4- Münafıklar küfrü açıkça ortaya koydukları ve bunun açık delillerle sabit olması halinde onlara kâfirlere yapılan muamele yapılır ve irtidat haddi uygulanır:
İslam devletinde kadı, küfrünü izhar eden münafıklara
işledikleri küfre dair hüccet ikame eder, tevbeye çağırır. Tevbe etmediği takdirde
irtidat cezası olarak ölümüne hükmeder.
Abbasilerin salih halifelerinden el-Mehdî rahimehullah,
dinin maslahatına en çok özen gösterenlerdendi. Bu yüzden zındıkları araştırmak
üzere özel bir bakanlık kurmuştu. Zira mecusiler İslam dinine girmiş gibi
görünerek birçok fitneler çıkarıyorlar, dini lekelemek için uydurma hadisler
yayıyorlardı.
Zındıklar; büyük nifakla münafık olanlardır. İslam’ı izhar
ederler ve kalplerinde küfrü gizlerler.
İbn Kudame rahimehullah
şöyle der: “Zındık; İslam’ı izhar edip küfrünü gizleyen münafık demektir. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında münafık diye isimlendirilenler, bu
günümüzde zındık diye isimlendirilmektedir.”[1]
Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem de zındık kelimesini, tıpkı İbn Kudame’nin
açıkladığı manada kullanmıştır:
Râfi' b. Hadîc radiyallahu anh’deni: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Ümmetimde, Yahudi ve Hristiyanların inkâr ettikleri gibi Allah’ı ve
Kur’ân’ı farkında olmadan inkâr edecek bir topluluk olacaktır.” Dedim ki:
“Allah beni sana feda kılsın, bu nasıl olacak ey Allah’ın rasulü?” şöyle
buyurdu:
“Kaderin bir kısmını kabul, bir kısmını inkâr edecekler” Ben: “Ne
diyecekler ey Allah’ın rasulü?” Şöyle buyurdu:
“Hayr Allah'tan, şer ise Iblis'tendir
diyorlar. Bu düşünceyle Allah'ın kitabını okurlar. Böylece iman ettikten ve
bilgisine ulaştıktan sonra Kur'ân'ı inkâr ederler. Ümmetim bunlardan nice
düşmanlık, kin ve tartışmalar görecektir. Onlar, bu ümmetin zındıklarıdırlar.
Onların zamanında yönetici zulmeder. Keşke mesele zulüm, taşkınlık ve
kayırmacılıkla kalsaydı. Ayrıca Allah onların üzerine bir veba gönderecek ve
genelini yok edecektir. Ardından suretleri hayvan suretine dönüştürülecek ve yerin
dibine geçirileceklerdir. Bundan pek az kimse kurtulacaktır. O gün mü'minin
sevinci az, üzüntüsü büyük olacaktır. Sonra Allah, onların genelini maymunlara
ve domuzlara dönüştürecektir. Bundan sonra yakın bir zamanda Deccal
çıkar…”[2]
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki:
سَيَكُونُ فِي أُمَّتِي
مَسْخٌ وَذَلِكَ فِي الْقَدَرِيَّةِ وَالزَّنْدَقِيَّةِ
“Ümmetimde suret değiştirilmesi olacaktır. Bu da Kaderiyye ve
zındıklarda olacaktır.”[3]
Ahmed b. Gassan
şöyle demiştir:
قُلْتُ لِحَمْدَوَيْهِ بِأَيِّ
شَيْءٍ تَعْرِفُ الزَّنَادِقَةَ؟ قَالَ الزَّنَادِقَةُ ضُرُوبٌ وَلَكِنْ مَنْ
رَأَيْتَهُ يَقُولُ إِنَّ اللَّهَ لَا يَرَى وَأَنَّ الْقُرْآنَ مَخْلُوقٌ فَهُوَ
زِنْدِيقٌ
“el-Hamduye’ye
dedim ki: “Zındıkları hangi şeyle tarif edersin?” dedim. Dedi ki:
“Zındıkların
türleri vardır. Lakin “Allah’ın (ahirette) görülmeyeceğini ve Kur’ân’ın mahlûk
olduğunu söyleyen kimseyi görürsen o bir zındıktır.”[4]
Zındığın had cezası hakkında İmam Malik rahimehullah şöyle
demiştir:
“Zındıklığı sabir olduğu zaman, tevbe ettiğini söylese dahi
öldürülür. Çünkü ona şöyle denilir: “Ne ekledin? Sen önceden de la ilahe
illallah diyordun fakat senin zındıklığından haberdar olduk. Öldürüleceksin ve
durumun Allah’a bırakılacak.”
