Münafıklara Karşı Muamele Şekli
Büyük nifak sahibi zındıklar kâfirlerin
kısımlarındandır. Hatta daha şerlidirler. Bunlar dünya hükümlerinde zahiren
müslümanlarla aynı muameleyi görürler. Lakin ahirette en aşağı tabakada
olacaklardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنْ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ
لَهُمْ نَصِيراً
“Muhakkak ki münafıklar ateşin en alt tabakasındadırlar. Sen onlar için
asla bir yardımcı bulamazsın!” (Nisa 145)
Nifak lügatte insanın içinde gizlediği şeyin aksini
ortaya koymasıdır. Dindeki anlamı ise; imanı izhar edip içinde küfrü
gizlemektir.
Huzeyfe radıyallahu anh’e: “Münafık kimdir?” diye
sorulunca: “İslam’ı dile getiren ama onunla amel etmeyen kimsedir” dedi.”[1]
Hasen el-Basrî dedi ki: “Nifak iki kısımdır. Biri
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlamaktır ki bu tür nifak küfürdür.
Diğeri de kişinin hata ve günahlarından dolayı içine düştüğü durumdur. Böylesi
bir kişinin de bağışlanması umulur.”[2]
Münafıklar renkten renge girerek aldatırlar. Münafıklara
yapılacak muamele diğer kâfirlere yapılacak muamele gibi değildir. Çünkü
münafıklar İslam’ı izhar ederler. Yine onlara Allah için kardeş olan
müslümanlara yapıldığı gibi de muamele edilmez. Çünkü onlar içlerinde küfrü
gizlerler.
El-Evzaî rahimehullah dedi ki:
كاَنوُا لَا يُكَفِّرُونَ أَحَداً بِذَنْبٍ وَلَا يَشْهَدُونَ عَلَى أَحَدٍ بِشِرْكٍ
وَيَتَخَوَّفُونَ نِفاَقِ الْأَعْماَلِ عَلَى أَنْفُسِهِم وَلاَ يُسَمُّونَ بِهِ أُمَّتَهُمْ
فَإِذَا نَزَلَ بِأَحَدِهِمْ شَيْءٌ مِمَّا خَافُوا فِيْهِ النِّفاَقِ كَانَ فِي قَوْلُهُ
كَمَنْ صَدَقَ بِالْحَدِيثِ أَنَّهُ مَنْ فَعَلَ كَذاَ فَهُوَ مُناَفِقٍ
“(Ümmetin
selefi) kimseyi işlediği günah sebebiyle tekfir etmezler ve kimse için müşrik
olduğunu söylemezlerdi. Kendileri için nifak amellerinden korkarlar, ümmetlerini
bununla isimlendirmezlerdi. Onlardan biri nifak olduğundan korktukları bir şey
işlediğinde sözü, hadisi tasdik eden kimse gibi: “Kim şöyle yaparsa o bir
münafıktır” şeklinde idi.”[3]
Münafıklara Muamelenin Kuralları
1- Münafıklara hakkı açıklamak ve hücceti ikame etmek:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
قُلْ فَلِلَّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ
“De ki: “Apaçık delil Allah’ındır.” (En’am 149)
İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Münafıklarla
cihad ancak hüccetin tebliği ile olur. Onlar İslam’ın hükmü altındadırlar.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدْ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ
عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
“Ey nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ol!
Onların barınma yerleri cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (Tevbe 73)
İbn Abbas
radıyallahu anhuma’dan: “Kâfirlerle kılıçla, münafıklarla ise dilinle cihad et
ve bunu yaparken onlara yumuşak davranma, sert ol demektir.”[4]
İbn Mes’ud
radıyallahu anh’den: “Eğer günahkâr bir komşun olursa ve onu değiştirmeye
(ıslah etmeye) gücün yetmezse onu asık suratla karşıla”[5]
İbn Mes’ud
radıyallahu anh’den: “Bu ayet indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e eliyle cihad etmesi, buna gücü yetmezse onları asık suratla karşılaması
emrolundu.”[6]
Hasen el-Basrî
ve Katade rahimehumallah dediler ki: “Münafıklarla cihad, onlara had cezalarını
uygulamaktır.”[7]
İbn Mes’ud
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
تَقَرَّبُوا إِلَى اللَّهِ بِبُغْضِ أَهْلِ
الْمَعَاصِي وَالْقَوْهُمْ بِوُجُوهٍ مُكْفَهِرَّةٍ وَالْتَمِسُوا رِضَا
اللَّهِ بِسَخَطِهِمْ وَتَقَرَّبُوا إِلَى اللَّهِ بِالتَّبَاعُدِ مِنْهُمْ
قَالُوا يَا نَبِيَّ اللَّهِ فَمَنْ نُجَالِسُ؟ قَالَ مَنْ تُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ
رُؤْيَتُهُ وَيَزِيدُ فِي عَمَلِكُمْ مَنْطِقُهُ وَمَنْ يُرَغِّبُكُمْ فِي
الْآخِرَةِ عَمَلُهُ
“Allah’a
isyan bayrağı açanlara kalben kızmakla Allah’a yakınlaşmaya çalışın. Onları
asık yüzle karşılayın. Onları öfkelendirmekle Allah’ın rızasını arayın.
Onlardan uzaklaşmakla Allah’a yakınlaşın.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın
nebisi! Kimlerle oturalım?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Görülmesiyle
Allah’ı hatırladığınız, konuşmasıyla amelinizi artıran ve ameliyle sizi ahirete
teşvik eden kişilerle.”[8]
Nifakı kesin olarak bilinenlere ve bunu açıkça
ortaya koyanlara sert söz ve sert davranış ile muamele edilir. Nifakını
gizleyenlere hüccet ve beyan ile, tevbeye ederek müminlerin arasına girmeye
davet edilmesi ile muamele edilir.
