Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

24 Aralık 2019 Salı

Mürtedlere Karşı Muamele

Mürtedlere Muamele Şekli

Mürtedlere karşı muamele de muhaliflere karşı muamelenin türlerindendir. Şüphe yok ki riddet (dinden çıkmak) küfürden daha tehlikelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُوا مِنْ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ * وَإِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ * وَإِذَا انقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمْ انقَلَبُوا فَكِهِينَ*وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلاءِ لَضَالُّونَ
Şüphe yok ki o suçlular, iman edenlere gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine kaş göz işareti yaparlardı. Ailelerine döndüklerinde kendilerini beğenmiş olarak dönerlerdi. Onları gördüklerinde derlerdi ki: “Şüphe yok ki bunlar, sapmışlar.” (Mutaffifîn 29-32)
Mürtedler, şehadet kelimeleriyle müslüman olduklarını ilan edip onlarla beraber namaz kıldıktan, oruç tuttuktan sonra söz, fiil, itikad veya tereddüt etmek suretiyle dinden çıkarak küfrü ilan edenlerdir.
Mürted şöyle tarif edilir: “Müslüman olduktan sonra kendi isteğiyle kâfir olan, alay ederek küfrü söyleyen veya küfre itikad eden yahut tereddüt eden veya küfür fiili işleyen… kimsedir.”[1]
İslam’dan başka bir dine kendi istekleriyle çıkmış olan bu kimselere cehalet mazeret değildir. Zira tekfire mani olan cehalet ancak müslümanlar hakkında söz konusudur. Fıkıh kitaplarında “Mürtetlerin hükümleri” bölümünde yer alan: “Mürtet için cehalet mazeret değildir” sözü bu anlamdadır. Yoksa günümüzdeki cahil Haricî paçavralarının bu sözü mutlak kullanıp, cehaletin tekfire hiçbir şekilde mani olmadığını iddia etmeleri koyu cehaletin tuhaflıklarındandır. İslam dinini din edinmemiş hiç kimseye cehalet mazeret değildir. İslam dininin dışındaki herkes kâfirdir, bu malum bir hükümdür. Lakin Haricî taslakları kâfir hakkında aslolan bu hükmü, aslen müslüman olanlar hakkında işletmek suretiyle cehaletin tekfire mani oluşunu inkâr etmektedirler!
* Cehaletin tekfire mani olması, dinde bilinmesi zarurî olan konular haricinde kalan meselelerdedir. Dinde bilinmesi zarurî olan konularda cehalet tekfire mani değildir. Dinde bilinmesi zarurî olan konular ise şahıslar, mekân ve zamana göre farklılık arz eder. Bunun sınırı; ister akidevi ister amelî meseleler olsun, âlimlerle avamın eşit seviyede bildiği konular dinde bilinmesi zaruri olan konulardır. Yalnızca âlimlerin bilmeleri mümkün olan meselelerde avam mazur görülür.
Mürtedlerin durumlarını bilmek önemlidir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ
Günahkârların yolu apaçık ortaya çıksın diye ayetleri böylece açıklıyoruz.” (En’am 55)
Münafıklar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında nifaklarını gizliyorlardı. Nifaklarını ancak ağızlarından kaçırıyorlar, huzura çıktıklarında ya inkâr ediyor, ya da tevbe izhar ediyorlardı. Şimdilerde ise küfürlerini açıkça dile getirmektedirler ve onları sigaya çekecek kadılık gibi İslamî müesseseler mevcut değildir. Bundan dolayı zındık münafıklar ile mürted olanların ayrımını bilmek gerekir:

Mürted ile zındık münafıklarrın farkları:

1- Zındık münafıklar (nifak küfrüyle münafık olanlar) iki şehadet kelimesinin gereği olan Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul ettikleri ve müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, küfür veya şirk olan söz, fiil veya inançlara sahip olan kimselerdir.
2- Bu kimselere (münafıklara) İslam kadısı tarafından mürted hükmü verilmediği sürece kanları, malları haramdır, müslümanlarla aynı hukukî haklara sahiptirler. Varis olur ve onlara varis olunur, öldüklerinde cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gömülürler, nikâhları geçerlidir ve nikâhta müslüman kızlarına velayetleri geçerlidir, emanları geçerlidir vb.

