Şeytanın İnsanı Saptırma
Mertebeleri
Bismillahirrahmanirrahîm. Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret
dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a
sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da
kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hak
ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın kulu ve rasûlüdür.
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا
وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey iman edenler! Allah'tan nasıl sakınmak gerekirse öyle sakının ve siz
ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran; 102)
يَاأَيُّهَا
النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا
رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ
وَالْأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her
ikisinden birçok erkek ve kadın türeten rabbinizden sakının. Kendisi adına
birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını
kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir.” (en-Nisâ; 1),
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا *
يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ
اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
“Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve dosdoğru söz söyleyin. O da
amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin.
Kim Allah'a ve rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur.” (el-Ahzâb; 70-71)
Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en
hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü
sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at
sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.
İbnu’l-Kayyim
rahimehullah, şeytanın insanı saptırma mertebelerini şöyle sıraladı:
Birinci Mertebe: Şeytan, küfür, şirk,
Allah ve Rasulü’ne düşmanlıkla, âdemoğluna üstünlük sağlarsa, inlemesi hafifler
ve onunla birlikte yorulan kimseler de rahatlar. Bu, kuldan istediği ilk
şeydir. Onu ele geçirinceye kadar, devamlı onunla birlikte olur. Bunu
gerçekleştirdiğinde onu, askerlerinden yapar ve onu akranlarının başına vekil
olarak tayin eder. Böylece o kul da, İblis’in davetçilerinden ve vekillerinden
olur.
İkinci Mertebe: Bu, bid’attir. Şeytan
bunu, günah işlemek ve asilikten daha çok sever. Çünkü onun zararı, dinin
kendisinedir. Bu, başkalarına geçen zarardır. Tövbe edilmeyen günahtır.
Peygamberin davetine muhalefettir. Onların getirdiklerinin aksine davettir. Bu,
küfür ve şirk kapısıdır. Bid’at onu ele geçirdiği ve kendilerinden yaptığında,
artık o da onun vekili ve davetçilerin birisi olarak kalır. Eğer onu bu
dereceye getirmezse ve sapıklara düşman olanlardan yaptığı kimselerdense, onu
üçüncü mertebeye aktarır.
Üçüncü Mertebe: Bunlar, farklı
türleriyle büyük günahlardır. Şeytan, insana büyük günah yaptırmaya çok
meraklıdır. Özelikle o kişi peşinden gidilen bir âlimse, insanları ondan nefret
ettirmek için bunu çok ister. Sonra onun günahlarını halk arasında yayar.
Onların arasından bunları yayacak birisini bulur. O, aklınca, dinî bir görev
olarak ve Allah’a kulluk için onun günahlarını yayar. Artık o, farkına varmadan
iblis’in vekilidir.
“İnananlar arasında
çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de
çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nur 19.)
Onları yaymayı
arzuladıklarında durum böyleyse, yayma işini üzerine aldıklarında durum nasıl
olur, acaba? Onlar öğüt vermezler, ama iblise itaat edip ona vekillik yaparlar.
Bunların hepsi,
insanları âlimden ve ilimden faydalanmaktan tiksindirmek içindir. Bunun
günahları ufka ulaşsaydı. Allah katında daha hafif olurdu. Çünkü o tövbe
ettiğinde, Allah onun tövbesini kabul eder, işlediği kötülükleri iyiliklerle değiştirir.
Bunların günahları ise, müminlere haksızlık etme, onların namuslarına dil
uzatma ve ayıplarını ortaya çıkarmadır. Allah Teâlâ, kullarını gözetmektedir.
Kalplerde gizli olanlar ona gizli kalmaz. Şeytan bu mertebeden aciz kalırsa,
onu dördüncü mertebeye aktarır:
Dördüncü Mertebe: Bunlar, bir araya
gelince, belki sahiplerini helak edecek olan küçük günahlardır. İmam Ahmed,
Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Küçümsenen
günahlardan sakının. Çünkü küçümsenen günahların durumu, bir vadiye inip de,
birinin odun, diğerinde de bir odun getirdiği topluluğun duruma benzer. Böylece
onlar, ekmeklerini pişirecek kadar odun toplar. Ne zaman küçümsenen günahlar
işlenirse, onlar sahibi helak ederler.”[1] Hafız İbn Hacer; isnadı hasen demiştir.
