Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Her B.ka Konan Sinek Gibi Oldular!

 Bid’at ve bid’atçilerle fingirdeşme içinde olanlar, kendilerini aklamak için “Müslüman arı gibi olmalı, her çiçekten almalıdır” sözünü kullanıyorlar. Lakin çiçeklere değil b.klara konarak pislik ortaya çıkaran sineklere daha çok benzerler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi: “Sinekler cehennemdedir[1]

Ebu Hanzala taklitçileri, “Tevhid Dergisi” adı altında ortaya çıkardıkları şirk ve bid’at pislikleriyle, zaten her yanı kuşatmış olan ufûneti daha da dayanılmaz hale getiriyor! Sözde dine davet için ruh taşıyan canlı sureti yapma şirkini helal saymış, abuk subuk çizgi filimler yapmaya başlamışlardı. Şimdi de dine davet amaçlı tiyatro şaklabanlığına girişerek rezillik ortaya koyuyorlar! 

Daha önce Bizden Olmayanlar kitabımda “Tiyatro ve Sinema Yapanlar Kafirlere Benzer” başlığı altında yayımladığım yazıyı aşağıda aktaracağım. 

Haram unsurlar içermeyen tiyatro hakkında gevşeklerin alimi ve alimlerin gevşeği İbn Useymin’in bir cevaz fetvası zikredilir. O, bu fetvasında, dini şiarlarla alay edilmemesi, erkeğin kadın kılığına, kadının erkek kılığına girmemesi, hayvanların taklidi yapılmaması vb. şartlarla tiyatroda sakınca olmadığını zikreder(!).İbn Useymin ucunun nerelere ulaştığını bilemediği birçok sorumsuzca verdiği fetvalarla elbette kabrinde karşı karşıyadır. Allah taksiratını affetsin! Fakat onunla muasır diğer alimler tiyatrodaki belaları fark etmiş ve bunun neden caiz olmayacağını açıklamışlardır. 

Bunun en büyük tehlikelerinden biri, halklar arasında (ilk üç asırdan sonrasından beri her dönemde ümmetin çoğunluğunu münafıklar oluşturuyor olması gerçeğinden hareketle) şerefsiz, şahsiyetsiz tipler bulunmaktadır ve İslamî değerleri hevalarına alet etmek için her fırsatı değerlendirirler. Sözün başında dediğimiz gibi, çiçeğe de, b.ka da konan sinekler var! İbn Useymin ve tiyatroya cevaz verme gafletinde bulunan her kim ise, insan olması hasebiyle dışkılarlar, lakin asıl bela bu dışkılardan ümmetin aleyhine geneli kuşatan zehirleri taşıyan sineklerdir. Yani asalak taklitçiler! 

Maalesef ümmetin durumu İbn Useymin’in hüsnüzan ettiği gibi temiz değildir, tiyatro konusu insanları güldürmek için basit bir taklitten ibaret değildir! Güldürme işini ve şakacılığı meslek edinenlerin şahitliğinin kabul edilmeyeceği fıkıh kitaplarında anlatılır. Durum bu kadarla da kalmıyor, bok sineği kılıklı mahluklar tiyatroyu “Dini anlatmak” için kullanıyor ve habis bir bid’at çıkarıyorlar!

Şeyh Bekr Ebu Zeyd rahimehullah et-Temsil adlı kitabında (s.35-36) şöyle der: “Mürüvvet, dinin maksatlarındandır ve mürüvveti ortadan kaldıran şeyler yargıda şahitliği geçersiz kılar. Din, üstün ahlakı emreder ve düşük ahlaktan yasaklar. Tiyatro yapan kimselerin kendilerini hangi hallere soktuklarını, her hangi bir uzvuna yaptıklarını, hareketlerini, seslerini değiştirmeleri, hatta deli, ahmak, bunak rolüne girdikleri görülmektedir. Nitekim fakihler “şahitlikler” babında şahitlik vasfını düşüren şeyler arasında gülünç, sihirbaz,  alaycı, çokça şaka yapan kimseleri saymışlardır. Dört mezhep fakihleri ve diğer fakihler arasında bu durum meşhurdur… Bundan dolayı akıl sahibi şüphe etmez ki; tiyatroculuk mürüvveti yok eden şeylerin başında gelir, bu ve bunun gibi şeyler yargıda şahitlik vasfını iptal eder. Muhakkak ki din bunu hiçbir şekilde onaylamaz. Yine şu husus kabul edilen şeylerdendir ki: tiyatro mürüvvet ehlinin sanatı olamaz. Akıl ve din ile anılan bir kimsenin de sıfatı olamaz.”

Evet, durumu bu olan tiyatronun hele bir de dine davet, dini anlatmak vb. gayelerle yapılması çok daha iğrenç bir çirkinliktir. BÂTIL HAK SURETİNDE GELEBİLİR AMA HAK ASLA BÂTIL SURETTE GELMEZ!

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olduğuna göre, imanı zayıf olanların kâfirlere benzeyeceklerini, kendilerini kâfirlerin karşısında eksik ve hâkir hissedeceklerini, bu yaptıklarını çirkin görerek şöylece haber vermiştir: Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لتَتَّبِعُنَّ سَنَن مَنْ كان قبلكم شِبْرا بِشِبر، وَذِرَاعا بِذِراع حتى لو دَخَلُوا جُحْرَ ضَبّ لَتَبِعْتُموهُمْ قَالَ أَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِيُّ قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى قَالَ: فَمَنْ

Elbette sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış uyacaksınız. Hatta öyle ki, onlar bir kertenkele deliğine girseler siz de onları takip edeceksiniz.” Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh dedi ki:

“Biz: Ey Allah’ın rasulü! Yahudi ve Hıristiyanları mı (kastediyorsun)? Dedik. Buyurdu ki:

(Başka) kimler olacaktı ki?[2]

Sünen; yollar demektir. Bu hadis Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in mucizelerindendir. Bu yüzden Müslüman erkek ve kadınların çoğunun bugün pek çok konuda, hatta kendilerine hiçbir faydası olmayan giyim, saçların şekli, yanaklardaki tüyleri ve sakalları tıraş etmeleri gibi hususlarda bile kâfirleri taklit ettiklerini görürsün. Öyle ki Müslüman erkek ve kadınlar gazete ve dergilerde batıdaki veya doğudaki kâfirlerin son modalarını araştırıp aynısını yapmaktadırlar.

Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَرْكَبُنَّ سُنَنَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ مِثْلًا بِمِثْلٍ

Nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizden öncekilerin yaptıklarını aynısıyla siz de yapacaksınız[3]

Şeddad b. Evs radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَيَحْمِلَنَّ شِرَارُ هَذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى سَنَنِ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ أَهْلِ الْكِتَابِ حَذْوَ الْقُذَّةِ بِالْقُذَّةِ

Bu ümmetin kötüleri, daha önce yaşayan Ehl-i Kitab’ın yaptıklarını eksiksiz bir şekilde, adım adım aynen yapacaktır.[4]

Mısır Allamesi Ahmed Muhammed Şakir Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’ya: “Kâfirlerin elbisesini giyme” buyurduğu hadisin dipnotunda şöyle demiştir:

“Bu hadis, giyim ve görünüm konusunda kâfirlere benzemenin haram olduğunu açıkça ifade etmektedir. Nitekim diğer bir sahih hadiste: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” buyrulmuştur. İlim ehli ilk asırlardan bu son asırlara kadar, kâfirlere benzemenin haramlığı hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Müslümanlar arasında köleleşmeye çalışan zelil nesiller çıkmış, her konuda kâfirlere benzeyerek onlara alay konusu olmuş ve köleleşmişlerdir. Sonra ilme yapışan ve kendilerini ilme nispet edip, giyim, görünüm, şekil, ahlak ve her konuda kâfirlere benzeme işini onlara süsleyen kimseler buldular. Durum o hale geldi ki, ümmet arasında içine bidat soktukları namaz, oruç ve hac görüntüleri dışında kâfirlere benzetmedik bir İslam alameti kalmadı.”[5]

Bazı âlimler kâfirlere benzeme kastı olmaksızın sadece benzemeyi haram, kâfirlere benzeme kastı varsa dinden çıkaran küfür olarak görmüşlerdir. Bu görüşe göre onlara benzeme kastı olmasa da teşebbüh gerçekleşmiş olur. Şayet bu amelini beğenir ve hoşlanırsa küfür olmayıp, haramdır.

İbn Haldun şöyle demiştir: “Yenilmiş kavimler, giyim ve kuşam, mezhep, diyanet ve başkaca hal ve itiyatlarında kendilerine galip gelen kavim ve hükümdarları örnek edinirler. Bunun sebebi şudur; nefis ve kalp daima kendi kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Buda kendisine galebe çalanı ululamak, kalbinde yerleşmiş yahut kendisinin ona boyun eğmesinin tabii sebeplerinden olmayarak kendisini yenen kimsenin kemal ve fazilet sahibi olmasından ileri gelmiş olduğuna inanmasından ve bu hususta yanılmasından ileri gelir. Yenilen kimse buna inandıktan sonra bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır… Oğulların babalarına benzemesi hususundaki hallerine dikkat edersen, oğulların daima babalarını kendilerine örnek edindiğini görürsün. Bu da oğulların babalarının olgunluk ve üstünlüklerine inanmalarından ileri gelir… Bu hal çağımızda Endülüs’te de görülmektedir. Bu ülkedeki Müslümanlar kendilerine galebe çalan Gal’leri örnek alarak giyim-kuşam, birçok adet ve halleriyle onlara benzemeye çalışmaktadırlar. Bu durumu gören bunların birer istila belgesi olduğunu hikmet gözüyle görür…”[6]

Tiyatro ve Sinema Yapanlar Kâfirlere Benzer

Video cihazlarıyla yapılan şeylerin en meşhuru “İslami temsiller/tiyatrolar” denilen şeyler ve benzerleridir[7] ki bunlar haramdır. Bunlar ister insanların sureti çekilmek suretiyle olsun, ister çizgifilm şeklinde olsun fark etmez. Bunların haramlığı şu açılardandır:

1- Temsil/tiyatro denilen şeyin aslı Hristiyanlardan, eski ve modern tarihteki putperestlerden alınmıştır.

* Temsil/tiyatro, Yunan putperestlerinde başlamış, sonra Hristiyanlara intikal etmiş, mabedlerine kilisilerine bu tiyatroları yapmışlar, sonra da onlardan başkalarına geçmiştir.

*Modern tarihte ise Avrupa’da başlamış, sonra Nakkaş Marun denilen Yunan bir hristiyan eliyle müslümanlara geçmiştir. 1840 yılında ilk arapça temsilini yapmış, sonra insanlar temsil yapmaya başlamışlardır… Allah yardımcımız olsun.

Temsil bu kimselere benzemektir. Müsned’de ve diğer hadis kitaplarında İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan gelen hadiste:

Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” buyrulmuştur.

2- Temsilde açık bir yalan vardır. Zira o olmadığı halde, filan kimse olduğunu iddia eder. Öyle bir iş yapmadığı halde, o işi yapar. Kıssası yalandır! Bu ise ciddi de olsa, şaka yoluyla da olsa haramdır. Nitekim İmam Ahmed, sahih isnadla, Şu’be’den, o Ebu İshak’tan, o da Ebu Ahvas’tan diyerek, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet eder:

“Şüphesiz yalanın ciddisi de, şakası da yaramaz. Kişi çocuğuna yapmayacağı birşeyin sözünü vermesin. Muhakkak ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bize şöyle buyurdu:

وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يَكُونَ صِدِّيقًا وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk olarak yazılır. Yine kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzab/çok yalancı yazılır.”[8]

Eğer tiyatrosu (veya filmi) oynanan kıssa sahih ise ve aslı varsa da yalana nispet edilir:

3- Bu müslümanların mahremiyetine girmektir ve rızası olmadan onun adına anlatmaktır. Bu ise haram olan gıybettendir. Nitekim Sahihu Muslim’de Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

أَتَدْرُونَ مَا الْغِيبَةُ؟ قَالُوا: اللهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ، قَالَ: ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِمَا يَكْرَهُ قِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِي أَخِي مَا أَقُولُ؟ قَالَ: إِنْ كَانَ فِيهِ مَا تَقُولُ، فَقَدِ اغْتَبْتَهُ، وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ بَهَتَّهُ