Örnek vermek gerekirse; Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul eden, lakin küfür olan söz, fiil ve inançlarda vuku bulan nifak ve bid'at ehli kimseler arasında şu isimleri sayabiliriz; 
Cübbeli Ahmed Mahmud Ünlü, Abdullah Yolcu, Cihan Elmas, Ebu Said Muhammed Balcıoğlu, Taceddin Bayburdî, Ebu Zerka, Murat Gezenler, Mehmet Emin Akın, Ebu Hanzala Halis Bayancuk, Ebu Haris, Ebu Nuh, Ebu Zeyd, Ebu Emre Hüseyin Alıcı, Harun Yıldırım, Ebu Enes Muhammed Çiftçi, Mustafa Dönmez, Musab Köylüoğlu, İbrahim Gadban (Faruk Furkan), Feyzullah Birışık, Ubeydullah Arslan, Bilgin Yalçın, Mesut Körpe, İhsan Şenocak, Nureddin Yıldız vb.
Bunların kanları, malları haramdır, müslümanlarla aynı hukukî haklara sahiptirler. Kendilerine naslarla hüccet ikame edilmesi halinde hücceti kabulleri ve tevbe etmeleri umulan kimselerdir.
3- Müslüman olduğunu iddia ettikleri halde mürted hükmünde olanlar ise; Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul etmeyenlerdir. Çünkü İslam’a girişin aslî şartı olan iki şehadet kelimesi, Kur’ân ve sünneti bağlayıcı görmeyi gerektirir. Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul etmeyen bu kimseler, müslüman olduklarını iddia etseler dahi mürted hükmündedirler, bunlar için kadı tarafından irtidat hükmü verilmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü kadı, küfür söz, fiil veya inanç sahibi olan kimselere Kur’ân ve sünnet ile hüccet ikamesi yaparak tevbeye çağırır. Kur’ân veya sünnetin bağlayıcılığını aslen kabul etmeyen kimselere ise böyle bir istitabe (tevbe ettirme) sakıt olmaktadır. Kadı böyle kimselere tevbe istemeden ölüm hükmü verir. İmam Malik’in “Tevbe istenmeden ölümüne hükmedilir” dediği zındıklar aslında bu sınıftan olan mürtedlerdir.
4- Zamanımızda İslam kadısı bulunmadığı için ölüm cezaları uygulanamayan, müslümanlık iddiasındaki mürtedler, münafıklar gibi değil, kâfirler gibi muamele görürler. Onlara varis olunmaz ve müslümana varis olamazlar, öldürklerinde cenaze namazları kılınmaz, müslüman mezarlığına defnedilmezler, müslümanlar üzerinde velayetleri, nikahları geçersizdir. 
 Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul etmedikleri için veya Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ve ittibayı vacip görmedikleri için mürted hükmünde olanlara örnek isimler ise şunlardır:
Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Ahmet Kalkan, Fethullah Gülen, Zekeriya Beyaz, Emin Çölaşan, Mehmet Okuyan, Mehmet Çelik, Mustafa Öztürk, Hayri Kırbaşoğlu, Cemalinur Sargut vb.
Bunlar müslümanların haklarına sahip değildirler. Gayri Müslim kâfirlerle aynı hükümdedirler. Bu kimselerin taraftarları arasında ise mal ve can dokunulmazlığı olan münafıklar da vardır, Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını inkâr eden mürtedler de vardır.