“Fikir hürriyeti” ve “insan hakları” adı altında münafıkları
öven, onların sözlerini onaylayan, onların görüşlerini destekleyen hatta
onların fesat ve zındıklıklarını yaymalarına imkân sağlayanların durumu da
böyledir. Şüphesiz bu İslam’a karşı büyük bir emperyalizmdir. Fikir hürriyeti
sözünü makale, şiir veya hikâyelerle dine saldıran zındık ve münafıklar
hakkında kullanmaktadırlar!
5- Münafıkların nifak icrası için toplandıkları yerlerin (Dernekler, Dergâhlar, Cem Evleri, Yayınevleri vb.) yıkılması
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْرِيقاً بَيْنَ
الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَاداً لِمثَنْ حَارَبَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ
وَلَيَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ الْحُسْنَى وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ * لا تَقُمْ فِيهِ أَبَداً
“Zarar vermek, inkâr etmek, mü’minler arasına
ayrılık sokmak ve daha önce Allah’a ve rasulüne karşı savaşanı gözlemek için
mescid edinenler ve: “Biz iyilikten başka bir şey istemedik” diye yemin
edenler, Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. Sen bunun içinde hiç bir zaman durma.” (Tevbe 107-108)
Allah Azze ve
Celle, münafıkların şu sebeplerden ötürü mescid edindiklerini bildirmektedir:
1- Mü’minlere
zarar vermek
2- Küfrü
yaymak.
3- Mü’minlerin
arasını ayırıp insanları gruplara bölmek.
4- Allah ve
rasulüne karşı harp edenler için hazırlık amacıyla gözetlemek.
Günümüzdeki
dırar mescidi örnekleri; bid’at ehlinin dernekleri, sufilerin dergâhları,
rafizilerin cem evleri, din düşmanı gazete, dergi ve kitapların yayınlandığı
yayınevleri, konferans salonları, tiyatro ve opera binaları, kültür sanat
merkezi adı altındaki binalar, hülasa dine ve sahih akideye saldıran
zındıkların faaliyette bulundukları her türlü binalar…
6- Onları savunmamak ve onlar adına mücadele edene sövmenin caiz olması
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّا أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ
بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ وَلَا تَكُنْ
لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا * وَاسْتَغْفِرِ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ
كَانَ غَفُورًا
رَحِيمًا * وَلَا
تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنْفُسَهُمْ إِنَّ
اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا * يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا
يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللَّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ
مَا لَا يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا * هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
فَمَنْ يُجَادِلُ اللَّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْ مَنْ يَكُونُ
عَلَيْهِمْ وَكِيلًا
“Muhakkak ki biz sana kitabı hak ile indirdik ki insanlar arasında
Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Hainlerin savunucusu olma!
Allah’tan bağışlanma dile. Muhakkak ki Allah Ğafur ve Rahim olandır.
Nefislerine hainlik eden kimselerden yana mücadele etme. Muhakkak ki Allah çok
hain olan günahkâr olan kimseyi sevmez. İnsanlardan gizlenirler de Allah’tan
gizlenmezler. Hâlbuki geceleyin O’nun razı olmayacağı şeyleri kurarlarken O
onlarla beraberdi. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını kuşatmakta olandır. İşte
siz öyle kimselersiniz ki dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz; ya
kıyamet günü kim onlardan yana Allah ile mücadele edecek yahut kim onlar için
vekil olacak?” (Nisa
105-109)
Mü’minlerin
annesi Aişe radiyallahu anha, İfk hadisesini anlatırken şöyle demiştir:
“Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem kalkarak minber üzerine çıktı ve Abdullah b. Ubey b.
