Mürtedlere Muamele Şekli
Mürtedlere karşı muamele de muhaliflere karşı muamelenin
türlerindendir. Şüphe yok ki riddet (dinden çıkmak) küfürden daha tehlikelidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُوا مِنْ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ *
وَإِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ * وَإِذَا انقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمْ
انقَلَبُوا فَكِهِينَ*وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلاءِ لَضَالُّونَ
“Şüphe yok ki o
suçlular, iman edenlere gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine
kaş göz işareti yaparlardı. Ailelerine döndüklerinde kendilerini beğenmiş
olarak dönerlerdi. Onları gördüklerinde derlerdi ki: “Şüphe yok ki bunlar,
sapmışlar.” (Mutaffifîn
29-32)
Mürtedler, şehadet kelimeleriyle müslüman olduklarını ilan
edip onlarla beraber namaz kıldıktan, oruç tuttuktan sonra söz, fiil, itikad
veya tereddüt etmek suretiyle dinden çıkarak küfrü ilan edenlerdir.
Mürted şöyle tarif edilir: “Müslüman olduktan sonra kendi
isteğiyle kâfir olan, alay ederek küfrü söyleyen veya küfre itikad eden yahut
tereddüt eden veya küfür fiili işleyen… kimsedir.”[1]
İslam’dan başka bir dine kendi istekleriyle çıkmış olan bu
kimselere cehalet mazeret değildir. Zira tekfire mani olan cehalet ancak
müslümanlar hakkında söz konusudur. Fıkıh kitaplarında “Mürtetlerin hükümleri”
bölümünde yer alan: “Mürtet için cehalet mazeret değildir” sözü bu anlamdadır.
Yoksa günümüzdeki cahil Haricî paçavralarının bu sözü mutlak kullanıp,
cehaletin tekfire hiçbir şekilde mani olmadığını iddia etmeleri koyu cehaletin
tuhaflıklarındandır. İslam dinini din edinmemiş hiç kimseye cehalet mazeret
değildir. İslam dininin dışındaki herkes kâfirdir, bu malum bir hükümdür. Lakin
Haricî taslakları kâfir hakkında aslolan bu hükmü, aslen müslüman olanlar
hakkında işletmek suretiyle cehaletin tekfire mani oluşunu inkâr etmektedirler!
* Cehaletin tekfire mani olması, dinde bilinmesi zarurî olan
konular haricinde kalan meselelerdedir. Dinde bilinmesi zarurî olan konularda
cehalet tekfire mani değildir. Dinde bilinmesi zarurî olan konular ise
şahıslar, mekân ve zamana göre farklılık arz eder. Bunun sınırı; ister akidevi
ister amelî meseleler olsun, âlimlerle avamın eşit seviyede bildiği konular
dinde bilinmesi zaruri olan konulardır. Yalnızca âlimlerin bilmeleri mümkün
olan meselelerde avam mazur görülür.
Mürtedlerin durumlarını bilmek önemlidir. Zira Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ
“Günahkârların
yolu apaçık ortaya çıksın diye ayetleri böylece açıklıyoruz.” (En’am 55)
Münafıklar Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında nifaklarını gizliyorlardı. Nifaklarını
ancak ağızlarından kaçırıyorlar, huzura çıktıklarında ya inkâr ediyor, ya da
tevbe izhar ediyorlardı. Şimdilerde ise küfürlerini açıkça dile
getirmektedirler ve onları sigaya çekecek kadılık gibi İslamî müesseseler
mevcut değildir. Bundan dolayı zındık münafıklar ile mürted olanların ayrımını
bilmek gerekir:
Mürted ile zındık münafıklarrın farkları:
1- Zındık
münafıklar (nifak küfrüyle münafık olanlar) iki şehadet kelimesinin gereği olan
Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul ettikleri ve müslüman olduklarını
iddia ettikleri halde, küfür veya şirk olan söz, fiil veya inançlara sahip olan
kimselerdir.
2- Bu kimselere
(münafıklara) İslam kadısı tarafından mürted hükmü verilmediği sürece kanları,
malları haramdır, müslümanlarla aynı hukukî haklara sahiptirler. Varis olur ve
onlara varis olunur, öldüklerinde cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına
gömülürler, nikâhları geçerlidir ve nikâhta müslüman kızlarına velayetleri
geçerlidir, emanları geçerlidir vb.