Mürtedlerin Hedefleri:

Şüphe yok ki bu mürtedler dini ifsat etmeyi, dini çirkin göstermeyi, tahrif etmeyi, haramları helal saymayı, insanlar arasında bâtılın yayılmasını, kendi zındıklıklarına davet etmeyi, müslümanları dinlerinden çıkarmayı, insanlar arasında şüpheler atmayı vs. hedeflemektedirler.
Küfürlerini yaygınlaştırmak ve fitne çıkarmak için müteşabih ayetleri merdiven olarak kullanmaktadırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ
Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini aramak için müteşabih olanlarına tabi olurlar.” (Al-i İmran 7)
Dini insanların hayatlarından uzaklaştırmak için çalışırlar. Dinin naslarının lafızlarını tahrif etmeye güç yetiremediklerinden manalarını tahrif etmeye çalışmaktadırlar. Bunun için İslam’a yeni bir anlayış getirme çabasındadırlar. Onlardan bazıları bu hareketlerini: “Dini yeniden anlamak” veya “İslam’ın ikinci risaleti” yahut “İslamın yeni yüzü” diye isimlendirirler. Bu ancak ilhad ve zındıklıktır!
Onların anlattıkları İslam, Allah’ın din kıldığı, Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e indirmiş olduğu, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine davet ettiği İslam değildir!  Bu ancak modern asra uygun olduğunu iddia ettikleri değiştirilmiş İslam’dır! Hakikatte bu Allah Teâlâ’nın kendilerine itaat edilmesini ve tabi olunmasını yasakladığı, Allah’ın indirdiklerinden saptırmak isteyen düşmanlara itaattir!

Zındıkların Bu Asırda Yaydığı Küfür Sözler ve İnançlara Örnekler

Bu mürted zındıklar bazen çok tehlikeli sözler ortaya atarlar:
Bazıları şahitlik derken asra şahitliği kasteder.
Bazısı namazın dinle alakası olmayan şahsi bir mesele olduğunu, namazın farz olmadığını, yoga sporunun onun yerini tutacağını iddia eder!
Bazısı zekâtın farz olmadığını, devlete verilen vergilerin onun yerine geçeceğini iddia eder!
Bazısı orucun farz olmadığını, bunun arapların şahsiyetlerinin veya kaba bedeviliğin ıslahı için konduğunu, bu asırda ise açlığın zaten yaygın olduğunu söyler!
Bazısı haccın hava değişikliği olduğunu, aklın ve ruhun hac yapması gerektiğini söyler!
Miras taksimine yeniden göz atılması gerektiğini, geçmişteki miras taksiminin bu asra uymadığını, iki cins arasında eşitlik olması gerektiğini iddia ederler!
Erkeğin kavvam aile reisi olmasının kalktığını, kadın için mahrem bir veliye gerek kalmadığını, kadının erkeğe ihtiyacı olmadığını iddia ederler!
Erkeğin birden fazla eşle evliliğinin değişmesi gerektiğini, dinin bu hükmünün bu asra uymadığını, zina edenler için recm cezasının, hırsızın elinin kesilmesi cezasının kaldırılması gerektiğini iddia ederler!
Yahudilerin, Hristiyanların, Budistlerin, Hinduistlerin ve Mecusilerin kâfirler diye isimlendirilmelerini uygun görmez, hepsinin müminler olduğunu iddia ederler!
Bazı muasır zındıklar cennet ve cehennemin bu dünyada olduğunu, yani dünya nimetlerinin cennet, dünya sıkıntılarının da cehennem olduğunu açıkça söylemektedirler! Öldükten sonra haşir olmadığını, hayatın bu dünyadan ibaret olduğunu iddia ederler!
Şu an bu zındıklık ve küfürler mevcuttur ve yayılmaktadır!

Mürtedlere Karşı Muamelenin Kayıtları:

1- Mürtedin durumunu bilmek:

Bazı ülkelerde müslümanların zayıflığının neticesi olarak şüpheler ve küfür olan sözler yaygınlaşmıştır. Şu hususların bilinmesi gerekir: Kişi aslen mürted midir, yoksa şüphe sahibi midir? Onun katında mesele açık mıdır, yoksa tam anlamıyla inhiraf etmiş biri midir? Üzerinde tartışılacak bir cehaleti var mıdır?