Selûl'den özür almak istedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minberde
iken şunu söyledi:
“Ey müslümanlar cemaatı! Ehl-i Beytim
hakkında ezası son dereceyi bulan bir adamdan benim özrümü kim alacak? Vallahi
ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmem. Ailemin yanına da ancak
benimle beraber girerdi.” Bunun
üzerine Sa'd b. Muâz El-Ensârî ayağa kalkarak:
“Senin özrünü ondan ben alırım ey Allah’ın
rasulü! Şayet Evs kabîlesindense boynunu vururuz. Kardeşlerimiz Hazrec'den ise
emir buyurursun, biz de senin emrini yaparız” dedi. Ardından Sa'd b. Ubâde
kalktı. Bu zat Hazrec kabilesinin reisi ve iyi bir adam idi. Lâkin hamiyyet
kendisini cahilleştirmişti. Sa'd b. Muâz'a:
“Hatâ ettin! Allah'a yemin ederim ki, onu
öldüremezsin. Öldürmeye kadir de değilsin!” dedi. Arkasından Useyd b. Hudayr
kalktı. Bu zat Sa'd b. Muâz'ın amcası oğluydu. Sa'd b. Ubâde'ye:
“Hatâ ettin! Allah'a yemin ederim ki, onu mutlaka öldürürüz. Sen gerçekten
münafıksın. Münafıklar namına mücâdele ediyorsun” dedi. Ve iki kabîle (yâni)
Evs ve Hazrec ayaklandılar. Hatta çarpışmaya niyetlendiler. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ise minberin üzerinde ayakta duruyordu. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem onları yatıştırmaya devam etti. Nihayet sustular.
O da sustu.”[7]
Nevevi dedi ki:
“Burada bâtıla taassub gösterene sövmenin cevazı vardır. Tıpkı Useyd b.
Hudayr’ın, münafık için taassup yapan Sa’d b. Ubade’ye: “Muhakkak ki sen
münafıkları savunan bir münafıksın” demesi gibi. O burada hakiki nifakı
kastetmemiş, “Sen münafıkların yaptığı fiili yapıyorsun” demek istemiştir.[8]
Nitekim
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Usayd b. Hudayr radiyallahu anh’ın bu
sözüne sükût etmiş, bu ibareyle ilgili bir şey söylememiş ve karşı çıkmamıştır.
Şüphesiz akraba
dahi olsalar, münafıklar adına mücadele etmek ve onları savunmak yasaklanmış
bir iştir. Bu yüzden Allah Teâlâ, onların durumunu ve onlarda bulunan
dünyalıkları aşağılayarak şöyle buyurmuştur:
فَلَا
تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ
وَلَا أَوْلَادُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ
أَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
“Şu halde
onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Doğrusu Allah, bunlar yüzünden
dünya hayatında onları azaba uğratmayı ve canlarının, kâfirler olarak, güçlükle
çıkmasını ister.” (Tevbe 55)
Yine Allah
Subhanehu ve Teâlâ, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i o münafıklardan biri
öldüğü zaman cenaze namazını kılmaktan yasaklamıştır. Bu da onları aşağılamada
son noktadır. Bizler biliyoruz ki imkân, mal ve çocuk sahipleri adeten saygı ve
hürmet görürler. Lakin ayet bundan açıkça yasaklamaktadır. Bu yasaklama,
onların aşağılanmasını gerektirir. Zira onların malları ve çocukları ancak
dünya ve ahirette azaplarına sebep olacaktır. Bu yüzden Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem münafıkları “Seyyid/efendi” gibi vasıflarla tazim etmeyi
yasaklamştır.
7- Münafıklara saygı göstermemek ve onları övmemek
Burayde radiyallahu anh dedi ki:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا تَقُولُوا لِلْمُنَافِقِ سَيِّدٌ، فَإِنَّهُ إِنْ يَكُ سَيِّدًا فَقَدْ أَسْخَطْتُمْ
رَبَّكُمْ عَزَّ وَجَلَّ
“Münafığa “efendimiz” demeyin. Zira o sizin
efendiniz olursa rabbiniz Azze ve Celle’yi öfkelendirmiş olursunuz.”[9]
Onlar İslam ve
müslümanlar hakkında işledikleri ameller ve suçlar sebebiyle saygıyı hak
etmeyen kimselerdir.
Muhakkak ki
münafık, insanlar arasında mertebesi yücelse, kuvvet ve zorbalık sebeblerine
sahip olsa da rabbi katında alçaktır:
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ
الْأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ
“Muhakkak ki
münafıklar ateşin en alt tabakasındadırlar.” (Nisa 145)
Bunun için
müslümanlar tarafından da aşağılanmaları, onlara saygı ve hürmet gösterilmemesi
gerekir. Nasıl böyle olmasın ki, Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
مَلْعُونِينَ
أَيْنَمَا ثُقِفُوا أُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْتِيلًا
“Hepsi de lânetlenmiş
olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler.” (Ahzab 61)
Şu halde onları dinleme ve itaat edilme hakları yoktur. Onların liderlik ve
başkanlıkları kabul edilemez.