Bilir misiniz gıybet nedir?” “Allah ve rasulü daha iyi bilir” dediler. Buyurdu ki:

Kardeşini hoşlanmayacağı şekilde zikretmendir” denildi ki:

“Söylediğim şey kardeşimde mevcutsa ne dersin?” Şöyle buyurdu:

Eğer onda söylediğin mevcutsa gıybetini etmişsin demektir. Yok, eğer onda mevcut değilse, iftira etmişsindir.”[9]

Birinin fiillerini ve sözlerini taklid etmek amelî gıybettir. Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e birinin taklidini yaptım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

مَا يَسُرُّنِي أَنِّي حَكَيْتُ رَجُلًا وَأَنَّ لِي كَذَا وَكَذَا

Bana şu kadar ve şu kadar verilse bile herhangi birinin taklidini yapmak hoşuma gitmez” buyurdu.[10]

Şayet bu taklitler çizgi film denilen resimlerle yapılırsa bu daha da çirkindir. Zira buna şunlar da eklenir:

4- Çizgifilmler şu kötülükleri bir araya getirir:

* El ile suret çizmek. Bu dinde kötülenen şeyin aslıdır.

* Rızası olmadan müslümanın taklidini yapmak.

* Çocuklar için müslümanı tasvir etmek ve resmini çizmek. Bunda alay etme söz konusudur. Hiçkimsenin bu şekilde tasvir edilmesine razı olacağını ve buna izin vereceğini zannetmem. Şahısların fiil olarak taklid edilmesi, resminin çizilmesinden daha ehvendir!

* İki açıdan yalan söz konusudur: birincisi: Resmi yapan bu suretlerin o kimselere ait olduğunu iddia eder, lakin kendisi onları görmemiştir. İkincisi: Bu resimlerin diliyle konuşur, onun sözlerine yalan katar. Daha önce açıklandığı gibi, bu da üçüncü açıdır.

Eğer gayri müslimlerin taklidi yapılıyorsa buna da şunlar katılır:

5- Bu, yollarında, sözlerinde ve fiillerinde kâfirlere benzemektir. Bu ise daha önce geçtiği gibi, haramdır.

Eğer buna onların putlara secde, islam ile alay etmek gibi küfür olan görüşlerinden veya ibadetlerinden bir şey de eklenirse bu Allah’a sığınırız, küfürdür. Bu gibi münkeratın sunumuyla tiyatro (ve sinema)ya ruhsat yoktur.

Bu tiyatro (ve filmler), tıpkı “İslâmî” diye isimlendirmelerinde olduğu Allah’a yakınlık olarak yapılır ve öyle görülürse:

6- Bu dinde bid’at çıkarmaktır! Rasullerin efendisinin yoluna aykırılıktır! Nitekim Sahih’te Aişe radıyallahu anha’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ فِيهِ، فَهُوَ رَدٌّ

Emrimizde ondan olmayan bir şey çıkaran reddolunur[11] Diğer rivayette:

مَنْ عَمِلَ عَمَلًا لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ

Kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa reddolunur[12] buyrulmuştur.”



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Taberânî (12/398, 419) Abdurrazzak (5/213)

[2] Sahih. Buhari (3456) Müslim (2669) benzerini Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Buhari (7319) rivayet etmiştir.

[3] Hasen ligayrihi. Ahmed (5/340) Taberani (8/204)

[4] Hasen. Ahmed (4/125) Tayalisi (1217) Taberani (7/281)

[5] Musned (10/19)

[6] İbni Haldun Mukaddime (1/374)

[7] Ömer Muhtar, gibi islami film denilen şeylerde bu kimseler müzik dışında bir münker görmemektedirler! Sonra da kalkıp “İslamî” diyorlar. Ayn-ı Calut Aslanı, Fatih Sultan Mehmed ve benzerleri gibi elle çizilen çizgi filmlerde de durum aynıdır. “İslami video”(!) yu helal sayanlar ruh taşıyan canlıların resimlerini “İslami tasvir” adı altında yapmakta yarışıyorlar! Bu filmler hakikatte büyük günahlardan ve ifsattandır. La havle vela kuvvete illa billah..

[8] Sahih. Buhari (6094) Muslim (2607)

[9] Sahih. Muslim (2589)

[10] Sahih. Tirmizi (2502) Ebu Davud (4875) Ahmed (6/128, 136, 189, 206) İshak b. Rahuye (1596-97) Beyhaki (10/247) Beyhaki Şuab (5/301) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1080) Haraiti Mesaviu’l-Ahlak (198)

[11] Sahih. Buhari (7350) Muslim (1718)

[12] Sahih. Buhari (2697) Muslim (1718)

17 Haziran 2022 Cuma

Riddet Küfrü ve Nifak Küfrü Hakkında – el-Elbani

 Soru: Allah'ın indirdiğiyle hükmeden ve içerisinde bariz yanlış ve isyanların bulunduğu bir devlet ile yabancı kanunlar ile hükmeden devletten hangisi kafirdir?

El-Elbani dedi ki: Zannedersem geçen oturumda küfür veya şirk hakkında konuşmuştuk. Küfür iki kısımdır: itikadî küfür ve amelî küfür. İtikadî küfür kişinin akidesiyle alakalıdır. Her kim Allah Tebarek ve Teala’nın getirmediği ve kulları için teşri kılmadığı düzeni, kanunları veya hukuku kalbiyle helal sayar ve benimserse onun bu küfrü riddet küfrüdür, bu küfrü itikadî küfürdür ki sahibi rabbinin şeriatına aykırı bir şeyi benimseyip kalben ona itikat ettiğinden Müslüman değildir. Her kim de Allah Tebarek ve Teala’nın şeriatını sistem ve hüküm olarak benimserse müslümandır, bizim lehimize olan onun da lehinedir aleyhimize olan onun da aleyhinedir. Onun bizim üzerimizde Temim ed-Dari radiyallahu anh’ın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettiği sahih hadiste bildirilen hakkı vardır:

"Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir." Dediler ki: "Kim için ey Allah'ın rasulu?" Dedi ki:

"Allah için, kitabı için, Rasulu için, Müslümanların imamı ve avamı için"