2- Mutlak tekfir ile muayyen tekfiri ayırmak:

Mutlak tekfir ile muayyen tekfiri ayırmak ehl-i sünnet’in, bid’at ehlinden ayrıldığı menhecî özelliklerdendir.
Mutlak tekfir: “Şu söz küfürdür” veya “şu fiil küfürdür” demektir.
Muayyen tekfir: “Şu kimse şu fiili işlediği için veya şu küfür sözü söylediği için kâfirdir” demektir.
Selefin yani Ehl-i Sünnetin menhecine baktığımız zaman mürtedlere ve zındıklara karşı muamelede âlimlerin mutlak tekfir ile muayyen tekfir arasında ayrım yaptıklarını görürüz. Bir fiil, söz veya inancın küfür olduğunu söylemek ile belli bir şahsın kâfir olup İslam dininden çıktığını söylemek arasında fark gözetilmiştir.
Ehl-i Sünnet: “Kim şöyle söylerse veya şunu yaparsa yahut şöyle inanırsa kâfir olur” derler. Lakin: “Falan kâfir oldu” demezler. Bunu diyebilmek için tekfirin şartlarının yerine gelmesi ve manilerinin ortadan kalkması gerekir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kendisine hüccet ikame edilmedikçe hata veya yanlış yapan Müslümanlardan bir kimseyi tekfir etmeye hiçkimsenin hakkı yoktur. Müslümanlığı kesin olarak sabit olan bir kimsenin müslümanlığı şüphe sebebiyle ortadan kalkmaz. Bilakis bu hüccetin ikame olup şüphenin giderilmesinden sonra ancak mümkün olur.”[2]
Yine şöyle demiştir: “Bir söz küfür olabilir ve sahibinin tekfirini gerektirebilir. Yani “Kim şöyle söylerse kafirdir” denilir lakin bu sözü söyleyen belli bir şahıs hakkında, terki halinde küfrü gerektiren hüccet ikame edilmedikçe küfrüne hükmedilemez. Tehdit içeren naslar da böyledir. Mesela Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yetimlerin mallarını zulümle yiyenler ancak karınlarına ateş doldururlar ve varacakları yer tutuşturulmuş ateştir.” (Nisa 10)”[3] Lakin yetim malı yiyen belli bir şahıs hakkında: “Ey falan! sen cehennemdesin demeyiz.
İbn Teymiyye rahimehullah yine dedi ki: “Bu ve benzeri tehdit nasları haktır, lakin belli bir şahıs hakkında bu tehdit ile şahitlik etmeyiz. Kıble ehlinden belli bir kimse hakkında cehennemlik olduğuna şahitlik edilmez. Bu tehdit onun hakkında gerçekleşebilir de, şartların yerine gelmemesi veya manilerin bulunması sebebiyle gerçekleşmeyebilir de.”[4]
Bazı insanlar, naslarda cezası cehennem olarak belirtilen bir suç işlemiş olabilir, lakin hükmü bilmiyor olabilirler. Mesela ilim ortamından uzak bir yerde yetişen bir kimse yahut İslam’a yeni girmiş olan bir kimse, cehennemle tehdit edilmiş bir fiili işlemiş olabilir. Lakin bu kimseye “sen cehennemdesin” diyemeyiz. Zira o bunu bilmiyor olabilir yahut bir şüphesi bulunabilir. Ya da onun hakkında tehditi gerektiren şart yerine gelmemiş olabilir veya tehditi hak etmesini engelleyen bir mani bulunabilir. 
Bu meselede iki taife hata içindedir:
Birincisi: Muayyen şahısların hiçbir zaman tekfir edilemeyeceği görüşündedirler. Bunlar Mürcie’nin bir sınıfıdır ve dinde gevşeklik sahibidirler. Onlar irtidat kapısını tamamen kapamışlardır ve onlara göre mürted yoktur.