Örnek vermek
gerekirse; Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul eden, lakin küfür olan söz,
fiil ve inançlarda vuku bulan nifak ve bid'at ehli kimseler arasında şu isimleri sayabiliriz;
Cübbeli Ahmed
Mahmud Ünlü, Abdullah Yolcu, Cihan Elmas, Ebu Said Muhammed
Balcıoğlu, Taceddin Bayburdî, Ebu Zerka, Murat Gezenler, Mehmet Emin Akın, Ebu Hanzala Halis
Bayancuk, Ebu Haris, Ebu Nuh, Ebu Zeyd, Ebu Emre Hüseyin Alıcı, Harun Yıldırım,
Ebu Enes Muhammed Çiftçi, Mustafa Dönmez, Musab Köylüoğlu, İbrahim Gadban
(Faruk Furkan), Feyzullah Birışık, Ubeydullah Arslan, Bilgin Yalçın, Mesut
Körpe, İhsan Şenocak, Nureddin Yıldız vb.
Bunların
kanları, malları haramdır, müslümanlarla aynı hukukî haklara sahiptirler. Kendilerine
naslarla hüccet ikame edilmesi halinde hücceti kabulleri ve tevbe etmeleri
umulan kimselerdir.
3- Müslüman
olduğunu iddia ettikleri halde mürted hükmünde olanlar ise; Kur’ân ve sünnetin
bağlayıcılığını kabul etmeyenlerdir. Çünkü İslam’a girişin aslî şartı olan iki
şehadet kelimesi, Kur’ân ve sünneti bağlayıcı görmeyi gerektirir. Kur’ân ve
sünnetin bağlayıcılığını kabul etmeyen bu kimseler, müslüman olduklarını iddia
etseler dahi mürted hükmündedirler, bunlar için kadı tarafından irtidat hükmü
verilmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü kadı, küfür söz, fiil veya inanç sahibi olan
kimselere Kur’ân ve sünnet ile hüccet ikamesi yaparak tevbeye çağırır. Kur’ân
veya sünnetin bağlayıcılığını aslen kabul etmeyen kimselere ise böyle bir
istitabe (tevbe ettirme) sakıt olmaktadır. Kadı böyle kimselere tevbe istemeden
ölüm hükmü verir. İmam Malik’in “Tevbe istenmeden ölümüne hükmedilir” dediği
zındıklar aslında bu sınıftan olan mürtedlerdir.
4- Zamanımızda
İslam kadısı bulunmadığı için ölüm cezaları uygulanamayan, müslümanlık
iddiasındaki mürtedler, münafıklar gibi değil, kâfirler gibi muamele görürler.
Onlara varis olunmaz ve müslümana varis olamazlar, öldürklerinde cenaze
namazları kılınmaz, müslüman mezarlığına defnedilmezler, müslümanlar üzerinde
velayetleri, nikahları geçersizdir.
Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde
Kur’ân ve sünnetin bağlayıcılığını kabul etmedikleri için veya Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ve ittibayı vacip görmedikleri için mürted
hükmünde olanlara örnek isimler ise şunlardır:
Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Ahmet Kalkan, Fethullah Gülen, Zekeriya Beyaz, Emin Çölaşan, Mehmet Okuyan, Mehmet Çelik, Mustafa Öztürk, Hayri Kırbaşoğlu, Cemalinur Sargut vb.
Bunlar müslümanların haklarına sahip değildirler. Gayri Müslim kâfirlerle aynı hükümdedirler. Bu kimselerin taraftarları arasında ise mal ve can dokunulmazlığı olan münafıklar da vardır, Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını inkâr eden mürtedler de vardır.
Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Ahmet Kalkan, Fethullah Gülen, Zekeriya Beyaz, Emin Çölaşan, Mehmet Okuyan, Mehmet Çelik, Mustafa Öztürk, Hayri Kırbaşoğlu, Cemalinur Sargut vb.
Bunlar müslümanların haklarına sahip değildirler. Gayri Müslim kâfirlerle aynı hükümdedirler. Bu kimselerin taraftarları arasında ise mal ve can dokunulmazlığı olan münafıklar da vardır, Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını inkâr eden mürtedler de vardır.