Her kim din olarak, sistem olarak, kanun olarak İslam'ı benimserse onun hakkındaki görüşümüz hiç bir yöneticinin noksanlık, hata ve benzeri kusurlardan hali olamayacağı gibi onun da olamayacağıdır. Bize düşen gücümüz yettiğince ona nasihat etmek, marufu emretmek ve onu münkerden nehyetmektir. Eğer yönetici düzen ve sistem olarak İslam'dan başkasını benimsemiş olan bir yöneticiyse onun hükmü altında yaşayan kimseye İslam hükümlerinin egemen olduğu bir beldeye yolculuk edip oradan hicret etmesi gerekir. Bu da yine umum bir kaide olan güç yetirme kaidesine göredir. "Allah'tan gücünüz yettiğince sakının" Yine Nebi aleyhissalatu ve’s-selam’ın dediği gibi:

"Size bir şey emrettiğimde onu gücünüz yettiğince yerine getirin, bir şeyden yasakladığımda ona son verin"

Soru soran kişi: Güzel... Peki eğer helal görmüyorsa yani Allah'ın indirdiğiyle hükmetmenin vacip olduğuna iman ediyor fakat Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek isteyen buna ihtiyaç duyan kimse...

El-Elbani: Uzamasından çekindiğimden geçmiş konuları tafsilatıyla tekrarlamak istemiyorum... Özellikle de göründüğü kadarıyla kardeşlerin de soruları var. Ayrıca diğer kardeşlerin de soracakları var.

Soru soran: İşareten de olsa izah güzel olur.

El-Elbani: Biz diyoruz ki her kim İslam'dan başkasını akide olarak benimserse onun küfrü irtidad küfrüdür. Her kim de ister yönetici ister yönetilen olsun İslam'ı benimserse bu kişi de az önce de belirttiğimiz gibi Müslümandır. Ancak bu yönetici veya yönetilen İslam ile gelen bir şeye muhalif bir harekette bulunursa onun bu muhalefeti küfürden değil, masiyetten kabul edilir. Her ne günah işlemiş olursa olsun veya günahı ne kadar büyük olursa olsun kalbiyle bu günahını helal görmedikçe yani işlediğim bu şey günah değildir ne haramdır ne helaldir demedikçe böyledir. Ne zaman ki bunu der küfre girmiş ve dininden irtidad etmiş olur.

İşte bundan dolayı riddet küfrü ile masiyet küfrünü birbirinden ayırmamız gerekiyor. Riddet küfrü kalp ile alakalıdır. Kişinin kalbi Allah'ın şeriatine karşı gelmektedir. Masiyet küfründe ise kişinin kalbi Allah'ın şeriatinden yana olsa da ameliyle hevasına uymaktadır. Aksi takdirde Allah Azze ve Celle’ye karşı isyan eden herkesin riddet küfrüyle kâfir olduğunun söylenmesi gerekir ki bir Müslüman bunu söylemez.

Nifak da aynı küfür gibi bu kabildendir. Bu da aynı şekilde bugün insanların çoğuna kapalı kalmış meselerdendir. Nifağın da aynı küfür gibi itikadi ve ameli kısımları vardır. Bu hakikati hatırladığımızda bazı hadisleri anlamamız da kolaylaşır. Aksi takdirde ilim talebesinin kafası karışacaktır. Mesela meşhur hadis:

"Münafığın alameti üçtür: konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine guvenildiginde hainlik eder"

Münafığın alameti... Bu hadisteki münafık ismini nasıl anlayacağız? Bu Kuran'da geçtiği gibi midir?: "Muhakkak ki münafıklar cehennemin en alt tabakasındadır"

Kim sözünde durmazsa onun cehennemin en alt tabakasında olduğunu mu söyleriz? Bunu ancak şer’i isimlendirmelerin hakikatinden cahil olan kimse söyler.

Münafığın nifağı; ameli nifak da olabilir, itikadi nifak da olabilir. Allah Azze ve Celle’nin haklarında cehennemin en alt tabakasında olduğunu söylediği kişilerin küfrü içlerinde gizleyip İslam'ı izhar eden kişiler olduğunu biliyorsunuz. İşte bunlar kalplerinde yer edenlerden dolayı kâfirlerdir çünkü onlar kalplerinde Allah'ın indirdiklerine karşı bir küfür gizliyorlar. Lakin onlar insanlara İslam'ı zahir ediyorlar. Onlarla namaz kılıyor, oruç tutuyor ve İslam ahkâmını açığa vuruyorlar. Ancak kalplerindekiyle kâfirdirler. İçindekinin zıddını açığa vurduğundan o münafık diye isimlendirilmiştir.

Onun açığa vurduğu güzel olan İslam'dır kalbinde ise büyük bir küfür gizlemektedir. Onun bu küfrü cehennemde ebedi kalmayı gerektiren bir küfürdür, sahibi de cehennemin en alt tabakasındadır.

İşte bu hadiste (münafığın alameti hadisi) ve bunun gibi başka hadislerde mesela Nebi aleyhissalatu ve’s-selam’ın: "Kim cihad etmeden veya nefsinde cihad etmeyi arzulamadan ölürse nifaktan bir şube üzerinde ölmüş olur" sözünde geçen nifak, sahibini cehennemde ebedi kılacak olan nifak mıdır? El-Cevab: Hayır.

Öyleyse "Münafığın alameti" hadisini nasıl anlayacağız? Buradaki Münafığın nifağı tıpkı ameli küfür gibi ameli nifaktır. Yani o inandığına muhalif bir amelde bulunmaktadır. Müslüman kalbinin derinliklerinde yalanın haram olup caiz olmadığına iman etmektedir. Kalbinde durum böyledir peki o ne yapmaktadır? İçinde gizlenenin aksine ameli etmektedir. Kâfir ve mürted olan Münafık da gizlediğinin aksini açığa vurmaktadır. Ancak o şerri gizlemeye hayrı açığa vurmaktayken münafık Müslüman ise hayrı gizlemeye şerri açığa vurmaktadır. Hayra iman etmekte şer işlemektedir.