İbn Useymin şöyle demiştir: “Alimler belli şahıslar hakkında da riddet hükmü vermişlerdir. Bazı şahıslar, küfür mevcut olmasına, tekfirin şartları yerine gelip manileri ortadan kalkmasına rağmen belli şahısların tekfirinden kaçınıyorlar. Bu yanlıştır! Bilakis böylesini tekfir ederiz ve ona kâfir muamelesi yaparız. Çünkü biz ancak zahire göre hükmedebiliriz. Ama şayet bu kimsenin kalbinde mü’min olup küfrü izhar etmiş olduğunu varsayarsak, bunun hesabı Allah Azze ve Celle’ye aittir. Lakin tekfirin şartları yerine gelip manileri ortadan kalktığında biz onu muayyen olarak tekfir ederiz. Şayet “Biz asla belli bir şahsı tekfir etmeyiz, sadece küfrün cinsini tekfir ederiz” dersek geriye tekfir edilecek kimse kalmaz ve kimse İslam’a davet edilmez.”[5]
İkincisi: Hâricilerdir. Bunlar, küfür fiillerinden olan bir fiil hakkında genel bir hüküm bulunduğu zaman, o kimsenin hükmü bilip bilmediğini, mazeret veya şüpheleri, tekfirin şartlarını ve manilerini gözetmeksizin bu fiili işleyen herkesi bu fiilin hükmüne sokarak tekfir ederler. Bu kimselerde tekfir hükmünü muayyen şahıslara genelleştirerek, tekfirin şart ve manilerini gözetmeyerek aşırılık etmektedirler. Nice mazeret sahiplerini mazur görmezler. Hatta şüpheli meselelerde ve içtihadî olan ihtilaflı meselelerde dahi tekfirde bulunurlar. Bazısı zincirleme tekfirde bulunarak, kendilerinin tekfir ettiği kimseleri tekfir etmeyeni de tekfir ederler.
Haricîler her asırda mevcuttur. Ali radiyallahu anh Haricilerle yapılan Nehrevan savaşından sonra şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun onlar erkeklerin sulblerinde ve kadınların rahimlerinde mevcuttur.”[6] Yani onlar doğup çıkmaya devam edecekler, kanları mubah sayacaklar ve İslam ehlini tekfir edeceklerdir.
Selefin uygulamasına baktığımızda onların bazı fiiller, bid’atler ve görüşler hakkında tekfir sözünü kullandıklarını, lakin muayyen şahıslar hakkında cehalet, te’vil gibi engeller sebebiyle tekfirde bulunmadıklarını görürüz.
İmam Ahmed ve başkaları Cehmîlik, Allah’ın sıfatlarının iptali, Kur’ân’ın mahlûk olduğu sözü, Allah’ın ahirette görülmesinin inkârı, kaderin inkârı gibi meselelerin büyük küfür olduğunu belirtmişler, lakin kendileri hakkında şartların yerine gelip manilerin ortadan kalktığı bir azınlık dışında muayyen şahısları tekfir etmemişlerdir.
Mesela İslam’ın aziz olduğu dönemlerde Hallac hakkında âlimler tartışmışlar, ona hücceti ikame etmişler, ona irtidat haddini tatbik etmişlerdir.
Şimdiki zamanda ise küfür oluşunda şüphe bulunmayan sözler yaygınlaşmıştır. Bazıları semavi dinler arasında geçiş yapmanın imana zarar vermeyeceğini iddia edebiliyor. Bir müslümanın Hristiyan veya Yahudi olabileceğini, bunların hepsinin semavî dinler olduğu için hepsinin cennette olduğunu, hepsinin de sahih ve hak din olduğunu, hepsinin de mü’minler olduğunu dahi iddia edebiliyor! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ ثَالِثُ ثَلاثَةٍ
Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır.” (Maide 73)