Mürtedlerin Hedefleri:
Şüphe yok ki bu
mürtedler dini ifsat etmeyi, dini çirkin göstermeyi, tahrif etmeyi, haramları
helal saymayı, insanlar arasında bâtılın yayılmasını, kendi zındıklıklarına
davet etmeyi, müslümanları dinlerinden çıkarmayı, insanlar arasında şüpheler
atmayı vs. hedeflemektedirler.
Küfürlerini
yaygınlaştırmak ve fitne çıkarmak için müteşabih ayetleri merdiven olarak
kullanmaktadırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ
مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ
“Kalplerinde
eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini aramak için müteşabih
olanlarına tabi olurlar.” (Al-i İmran 7)
Dini insanların
hayatlarından uzaklaştırmak için çalışırlar. Dinin naslarının lafızlarını tahrif
etmeye güç yetiremediklerinden manalarını tahrif etmeye çalışmaktadırlar. Bunun
için İslam’a yeni bir anlayış getirme çabasındadırlar. Onlardan bazıları bu
hareketlerini: “Dini yeniden anlamak” veya “İslam’ın ikinci risaleti” yahut
“İslamın yeni yüzü” diye isimlendirirler. Bu ancak ilhad ve zındıklıktır!
Onların
anlattıkları İslam, Allah’ın din kıldığı, Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e
indirmiş olduğu, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine davet ettiği
İslam değildir! Bu ancak modern asra
uygun olduğunu iddia ettikleri değiştirilmiş İslam’dır! Hakikatte bu Allah
Teâlâ’nın kendilerine itaat edilmesini ve tabi olunmasını yasakladığı, Allah’ın
indirdiklerinden saptırmak isteyen düşmanlara itaattir!
Zındıkların Bu Asırda Yaydığı Küfür Sözler ve İnançlara Örnekler
Bu mürted zındıklar
bazen çok tehlikeli sözler ortaya atarlar:
Bazıları
şahitlik derken asra şahitliği kasteder.
Bazısı namazın
dinle alakası olmayan şahsi bir mesele olduğunu, namazın farz olmadığını, yoga
sporunun onun yerini tutacağını iddia eder!
Bazısı zekâtın
farz olmadığını, devlete verilen vergilerin onun yerine geçeceğini iddia eder!
Bazısı orucun
farz olmadığını, bunun arapların şahsiyetlerinin veya kaba bedeviliğin ıslahı
için konduğunu, bu asırda ise açlığın zaten yaygın olduğunu söyler!
Bazısı haccın
hava değişikliği olduğunu, aklın ve ruhun hac yapması gerektiğini söyler!
Miras taksimine
yeniden göz atılması gerektiğini, geçmişteki miras taksiminin bu asra
uymadığını, iki cins arasında eşitlik olması gerektiğini iddia ederler!
Erkeğin kavvam
aile reisi olmasının kalktığını, kadın için mahrem bir veliye gerek
kalmadığını, kadının erkeğe ihtiyacı olmadığını iddia ederler!
Erkeğin birden
fazla eşle evliliğinin değişmesi gerektiğini, dinin bu hükmünün bu asra
uymadığını, zina edenler için recm cezasının, hırsızın elinin kesilmesi
cezasının kaldırılması gerektiğini iddia ederler!
Yahudilerin,
Hristiyanların, Budistlerin, Hinduistlerin ve Mecusilerin kâfirler diye
isimlendirilmelerini uygun görmez, hepsinin müminler olduğunu iddia ederler!
Bazı muasır
zındıklar cennet ve cehennemin bu dünyada olduğunu, yani dünya nimetlerinin
cennet, dünya sıkıntılarının da cehennem olduğunu açıkça söylemektedirler!
Öldükten sonra haşir olmadığını, hayatın bu dünyadan ibaret olduğunu iddia
ederler!
Şu an bu
zındıklık ve küfürler mevcuttur ve yayılmaktadır!
Mürtedlere Karşı Muamelenin Kayıtları:
1- Mürtedin durumunu bilmek:
Bazı ülkelerde
müslümanların zayıflığının neticesi olarak şüpheler ve küfür olan sözler
yaygınlaşmıştır. Şu hususların bilinmesi gerekir: Kişi aslen mürted midir,
yoksa şüphe sahibi midir? Onun katında mesele açık mıdır, yoksa tam anlamıyla
inhiraf etmiş biri midir? Üzerinde tartışılacak bir cehaleti var mıdır?