O, yalanın haram olduğuna, husumetin haram olduğuna inanmakta fakat inandığına (ameliyle) muhalefet etmektedir. Müslümanın amelinin itikadıyla çelişmesi onun sâlih olmayan amelinin sâlih olan akidesiyle çelişmesidir. Bu münafık zahir olan amelinin içinde gizlediğiyle çelişmesi bakımından kâfir ve mürted olan münafıkla ortaktır.

Öyleyse "Münafığın alameti üçtür" hadisi hakkında şimdi diyelim ki... İçinde küfrü gizleyip İslam'ı açığa vuran itikadî nifak sahibi cehennemin en alt tabakasındadır. İçinde Allah katından gelenlerin tümüne imanı barındırıp ameliyle ve sözüyle buna muhalefet eden Müslümana gelince... Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu münafık diye isimlendirmiştir. O halde selim kaideye sahip olup da kendisinden Allah'ın şeriatine muhalif bir amel sadır olan kişinin yönetici veya yönetilen olması arasında hiç bir fark yoktur. Onun bu küfrü ameli küfür, nifağı ameli nifaktır.

İslam'ı izhar edip içinde küfrü barındıran sözüyle İslam'ı izhar edip sonra İslam'ı benimseyen kişiye gelince... O kalben İslam'a karşı koymamaktadır. Kâfir ve cehennemin en alt tabakasında ebedi kalacak olan Münafık ile Allah'ın indirdiklerine iman eden lakin ameliyle az veya çok Allah Azze ve Celle’ye muhalefet eden kimse birbirinden ne kadar da uzaktır! O bununla dinden çıkaran bir küfürle kafir değil, asidir. Bu soruyla alakalı söylenebilecekler bunlardır.

Soru soran: Buna yakın bir soru olaraktan günümüzdeki Kadiyaniler, Şiiler ve onlar gibi fırkalarla Selef'in yoluna muhalif şekillerle İslam'a davet eden fırkaların "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır..." hadisinin kapsamına dayanaraktan mutlak anlamda ateş ehli olduklarına hükmedebilir miyiz?

El-Elbani: Bunda hiç şüphe yok ki evet...

Tercüme: Ebu Leylâ Ali Karaçay

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-216-2 (alathar.net)

15 Haziran 2022 Çarşamba

İftar Vakti Hakkında - el-Elbani

Şeyh el-Elbani rahimehullah dedi ki: “Şu an biz misafir kardeşlerimizin dikkatine dönmek istiyoruz. Bazen onlar bizim ezanı işitmeden önce hurmayla veya içecekle iftar ettiğimizi görüyorlar. Her Müslümanın dinen iftar vaktinin ne zaman olduğunu bilmesi gerekir. Buhârî ve Muslim’de bu konuyla ilgili hadiste şöyle buyrulmuştur: “Gece şuradan geldiğinde” bu sırada doğuya işaret etti “ve gündüz şuradan gittiğinde” bu sırada batıya işaret etti “ve güneş kaybolduğunda oruçlu iftar etmiştir” Her beldenin gecesi, gündüzü, doğusu ve batısı vardır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim şu sözündeki icazıyla bu hakikate işaret eder: “İki doğunun ve iki batının rabbi” Yani yaz mevsimindeki doğu ile batı ve kış mevsimindeki doğu ile batı kastedilmiştir. Lakin yaz mevsimindeki doğu ile kış mevsimindeki doğu arasında fark vardır. Çünkü güneş her gün şahit olunduğu üzere yer değiştirir. Allah Tebarek ve Teâlâ yine bu hakikate: “Doğuların ve batıların rabbi” kavliyle işaret etmiştir. Önceki ayette “İki doğunun ve iki batının rabbi” buyrulurken burada: “Doğuların ve batıların rabbi” buyrulmuştur. Bu, rabbimiz Azze ve Celle’nin kevni hakikatleridir. Kainatı birçok mıntıkalarda doğular ve batılar şeklinde tedbir etmektedir. Amman’da gördüğümüz gibi dağlar, vadiler ve az da olsa düz araziler bulunduğuna şahit oluyoruz. Bugün işittiğiniz ezan şer’î vakitlere göre değildir! O ancak astronomik hesaplara göredir. Çünkü şer’î vakitlerde fecri sadığın veya güneşin doğduğu yöne bakılır. Yine güneşin battığı yöne bakılır. Biz buna baktığımızda astronomik ezanın veya radyo ezanının diyelim, asla şer’i doğuş yerlerine göre olmadığını görüyoruz. Bu ancak takvimlerdeki astronomik vakitlere göre uygulanmaktadır! Biz bir çok mekanlarda güneşin kaybolduğunu ve güneşin kaybolmasıyla gündüzün gittiğini ve gecenin doğu cihetinden gelmiş olduğunu görüyoruz. Buna rağmen insanlar ezanı işitmedikçe iftar etmiyorlar! Ezan ise birçok dağda on dakika gecikiyor. Amman’ın ortasında olanlara göre yirmi dakikadan fazla gecikiyor. Çünkü Amman cidden alçaktadır. Bu yüzden biz astronomik vakit hesaplarına uymayız. Çünkü bu şer’î bir ezan değildir. Misafir kardeşlerimizden bu gerçeği bilmelerini ve bu beldedekileri ezandan önce iftar ederken gördüklerinde garip karşılamamalarını rica ediyoruz. Çünkü onlar ezanın en az onlarca dakika geç okunduğunu biliyorlar.

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-1064-2 (alathar.net)

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in: "Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" hadisiyle alakalı yaygın bir hatanın düzeltilmesi