Nitekim Allah Azze ve Celle onları tevbeye davet
ederek şöyle buyurmuştur:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ وَلَوْ
أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ
وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا
“Biz her bir rasulü ancak Allah’ın izniyle itaat edilmesi için gönderdik.
Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelerek Allah’tan bağışlanma
dileselerdi, Rasul de onlar için bağışlanma dileseydi yemin olsun ki Allah’ı
Tevvab ve Rahim bulacaklardı.” (Nisa 64)
وَآخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى
اللَّهُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ * خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا
وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ * أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ
وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Diğer bir
kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar salih bir ameli bir başka kötüyle
karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah
Ğafûr’dur, Rahîm’dir. Mallarından bir sadaka al ki, bununla kendilerini
temizleyip arındırmış olasın. Onlara dua da et. Doğrusu senin duan onlara huzur
ve güvendir. Şüphesiz Allah Semî’dir, Alîm’dir. Onlar bilmiyorlar mı ki,
gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan
O’dur. Şüphesiz Allah, Tevvab’dır, Rahîm’dir.” (Tevbe 102-104)
İbn İshak dedi
ki: “O münafıklar mescide geliyor, müslümanların sözlerini dinliyor ve onların
dinleri ile alay ediyorlardı. Bir gün mescidde bazı insanlar toplandılar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onların aralarında birbirlerine
yanaşarak kısık sesle konuştuklarını görünce onların mescidden kovularak
çıkarılmalarını emretti. Ebu Eyyub Halid b. Zeyd b. Kuleyb radiyallahu anh,
Ömer b. Kays’a doğru kalktı, onu ayaklarından tutup sürükleyerek mescidden
çıkardı. Ömer b. Kays, Ganem b. Malik b. en-Neccar oğullarından idi ve
cahiliyye onların putlarının bekçisi idi. Ebu Eyyub radiyallahu anh onu
çıkarırken Ömer b. Kays şöyle diyordu:
“Ey Ebu Eyyub!
Beni Sa’lebe oğullarının hurmalığından mı çıkarıyorsun?” Sonra Ebu Eyyub
radiyallahu anh Neccar oğullarından Rafi b. Vedia’ya yöneldi, onu iki
yakasından sert bir şekilde yakaladı yüzüne tokat attı ve mescidden çıkardı.
Ebu Eyyub radiyallahu anh ona:
“Öf sana! Habis
münafık! Seni Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidinden
yuvarlayacağım ey münafık” diyordu. Umara b. Hazm radiyallahu anh, uzun sakallı
bir adam olan Zeyd b. Amr’a doğru kalktı, onu sakalından yakaladı, onu
mescidden çıkarıncaya kadar sert bir şekilde sürükledi. Sonra Umara radiyallahu
anh iki elini birleştirip onun göğsüne vurdu, o da yere serildi. Zeyd b. Amr
şöyle diyordu:
“Beni
parçaladın ey Umara!” O da ona:
“Allah seni
uzaklaştırsın ey münafık! Allah’ın sana hazırladığı azap bundan şiddetlidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidine yaklaşma” dedi. Neccar
oğullarından, Bedir savaşına katılmış olan Ebu Muhammed Mes’ud b. Evs kalktı,
genç bir delikanlı olan Kays b. Amr b. Sehl’i tutup mescidden çıkardı.
Münafıklar arasında bu kişiden başka genç biri bilinmemektedir. Ebu Said
el-Hudri radiyallahu anh’ın kabilesi olan Belhudra b. el-Hazrec’den Abdullah b.
el-Haris denilen bir adam kalktı, el-Haris b. Amr denilen, saç örgüsü olan bir
adamı, saçlarından yakaladı, sert bir şekilde yerde sürükleyerek mescidden
çıkardı. Adam:
“Çok sert
davrandın ey İbnu’l-Haris!” deyince o da ona dedi ki:
“Sen buna
layıksın ey Allah’ın düşmanı! Allah senin hakkında ayet indirdi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidine yaklaşma. Çünkü sen bir pisliksin!”
Amr b. Avf oğullarından bir adam, kardeşi olan Zuvey b. el-Haris’e doğru
kalktı, onu sert bir şekilde mescidden çıkardı ve dedi ki:
“Öf sana!
Şeytan ve onun emri sana galip gelmiş!” İşte bunlar o gün mescidde toplanmış
olan münafıklar idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onların
çıkarılmalarını emretti.”[9]
Rahmet ve hidayet peygamberi olan Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bazen münafıklara karşı şiddet uygulamış, fitneye
sebep olan, müslümanlar arasında fesadın yayılmasına ve safların bölünmesine
teşvik eden bagilerin ellerini vurdurmuştur.
Münafıklarla
cihad, İbn Kayyım’ın da dediği gibi kâfirlerle cihaddan daha zordur. Bu ümmetin
seçkinlerinin cihadıdır.”[10] Zira
bu, münafıklar ve onların durumları hakkında basiret sahibi olmayı gerektirir.
Avam bu cihada güç
yetiremez. Seçkinlerin bu cihadının ecri daha büyüktür. Kâfirlerle silahlı
savaştan daha fazla ecir kazandırır. Allah insanların içinde dilediklerini bu
tabakada bulundurur. Münafıklar müslümanların arasında onları arkadan vurur,
İslam dinini eleştirirler, müslümanların arasında desiseler kurarlar. Bilinen
açık kâfirler gibi değillerdir.
İbn Kayyım der ki: “Münafıklarla cihad, kâfirlerle
cihaddan daha zordur. Hatta bu cihad ümmetin seçkinleri ve rasullerin
varislerinin cihadıdır. Bu cihadı
yeryüzünde ayakta tutanlar birtakım fertlerdir; bu konuda iş birliği yapanlar
ve dayanışma, yardımlaşma içinde bulunanlar sayı bakımından oldukça az iseler
de, bu kimseler, Allah katında kadri en yüce olanlardır.”[11]
Ebu Cafer et-Taberi
dedi ki: “(Tevbe suresi 73. Ayetine dair) Bu görüşler içinde bana göre en
isabetlisi İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın, Allah Teâlâ’nın, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e münafıklarla cihad etmeyi emrettiğine dair sözüdür. Bu,
müşriklerle cihadı emretmesinin benzeridir.