2- Mutlak tekfir ile muayyen tekfiri ayırmak:
Mutlak tekfir
ile muayyen tekfiri ayırmak ehl-i sünnet’in, bid’at ehlinden ayrıldığı menhecî
özelliklerdendir.
Mutlak tekfir:
“Şu söz küfürdür” veya “şu fiil küfürdür” demektir.
Muayyen tekfir:
“Şu kimse şu fiili işlediği için veya şu küfür sözü söylediği için kâfirdir”
demektir.
Selefin yani
Ehl-i Sünnetin menhecine baktığımız zaman mürtedlere ve zındıklara karşı
muamelede âlimlerin mutlak tekfir ile muayyen tekfir arasında ayrım
yaptıklarını görürüz. Bir fiil, söz veya inancın küfür olduğunu söylemek ile
belli bir şahsın kâfir olup İslam dininden çıktığını söylemek arasında fark
gözetilmiştir.
Ehl-i Sünnet:
“Kim şöyle söylerse veya şunu yaparsa yahut şöyle inanırsa kâfir olur” derler.
Lakin: “Falan kâfir oldu” demezler. Bunu diyebilmek için tekfirin şartlarının
yerine gelmesi ve manilerinin ortadan kalkması gerekir.
İbn Teymiyye
rahimehullah şöyle demiştir: “Kendisine hüccet ikame edilmedikçe hata veya
yanlış yapan Müslümanlardan bir kimseyi tekfir etmeye hiçkimsenin hakkı yoktur.
Müslümanlığı kesin olarak sabit olan bir kimsenin müslümanlığı şüphe sebebiyle
ortadan kalkmaz. Bilakis bu hüccetin ikame olup şüphenin giderilmesinden sonra
ancak mümkün olur.”[2]
Yine şöyle
demiştir: “Bir söz küfür olabilir ve sahibinin tekfirini gerektirebilir. Yani
“Kim şöyle söylerse kafirdir” denilir lakin bu sözü söyleyen belli bir şahıs
hakkında, terki halinde küfrü gerektiren hüccet ikame edilmedikçe küfrüne
hükmedilemez. Tehdit içeren naslar da böyledir. Mesela Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “Yetimlerin mallarını zulümle yiyenler ancak karınlarına ateş
doldururlar ve varacakları yer tutuşturulmuş ateştir.” (Nisa 10)”[3] Lakin
yetim malı yiyen belli bir şahıs hakkında: “Ey falan! sen cehennemdesin
demeyiz.
İbn Teymiyye
rahimehullah yine dedi ki: “Bu ve benzeri tehdit nasları haktır, lakin belli
bir şahıs hakkında bu tehdit ile şahitlik etmeyiz. Kıble ehlinden belli bir
kimse hakkında cehennemlik olduğuna şahitlik edilmez. Bu tehdit onun hakkında
gerçekleşebilir de, şartların yerine gelmemesi veya manilerin bulunması
sebebiyle gerçekleşmeyebilir de.”[4]
Bazı insanlar,
naslarda cezası cehennem olarak belirtilen bir suç işlemiş olabilir, lakin
hükmü bilmiyor olabilirler. Mesela ilim ortamından uzak bir yerde yetişen bir
kimse yahut İslam’a yeni girmiş olan bir kimse, cehennemle tehdit edilmiş bir
fiili işlemiş olabilir. Lakin bu kimseye “sen cehennemdesin” diyemeyiz. Zira o
bunu bilmiyor olabilir yahut bir şüphesi bulunabilir. Ya da onun hakkında
tehditi gerektiren şart yerine gelmemiş olabilir veya tehditi hak etmesini
engelleyen bir mani bulunabilir.
Bu meselede iki
taife hata içindedir:
Birincisi: Muayyen şahısların hiçbir zaman tekfir
edilemeyeceği görüşündedirler. Bunlar Mürcie’nin bir sınıfıdır ve dinde
gevşeklik sahibidirler. Onlar irtidat kapısını tamamen kapamışlardır ve onlara
göre mürted yoktur.
İbn Useymin
şöyle demiştir: “Alimler belli şahıslar hakkında da riddet hükmü vermişlerdir.