Darimî ve İbn Mâce Aişe
radıyallahu anha’dan, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine şöyle
buyurduğunu rivayet ettiler:
“Küçümsenen günahlardan
sakın! Çünkü onlar içinde Allah tarafından bir araştırıcı (melek) vardır.”[2]
Esed b. Musa, Zühd’de, Ebu
Eyyub el-Ensari radıyallahu anh’ın şu sözünü nakletti: “Kişi, bir iyilik işler,
ona güvenir ve küçümsenenleri unutur. Onlar kendisini çepeçevre sarmış olarak,
Allah ile karşılaşır. Yine kişi bir kötülüğü işler, bundan dolayı korkar da,
emin bir halde Allah ile karşılaşır.”[3]
İbnu’l-Kayyim sözlerine
şöyle devam eder: Kul, şeytanı bu mertebeden aciz bırakırsa, onu, beşinci
mertebeye aktarır:
Beşinci Mertebe: Bu derece, sevap da
ceza da olmayan, ancak, akibeti, onlarla meşgul olması sebebiyle, onda bulunan
sevabı kaçırmak olan mubahlarla meşgul olmaktır.
Bu mübahlar, çok uyumak,
çok yiyip içmek, lüks giyinmek ve faydasız şeyler yüzünden uykusuz kalmak gibi
işlerdir.
Kul, şeytanı bu
dereceden aciz bırakır, nefeslerinin miktarını, onların kesileceğini ve onların
karşılığında, ahiret saadeti ve azap olduğunu bilerek vakti konusunda cimri
davranır ve vaktini harcamazsa, onu altıncı mertebeye nakleder:
Altıncı Mertebe: Kulu, fazileti daha
üstün olan şey yerine, fazileti düşük olan amelle meşgul etmesidir. Ona,
fazileti düşük olan hayrı işlemesini emreder. Kulu, ona teşvik eder ve güzel
gösterir. Bu meydana gelince, ondan, daha faziletli ve daha üstün olanı terk
eder. İnsanlardan buna dikkat eden azdır. O, taat ve yakınlık olduğunda şüphe
edilmeyen taat türlerinden birine çağıran, güçlü ve hareketli bir davetçi
gördüğünde, şöyle düşünür: “Bu davetçi şeytandan olamaz. Çünkü şeytan iyiliği
emretmez” Böyle der ve bunu bir hayır olarak görerek onun Allah’tan bir davetçi
olduğunu söyler. Bu kimse mazurdur. Çünkü bu kimse, şeytanın kötülükten bir
kapıya ulaşmak için yetmiş iyilik kapısı emredeceğini veya bu yetmiş kapı ile
kendisine daha büyük hayrı ve daha üstün olanı elden kaçırmaya çalıştığını
bilmemektedir.
Onu tanımak ancak, Allah
Azze ve Celle’nin kulun kalbine attığı nur ile mümkündür. Bunun vasıtası sadece
Rasul sallallahu aleyhi ve sellem‘e uymak ve Allah Teâlâ katında amellerin
derecelerini gözetmektir. Amellerin Allah’a en sevimli olanı, en çok razı edeni
ve kula en faydalı olanı; Allah’a, Rasulüne, kitabına ve mümin kullarına -
havassına ve avamına – nasihat etmek/samimi olmaktır. Bunu ancak,
peygamberlerin varislerinden ümmet içindeki vekillerinden ve yeryüzündeki
halifelerinden olan kimse bilir. İnsanların çoğu bundan mahrumdurlar. Bu
onların akıllarına gelmez. Allah, kullarından dilediklerine lütfeder.
Kul şeytanı bu altı
mertebeden aciz ve çaresiz bırakırsa, kafasını karıştırmak, açtığı savaşla fikrini
meşgul etmek ve insanların ondan faydalanmasını engellemek için, çeşitli
kötülükler, düşündürmek, şaşırtmak, ondan sakındırmak ve söndürmek suretiyle
insan ve cinlerden olan taraftarlarını ona musallat eder. Bozguncu insan ve cin
şeytanlarını bırakıp usanmadan ona musallat etmeye çalışır.”[4]
Bu, toplumumuzda açıkça
görülen bir durumdur. Dinine, peygamberlerinin sünnetine sarılan ve onun
metoduna takip eden bir kul yoktur ki, yüz çevirme, ters davranış, akraba
olanın ve olmayanın dost ve düşmanların alayıyla karşılaşmasın. O kişinin
Allah’tan başka sığınacak yeri yoktur. Bu açık ve gizli olarak, islam’a
sarılanların halidir. Bunlar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin “Gariplere
ne mutlu” sözüyle müjdelediği gariplerdir.[5]
[2] Darimi, (2/303), İbn
Mace, (2/1417), el-Elbani, Silsiletu’l-Ehadisi’s-Sahiha’da (513) sahih
demiştir..