Eğer birisi: “Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ashabı arasında bulunan münafıkları bildiği halde
onları nasıl bıraktı?” diyecek olursa, denilir ki: “Muhakkak ki Allah Teâlâ
onlardan küfür sözünü ortaya açıkça koyan kimselerle savaşmasını, sonra onun
zahire vurduğu şeye göre davranmasını emretti.
Onlardan küfür sözünü
söylediklerinden haberdar olunanlar yakalandığı zaman inkâr eder ve bu sözden
dönerek: “Ben Müslümanım” derse diliyle İslam’ı izhar eden herkes hakkında
Allah’ın hükmü onun malının ve kanının koruma altında olmasıdır. İtikadında başka bir şey gizlese bile,
onların sırları Allah Azze ve Celle’ye bırakılır. Halkın gizlilikleri
araştırmasına yol bırakılmamıştır.
Bu yüzden Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem münafıkları bilmesine ve Allah’ın kendisini onların
içlerinde gizledikleri şeylerden ve kalplerindeki itikatlardan haberdar
etmesine rağmen, bu kimselerin ashabı arasında bulunmasını onaylamış, onlarla
olan cihadda, Allah’a ortak koşan (kâfirlere) harp açması gibi bir cihad yolunu
tutmamıştır. Münafıklardan birisi, Allah’ı küfr/inkâr içeren bir sözünden
haberdar olunup yakalanınca, inkâr etmiş, diliyle Müslüman olduğunu izhar
etmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de onu, daha önce söylediği sözden
ve içinde gizlediği itikattan değil, ancak kendisinin huzurunda söyleyerek
ortaya koyduğu sözle sorumlu tutmuş ve buna göre hüküm vermiştir.
Allah hükümde hiç
kimseye insanların içlerinde gizlediğine göre hükmetmeyi mubah kılmamıştır,
içte gizlenenin hükmünü yalnız kendisine ayırmıştır.”[12]
2- Küfürlerini aleni olarak ortaya koyduklarında münafıkların küfrünü açıklamak:
Onların yüzlerine: “Sen şöyle söyledin, şunu yazdın,
şöyle yaptın” denilir. Din namına onlara güzel davranmak caiz değildir. Münafık
küfrü izhar ettiği zaman nasihat; onun küfrünü açıklamakdır. İbrahim
aleyhi's-selâm, kâfir olan kavmine şöyle demiştir:
لَقَدْ كُنتُمْ أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ
“And olsun siz ve babalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.” (Enbiya 54)
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan:
قَالَ رَجُلٌ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ فِي مَجْلِسٍ مَا
رَأَيْنَا مِثْلَ قُرَّائِنَا هَؤُلَاءِ أَرْغَبَ بُطُونًا وَلَا أَكْذَبَ
أَلْسِنَةً وَلَا أَجْبَنَ عِنْدَ اللِّقَاءِ فَقَالَ رَجُلٌ فِي الْمَجْلِسِ
كَذَبْتَ وَلَكِنَّكَ مُنَافِقٌ لَأُخْبِرَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَبَلَغَ ذَلِكَ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
وَنَزَلَ الْقُرْآنُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ فَأَنَا رَأَيْتُهُ
مُتَعَلِّقًا بِحَقَبِ نَاقَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ،
تَنْكُبُهُ الْحِجَارَةُ وَهُوَ يَقُولُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا كُنَّا
نَخُوضُ وَنَلْعَبُ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ
{أَبِاللَّهِ وَآيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ لَا تَعْتَذِرُوا
قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ}
“Tebuk savaşı sırasında bir gün meclisin birinde
adamın biri:
“Bizim kurrâlar gibi midelerine düşkün, onlardan
daha yalancı ve savaş anında daha korkak kimseler görmüş değiliz” deyince Avf
b. Malik radıyallahu anh ona:
“Yalan söylüyorsun, zira sen münafık birisin. Bunu
da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söyleyeceğim” diye çıkıştı. Adam
bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e aktarınca bu konuda ayet nazil
oldu. Daha sonra o adamı ayağı devenin üzengisine asılı biri şekilde yerlerde,
taşların üzerinde süründüğünü gördüm. Adam:
“Ey Allah’ın rasulü! Sadece eğlenip oynuyorduk”
diye sesleniyor, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise:
“Allah ile, ayetleriyle, rasulüyle mi alay
ediyordunuz?” (Tevbe 65) diyordu.”[13]
Bu kıssayla ilgli şu ayetler nazil olmuştur:
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا
نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ أَبِاللَّهِ وَآيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ
تَسْتَهْزِئُونَ * لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ
بَعْدَ إِيمَانِكُمْ إِنْ نَعْفُ عَنْ طَائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَائِفَةً
بِأَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ
“Onlara sorsan, elbette şöyle diyecekler: “Biz sadece eğlenip
şakalaşıyorduk.” De ki: “Allah ile, O’nun ayetleriyle ve rasulü ile mi
eğleniyordunuz?” “Özür belirtmeyiniz. Siz iman ettikten sonra küfre girdiniz.
Sizden bir grubu affetsek bile, suçlu günahkâr olmaları nedeniyle diğer bir
grubu azablandıracağız.” (Tevbe 65, 66)
Bu ayetlerde görüldüğü gibi aynı fiilde bulunan iki grup kimseden bir
grubun affedileceği, diğer grubun ise affedilmeyeceği bildirilmiştir. Çünkü
affedilen grup, ayette bahsedilen küfür fiili olan istihzaya yalnız azalarıyla
iştirak etmişler, diğer grup ise hem kalpleriyle, hem de azalarıyla iştirak
etmişlerdir. Kalpleri bilen Allah, bu fiile kalpleriyle iştirak edenleri
affetmeyeceğini bildirmiş, lakin rasulüne bu iki gruptan hangilerinin affedilen
gruptan, hangilerinin de affedilmeyen gruptan olduğunu bildirmemiştir.