Bazı şahıslar, küfür mevcut olmasına, tekfirin şartları yerine gelip manileri
ortadan kalkmasına rağmen belli şahısların tekfirinden kaçınıyorlar. Bu
yanlıştır! Bilakis böylesini tekfir ederiz ve ona kâfir muamelesi yaparız.
Çünkü biz ancak zahire göre hükmedebiliriz. Ama şayet bu kimsenin kalbinde
mü’min olup küfrü izhar etmiş olduğunu varsayarsak, bunun hesabı Allah Azze ve
Celle’ye aittir. Lakin tekfirin şartları yerine gelip manileri ortadan
kalktığında biz onu muayyen olarak tekfir ederiz. Şayet “Biz asla belli bir
şahsı tekfir etmeyiz, sadece küfrün cinsini tekfir ederiz” dersek geriye tekfir
edilecek kimse kalmaz ve kimse İslam’a davet edilmez.”[5]
İkincisi: Hâricilerdir. Bunlar, küfür fiillerinden
olan bir fiil hakkında genel bir hüküm bulunduğu zaman, o kimsenin hükmü bilip
bilmediğini, mazeret veya şüpheleri, tekfirin şartlarını ve manilerini
gözetmeksizin bu fiili işleyen herkesi bu fiilin hükmüne sokarak tekfir ederler.
Bu kimselerde tekfir hükmünü muayyen şahıslara genelleştirerek, tekfirin şart
ve manilerini gözetmeyerek aşırılık etmektedirler. Nice mazeret sahiplerini
mazur görmezler. Hatta şüpheli meselelerde ve içtihadî olan ihtilaflı
meselelerde dahi tekfirde bulunurlar. Bazısı zincirleme tekfirde bulunarak,
kendilerinin tekfir ettiği kimseleri tekfir etmeyeni de tekfir ederler.
Haricîler her
asırda mevcuttur. Ali radiyallahu anh Haricilerle yapılan Nehrevan savaşından
sonra şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun onlar erkeklerin sulblerinde ve
kadınların rahimlerinde mevcuttur.”[6] Yani
onlar doğup çıkmaya devam edecekler, kanları mubah sayacaklar ve İslam ehlini
tekfir edeceklerdir.
Selefin
uygulamasına baktığımızda onların bazı fiiller, bid’atler ve görüşler hakkında
tekfir sözünü kullandıklarını, lakin muayyen şahıslar hakkında cehalet, te’vil
gibi engeller sebebiyle tekfirde bulunmadıklarını görürüz.
İmam Ahmed ve
başkaları Cehmîlik, Allah’ın sıfatlarının iptali, Kur’ân’ın mahlûk olduğu sözü,
Allah’ın ahirette görülmesinin inkârı, kaderin inkârı gibi meselelerin büyük
küfür olduğunu belirtmişler, lakin kendileri hakkında şartların yerine gelip
manilerin ortadan kalktığı bir azınlık dışında muayyen şahısları tekfir
etmemişlerdir.
Mesela İslam’ın
aziz olduğu dönemlerde Hallac hakkında âlimler tartışmışlar, ona hücceti ikame
etmişler, ona irtidat haddini tatbik etmişlerdir.
Şimdiki zamanda
ise küfür oluşunda şüphe bulunmayan sözler yaygınlaşmıştır. Bazıları semavi
dinler arasında geçiş yapmanın imana zarar vermeyeceğini iddia edebiliyor. Bir
müslümanın Hristiyan veya Yahudi olabileceğini, bunların hepsinin semavî dinler
olduğu için hepsinin cennette olduğunu, hepsinin de sahih ve hak din olduğunu,
hepsinin de mü’minler olduğunu dahi iddia edebiliyor! Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ ثَالِثُ ثَلاثَةٍ
“Allah üçün
üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır.” (Maide 73)
3- Mürtedin akibeti:
Kişi mürted
olarak öldüğü zaman bütün amelleri boşa gider, cehennemde ebedî olarak
kalıcıdır. Allah ahirette ondan hiçbir iyilik kabul etmez. Lakin Allah’ın
adaletindendir ki ona sıhhat, mal, evlad ve şöhret vermekle iyiliklerinin
karşılığını dünyada vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ
فَأُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَئِكَ
أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Sizden her
kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte onlar dünyada da, ahirette de
amelleri boşa gidenlerdir. İşte onlar ateş halkıdır ve onlar orada sürekli
kalıcıdırlar.” (Bakara 217)
O mürtedler
Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler, ancak kendi nefislerine zarar
verirler. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ
يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
وَلا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لائِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ
وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Ey iman
edenler! İçinizden her kim dininden dönerse mü’minlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı aziz, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından
korkmayan bir toplum getirir ki O onları sever, onlar da O’nu severler. İşte
bu, Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Şüphesiz Allah Vasi’dir, Alîm’dir.”