3- Mürtedin akibeti:

Kişi mürted olarak öldüğü zaman bütün amelleri boşa gider, cehennemde ebedî olarak kalıcıdır. Allah ahirette ondan hiçbir iyilik kabul etmez. Lakin Allah’ın adaletindendir ki ona sıhhat, mal, evlad ve şöhret vermekle iyiliklerinin karşılığını dünyada vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte onlar dünyada da, ahirette de amelleri boşa gidenlerdir. İşte onlar ateş halkıdır ve onlar orada sürekli kalıcıdırlar.” (Bakara 217)
O mürtedler Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler, ancak kendi nefislerine zarar verirler. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لائِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönerse mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı aziz, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir toplum getirir ki O onları sever, onlar da O’nu severler. İşte bu, Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Şüphesiz Allah Vasi’dir, Alîm’dir.” (Maide 54)

4- Mürtedin tevbesi

Tevbe kapısı açıktır. Küfür veya sapıklıkta olan, zındıklığa düşen bir kimse Allah’a hakiki bir tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Kendisi sebebiyle başkalarını saptırmışsa, tevbe etmekle beraber, sebep olduğu bâtılları da açıklayıp gidermelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا
Tevbe edin, ıslah edin (düzeltin) ve beyan edin.” (Bakara 160)
Haram oluşunda icma bulunan bir fiili mübah sayan kişinin tevbesi; onun haram olduğuna itikad etmesi, geçmişteki itikadından pişmanlık duyması, ona bir daha dönmemeye samimi bir şekilde azmetmesi, başkalarının da bunu mübah saymasına sebep olmuşsa, bu işin haramlığını açıklaması gerekir.

5- İrtidata Hükmetmek Had Cezalarındandır ve Buna Ancak Yetkili İslâm Kadısı Hükmeder

Mürtedin cezasını ve had cezalarını uygulamak fertlerin, herhangi bir âlimin, ilim talebesinin veya davetçinin değil, yetkili İslâm kadısının görevidir.
Şayet bu iş herkese açık olsaydı bir kimse öldürdüğü biri için, o bir mürteddi öldürdüm derdi. Yahut herhangi bir kimse “falanın hırsızlığı bence sabit oldu” deyip onun elini kesmeye kalkardı. Bazıları kendi kafasına göre recm haddi uygulayıp “falan zina etmişti, öldürdük” derlerdi.
Had cezalarının fıkhındandır ki, savaş halinde had cezası tatbik edilmez. Kıtlık zamanında had cezası tatbik edilmez. Müslümanların yöneticisi olmayan yerde had cezaları tatbik edilmez.
Kaos olan, yönetici bulunmayan bir mıntıkada kendilerinde silah veya kuvvet bulunan bir topluluk had cezalarını uygulamaya kalksa, o kişin kabilesi ve yakınları ayaklanırlar ve terör ortaya çıkar.
Bunlar, birçok kimsenin idrak edemedikleri had cezası fıkhındandır. Hissî davranan bazı ilimsiz kimseler bu farkları anlayamıyorlar! Bu yüzden rabbanî muhakkik âlimler had cezası gerektiren bir mesele hakkında sorulduğu zaman: “Böyle bir durumda had cezasını uygulamak caiz değildir, bunu uygulayan günaha girer” derler. Çünkü bu mesele bu âlimin fıkhettiği, hissî davranan kimselerin cahili oldukları bir meseledir.
Hatta öyle ahmaklıklara şahit olduk ki, cahil Haricî davetçilerinden birisi, fertlerin had cezası uygulamasına delil uydurabilmek için, kişinin namaz kılarken önünden geçmekte ısrar eden kimseyle vuruşmasına dair hadisi delil getirmeye kalkışmıştır!
Abdullah b. Muhayriz rahimehullah dedi ki:
الْحُدُودُ وَالْفَيْءُ وَالْجُمُعَةُ وَالزَّكَاةُ إِلَى السُّلْطَانِ
“Had cezalarını uygulamak, fe’y (savaşsız elde edine ganimetler), Cuma namazını kıldırmak ve zekâtı toplamak yöneticiye aittir.”[7]
Ebu’z-Zinad rahimehullah babasından şöyle rivayet etti: “Medine’lilerden sözlerine başvurulan fakihler şöyle diyorlardı:
لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ أَنْ يُقِيمَ شَيْئًا مِنَ الْحُدُودِ دُونَ السُّلْطَانِ إِلَّا أَنَّ لِلرَّجُلِ أَنْ يُقِيمَ حَدَّ الزِّنَا عَلَى عَبْدِهِ وَأَمَتِهِ
“Had cezalarından bir şeyi sultandan başkası ikame edemez. Ancak kişinin kölesine veya cariyesine zina haddini kendisinin uygulaması bundan hariçtir.”[8]
İbn Muflih rahimehullah mürtedin hükmü hakkında şöyle demiştir: “Mürtedi ancak yönetici veya onun vekili öldürebilir. Âlimlerin genelinin kavli budur.”[9]