Nitekim bu kıssada yer alan kimselere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem irtidat haddi uygulamamış, bilakis her iki gruba da münafıklara nasıl
davranılması gerekiyorsa öyle davranmıştır. Hariciyye ve Mürcie fırkaları ise
bu esasa muhalefet etmektedirler. Hariciler küfür fiilinde bulunan kimseyi
doğrudan mürtet sayarlar, münafık diye bir sınıf onların pratik uygulamalarında
yoktur! Yine Mürcie fırkası da nifak fiilinde bulunan kimseleri mü’minlerden
saymakla muhalefet etmektedirlar!
Ka’b b. Malik radıyallahu anh’den: “Mahşî b. Humeyyir:
“Söylediklerinizden dolayı aleyhimizde Kur’an ayeti inmesi yerine her birinizin
yüzer sopa yemesini tercih ederdim” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem Ammar b. Yasir radıyallahu anhuma’ya:
أَدْرَكِ الْقَوْمَ فَإِنَّهُمْ قَدِ احْتَرَقُوا
فَاسْأَلْهُمْ عَمَّا قَالُوا فَإِنْ هُمْ أَنْكَرُوا وَكَتَمُوا فَقُلْ بَلَى
قَدْ قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَا
“Yanlarına gidip bak ve ne söylediklerini sor.
Zira yandılar! Şayet söylediklerini inkâr edip gizlemeye çalışırlarsa onlara:
“Siz şöyle şöyle dediniz” diye söyle” buyurdu. Ammar
radıyallahu anh gidip onlara bunu sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in yanına gelip özür dilemeye başladılar. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu
ayeti indirdi. Allah Teâlâ’nın affettiği kişi de Mahşi b. Humeyyir idi ki
sonradan Abdurrahman ismini aldı. Mahşi, Allah Teâlâ’ndan kimsenin bilmediği
bir yerde şehit düşmeyi diledi. Yemame savaşında da şehit düştü. Ne öldürüldüğü
yer, ne kendisini öldüren bilinebildi, ne de kendisinden geriye bir iz kaldı.”[14]
Tarih boyunca âlimler bu şekilde davranmışlar, bir
münafık küfrünü ortaya koyduğunda onun hükmünü doğrudan açıklamışlardır. Bunun
son asırdaki örneklerinden biri de Allame Ahmed Şakir rahimehullah’ın,
İslam’daki miras hükümlerini eleştiren yazılar yazan kızların küfrünü beyan
etmesidir.
3- Münafıklar küfür ve nifaklarını izhar etmedikleri sürece dünya hükümlerinde müslüman muamelesi görürler:
Yani kanları, malları haramdır, üzerlerine cenaze namazı
kılınır, defnedilirler, varis olurlar, kestikleri yenir, Mekke ve Medine’ye
girebilirler… Çünkü kanını ve malını koruyan iki şehadet kelimesini söylemiş,
İslam’ın zahirini ikrar etmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
zamanındaki münafıkların yaptıkları gibi bazen müslümanlarla beraber namaz
kılarlar.
Münafıklar Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi bu fiilleri kalkan
edinirler:
اتَّخَذُوا أَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّهُمْ
سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Yeminlerini
kalkan edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Gerçekten de onların yaptıkları ne
kötüdür!” (Münafikun
2)
Cabir b. Abdillah radiyallahu anhuma şöyle
demiştir:
لَمْ
نَكُنْ نُسَمِّي الْمُنَافِقِينَ كُفَّارًا عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Bizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
zamanında münafıkları “Kâfirler” diye isimlendirmezdik.”[15]
İbn Abbas radıyallahu anhuma Bakara suresi 17.
Ayeti hakkında şöyle demiştir:
هَذَا مَثَلٌ ضَرَبَهُ اللَّهُ لِلْمُنَافِقِينَ أَنَّهُمْ كَانُوا يَعْتَزُّونَ
بِالْإِسْلَامِ فَيُنَاكِحُهُمُ الْمُسْلِمُونَ وَيُوَارِثُونَهُمْ وَيُقَاسِمُونَهُمُ
الْفَيْءَ، فَلَمَّا مَاتُوا سَلَبَهُمُ اللَّهُ ذَلِكَ الْعِزَّ كَمَا سَلَبَ صَاحِبَ
النَّارِ ضَوْءُهُ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ، يَقُومُ فِي عَذَابٍ
“Allah burada münafıkları misal vermiştir. Onlar
İslam ile izzet bulurlar, Müslümanları nikâhlarlar, onlara varis olurlar,
ganimetten pay alırlar. Öldükleri zaman ise Allah onlardan bu izzeti alır,
tıpkı ışık sahibinden ışığın alınması gibi karanlıkta, yani azapta bırakır.
