklarsa kafir olur. Çünkü bu hiçbir gizliliği olmayan açık bir hakikattir. Onlar hakkında Allah’ın hükmüyle hükmetmemiş olur. Bundan dolayı Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah İslam’ı bozan maddeler arasında:
“Müşrikleri tekfir etmeyen, onların kâfir oluşunda tereddüt eden veya onların mezhebini doğru gören kimsenin kâfir olacağında icma vardır” der.
Ne dünya hükümlerinde ne de ahiret hükümlerinde müslüman ile kâfir eşit değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لا يقتل مسلم بكافر
Bir müslüman kâfire karşılık (kısas olarak) öldürülemez.”[34]
Aynı ülkede yaşamaları sebebiyle müslümanlarıla kâfirlerin eşit haklara sahip oldukları görüşü sapmış bir görüştür.
El-Lecnetu’d-Daime şöyle fetva vermiştir: “Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer kâfirlerle müslümanlar arasında vatandan başka fark görmeyen, onların hükümlerini bir tutan kâfirdir.”[35]
Bu yüzden münafıklar din üzerine kurulu hükümlerde farklılık gözetilmesine karşı çıkarlar. Müslüman kadının hristiyan erkekle evlenmesini caiz görürler ve derler ki: “Aynı ülkenin vatandaşı oldukları zaman vatandaşlık hükümlerinde eşittiler.” Böylece Allah’ın dinine ters düşerek müslüman ile kâfiri eşit sayarlar.
Müslüman erkeğin kitap ehli kadınlarla evlenmesi mubah olup müslüman kadının kitap ehli erkekle evlenmesi haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ
Sizden önce kitap verilenlerden iffetli kadınlar… sizin için helâldir.” (Maide 5)
وَلا تُنكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُوا 
Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın.” (Bakara 221)
Âiz b. Amr radıyallahu anh’den: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
   الإِسْلامُ يَعُلُوْ وَلا يعُلَى عَلَيْهِ
İslam üstün gelir, ona üstün gelinmez.”[36]
Ömer radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 
إِنَّ هَذَا الدِينَ يَعْلُو وَلا يعُلَى
Muhakkak ki bu din üstün gelir, ona üstün gelinmez.”[37]
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir:  “Hristiyan veya Yahudi bir erkeğin nikâhı altında bulunan bir kadın Müslüman olursa, araları ayrılır. İslam üstün gelir, ona üstün gelinmez”[38]
İslam’a giren kâfir kutlanır ve İslam’dan irtidat eden müslüman öldürülür.

7- Kâfirlere benzememek ve onlara muhalefet etmek.

Nitekim kâfirlere benzemek yasaklanmıştır. İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
بُعِثْتُ بَيْنَ يَدَيِ السَّاعَةِ بِالسَّيْفِ حَتَّى يُعْبَدَ اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ وَجُعِلَ رِزْقِي تَحْتَ ظِلِّ رُمْحِي وَجُعِلَ الذِّلَّةُ وَالصَّغَارُ عَلَى مَنْ خَالَفَ أَمْرِي وَمَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
Kıyametin önünde, kılıçla gönderildim ki hiçbir şey ortak koşulmadan yalnızca Allah’a ibadet edilsin. Rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı. Emrime muhalefet edenlere zillet ve küçüklük yazıldı. Kim kendini bir kavme benzetirse onlardandır.”[39]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Hadisin zahiri onlara benzeyenin küfrünü gerektirse de, bu tehditin en düşük derecesi onlara benzemeyi haram kılmasıdır.”[40]
Es-San’ani bu hadisi şerh ederken şöyle demiştir: “Âlimler dediler ki; görünüşte kâfire benzemek ve onun gibi itikad etmek küfürdür. Eğer onun gibi itikad etmezse bu hususta fakihler arasında ihtilaf vardır. Hadisin zahirinde geldiği üzere “kâfir olur” diyen de, “kâfir olmaz fakat te’dip edilir” diyen de vardır.”[41]
Kâfirlere has olan özelliklerinde, adetlerinde ve ibadetlerinde onlara her türlü benzeyiş haramdır. Adetlerle kastedilen, onları başkalarından ayıran, kendilerinin alameti olan konulardır. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sakalını kesip bıyığını uzatmış olan mecusiye karşı çıkmıştır. İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
“Dış görünüşlerdeki şekil benzerliği, iç âlemdeki benzerliği de beraberinde getirir.”[42]
Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ تَشَبَّهَ بِغَيْرِنَا فَلَيْسَ مِنَّا وَلَا تُسَلِّمُوا بِتَسْلِيمِ الْيَهُوَدِ وَالنَّصَارَى فَإِنَّ تَسْلِيمَ الْيَهُوَدِ بِالْأَكُفِّ وَتَسْلِيمَ النَّصَارَى بِالْإِشَارَةِ
“Kendisini bizden başkalarına benzeten bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanların selamıyla selam vermeyin. Zira Yahudilerin selamı avuç içiyle selamlamalarıdır. Hristiyanların selamı ise işarettir.”[43]
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi feth ettiği zaman şöyle buyurdu:
إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَرَسُولَهُ حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْخَمْرَ وَثَمَنَهَا وَحَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَثَمَنَهَا وَحَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْخَنَازِيرَ وَأَكْلَهَا وَثَمَنَهَا وقال قُصُّوا الشَّوَارِبَ وَاعْفُوا اللِّحَى وَلَا تَمْشُوا فِيَ الْأَسْوَاقِ إِلَّا وَعَلَيْكُمُ الْأُزُرُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنَّا مَنْ عَمِلَ بِسُنَّةِ غَيْرِنَا
Şüphesiz Allah Azze ve Celle ve rasulü size sarhoş edici içkileri ve onun ücretini haram kılmıştır. Ölü etini ve ücretini size haram kılmıştır. Domuzları, onu yemeyi ve ücretini size haram kılmıştır.” Yine şöyle buyurdu:
Bıyıkları kısaltın, sakalı serbest bırakın. Üzerinizde izar olmadıkça çarşılarda yürümeyin. Muhakkak ki bizden başkasının sünnetiyle amel eden bizden değildir.[44]
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma'dan rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
مَنْ مَرَّ بِبِلاَدِ الْأَعَاجَمِ (وفي رواية بَنَى بِأَرْضِ الْمُشْرِكِينَ) فَصَنَعَ نَيْرُوزَهُمْ وَمِهْرَجَانَهُمْ وَتَشَبَّهَ بِهِمْ حَتَّى يَمُوتَ وَهُوَ كَذَلِكَ حُشِرَ مَعَهُمْ يَوْم الْقِيَامَة
"Her kim, acemlerin ülkesinden geçerse (başka bir rivâyette: Müşriklerin diyârında ikâmet ederse), onlarla beraber onların Nevruz ve Mihricân bayramlarını kutlar ve ölünceye kadar bu hâl üzere onlara benzerse, kıyâmet günü onlarla beraber haşrolur."[45]
İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
خَالِفُوا سُنَنَ الْمُشْرِكِينَ
“Müşriklerin âdetlerine muhalefet edin.”[46]

8- Kâfirlerin şirk ve küfürlerinden teberrî etmek, onlara yakınlık göstermemek:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَأَذَانٌ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللَّهَ بَرِيءٌ مِنْ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ
Ve büyük hacc günü, Allah ve rasulünden insanlara Allah ve rasulünün, müşriklerden kesin olarak uzak olduklarına dair bir ilandır.” (Tevbe 3)
لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasulü’ne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mucadele 22)
وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ
Sizden her kim onları veli edinirse muhakkak o da onlardandır.” (Maide 51)
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Velayet, adavetin (düşmanlığın) zıddıdır. Velayetin aslı sevgi ve yakınlıktır. Adavetin aslı ise nefret etmek ve uzaklaşmaktır.”[47]
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمْ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لا تُنصَرُونَ
Bir de zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (Hud 113)
Devam edecek inşaallah...


[1] Beydavî Envaru’t-Tenzil (2/303)
[2] Minhacu’s-Sunne (5/79)
[3] Sahih. Ebû Dâvûd (3536) Tirmizî (1264) Ahmed (15462) el-Elbani Sahihu’l-Cami (240)
[4] Ebû Dâvûd Zühd (83) İbn Hibbân Ravdatu’l-Ukala (90)
[5] Er-Reddu Ale’l-Bekri (2/494)
[6] Hasen mevkuf. Taberî (20/432) Buhârî (muallak olarak 3/184) Fethu’l-Bari (8/423) Beyhaki (7/45)
[7] El-Ukudu’d-Durriyye Min Menakibi Şeyhi’l-İslam Ahmed b. Teymiyye (303)
[8] Muslim'in şartına göre sahih. Tirmizî (1943) Ebû Dâvûd (5152) Beyhakî Ma’rife (8157-58) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (791)
[9] Sahih. Buhârî (1356)
[10] Sahih. Buhârî (62)
[11] Hasen. Ahmed (5/223, 437) İbn Hibban (13/320) Bezzar (6/285) Taberani Evsat (8/5) İbnu’l-A’rabî, Mu’cem (612)
[12] Taberi (17/284)
[13] Bkz.: el-Veciz (2/201, 202) ez-Zevacir (403. Büyük günah) Mevahibu’l-Celil (3/360) Abdulaziz b. Baz Mecmuu fetava (3/1039, 1047) İhtilafu’d-Dareyn (s.123, 124, 130)