 Şeyh el-Elbani rahimehullah dedi ki: “Diyorlar ki: “Kavmi Rasulullah sallallahu aleyhi sellem’e eziyet verip onu üzdüğünde: "Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" dedi.” Bu hadiste birisi rivayet yönünden diğeri fikhî yönden olmak üzere iki yönden hata bulunmaktadır. - Allah size hayırlı karşılık versin - Rivayetle alakalı kısma gelince; Bu hadis Sahih-i Buhari'de şu şekilde geçmiştir: "Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kavmi kendisini dövüp üzdüğünde: “Allah'ım! Kavmimi hidayet et! Çünkü onlar bilmiyorlar" diyen bir nebiyi anlatmıştır" Hadis bizim nebimiz aleyhi’s-selam ile alakalı değildir. Nebimiz ancak kendisinden önce kavmi tarafından dövülen bir nebiden bahsetmektedir. Çoğunluk bu konuda hataya düşmektedir ki bu yeni ortaya çıkan bir durum da değildir. Bu hata siyer kitaplarında da: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem "Allah'ım! kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" dedi” şeklinde mevcuttur. Doğru olan ise zikrettiğimiz gibi Nebi aleyhi’s-salatu ve’s-selam kendisinden önceki bir nebiden bahsetmekte ve onun sözünü de: "Allah'ım! Kavmimi hidayet et çünkü onlar bilmiyorlar" lafzıyla aktarmaktadır.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Kuranı Kerim'de bununla alakalı bir yasak inmesine rağmen müşrikler için bağışlanma dileyecek değildir. Şayet bu hadisin Nebi aleyhi’s-salatu ve’s-selam ile bir alakası olsaydı dahi duası: "Allah'ım! Kavmimi hidayet et" şeklinde olur, "Allah'ım! Kavmimi bağışla" şeklinde olmazdı. Çünkü onlar kâfir ve müşriklerdir ki onlar için bağışlanma dilemek caiz değildir.  (Bizim toplummuzdakilere) rahmet dilemeye gelince bu istenen bir şeydir ki biz de bunu söyleriz. Böyle yapmamız hadise uygundur, sahih hadisten sapmış olmayız. Çünkü onlar (küfür ve şirk dışında) ne yaparlarsa yapsınlar onları İslam dairesinden çıkaramayız: “Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar…”

Tercüme: Ebu Leyla Tashih: Ebu Muaz

Link: الشيخ محمد ناصر الالباني-فتاوى عبر الهاتف والسيارة-017-1 (alathar.net)


14 Haziran 2022 Salı

Müslümanların Bugünkü Durumu Hakkında - el-Elbani

 

Şeyh el-Elbani dedi ki: "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyi onlara dinden teşri kılan ortakları mı var?" (Şura, 21)

İşte bu Kur’an örneği, ibadetin sadece Allah'ın hakkı olması gibi teşrî'in de (din hükümleri koymanın da) yalnız Allah Azze ve Celle’nin hakkı olduğunu ifade etmektedir. Nasıl ki O’na ibadette bir şeyi ortak koşmak caiz değilse teşri de Allah’a has olan şeylerdendir. Ne kadar yüksek bir makamda olursa olsun yeryüzünde bulunan hiç kimsenin insanları Allah'ın şeriatinden başka bir şeye uymakla mükellef tutması caiz değildir. Kim bunu yaparsa onu rab edinmiş ve teşride Allah’a onu ortak kılmış olur. Bundan dolayı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Adiyy b. Hatim'e ayeti (Tevbe 31) izah ederken şöyle demiştir: 

"Allah’tan başka rabler edinmeniz ile kastedilen ruhbanları; Mesih aleyhi's-selâm’ı Allah ile beraber ortak edinmeniz gibi ortak edinmeniz değildir. Siz ancak helali haram kıldıklarında ve size haram kılınanları helal kıldıklarında o ruhbanlara ve alimlere tabi olmanızla şirk koşmuş oldunuz." Çünkü helal ve haram kılma Allah Azze ve Celle’nin sıfatlarındandır. Hiç kimse için kitap ve sünnetten bir nas olmaksızın bir şey için bu haramdır veya bu helaldir demesi caiz değildir. Hristiyanlar teşrîde Allah'a kulluktan sapınca bizden öncekilerin düştüğü duruma düşmememiz için uyarı olarak bu ayet nazil oldu. İbret alıyor muyuz? El-Cevab: Hayır! Bundan dolayıdır ki bugün çelişkili, ihtilaflı ve en şiddetli bir şekilde birbirine zıt kanunlar altında yaşadığımızı görürüz. Bu kargaşa sebebiyle Müslümanlar fikri ve toplumsal ihtilaflar içindedirler. İnanıyoruz ki bu üzücü durumdan kurtuluşun çaresi -ki kalbinde zerre kadar iman bulunan bir Müslümanın bu duruma karşı çıkmada bizimle aynı fikirde olmadığını düşünemiyorum lakin insanların çoğu çareyi bilmiyorlar- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan hadisdir. Bu hadisle de sözlerimi noktalıyorum ki son nokta olsun. Bazıları bu hadis hakkında sorabilirler. Nebi aleyhissalatu vesselam söyle buyurdu:

"İyne yoluyla alışveriş yaptığınız, sığırların kuyruklarına tutunup, hayvancılığa razı olduğunuz ve Allah yolunda cihadı terk ettiğiniz vakit Allah üzerinize öyle bir zillet musallat eder ki dininize dönünceye kadar onu üzerinizden kaldırmaz" Bu sahih hadiste Müslümanlara isabet eden bazı hastalıkların türleri ve yegane ve kesin çözümü zikredilmistir: "...dininize dönünceye kadar" Dine dönmek için de öncelikle doğru bir anlayışa ve bunu doğru bir şekilde uygulamaya ihtiyaç vardır. Meselenin sonu budur. Velhamdu lillahi Rabbil alemin.”

Tercüme: Ebu Leyla Tashih: Ebu Muaz

Linki: الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-168-1 (alathar.net)

Giyimde Örfün Belirleyiciliği Var mıdır? El-Elbani

 Soru: Bazı insanların sarık sardığını, şalvar giydiğini veya Pakistan giyimi olarak bilinen kamis giydiklerini görüyoruz. Bu sünnetin gereği midir yoksa giyimde örf ve adete mi uyulur?

El-Elbani dedi ki: İslam’da Müslümanlar için özel bir görünüm veya özel bir libas yoktur. Çünkü bizler biliyoruz ki ilk Müslümanlar arap idiler, İslam beldelerini feth ettiklerinde Rum ve Faris beldelerinde onların kendi görünümleri vardı. Onlara arap ve acem olarak özel bir İslamî arap giyimi farz kılınmadı. Ancak  hikmetli şeriate ters düşmeyen adet ve geleneklerine bırakıldılar. Onların giyim ve görünümlerinde ve her türlü muamelelerinde gözetilmesi zorunlu olan bazı kurallar konuldu. Şu an iki kuralı hatırlıyorum. Bunlardan birincisi giyim ve görünüşlerinde saçıp savurmaktan, israftan ve malı zayi etmekten uzak olmalarıdır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

İsraf ve böbürlenme suretiyle haddi aşmadıkça dilediğini ye, dilediğini giy.”