Onlar (münafıklar) hidayeti göremez, söyleyemez ve anlamazlar. Onlar belalar
getiren ve şimşekler çakan yağmura tutulmuş gibidir.”[16]
İmam Şafii rahimehullah küfürlerinin şiddetine rağmen
münafıkların mürtedler hükmüne girmediğini açıklamıştır. Bilakis onlara dünyada
Müslümanların hükümleri uygulanır. Bu konuda Kur’an ve sünnetten deliller
getirerek şöyle demiştir:
“Şafii rahimehullah dedi ki: “Allah Teâlâ, Nebisi sallallahu
aleyhi ve sellem’e şöyle buyurmuştur: “Münafıklar sana gelince,
"şâhitlik ederiz ki sen, Allah'ın Rasûlüsün" derler. Allah da senin
kendi Rasûlü olduğunu elbette bilmektedir. Ve şuna da şâhidlik etmektedir ki,
münafıklar muhakkak yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan edinmişler
ve Allah'ın yolundan başkalarını da çevirmişlerdir. Onların yapmış oldukları bu
şey ne kötüdür. Bu, onların önce îman, sonra da küfretmiş olmaları
dolayısıyladır. Bu yüzden de kalplerinin üzeri mühürlenmiştir; artık hiçbir şey
anlamazlar.” (el-Munafikun 1-3)
Şafii dedi ki: “İmanı izhar edinceye kadar müşrik olarak
devam eden kimselerin imanı izhar etmesi ile imanı izhar ettikten sonra şirk
koşan, bundan sonra yine imanı izhar eden kimselerin imanı izhar etmelerinin
kanlarının dökülmesine mani olduğu açıklanmıştır. Bu iki halden hangisi olursa
olsun, küfrünü ister gizlesin, ister açığa çıkarsın, imanı izhar eden kimse
için bu durum kanının dökülmesine manidir. Çünkü münafıkların bayramlarını ve
kiliselere gitmeyi izhar etmek gibi izhar edebilecek bir dinleri yoktur.
Onlarda ancak inkâr ve iptal etme vardır.
Böylece Allah Azze ve Celle’nin kitabında, sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde Allah Azze ve Celle münafıkların
yeminlerini kalkan edindiklerini – yani Allahu a’lem – öldürülmeye karşı kalkan
edindiklerini haber veriyor. Sonra onların yeminlerini kalkan edinme açısını da
haber veriyor: “Bu onların iman ettikten sonra küfretmeleri sebebiyledir.”
Onların iman ettiklerini, imandan sonra küfre girerek kâfir
olduklarını haber veriyor. Onlara bu sorulduğu zaman inkâr ederler ve imanı
izhar eder, imanı kabul eder ve tevbe etmiş gibi görünürler. Kendileriyle Allah
arasında kalan küfür üzere devam ederler. Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur:
“Söylemedik diye Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki and olsun
o küfür sözünü söylemişlerdir. Ve Müslümanlık-larından sonra kâfir olmuşlardır.”
(Tevbe 74)
Onların küfürleri, inkârları ve iç hallerindeki
yalancılıkları haber verilmekte, birçok ayette küfürleri zikredilmekte, iman
üzere olmadıkları halde iman izhar ettikleri için nifak ile
isimlendirilmektedirler. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Gerçekten münafıklar, cehennemin en alt
tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisa 145)
Allah Azze ve Celle münafıkların kâfir olduklarını haber vermiş,
ilmi ile kendisinin dışında kimsenin bilemeyeceği durumlardan dolayı onların
imanlarını yalanlayanlar olarak ateşin en alt tabakasında olmalarına
hükmetmiştir. Allah Azze ve Celle onların yeminlerinde yalancı oldukları halde
dünyada kendilerini iman etmiş olarak gösterdiklerinden dolayı, yalancı olsalar
da, küfürlerini gizleyip iman ettiklerini izhar etmelerinin; kendilerini
öldürülmekten koruyan bir kalkan olduklarına hükmetmiştir.
Allah Azze ve Celle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in dili üzerinden kitabında indirdiğinin aynısını açıklamış, iman
ettiğini söylemenin öldürülmekten koruyan bir kalkan olduğunu bildirmiştir.
Kendisi hakkında küfrüne şahitlik edildikten sonra kişi ya küfürden sonra imanı
ikrar eder ya da etmez. Eğer imanı izhar ederse, iman ettiğini söylerse, bu
öldürülmesine engel olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın
küfürden sonra iman ettiğini söyleyen kimselerin kanlarını dökülmesini
yasakladığını, onların varis olma, nikâhlanma ve Müslümanların daha başka
hükümlerinde Müslümanlarla aynı hükmünde olduklarını açıklamıştır.
Allah Azze ve Celle’nin münafıklar hakkındaki hükmü sonra
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmü açık olduğuna göre hiç kimsenin
içindekine aykırı bir şey izhar eden kimseye başka türlü hükmetmeye hakkı
yoktur. Allah Azze ve Celle kullarına ancak izhar ettiklerine göre hükmetme
yetkisi vermiştir. Çünkü onlardan birisinin yalnızca Allah Azze ve Celle
tarafından bilinen gizli hali olabilir. Allah adına akleden kimsenin bütün
zanları batıl hükümler kılması, hiç kimseye zan ile hükmetmemesi gerekir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin ihtilafsız olarak
delalet ettiği şey de budur.”
İmam Şafii başka bir
yerde şöyle der: “Allah Azze ve Celle kitabının birçok ayetlerinde münafıkların
imanı izhar edip şirki gizlediklerini, onların cezasının cehennemin en alt
tabakası olduğunu haber veriyor ve şöyle buyuruyor:
“Gerçekten münafıklar, cehennemin en alt
tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisa 145)
Bil ki onların ahiretteki hükmü, Allah’ın onların sırlarına
dair ilmi sebebiyle cehennemlik olmalarıdır. Eğer iman etmiş gibi görünerek
bunu kalkan edinirlerse onlara dünyada öyle hükmedilir. Allah Teâlâ onlardan
başka bir grup hakkında şöyle buyurmuştur:
“Münafıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar,
“Allah ve Rasûlü bize boş vaadden başka bir şeyde bulunmadı” diyorlardı.”
(el-Ahzab 12)
Bu münafıklar ve onlarla beraber bulunan başka bir
topluluğun durumunun aktarılmasıdır. Münferid olarak münafıkların küfrü
aktarılmakla beraber, bedevilerde olduğu gibi kalplerine iman yerleşmemiş olan
kimselerin durumları da aktarılmaktadır.