Yönetim işi ve efendilik münafıklara verildiği zaman bu Allah Teâlâ’nın
öfkelenmesinin sebebidir ve bu helak olmanın alametlerindendir. Hasen el-Basrî
rahimehullah şöyle demiştir:
لَا
تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يَسُودَ كُلَّ قَوْمٍ
مُنَافِقُوهَا
“Her kavmin münafıkları efendi/lider olmadıkça kıyamet kopmaz.”[10]
Şikâyetimiz Allah’adır.
Bazı kimseler münafıkları övüyorlar ve onların batıllarına
sükût ediyorlar. Yahut onların sözlerini fikir hürriyetinden sayıyorlar. Bu ise
Allaha, rasulüne ve dine hıyanettir. O münafıklar küfürlerini süslüyorlar ve
çeşitli yayın araçlarıyla küfürlerini açıkça ortaya koyuyorlar. Bunlara sükût
etmek büyük bir suçtur! Çünkü bunun manası bu münafığın sözünü genele sıradan
bir sözmüş gibi yaymasıdır. Âlimler buna karşı çıkmıyor, davetçiler onun halini
beyan etmiyor ve ehli islam buna sükût ediyor!
Durum daha da çirkin bir hal almış, kendisini dine nispet
eden bazıları da o münafıkları övüyorlar! Hâlbuki karşı çıkmaları, onların
batıllarını açıklamaları gerekirdi!
Günümüzde
İslâmî fikir alanında ortaya atılan en tehlikeli meselelerden birisi de fikir
hürriyeti veya görüş özgürlüğüdür. İçerideki düşmanlar İslamî isimler altında
bu hamleyi yapmaktadırlar. Fikir savaşçıları bâtıllarını yerleştirmek için
kültürlü kimseler arasında bu zehri yayarak içirmektedirler.
Onlar,
sapıklık, fesat, ilhad, Allah’ın dinine muhalefet, O’nun emirlerinin dışına
çıkmak, İslâm akidesinin yıkılması, dinin esaslarının ve kurallarının
yaralanması gibi neticeleri arzulayarak fikir hürriyeti talep etmektedirler.
Şu an fikir hürriyeti adı altında yıkıcı
Bâtinî iddialara canlılık getirilmekte, bâtınî fikirlerle habis iftiralar
dayatılmaktadır. O zaman da dinine tutunan müslüman genç ayıplanmaktadır.
Sürekli olarak
düşünce ve inanç özgürlüğü ile aydınlanma iddia ederler. Sonra da bu
iddialarını unutarak müslümanlara bu özgürlüğü kapatırlar! İslamî unsurlar
ortaya çıktıkça, bu kimseler kalkıp “gericilik” ve “teröristlik” ithamlarını
seslendirirler!
Müslümanların,
insanları tarih öncesi asırlara döndürmek istediklerini iddia ederler! Hepsi de
bu konuda İslam ahkâmı hakkında bir müftü, bir fakihe dönüşüverir! İşte o anda
fikir ve inanç özgürlüğü diye attıkları sloganları unuturlar, hürriyet
iddialarıyla doldurdukları sayfaları, ufukları kaplayan sözleri bilmezden
gelirler. Lakin ortaya fırlayan birisi cahiliyye davasında bulunsa, bâtinî
fikirler ortaya atsa, Allah’ın dinine karşı saldırı yapsa, hemen onu savunmak
için süratle kalemleri harekete geçer, yayın organları ona açılır, eleştiri
gündeme gelse fikir hürriyeti namına ağıt yakarlar!
Sudan’da birisi
İslam ahkâmına karşı saldırı başlatmış, peygamberlik iddia etmiş ve kendisine
tabi olmadıkları için müslümanların âlimlerinin mürted olduklarını ilan
etmişti. Bu şahıs idam edildikten sonra da “Büyük İslam Mütefekkiri, büyük müceddid”(!)
için gözyaşları dökülmüş, gazeteciler, komunistler, şüpheciler ve meçhul
kimseler ağıt yakmış, hatta onun idamına hükmeden kadıyı deli olmakla
suçlamışlardı!