“Haddi aşmadıkça dilediğini ye ve dilediğini giy.” İki mesele; israf, malı zayi etmek ve böbürlenmek zikredilmiştir. Bu birinci şarttır. İkinci şart ise Müslümanın giyiminin kâfirlerin giyimine ve görünümüne benzememesidir. Bu konuda birçok hadisler vardır. Bunlardan bazıları bir asıl ve kural gibidir ve ayrıntılarda bu asla göre uygulama yapılır. Kural Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir:

Kıyametin önünde kılıçla gönderildim ki hiçbir şey ortak koşulmadan yalnız Allah’a kulluk edilsin. Rızkım da mızrağımın gölgesinde kılındı. Zillet ve küçüklük emrime muhalefet edenlere tayin edildi. Kim kendisini bir topluluğa benzetirse onlardandır.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” sözü işte Müslümanların giyim ve görünüşte gözetlemeleri gereken ikinci asıldır. Eğer bu iki durumdan uzak olursa, bir açıdan israftan ve böbürlenmeden uzak durarak ve diğer açıdan kafirlere benzeşmekten uzak olursan o takdirde dilediğini giy denilir. İster topukların üzerine ulaşan uzun bir kamis (cellabiye) giy, ister dizlerine kadar uzanan gömlek giy. Bunu ister şalvarla beraber istersen üzerinde abâ olmak şartıyla şalvarsız giy. Yahut bir örtüye sarın. Bu konuda dilediğini giymekte özgürsün. Yine açıklaması geçen sınırlara uyduğunda, bir açıdan israf ve böbürlenmeden uzak, diğer açıdan kâfirlere benzeşmekten de uzak olarak dilediğini yersin.   

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-1037-2 (alathar.net)

“İki Zarardan Hafifi” Kaidesini Parlemento Hakkında Delil Getirene Reddiye – el-Elbani

 Soru: Bazıları Şeyh Abdulaziz b. Baz, Şeyh İbn Useymin gibi şeyhlerden şu parlementolara girmeyi iki zarardan hafif olanı gördüklerini, Müslümanların buraları fasıklara ve bidatçilere bırakması halinde onların çoğunluğu oluşturacağı ve böylece Müslümanlar aleyhine büyük zarar geleceğini, bu fetvaya göre bu parlementolara girmenin iki zarardan hafifi babından olduğunu söylediklerini naklediyorlar.

El-Elbani dedi ki:  Bu onların zannıdır! Bunun mü’minin zannı olmasını umardım. Lakin gerçekler maalesef bize gösteriyor ki İhvanu’l-Muslimin bid’atçileri aynı gerekçeyle parlementoya girme bid’atini çıkardıklarından beri bu girişlerinin herhangi bir fayda getirdiğini görmedik! Sadece parlementoyu, kendi gidişatlarını ve dine aykırı hükümlerin uygulanmasını güçlendirdiler! Ben burada hiçbir faydanın olmadığını söylemiyorum, lakin bu özde bir fayda değildir. Mesela kalp hastası olan bir kimsenin bedeninde hastalığın bazı etkileri olur ve ona bazı merhemler ve sakinleştiriciler ile tedavi yapılır. Bununla beraber bu, hastalığın kendisine ve kökenine yönelik bir tedavi değildir. Tecrübe en büyük delildir ey cemaat! Ne zamana kadar bu gibi iddialara devam edeceğiz? Nitekim onlarca senedir İslamî cemaatler bu konuda nasiplerini tecrübe ettiler. Diyoruz ki: Yazık oldu! Biz şu an yeniden bunu tecrübe ediyoruz. Halbuki insanın olanlardan ibret alması yeterdi. Bu yüzden dönüyor ve diyorum ki: ilmin çizgisini gözetmeyi öğütlesinler! Muhakkak ki senin vesilenle bir kimsenin hidayet bulması kızıl develerinin olmasından daha sevimlidir.”

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-0930-2 (alathar.net)

Erkeklerin Başı Açık Gezmesinin Hükmü – el-Elbani

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Sahihu Muslim’de bir hadis var: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem evinden başı açık olarak aceleyle çıktı, yanında bazı sahabeleri vardı. Bu hadis Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in başı açık olarak yürüdüğüne dair vakıf olabildiğimiz tek hadistir. Bizler inanıyoruz ki bugün gençlerin bunu adet edinmeleri mü’minlerin yoluna aykırıdır ve kâfirlere benzemektir. Bu yüzden yollarda yürürken ve mescide girerken başı açık olmak caiz değildir. Lakin bir kimse evinde hararetten dolayı geçici süre başını açabilir fakat bu şekilde namaz kılamaz. Nitekim mesela Hicaz’da şiddetli sıcaktan dolayı yalnızca izar içinde namaz kılıyorlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: 

Biriniz omuzunda bir elbise olmadan namaz kılmasın.”  Yine şöyle buyurmuştur:

Kimin izarı ve ridası varsa izarını ve ridasını giyinsin. Zira Allah kendisi için süslenilmeye daha layıktır.” Yine Muslim’in Sahih’indeki hadiste şöyle buyrulur:  

Kimin yalnızca tek elbisesi varsa ve o elbise genişse ona sarınsın. Dar ise onu izar edinsin.” (Ebu Muaz’ın notu: İzar: belden aşağısını örten etekli libaslardır. Rida ise omuzları örten elbiselerdir.)

Dini hükümler tek bir şekilde değildir. Ancak gerçekten çok hassas bir ilmî ölçüyle gelmiştir. Benim (erkeklerin) başı açık gezme adetine nisbetle görüşüm budur ve buna insanların en şiddetli karşı çıkanıyım. Lakin birimiz namaza başı açık olarak kalktığında bu şiddet hoş görülmelidir. Bu ister caiz olmayan bir şey olsun, ister terk edilmesi uygun olmadığı halde terk edilen bir amel babından olsun, bu insanlara açıklama babından bir özettir.  