Şirklerinden dolayı Allah Azze ve Celle’nin, dışlarına
aykırı olan iç durumlarını bildiği kimselerin, dışta gösterdikleri iman sebebiyle
herkesin dünyada kanı koruma altındadır. Çünkü Allah gizli hallere hükmetmeyi
kendisinden başkasına bırakmamıştır.
Nitekim Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’i zahire (dış
yüze) göre hükmetmekle görevlendirmiş, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onlarla
muaşerette bulunmuş, onlardan hiçbirini öldürmemiş, hapsetmemiş,
cezalandırmamış, savaşa katıldığı zaman İslam’daki ganimet payını engellememiş,
müminlerle nikâhlanmasına, varis olmalarına, ölüleri üzerine cenaze namazı
kılınmasına mani olmamış, bütün bunlarda o münafıklara İslam hükmü
uygulanmıştır.”[17]
Münafıklara aynı diğer Müslümanlara uygulandığı gibi bahsi
geçen İslâm hükümlerinin uygulanması problemli gelmiştir. Allah Teâlâ, nebisi
sallallahu aleyhi ve sellem’i münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy b. Selul’e
cenaze namazı kılmasından sonra onların cenaze namazlarını kılmaktan
yasaklamış, şöyle buyurmuştur:
“Münafıklardan ölen bir kimsenin namazını sakın kılma ve
kabri başında da durma. Zira onlar Allah ı ve Rasûlünü inkâr etmişler ve fâsık
olarak ölmüşlerdir.” (Tevbe 84)
Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh şöyle demiştir: “Abdullah
b. Ubeyy b. Selul ölünce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cenaze namazını
kılmak için çağırıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkınca ileri
atıldım ve:
“Ey Allah’ın rasulü! İbn Ubey üzerine cenaze namazı mı
kılacaksın? O şu gün şöyle şöyle demişti” dedim ve onun sözlerini saydım.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tebessüm etti ve:
“Geri çekil ey Ömer!” buyurdu. Ben ısrar edince dedi
ki:
“Ben muhayyer bırakıldım ve bunu tercih ettim. Şayet
yetmişten fazla bağışlanma dilemekle bağışlanacağını bilsem elbet bunu yapardım.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun namazını kıldırdı. Sonra döndü, çok
geçmemişti ki Tevbe suresinden şu iki ayet nazil oldu:
“Münafıklardan ölen bir kimsenin namazını sakın kılma ve
kabri başında da durma. Zira onlar Allah ı ve Rasûlünü inkâr etmişler ve fâsık
olarak ölmüşlerdir.” (Tevbe 84) Ben o gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e karşı cüretkârlığıma şaşırmıştım. Allah ve rasulü daha iyi bilir.”[18]
Şafii rahimehullah ayetin tefsirinde bu probleme şöyle cevap
vermiştir: “Münafıklar için cenaze namazı kılmamasının emredilmesine gelince,
Şüphesiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kıldığı cenaze namazı,
başkasının kıldığı cenaze namazından farklıdır. Münafıklar üzerine cenaze
namazı kılmayı terk etmesinin emredilmesinin, bağışlanacak kimseden başkasına
cenaze namazı kılınmayacağına hükmedilme-sinden dolayı olduğunu umarım.
Şirk üzere devam eden bağışlanmaz. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem de bağışlanmayacak bir kimseye cenaze namazı kılmaktan
yasaklanmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanların onlara
(münafıklara) cenaze namazı kılmalarını engellemedi ve (bu ayetin nüzulünden)
sonrasında da münafıklardan kimseyi öldürmedi.”[19]
İmam Şafii bu probleme cevabı genişleterek el-Umm’de şöyle
demiştir: “Eğer birisi şöyle derse: “Allah Azze ve Celle:
“Münafıklardan ölen bir kimsenin namazını sakın kılma”
(Tevbe 84) buyuruyor. Eğer Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı
diğer Müslümanların namazından farklı ise biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den başkasının kimseye cenaze namazı kılmayacağını umarız. Nitekim Allah
münafıkların cehennemin en alt tabasında olacağına hükmetmiştir. Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmuştur:
“Onlar için bağışlanma dilesen de, dilemesen de birdir.
Onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen dahi Allah onları bağışlamaz.”
(Tevbe 80)
Eğer birisi şöyle derse: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in münafıklar için kılmaktan yasaklandığı cenaze namazı ile diğer
Müslümanların namazı arasındaki farkın delili nedir?
Şüphesiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın
yasaklaması sebebiyle buna son verdi. Allah Azze ve Celle ve rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem (Müslümanları) bundan ve onların miraslarından yasaklamadı…
Şafii rahimehullah dedi ki: “Hidayet imamları olan Ebu Bekr,
Ömer ve Osman radıyallahu anhum onlardan bazılarını biliyorlardı ve onlardan
hiçbiri onlardan birini öldürmediler, onlar İslâm’ı izhar ettikleri için
zahirde onlara islam hükmü uygulamaktan engellemediler.
Ömer radıyallahu anh bir kimse öldüğü zaman Huzeyfe b.
el-Yeman radıyallahu anh’e gelir, eğer oturmasını işaret ederse otururdu. Bu
işaretten ölen kimsenin münafık olduğunu anlardı. Müslümanların onun üzerine
namaz kılmalarına ise engel olmazdı. Sadece Ömer radıyallahu anh namazı
kılmadan otururdu. Çünkü cenaze namazını kılmadan oturmak, eğer başkaları onun
cenaze namazını kılıyorlarsa, münafık olmayan kimsenin cenazesi için de
mubahtır…”[20]
Hafız İbn Hacer rahimehullah münafıklar üzerine cenaze
namazından yasaklanmasının onlardan belirli kimseler hakkında olduğunu
zikrederek şöyle demiştir:
“Ayetin zahiri bütün münafıklar hakkında nazil olduğudur.
Lakin bunun onlardan belirli kimseler için nazil olduğu varid olmuştur.