6- Mürtedin nikâhı hiçbir şekilde geçerli değildir:

Mürtedin nikâhı mutlak olarak geçersizdir. İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir:
“Bir müslüman irtidat ederse, müslüman bir kadınla, mürted bir kadınla, müşrik bir kadınla veya putperest bir kadınla nikâhı da bâtıldır.”[10]
Evlilikten sonra irtidat meydana gelirse eşlerin arasının ayrılması gerekir. Nikâhları bâtıl olur. İbn Kudame şöyle demiştir:
“Eşlerden biri cima gerçekleşmeden dinden çıkarsa nikâh fesih olur. biri diğerine varis olamaz. Eğer cimadan sonra riddet gerçekleşirse iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden birine göre derhal araları ayrılır. Diğerine göre iddet süresinin tamamlanması beklenir, sonra ayrılırlar.”[11]

7- Mürtedler mü’minlerin velisi ve yönetici olamazlar:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً 
Allah kâfirler için müminler üzerine bir yok kılmayacaktır.” (Nisa 141)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
Ey iman edenler, sizden önce kitap verilenlerden dininizi eğlence ve oyun edinenleri ve kâfirleri veliler edinmeyin. Mü’minler iseniz Allah’tan sakının!” (Maide 57)
İbn Kudame şöyle demiştir: “Kâfirin, müslüman kız üzerinde velayetinin geçerli olmadığı hususunda başta Malik, Şafii, Ebu Ubeyd ve re’y ashabı olmak üzere ilim ehli icma etmişlerdir.”
İbnu’l-Munzir dedi ki: “Kendilerinden ilim ezberlediğimiz bütün ilim ehli bu hususta icma etmişlerdir.”
Kadının bütün akrabaları kâfir ise onun müslüman kadı evlendirir. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Velisi olmayanın velisi sultandır” buyurmuştur. Müslümanların kadısı bulunmadığında, müslümanların adaletine güvendikleri bir kimse onun velisi olur.
İbn Kudame şöyle demiştir: “Kadının velisi yoksa ve yetki sahibi bir idareci bulunmazsa İmam Ahmed’den gelen bir rivayete göre adil bir kimse, kızın izniyle onu evlendirir.”

8- Mürtedlerden teberrî edip uzaklaşmak:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنْ الْحَقِّ
Ey iman edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı velîler edinmeyin. Siz onlara sevgi ile karşılık veriyorsunuz; oysa onlar Haktan size geleni inkâr ediyor.” (Mumtehine 1)
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ
İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah dışında taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir.” (Mumtehine 4)