(Maide 54)
4- Mürtedin tevbesi
Tevbe kapısı
açıktır. Küfür veya sapıklıkta olan, zındıklığa düşen bir kimse Allah’a hakiki
bir tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Kendisi sebebiyle başkalarını
saptırmışsa, tevbe etmekle beraber, sebep olduğu bâtılları da açıklayıp
gidermelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا
“Tevbe edin,
ıslah edin (düzeltin) ve beyan edin.” (Bakara 160)
Haram oluşunda
icma bulunan bir fiili mübah sayan kişinin tevbesi; onun haram olduğuna itikad
etmesi, geçmişteki itikadından pişmanlık duyması, ona bir daha dönmemeye samimi
bir şekilde azmetmesi, başkalarının da bunu mübah saymasına sebep olmuşsa, bu
işin haramlığını açıklaması gerekir.
5- İrtidata Hükmetmek Had Cezalarındandır ve Buna Ancak Yetkili İslâm Kadısı Hükmeder
Mürtedin cezasını ve had cezalarını uygulamak fertlerin,
herhangi bir âlimin, ilim talebesinin veya davetçinin değil, yetkili İslâm
kadısının görevidir.
Şayet bu iş
herkese açık olsaydı bir kimse öldürdüğü biri için, o bir mürteddi öldürdüm
derdi. Yahut herhangi bir kimse “falanın hırsızlığı bence sabit oldu” deyip
onun elini kesmeye kalkardı. Bazıları kendi kafasına göre recm haddi uygulayıp
“falan zina etmişti, öldürdük” derlerdi.
Had cezalarının
fıkhındandır ki, savaş halinde had cezası tatbik edilmez. Kıtlık zamanında had
cezası tatbik edilmez. Müslümanların yöneticisi olmayan yerde had cezaları
tatbik edilmez.
Kaos olan,
yönetici bulunmayan bir mıntıkada kendilerinde silah veya kuvvet bulunan bir
topluluk had cezalarını uygulamaya kalksa, o kişin kabilesi ve yakınları
ayaklanırlar ve terör ortaya çıkar.
Bunlar, birçok
kimsenin idrak edemedikleri had cezası fıkhındandır. Hissî davranan bazı
ilimsiz kimseler bu farkları anlayamıyorlar! Bu yüzden rabbanî muhakkik âlimler
had cezası gerektiren bir mesele hakkında sorulduğu zaman: “Böyle bir durumda
had cezasını uygulamak caiz değildir, bunu uygulayan günaha girer” derler.
Çünkü bu mesele bu âlimin fıkhettiği, hissî davranan kimselerin cahili
oldukları bir meseledir.
Hatta öyle
ahmaklıklara şahit olduk ki, cahil Haricî davetçilerinden birisi, fertlerin had
cezası uygulamasına delil uydurabilmek için, kişinin namaz kılarken önünden
geçmekte ısrar eden kimseyle vuruşmasına dair hadisi delil getirmeye
kalkışmıştır!