[14] Sahih. Buhari (3166)
[15] Sahih. Muslim (2613)
[16] Sahih. Ahmed (4/237, 5/369) Nesai (4763) Elbani Gayetu’l-Meram (450)
[17] bkz.: Abdurrazzak (6/91-94) Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/73)
[18] Sahih. Ebu Davud (3052) Beyhaki (9/205) birbirini destekleyen birçok isnadlarla rivayet etmişlerdir. El-Iraki ve es-Sehavi isnadını kuvvetli görmüşlerdir. Bkz.: Mekasidu’l-Hasene (1044) es-Silsiletu’s-Sahiha (445)
[19] Bkz.: Şeyh Abdulaziz b. Baz Fetava (3/1047)
[20] el-Furuk (3/15 fark 119) Bkz.: Fetava’l-Lecneti’d-Daime (2/21, 43, 62)
[21] El-Umm (4/275)
[22] Ravzatu’t-Talibin (10/291)
[23] Sahih. Buhârî (2068, 2386) Muslim (1603)
[24] Sahih. Buhârî (2263)
[25] Sahih. Buhârî (4269) Muslim (288)
[26] Es-Sarimu’l-Meslul (5/31-32)
[27] El-Umm (1/259)
[28] Fethu’l-Bari (12/273)
[29] Sahih. Buhârî (391)
[30] Fethu’l-Bari (1/496)
[31] Sahih. Muslim (153) Hemmam b. Munebbih, Sahife (90) Ebu Avane (1/97) Ahmed (2/317, 350) Şerhus Sünne (1/104) İbni Mende İman (88) İbni Mende Tevhid (s.194) Tayalisi (43) Taberi (2/235) Ebu Nuaym Hilye (4/308)
* Ebu Musa radıyallahu anh’den Buhari ve Muslim’in şartlarına göre sahih isnadla. Nesai el-İgrab (24) Nesai, Sunenu’l-Kubra (11241) Tayalisi (509) Ahmed (4/396, 398) Said b. Mansur, Sunen (5/341) Said b. Cubeyr’in Ebu Musa radıyallahu anh’den işitmediği şeklinde illetlendirilmiştir. Ancak el-Herevî, Zemmu’l-Kelâm’da (no:1455) hadisin Berid b. Abdillah b. Ebi Burde – Ebu Burde b. Ebi Musa – Ebu Musa radıyallahu anh tarikiyle sabit olduğunu zikretmiştir
[32] Buhârî'nin şartına göre sahih. Hâkim (2/372)
[33] Kadı Iyaz eş-Şifa (2/286)
[34] Sahih. Buhârî (84)
[35] Fetva’l-Lecneti’d-Daime (1/782)
[36] Hasen. Halife b. Hayyat Musned (39) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (8/240) Beyhaki (6/205) Darekutni (3/252) er-Ru’yani (783) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/38) İbn Hacer, et-Taglik (2/489)
* Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den şahidi: Bahşel, Tarihu Vasıt (1/155)
[37] Sahih. Taberani Evsat (6/126) Abdurrahman el-Makdisi, Hadisu İsa b.Meryem ve’t-Tayr ve’d-Dub (el yazma no: 2) İbn Asakir Tarih (4/383) Beyhaki Delailu’n-Nubuvve (6/37) Ebu Nuaym Delail (275)
[38] Sahih mevkuf. Tahavî Şerhu Meani’l-Asar (3/257) Ebu Ubeyd el-Emval (327) İbn Zencuye el-Emval (506)
[39] Sahih. Ahmed (2/50, 92) Ebu Davud (4031) İbn Ebi Şeybe (4/212) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (216) Tahavi Muşkilu’l-Asar (231) Abd b. Humeyd (848). El-Elbani, el-İrva (1269) Ebu Davud ve Ahmed b. Hanbel’in isnadlarında hakkında ihtilaf edilen Abdurrahman b. Sabit b. Sevban bulunmasından dolayı Şuayb el-Arnaut zayıf demiştir. Lakin Ahmed b. Hazlem’in, Hadisu’l-Evzai cüzünde (s.31 no:30) ve Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar adlı eserinde (1/238) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde İbn Sabit yerinde el-Evzai vardır. Bu mutabi ile hadis sahihtir. Ayrıca hadisin şahitleri de vardır. Bu hadisi muhaddislerin geneli hasen ve sahih olarak değerlendirmişlerdir. Bkz.: Darekutni el-İlel (9/272) Iraki el-Muğni (1/217) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271) Busayri İthafu’s-Sadetil-Mahera (4/484) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/509) Suyuti Camiu’s-Sagir (8593) Elbani (Sahihu Ebi Davud, Gayetu’l-Meram, Cilbabu’l-Mer’e)
[40] el-İktiza (1/241)
[41] Subulu’s-Selam (4/338)
[42] İktizau’s-Sirat (1/548)
[43] Hasen. Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (1/289 no: 503) Bkz.: Nesai Sunenu’l-Kubra (6/92)
[44] Hasen ligayrihi. Taberani (11/152) Deylemi (5268) el-Elbani Sahihu’l-Cami (5439)
[45] Sahih mevkuf. Beyhakî (9/234) Hakîm et-Tirmizi Nevadiru’l-Usul (1/255) Dulabi el-Kuna (3/1048) İbn Kayyım, Ahkamu Ehli’z-Zimme (1/723-724)
[46] Sahih mevkuf. İbn Ebi Şeybe (7/119).
[47] Mecmuu’l-Fetava (11/160)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)