El-Vakıdî diyor ki; bize Ma’mer, Zuhrî’den haber vererek dedi ki: Huzeyfe
radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle
buyurdu:
“Ben sana bir sır vereceğim, onu hiç kimseye anlatma. Ben
münafıklardan belli sayıdaki falan ve filan kimselere cenaze namazı kılmaktan
yasaklandım.”[21]
Böylece açıkça ortadadır ki, Müslüman olduğunu izhar eden
herkese, bazılarından nifak alametleri ortaya çıksa dahi İslâm hükümlerinin
uygulanması esastır. Onlara cenaze namazı kılmaktan yasaklanması Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e özel bir yasaktır. Bunun delili Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in Müslümanları onlara cenaze namazı kılmaktan
yasaklamamasıdır. Sahabeler de münafıklara cenaze namazı kılmaya devam
etmişlerdir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İbn Ubeyy üzerine namaz
kılmak istediğinde Ömer radıyallahu anh O’na bunu söylemiştir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem münafıklara, ne nikâhlarında, ne mirasta ne de buna benzer
başka bir hususta küfrünü izhar eden kâfirlerin hükmünü vermemiştir. Bilakis
Abdullah b. Ubey b. Selul öldüğünde, o nifakta insanların en meşhuru olmasına
rağmen müminlerin hayırlılarından olan oğlu Abdullah ona varis olmuştur. Aynı şekilde
diğer münafıklar da öldüklerinde müminler onlara varis olmuşlardır… İç yüzünde
münafık olduğu bilinen kimse ahirette cehennemin en alt tabakasında olacaktır.
Bununla beraber onlar varis olurlar ve onlara varis olunur. Yine had cezaları
gibi diğer hukuk meselelerinde de diğer müslümanlar gibi muamele görürler.”[22]
Münafıklar bazı oturumlarında, toplantılarında birçok nifak
belirtileri gösterseler de, küfürlerini açıkça ortaya koymadıkları sürece
onlara İslam’ın zahirdeki hükümleri uygulanır. Kestiği yenir, kızını nikâhlar
(velisi olur), Mekke ve Medine’ye girebilir, kanı ve malı haramdır, öldüğünde
yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve müslümanların mezarlığına
defnedilir, varis olur ve ona varis olunur. Bütün bunlar dünya ahkâmıdır.
Ubeydullah b. Adiy b.
el-Hıyar radıyallahu anh’den: “Ensardan biri kendisine (şöyle bir olay)
anlattı: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem otururken bir kişi yanına geldi
ve münafıklardan birini öldürmek için gizlice izin istedi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem sesini yükselterek şöyle dedi:
“Allah'tan başka
ilâh olmadığına şehadet etmiyor mu?” Adam:
“Evet, ey Allah'ın
Rasûlü! Ancak bu şehâdet değil.”
“Muhammed'in Allah
Rasûlü olduğuna şehadet etmiyor mu?” diye sordu. Adam:
“Evet, ey Allah'ın
Rasûlü! Ancak bu (hakikî) şehâdet değil” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Namaz kılmıyor mu?”
dedi. Adam:
“Evet, ey Allah’ın
Rasûlü! Ancak bu namaz değil” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“İşte bu kişilere
dokunmayı Allah bana yasakladı.”[23]
Evs radıyallahu
anh’den: “Sakîf heyetiyle birlikte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanına geldim. Bir çadırda oturuyorduk. Bir müddet sonra ben ve Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkes kalkıp gitti. Bir adam Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına girdi ve gizlice bir şeyler söyledi. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Git ve onu öldür!”
dedi. Adam dönüp giderken yanına çağırdı ve:
“O kişi 'Allah'tan
başka ilâh olmadığına şehadet etmiyor mu?” diye sordu. Adam:
“Evet, şehadet ediyor,
ama korunmak için söylüyor” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Onu bırakın
(öldürmeyin)! İnsanlarla Lâ ilahe illallah' deyinceye kadar mücâdele
etmekle emrolundum. Bunu kabul ederlerse işte o zaman (hukukî ceza dışında)
canlarının ve mallarının dokunulmazlığı vardır.”
Muhammed b. Cafer dedi
ki: “Şû'be'ye sordum: “Hadiste; “O kişi 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve
benim Allah Rasûlü olduğuma şehadet etmiyor mu?” şeklinde (risâlet cümlesi)
geçmiyor mu?” O da:
“Olduğunu
zannediyorum, (ancak) tam bilemiyorum” dedi.[24]
Nitekim Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma hadisinde o
şöyle demiştir: “Biz bir savaştaydık… Muhacirlerden birisi Ensar’dan birine bir
tekme vurdu. Ensar’lı:
“Ey Ensar” dedi. Muhacirlerden olan da:
“Ey Muhacirler!” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem bunu işitince:
“Nedir bu cahiliyye davası?” buyurdu. Dediler ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Muhacirlerden birisi Ensar’dan birine
tekme vurdu.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bu kokuşmuş davayı bırakın” buyurdu. Abdullah b.
Ubey bunu işitince:
“Demek bunu mu yaptı? Vallahi Medine’ye dönünce aziz olan
zelil olanı oradan çıkaracaktır” dedi. Bu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e
ulaşınca Ömer radıyallahu anh kalktı ve:
“Ey Allah’ın rasulü! Beni bırak da şu münafığın boynunu
vurayım” dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Onu bırak. İnsanlar “Muhammed ashabını öldürüyor”
demesinler.”[25]
Buradan şu sonuçlar çıkmaktadır:
1- İtikadî nifaka sahip olan münafık hakikatte kâfir
sayılır.
2- Dünya hükümlerinde böylelerine kâfir muamelesi yapılmaz.