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-0918-2 (alathar.net)

Küfür Diyarında Velisiz Nikahın Hükmü - el-Elbani

 Ali el-Halebi dedi ki: “Velisiz nikâh olmaz” hadisi hakkında bazı kardeşler mesela Avrupa ülkelerindeki durumu soruyorlar. Orada Müslüman kadınlardan biriyle evlenmek istiyor, lakin kadının babası Hristiyan olduğu için onlardan isteyemiyor. Bu konuda çok sıkıntı oluyor. Babasından izin isteyemiyor, istese de izin vermesi beklenen bir durum değil. Böyle bir durumda velisinin iznini istemeden evlenmenin hükmü nasıl olur? Bu evlilik kayıt altına alınıyor.

El-Elbani dedi ki: “Bu sorudan önce şunu sormak lazım: Bu nikah akdi kilisede mi oluyor?”

Halebi dedi ki: “Hayır kilisede değil.”

El-Elbani dedi ki: Güzel. Şuan Amerika’da Kanada’da bulunan Mahmud Murad kardeşimiz İslam hükmü bulunmayan kâfir ülkelerinde sorulan bu türden çok sorular soruyor. Orada yaşayan Müslümanların seçkinlerinden bir komisyon veya cemaat bulunmalı, dini yargı işlerini temsil etmelidirler. O zaman Müslime bir kadın veya kafire bir kadına talip olan Müslüman erkek, veli izni alma imkanı olmadığı zaman velisi olmayanın velisi kadı olur. Bu komisyon da kadı mesabesindedir. Yani bu işi fertler üstlenirse kaos olur. Durum tamamen zina gibi olabilir. Bu yüzden mümkün olan sınırlarda kayıt altına alınması zorunludur…

Birisi dedi ki: “Orada mescid imamı varsa?”

El-Elbani dedi ki: Evet, lakin ben yalnızca mescid imamını kastetmiyorum. Çünkü genellikle mescid imamı sıradan bir adam olur. Bazen kıraati güzel olur, bazen güzel olmaz, bazen namaz hükümlerini dahi bilmeyen biri imam olur. Fakat eğer güvenilir Müslümanlardan bir komisyon kurulursa Müslümanların maslahatlarını gözetirler. O zaman iş daha kuvvetli olur. Yani şuan bu ülkelerde kızın nikah akdine müsaade etmeyen velisi ile meydana gelebilecek ihtilafta bu yeterli olmaz. Talip olan kimse iki şahitle mescid imamına gitse ve akit yapsa, dini yargılama gerektiren bir durum ortaya çıksa bu dini yargılamayı üstlenecek bir komisyon veya cemaat bulmamız gerekir. Mescid imamı bir alim dahi olsa bu konuda yeterli olmaz.

Birisi dedi ki: “Bunlar mevcut olursa, boşanmış bir kadın gelse ve birisi onunla evlense, kadın: “Benim velim yok” dese kadı onun velisi olsa tamam olur yani?

El-Elbani dedi ki: Onun işini o üstlenir. Yani bunda ne var?

Soran dedi ki: Kadı tek başına veli oluyor

El-Elbani dedi ki: bu yeterlidir.

Soran dedi ki: “Burada din ile hükmedilmediği söyleniyor şeyhim.”

El-Elbani dedi ki: Yeterlidir. Lakin burada kanunlar bir yana, dini yargılamayla ilgili meseleler var. Sizler medenî nikâh denilen nikahı biliyorsunuz.  Bu Cemal Abdunnasır’ın getirdiği kötülüklerdendir. Kanunlar bir yana, dini yargılama yapan ve “Kadın buluğa erdiğinde özgürdür, velisinin izni olmadan kendisini evlendirebilir” diyen Ebu Hanife’nin mezhebini benimsemiş bazı kadılar da var. Kadı hakkında bu durumun da düşünülmesi gerekir! Senin bahsettiğin kadı böyle midir? Hanefi mezhebini benimsemiş olduğu halde kanuna göre akit yaparsa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi ne olacak: “Hangi kadın kendisini velisinin izni olmadan evlendirirse nikâhı batıldır, nikâhı bâtıldır, nikâhı bâtıldır. Eğer anlaşamazlarsa sultan (yönetici) velisi olmayanın velisidir.” İhtilaf ettikleri zaman bu kadı hareket noktasıdır. Bu güzel, ama hareket noktası Hanefi mezhebi olursa velisinin olup olmaması arasında fark olmaz. Bu durumda bu caiz değildir.

Link:

الشيخ محمد ناصر الالباني-سلسلة الهدى والنور-جديد-0831-2 (alathar.net)

Mecliste Her Musafaha Edilen Kimseye Selam Vermenin Hükmü

 

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Üçüncü mesele, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Sizleri dinde sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira dinde her sonradan çıkarılan şey ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.”, “Kim emrimizde olmayan bir şey çıkarırsa o reddolunur” ve “Her bid’at bir sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir” hadisleriyle, İslam’ın genel kapsamlı büyük bir kaidesinde hareket noktamdır. Peki nedir bu mesele? Birisi giriyor ve: “es-Selamu aleykum” diyor, sünnet olduğu gibi musafaha ediyor. İkinci bir kişi geliyor ve her musafaha ettiğine “es-Selamu aleykum” diyor. Mecliste kaç kişi var? Diyelim on kişi, onlarsa selam veriyor. Bu sünnetten değildir. Ancak meclise giren kişi selam verir sonra sünneti tamamlamak isterse orada bulunanlarla musafaha eder. Eğer mümkün olmazsa belli sayıdaki kimseyle musafaha eder. Ama çok sayıda kimse varsa burada bulunan herkesle bu müslümanın musafaha etmesinde zorluk olur. Sünnette delil olan, meclise giren kimsenin: “es-Selamu aleykum” demesi sonra dilerse daha kamil ve daha faziletlisini yaparak mecliste bulunanlarla musafaha etmesidir. Lakin her musafaha ile beraber selam vermesi dinde sonradan çıkarılan işlerdendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Sizleri dinde sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira her sonradan çıkarılan bir bid’attir, her bid’at bir sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir” hadisini öğrendiniz. Bu mesele hatırlatmam gereken bir konudur. Hatırlatmak mü’minlere fayda verir.”  

Linki:

الشيخ محمد ناصر الالباني-متفرقات-214-2 (alathar.net)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)