İnsanların karşısına başka bir fırlama çıkmış,
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in nebilerin sonuncusu olmadığını ilan
etmişti. O ve Bahaîlerden olan ortakları Allah’ın dinini tamamen değiştirmek
istemişler, İslam âlemindeki âlimlerin genelinin mürtet olduklarını
söylemişler, buna rağmen yazarlar fikir ve inanç hürriyeti adına onu müdafaa
için kalemlerini çalıştırmışlardı. Dindarlığı onların arzuladıkları şekilde
sunan böyle kimselerin fikirlerinin müsadere edilemeyeceğini savunarak: “Dinde
zorlama yoktur” ayetini suistimal ediyorlardı! Üstelik düşünce özgürlüğü adına
ağıt yakarken, kendilerine karşı çıkanları da dinden çıkmakla itham
ediyorlardı!![11]
Fikir hürriyeti adı altında İslam meydanında,
dinden varis olunan herşeyi yerle bir etmeye çalışan, geçmişten beri devam eden
ahlakî ve itikadî değerler hakkında hükmedici,
yeni bir mezhep ortaya çıkmıştır. Bu mezhebin put bekçileri ve kâhinleri
buna “modernizm/yenilikçilik” ismini vermişlerdir.[12]
Türkiye’de din
ve dindarlık aleyhtarı olan kimselerin gazetelerinde ve bütün yayınlarında,
Huseyin Atay, Yaşar Nuri Öztürk, İlhan Arsel, Turan Dursun, Zekeriya Beyaz gibi
isimleri savunuyorlardı. Şimdilerde ise Mustafa İslamoğlu, Cübbeli Ahmed Ünlü,
Nihat Hatipoğlu, Mehmet Okuyan gibi, din adına Kur’an ve Sünnet ile sabit
değerlere ihanet eden kimseleri ön plana çıkarıp revaca getirmektedirler.
Körlerle
sağırlar birbirlerini ağırlarken, tek sahih din menheci olan, Kur’ân ve Sünnet
esaslarına gereken değeri verip, başka bir kaynak tanımayan Selefiliği hep
birlikte hedef göstermekte, batıl mezhepler için tanıdıkları fikir ve inanç
özgürlüğü iddialarını unutarak Selefin yani sahabe ve tabiinin inandığı gibi
inanmaya tahammül edememektedirler.
Dünyada
Selefiliğin yüzünü çirkinleştirmek isteyen dış mihraklar, önce el-Kaide ve
en-Nusra, sonra İşid gibi terör örgütlerine imkânlar sağlayarak halkların
gözünde selefilik ile terörü özdeşleştirmeye çalışmışlardır.
İslam âleminde
Selefilerin karşı çıktığı; mezhep taklidi, re’y ve kıyas gibi unsurları meşru
saydırma girişimlerinde başarılı olmuşlar, bu durum Demokrasi küfrü için
yumuşak bir zemin hazırlamış, dayatmacı dikta yönetimlerine alternatif olarak
halklara demokrasiyi şirin göstermişler, göstermelik Arap baharı ve Türk baharı
tiyatrolarıyla demokrasi benimsetilmiş, her batıl ideolojinin önü açılmış,
fakat Kur’ân ve sünnete aykırı olan her unsura karşı çıkan selefilere bütün
yollar kapatılmış, toplumların ve grupların karşısında selefiler hedef
gösterilmiştir.
Fikir ve inanç
özgürlüğü putunu dikebilmek için Ebu Hanife’yi ön plana çıkarmayı tercih
etmişlerdir. Bunun sebebi, Ebu Hanife’nin Kur’ân ve sünnete aykırı olan bazı
inanç ve görüşlerinden dolayı kendi zamanında reddedilmiş bir kimse olmasıdır.
Onu bayraklaştırmaya çalışanlar Ebu Hanife’yi yalnızca suistimal etmek isteyen
kimselerdir. Fakat vermek istedikleri mesaj şudur: “Bu ümmetin selefi, Ebu
Hanife gibi büyük imamları bile reddetmişlerdir, bizim fikirlerimiz de Ebu
Hanife’nin fikirleri gibi olduğundan reddediliyor”
Böylece Ebu
Hanife’nin de berî olduğu sapık inançlarını ve bâtıl görüşlerini, onun ismini
etiket olarak kullanarak pazarlamak istemektedirler. Çünkü şunu çok iyi
bilmektedirler: Bu halk taklit ve gelenekçilik sebebiyle Ebu Hanife’yi
kutsamaktadır. Yoksa Ebu Hanifenin hayatı, mücadeleri, fikirleri ve itikadı
hakkında araştırmaya dayalı bir bilgiye sahip değillerdir. Kulaktan nasıl
dolduysa öyle yüceltmektedirler.