Bilakis Müslüman muamelesi yapılır. Çünkü Müslümanlığını ilan etmesiyle kanı ve
malı koruma altındadır. Bu, (Müslümanlığını ilan etmesi) Allah Teâlâ’nın
kitabında:
“Yeminlerini bir kalkan edinirler” (Mucadile 16)
ayetinde zikrettiği kalkandır.
Münafıklardan kâfir olduklarını ve İslam’dan irtidat
ettiklerini gösteren bir şey zahir olur da, mümin olduklarına dair ağır
yeminler ederlerse, böylece mürtet hükmü uygulanmasından korunurlar.
İmam Şafii rahimehullah dedi ki: “Yeminlerini bir kalkan
edinirler” yani Allahu a’lem, öldürülmeye karşı kalkan edinirler. Böylece
öldürülmekten alıkonulurlar. Dünyada onlara izhar ettikleri gibi iman hükümleri
uygulanmaya devam eder ve onlara cehennemin en alt tabakası vardır. Çünkü Allah
onların sırlarının (iç hallerinin) dışlarında imanı göstermelerinin aksine
olduğunu bilmektedir.”[26]
3- Müslümanlığını izhar eden, namaz kılan, oruç tutan ve hac
yapan kimselerin, Allah’ın şeriatini uygulamaya itiraz etmeleri gerekçesiyle
kanlarını ve mallarını helal sayanlar cahillik etmektedirler. Hâlbuki onlar
Müslümanlıklarını izhar edip küfür ithamına karşı bununla korunma kalkanı
edinmeleri bakımından münafıkların yolunu tutan kimselerdir.
Müslüman olduğunu izhar edip de münafıkların yolunu tutan
kimselerin kanlarını ve mallarını helal sayanların, İslam ülkelerinde hâkim
olmadıkları halde bunu yapmaları şaşırtıcıdır. Bilakis onlar ehlu hal ve akd
(çözüm ve karar mercileri) değil, fert ve cemaatlerden ibarettirler. Bununla
birlikte hükmün aslı konusunda; İslâm’ı izhar ettiği halde küfürlerine delalet
eden karineler bulunan kimselere dünya hükümlerinde Müslüman muamelesi yapan
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet etmektedirler.
Onlar bu şekilde muhalefet ettikleri gibi, öldürülmesi meşru
olmayan kimselerin ölümünü infazı üstlenmek bakımından da ümmetin eski ve yeni
âlimlerinin cumhuruna da muhalefet halindedirler. Böylece İslam ümmetine karşı
Allah’ın bildiği birçok zararlar ortaya çıkarmışlardır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’tan vahiy
alıyor ve zamanında Müslümanların veliyyu’l-emri (idarecisi) olmasına rağmen
münafıkları öldürmüyordu, onların öldürülmesine de izin vermiyordu. Peki ya
O’ndan başkaları bahsedilenlere benzeyen münafıkları öldürmeyi nasıl helal sayabilir?
Üzerinde nifak alametleri ortaya çıkan kişinin nifakı
itikadi bir nifak da olmayabilir. Bilakis bu kendisinden cahillik veya te’vil
sebebiyle sadır olmuş olabilir. Kendisine hüccet ikame edildiği zaman bundan
rücu da edebilir.
[1]
Sahih. Ebu Nuaym, Sıfatu’n-Nifak
(126) İbn Ebi Şeybe (15/115) İbn Ebî Hâtim (10508)
[2]
Sahih. İbn Batta el-İbane (939)
Taberî Tehzibu’l-Asar (1953) Ebu Nuaym Sıfatu’n-Nifak (127)
[3]
Sahih. Taberî Tehzibu’l-Asar (1954)
[4]
Hasen. İbn Ebî Hâtim (10301, 10304,
10306) Taberî (11/566) Beyhaki (9/11)
[5]
Sahih. Hennad es-Seri, Zühd (1251) Vekî Zühd (532)
Taberani (9/112) Zehebî Mu’cemu’l-Latif (39)
[6]
Sahih. Beyhaki, Şuabu’l-İman (7/38) Taberî
(11/561) İbn Ebî Hâtim (10300)
[7]
Tefsiru İbn Kesir (4/156)
[8]
Hasen ligayrihi. İbn Şahin et-Tergib (482) Deylemi (2320) İbn
Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 1234)
* Malik b. Migvel bunu İsa aleyhi's-selâm’ın sözü olarak nakletmiştir: İbnu’l-Mubarek,
ez-Zuhd (355) Ahmed, Zühd (299)
[9]
Siyretu İbn Hişam (1/528, 529)
[10]
Zadu’l-Mead (3/5)
[11]
Zadu’l-Mead (3/5)
[12]
Taberi
Tefsiri (11/567)
[13]
Sahih. Taberî (11/543) İbn Ebî Hâtim
(10047) Mukbil b. Hadi, Sahihu’l-Musned Min Esbabi’n-Nuzul (s.78)
[14]
Hasen. İbn Ebî Hâtim Tefsir (10402)
İbn Hişam Siyer (2/524)
[15]
Muslim'in şartına göre sahih. Ebû
Ya'lâ (4/88)
[16]
Hasen. Taberi Tefsir (1/337, 348,
369) İbn Ebî Hâtim Tefsir (158, 167, 172)
[17]
El-Umm 6/157-166)
[18]
Sahih. Buhârî (1300) İbn Ömer
radıyallahu anhuma’dan diğer bir lafızla: Buhârî (1210) Muslim (2400)
[19]
Şafii, Ahkâmu’l-Kur’an (1/297)
[20]
El-Umm (1/259-260)
[21]
Fethu’l-Bari (8/337-338)
[22]
Mecmuu’l-Fetava (7/210)
[23]
Sahih. Ahmed (5/432, 433) Malik (1/171)
Şafii (1/13)
[24]
Sahih. Ahmed (4/8, 9) Nesai (7/80) Darimi
(2/218)
[25]
Sahih. Buhârî (4622) Muslim (2584)
[26]
Şafii, Ahkâmu’l-Kur’ân (1/299-300)