Abdullah b. Muhayriz rahimehullah
dedi ki:
الْحُدُودُ وَالْفَيْءُ وَالْجُمُعَةُ وَالزَّكَاةُ إِلَى السُّلْطَانِ
“Had cezalarını uygulamak, fe’y
(savaşsız elde edine ganimetler), Cuma namazını kıldırmak ve zekâtı toplamak
yöneticiye aittir.”[7]
Ebu’z-Zinad rahimehullah
babasından şöyle rivayet etti: “Medine’lilerden sözlerine başvurulan fakihler
şöyle diyorlardı:
لَا
يَنْبَغِي لِأَحَدٍ أَنْ يُقِيمَ شَيْئًا مِنَ الْحُدُودِ دُونَ
السُّلْطَانِ إِلَّا أَنَّ لِلرَّجُلِ أَنْ يُقِيمَ حَدَّ الزِّنَا عَلَى عَبْدِهِ
وَأَمَتِهِ
“Had cezalarından bir şeyi
sultandan başkası ikame edemez. Ancak kişinin kölesine veya cariyesine zina
haddini kendisinin uygulaması bundan hariçtir.”[8]
İbn Muflih
rahimehullah mürtedin hükmü hakkında şöyle demiştir: “Mürtedi ancak yönetici
veya onun vekili öldürebilir. Âlimlerin genelinin kavli budur.”[9]
6- Mürtedin nikâhı hiçbir şekilde geçerli değildir:
Mürtedin nikâhı
mutlak olarak geçersizdir. İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir:
“Bir müslüman
irtidat ederse, müslüman bir kadınla, mürted bir kadınla, müşrik bir kadınla
veya putperest bir kadınla nikâhı da bâtıldır.”[10]
Evlilikten
sonra irtidat meydana gelirse eşlerin arasının ayrılması gerekir. Nikâhları
bâtıl olur. İbn Kudame şöyle demiştir:
“Eşlerden biri cima
gerçekleşmeden dinden çıkarsa nikâh fesih olur. biri diğerine varis olamaz.
Eğer cimadan sonra riddet gerçekleşirse iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden
birine göre derhal araları ayrılır. Diğerine göre iddet süresinin tamamlanması
beklenir, sonra ayrılırlar.”[11]
7- Mürtedler mü’minlerin velisi ve yönetici olamazlar:
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً
“Allah kâfirler
için müminler üzerine bir yok kılmayacaktır.” (Nisa 141)
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا
وَلَعِبًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ
وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
“Ey iman
edenler, sizden önce kitap verilenlerden dininizi eğlence ve oyun edinenleri ve
kâfirleri veliler edinmeyin. Mü’minler iseniz Allah’tan sakının!” (Maide
57)
İbn Kudame
şöyle demiştir: “Kâfirin, müslüman kız üzerinde velayetinin geçerli olmadığı
hususunda başta Malik, Şafii, Ebu Ubeyd ve re’y ashabı olmak üzere ilim ehli
icma etmişlerdir.”
İbnu’l-Munzir
dedi ki: “Kendilerinden ilim ezberlediğimiz bütün ilim ehli bu hususta icma
etmişlerdir.”
Kadının bütün
akrabaları kâfir ise onun müslüman kadı evlendirir. Çünkü Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem: “Velisi olmayanın velisi sultandır” buyurmuştur. Müslümanların
kadısı bulunmadığında, müslümanların adaletine güvendikleri bir kimse onun
velisi olur.
İbn Kudame
şöyle demiştir: “Kadının velisi yoksa ve yetki sahibi bir idareci bulunmazsa
İmam Ahmed’den gelen bir rivayete göre adil bir kimse, kızın izniyle onu
evlendirir.”
8- Mürtedlerden teberrî edip uzaklaşmak:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ
تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنْ
الْحَقِّ
“Ey iman
edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı velîler edinmeyin. Siz onlara sevgi ile
karşılık veriyorsunuz; oysa onlar Haktan size geleni inkâr ediyor.”
(Mumtehine 1)
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ
إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ
دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةُ
وَالْبَغْضَاءُ أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ
“İbrahim ve
onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani kavimlerine
demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah dışında taptıklarınızdan uzağız. Sizi
tanımıyoruz. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi
bir düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir.” (Mumtehine 4)
9- Mürtede tebliğ ve hüccet ikamesi
Rebî b.