Gelenekçiliğe/Traditionalisme
tamamen karşı olan bu yenilikçi/Modernistler, geleneğin olumsuz yönü olan
taklitçiliğin bu fırsatını değerlendirmek istediler ve Ebu Hanife’yi kötü
emellerine alet ettiler.
Duygusal
malzemeleri çokça kullanan Mustafa İslamoğlu, Ebu Hanife’yi, “Kur’an mahlûktur”
şeklindeki küfür itikadını yaymak için kullanmak isteyince, böyle bir fikri
dile getirdiği zaman İslam ümmetinin âlimlerinin Ebu Hanife’yi bile
reddettiklerini delilleriyle açıkladım. O zaman birilerinin uydusu haline
gelmiş kimseler beni Ebu Hanife’ye hakaret, imamları saymamak gibi tuhaf
ithamlarla her köşede eleştirdiler. Yüzlerine tükürsem ya rabbi şükür
diyecekler!
Evet, her fikre
hürriyet tanıyorlar, Mutezilenin muasır imamı el-Cabiri, Cehmilik küfrünü
bağıra bağıra dile getiren M. İslamoğlu, Kur’an inkârcılığını Kur’an tefsiri
adı altında sunan Mehmet Okuyan, Allah’ın ilim sıfatını inkâr eden Abdulaziz
Bayındır, İslam’ın değerlerini alay konusu eden Cübbeli Ahmed ve benzerlerinin
kitaplarını satmakta, dağıtmakta hiçbir sakınca görmeyen kimseler, Kur’ân,
Sahih sünnet ve ümmetin selefinden delillerden başka bir şey yayınlamadığım
kitaplara asla tahammül edemiyorlar!
Bu yeni
mezhebin hedefi; dini, din değerlerini, inançları, ahlak değerlerini yenilik
adı altında bir kenara atmak, öncekilerle bağı tamamen kesip atmaktır.[13]
Herkesin
bilmesi gereken şeylerden birisi şudur: İslam, görüş hürriyetini İslam’ın
esasları dışına çıkmadığı sürece korur. Bu, dinde nasihatleşme ve içtihat
kapsamında sayılır. İslam’ın düşünce ve içtihadı tamamlama konusunda kesin
çizgileri vardır.
Lakin İslam,
küfür ve riddeti (dinden çıkmayı) korumaz. İbn Abbas radiyallahu anhuma, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوهُ
“Dinini
değiştireni öldürün.”[14]
İbn Mes’ud
radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا يَحِلُّ دَمُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ
يَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللهِ إِلَّا بِإِحْدَى
ثَلَاثٍ الثَّيِّبُ الزَّانِي وَالنَّفْسُ بِالنَّفْسِ وَالتَّارِكُ لِدِينِهِ
الْمُفَارِقُ لِلْجَمَاعَةِ
“Müslüman
kişinin kanı şu üç şeyden biri dışında helal değildir: evlilik yaşamış hür
kimsenin zina etmesi, cana karşı can (kısas olarak) ve cemaatten ayrılarak
dinini terk etmesi.”[15]
Allah Teâlâ’ya
ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’e veya dinde bilinmesi zorunlu olan bir
esasa dil uzatmak görüş hürriyetinden değildir. Kim böyle bir şey yaparsa
müslümanların önceki ve sonraki âlimleri onun kanı helal olan bir mürted olduğunu
söylemişlerdir. Allah Teâlâ böyle bir kimsenin, tevbe etmediği sürece hiçbir
amelini kabul etmez.
İbn Useymin’e
şöyle sorulmuştur: “Fikir hürriyeti sözünü çokça işitiyor ve okuyoruz. Bu,
inanç özgürlüğü davetidir. Buna ne açıklama yaparsınız?” O da şöyle cevap
vermiştir:
“Muhakkak ki
dinlerden dilediğine inanabilme konusunda özgür olduğuna inanan kişi kâfirdir.
Zira Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in dininden başka bir din edinmeye
genişlik gören bir inanca sahip olan kişi Allah Azze ve Celle’yi inkâr
etmiştir. Ondan tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe ederse eder, aksi halde
katledilmesi gerekir. Dinler, fikirler değildir. Lakin dinler, Allah Azze ve
Celle’nin, kullarının onunla amel etmeleri için rasullerine indirdiği vahyidir.