9- Mürtede tebliğ ve hüccet ikamesi

Rebî b. Suleyman rahimehullah dedi ki: “Şafiî rahimehullah, Hafs el Ferd ile konuştuğunda Hafs el-Ferd:
“Kur’ân mahlûktur” dedi. Şafii rahimehullah da ona dedi ki:
“Sen yüce Allah’ı inkâr ettin.”[12]
Tarık b. Şihab rahimehullah’tan: “Buzaha b. Esed ve Gatafan elçileri Ebu Bekr radiyallahu anh’e gelip sulh istediler. (Bu kavimler dinden irtidat ettikten sonra boyun eğmişlerdi) Tuleyha b. Huveylid el-Esedî’ye tabi olup itaat etmişlerdi. Halid b. el-Velid radiyallahu anh Museyleme ile savaşıp galip geldikten sonra bunlarla savaşmıştı. Elçilerini Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh’e gönderdiler. Ebu Bekr radiyallahu anh onları açık bir savaş ile zelil edici bir barış arasında muhayyer bıraktı. Dediler ki:
“Harp bizi yenilgiye uğratacaktıri bunu anladık. Peki zelil edici barış nedir?” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:
“Sillahları bırakmanız ve silahsız dolaşmanız, atlara binmemenizdir. Develerin kuyruklarından tutunan topluluklar olarak terk edilmenizdir. Ta ki Allah, nebisinin halifesini ve muhacirleri sizi mazur gördükleri bir iş üzerinde görsün. (Yani durumunuzu değiştirerek istikamet üzere olduğunuzdan ve tevbe ettiğinizden emin olalım.) Sizden aldıklarımızı ganimet edineceğiz. Bizden aldıklarınızı bize iade edeceksiniz. Bizden öldürdüklerinizin diyetlerini ödeyeceksiniz. Sizden öldürülenler ise ateştedir.” Ömer radiyallahu anh bunları işitince Ebu Bekr radiyallahu anh’e dedi ki:
“Muhakkak ki senin görüşün isabetlidir ve görüşünden ibret alacağız….”[13]

10- Mürtedin ölümüyle ilgili hükümler:

Mürted olarak ölen kimse, kâfir olarak öldüğü için cenazesi yıkanmaz, cenaze namazı kılınmaz, müslüman mezarlığına gömülmez.
Ali radiyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebû Tâlib vefat edince Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gidip şöyle dedim:
“Senin o sapık amcan ölmüş bulunuyor. Onu kim gömsün?” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
‘‘O müşrik olarak öldü. Git onu göm. Yanıma gelinceye kadar da başka hiçbir şey yapma.” Alî radiyallahu anh dedi ki:
“Onu gömdüm, sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim.  
‘Git guslet, sonra yanıma gelinceye kadar hiçbir şey yapma’ dedi. ‘Alî radiyallahu anh devamla dedi ki:
“Guslettim sonra onun yanına gittim. Bana bazı dualar yaptı ki onların karşılığında kırmızı ve siyah tüylü develere sahip olmak beni sevindirmez.” (Hadisi ‘Alî radiyallahu anh’den rivayet eden) dedi ki:
“Alî radiyallahu anh ölüyü yıkadı mı kendisi de guslederdi.”[14]
El-Elbânî rahimehullah dedi ki: “Bu hadiste dikkat çeken hususlardan birisi de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in müşrik olan babasının vefatı dolayısıyla Alî radıyallahu anh’ı taziye etmediğidir. Dolayısıyla Müslüman bir kimsenin kâfir olan bir yakınının vefatı dolayısıyla taziye edilmesinin meşru olmadığına delil olabilir. Kâfirlerin kendileri gibi kâfir olan ölüleri dolayısıyla taziyesinin caiz olmayacağına ise öncelikli olarak delildir.”
Üsâme radiyallahu anh'den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Müslüman kâfire, kâfir de müslümana vâris olamaz.”[15]


[1] Ravdu’l-Merbu (s.499)
[2] Mecmuu’l-Fetava (12/466)
[3] Mecmuu’l-Fetava (23/345)
[4] Mecmuu’l-Fetava (23/345)
[5] Şerhu’l-Mumti (11/307)
[6] İbn Kesir el-Bidaye (7/321)
[7] Sahih maktu. İbn Zencuye el-Emval (2144)
[8] Hasen maktu. Beyhaki, (8/245)
[9] El-Mubdi (9/154) Bkz.: İbn Useymin, Şerh’l-Mumti (14/455)
[10] El-Umm (5/57)
[11] El-Mugni (14/67)
[12] Şerhu’s-Sunne (1/187)
[13] Sahih mevkuf. Said b. Mansur Sunen (448) Taberânî Evsat (2/270) Beyhakî (8/335)
[14] Sahih. Ahmed (807) Abdullah b. Ahmed Zevaidu’l-Musned (1074) Ebû Dâvud (2/70) Nesâî (1/282-283) Beyhakî (3/398)
[15] Sahih. Buhari (6764) Muslim (1614)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)