Suleyman rahimehullah dedi ki: “Şafiî rahimehullah, Hafs el Ferd ile
konuştuğunda Hafs el-Ferd:
“Kur’ân mahlûktur”
dedi. Şafii rahimehullah da ona dedi ki:
“Sen yüce Allah’ı
inkâr ettin.”[12]
Tarık b. Şihab rahimehullah’tan:
“Buzaha b. Esed ve Gatafan elçileri Ebu Bekr radiyallahu anh’e gelip sulh
istediler. (Bu kavimler dinden irtidat ettikten sonra boyun eğmişlerdi) Tuleyha
b. Huveylid el-Esedî’ye tabi olup itaat etmişlerdi. Halid b. el-Velid radiyallahu
anh Museyleme ile savaşıp galip geldikten sonra bunlarla savaşmıştı. Elçilerini
Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh’e gönderdiler. Ebu Bekr radiyallahu anh
onları açık bir savaş ile zelil edici bir barış arasında muhayyer bıraktı. Dediler
ki:
“Harp bizi
yenilgiye uğratacaktıri bunu anladık. Peki zelil edici barış nedir?” Ebu Bekr radiyallahu
anh dedi ki:
“Sillahları
bırakmanız ve silahsız dolaşmanız, atlara binmemenizdir. Develerin
kuyruklarından tutunan topluluklar olarak terk edilmenizdir. Ta ki Allah,
nebisinin halifesini ve muhacirleri sizi mazur gördükleri bir iş üzerinde
görsün. (Yani durumunuzu değiştirerek istikamet üzere olduğunuzdan ve tevbe
ettiğinizden emin olalım.) Sizden aldıklarımızı ganimet edineceğiz. Bizden aldıklarınızı
bize iade edeceksiniz. Bizden öldürdüklerinizin diyetlerini ödeyeceksiniz. Sizden
öldürülenler ise ateştedir.” Ömer radiyallahu anh bunları işitince Ebu Bekr radiyallahu
anh’e dedi ki:
“Muhakkak ki
senin görüşün isabetlidir ve görüşünden ibret alacağız….”[13]
10- Mürtedin ölümüyle ilgili hükümler:
Mürted olarak
ölen kimse, kâfir olarak öldüğü için cenazesi yıkanmaz, cenaze namazı kılınmaz,
müslüman mezarlığına gömülmez.
Ali radiyallahu
anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebû Tâlib vefat edince Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem gidip şöyle dedim:
“Senin o
sapık amcan ölmüş bulunuyor. Onu kim gömsün?” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
‘‘O müşrik olarak öldü. Git onu
göm. Yanıma gelinceye kadar da başka
hiçbir şey yapma.” Alî radiyallahu
anh dedi ki:
“Onu gömdüm,
sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim.
‘Git guslet, sonra yanıma
gelinceye kadar hiçbir şey yapma’ dedi. ‘Alî radiyallahu anh devamla dedi ki:
“Guslettim
sonra onun yanına gittim. Bana bazı dualar yaptı ki onların karşılığında kırmızı
ve siyah tüylü develere sahip olmak beni sevindirmez.” (Hadisi ‘Alî radiyallahu
anh’den rivayet eden) dedi ki:
“Alî radiyallahu
anh ölüyü yıkadı mı kendisi de guslederdi.”[14]
El-Elbânî rahimehullah
dedi ki: “Bu hadiste dikkat çeken hususlardan birisi de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in müşrik
olan babasının vefatı dolayısıyla Alî radıyallahu anh’ı taziye etmediğidir.
Dolayısıyla Müslüman bir kimsenin kâfir olan bir yakınının vefatı dolayısıyla
taziye edilmesinin meşru olmadığına delil olabilir. Kâfirlerin kendileri gibi
kâfir olan ölüleri dolayısıyla taziyesinin caiz olmayacağına ise öncelikli
olarak delildir.”
Üsâme
radiyallahu anh'den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman
kâfire, kâfir de müslümana vâris olamaz.”[15]
[1]
Ravdu’l-Merbu (s.499)
[2]
Mecmuu’l-Fetava (12/466)
[3]
Mecmuu’l-Fetava (23/345)
[4]
Mecmuu’l-Fetava (23/345)
[5]
Şerhu’l-Mumti (11/307)
[6]
İbn Kesir el-Bidaye (7/321)
[7]
Sahih maktu. İbn Zencuye el-Emval
(2144)
[8]
Hasen maktu. Beyhaki, (8/245)
[9]
El-Mubdi (9/154) Bkz.: İbn Useymin, Şerh’l-Mumti (14/455)
[10]
El-Umm (5/57)
[11]
El-Mugni (14/67)
[12]
Şerhu’s-Sunne (1/187)
[13]
Sahih mevkuf.
Said b. Mansur Sunen (448) Taberânî Evsat (2/270) Beyhakî (8/335)
[14]
Sahih. Ahmed (807) Abdullah b. Ahmed Zevaidu’l-Musned
(1074) Ebû Dâvud (2/70) Nesâî (1/282-283) Beyhakî (3/398)
[15]
Sahih. Buhari (6764) Muslim (1614)