Fikir hürriyeti sözü ile din kastedilmektedir. Bu sözün İslamî kitapların
sözlüklerinden çıkarılması gerekir. Zira bu bozuk bir manada ele alınmaktadır
ve İslam’ın, Hristiyanlığın, Yahudiliğin birer fikir olduğu söylenmektedir. Bu
da dinlerin; dünyadaki fikirlerden ibaret olduğu, insanların bunlardan
dilediğini seçebileceği inancına sürüklemektedir. Hakikatte ise semavi dinler
Allah Azze ve Celle katından gelmiştir. İnsanın bunların Allah’tan bir vahiy
olduğuna, bunlarla Allah’a kulluk ettiklerine inanmaları gerekir. Buna fikir
denmesi caiz değildir.
Özetle: Kişinin
dilediği dini seçebilmesinin caiz olduğuna, bu konuda özgür olduğua inanan kişi
Allah Azze ve Celle’ye kâfir olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ
دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Kim
İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul edilmeyecektir. Muhakkak ki o
ahirette de hüsrana uğrayanlardandır!” (Âl-i İmrân 85)
إِنَّ
الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ
“Doğrusu
Allah katında din İslâm'dır.” (Âl-i İmrân 19)
Kişinin
İslam’dan başka bir dine inanması caiz değildir. Bunu caiz gören kimsenin
dinden çıkan bir kâfir olduğunu ilim ehli açıkça belirtmişlerdir.”[16]
[1]
El-Mugni (9/159)
[2]
Hasen. İbn Batta el-İbane (1517) el-Lalekai (1100)
Haris (735) Begavi Mucem (1022) Taberani (4/245) Hatib el-Muttefak (306) Acurri
eş-Şeria (389) Beyhaki Kader (201) Ebu Ahmed Hâkim Fevaid (7) Ukayli Duafa
(3/358) Deylemi (8271) Bunu Amr b. Şuayb’dan üç kişi rivayet etmiştir: Atiyye
b.Atiyye – Ata b. Ebi Rabah – Amr b. Şuayb yoluyla, Abdullah b. Lehia – Amr b.
Şuayb yoluyla ve İbrahim b. İsmail b. Ebi Habibe – Amr b. Şuayb yoluyla. Atiyye
b. Atiyye meçhuldür. İbn Ebi Habibe zayıftır. İbnu’l-Mukri, İbn Lehia’dan kitapları
yanmadan önce işittiği için bu tarik hasendir. Diğer tariklerle isnadı
kuvvetlenmektedir. Allah en iyi bilendir.
[3]
Sahih. İbn Batta el-İbane (1518) Firyabi el-Kader
(217) Ahmed (2/127) Ebu Davud (4613) Tirmizi (2152) Hakim (1/84) el-Lalekai
(1135)
[4]
İbn Batta, el-İbane (6/42 no:234)
[7]
Sahih. Buhârî (4750) Muslim (2770)
[8]
Nevevi, Muslim Şerhi (17/118)
[9]
Buhârî ve
Muslim'in şartlarına göre sahih. Ebu Said ed-Darimî Nakdu
Ale’l-Merisî (213) Ahmed (5/346) Ebû Dâvûd (4977) Buhârî Edebu’lMufred (760)
Hâkim (4/347) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (10073) Mehamili Emali (391) İbn Mende
et-Tevhid (279) İbnu’s-Sunnî Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle (391) İbn Ebi’d-Dunya es-Samt
(364) Ebu Nuaym Sifatu’n-Nifak (151) İbn Ahi Mimi ed-Dekkak Fevaid (586) Hatib
(5/454) Beyhakî Şuab (4/229)
[10]
Firyabi Sifatu’n-Nifak ve Zemmu’l-Munafikin (110)
[11]
Bkz.: Abdusselam el-Besyuni, el-Yesaru’l-İslâmî (s.72-74)
[12]
Bkz.: Avd el-Karnî, el-Hadasetu Fi Mizani’l-İslam (s.1226)
[13]
Avd el-Karni, el-Hadase (s.1226)
[14]
Sahih. Buhârî (3017)
[15]
Sahih. Buhârî (6484) Muslim (1676)
[16]
İbn Useymin Mecmuu Fetava (s.136)