Şam’da Taun vebası çıktığı zaman Muaz radiyallahu anh’ın
hutbe yaparak insanlara yaptığı nasihat birçok tarikten sabit olmuştur. Hatta
Muaz radiyallahu anh kendisine ve ailesine bu hastalığın isabet etmesi için dua
etmiş, ailesinin bütün fertleri birer birer bu hastalıktan ölmüş, en son
kendisi bu hastalıktan dolayı vefat etmiştir. Ahmed b. Hanbel’in Kitabu’z-Zuhd’de
(no:1021) Tarık b. Abdirrahman rahimehullah’tan rivayetinde de şöyle anlatılır:
“Şam’da taun hastalığı çıktı ve yayıldı. İnsanlar: “Bu susuz
tufandır” dediler. Bu Muaz b. Cebel radiyallahu anh’e ulaşınca kalkıp şöyle
hutbe verdi:
إِنَّهُ قَدْ بَلَغَنِي مَا تَقُولُونَ إِنَّمَا
هَذِهِ رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَزَّ وَجَلَّ وَدَعْوَةُ نَبِيِّكُمْ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَفَتِ الصَّالِحِينَ قَبْلَكُمْ وَلَكِنْ خَافُوا مَا هُوَ أَشَدُّ
مِنْ ذَلِكَ أَنْ يَغْدُوَ الرَّجُلُ مِنْكُمْ إِلَى مَنْزِلِهِ لَا يَدْرِي أَمُؤْمِنٌ
هُوَ أَوْ مُنَافِقٌ وَخَافُوا إِمَارَةَ الصِّبْيَانِ
“Muhakkak ki söyledikleriniz bana ulaştı. Bu hastalık ancak
rabbiniz Azze ve Celle’den bir rahmet ve nebiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in
duasıdır. Sizden önceki salihlere bu kurtuluş olmuştur. Lakin onlar bundan daha
şiddetli olan şeyden; sizden birinin evine mü’min mi yoksa münafık mı olduğunu
bilemeden dönmesinden ve çocukların idareciliğinden korkuyorlardı.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in duası ile kastettiği
şudur: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de sıtma vebası veya taun
vebası arasında muhayyer bırakılınca ölüm oranı daha az olduğu için sıtma
vebasının Medine’de kalmasını, taun vebasının ise başka yere gönderilmesini
istemişti.
Ahmed (5/81) sahih isnadla Rasulullah'ın azatlısı Ebu Asib radıyallahu anh'den şöyle rivayet etti: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
"Cibril bana humma ve taun ile geldi. Ben hummayı Medine'de tuttum taunu ise Şama gönderdim. Taun ümmetim için bir şehitlik ve bir rahmettir. Kâfirler için de bir azaptır." el-Elbani es-Sahiha'da (761) ve Şeyh Mukbil Camiu's-Sahih'te (1188) sahih olduğunu açıklamışlardır.
Bu yüzden Medine’ye gelen kimse sıtma vebası (humma hastalığı)na yakalanırdı.
Ahmed (5/81) sahih isnadla Rasulullah'ın azatlısı Ebu Asib radıyallahu anh'den şöyle rivayet etti: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
أَتَانِي
جِبْرِيلُ بِالْحُمَّى وَالطَّاعُونِ فَأَمْسَكْتُ الْحُمَّى بِالْمَدِينَةِ
وَأَرْسَلْتُ الطَّاعُونَ إِلَى الشَّامِ فَالطَّاعُونُ شَهَادَةٌ لِأُمَّتِي
وَرَحْمَةٌ وَرِجْسٌ عَلَى الْكَافِرِينَ
Bu yüzden Medine’ye gelen kimse sıtma vebası (humma hastalığı)na yakalanırdı.
Nitekim Ukl ve Urene kabilelerinden bazı kimseler de bu hastalığa
yakalanınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara deve sidiği ve deve
sütü içmelerini tavsiye etmiş, onlar da bunu yapınca iyileşmişlerdi. Fakat
iyileştikten sonra taşkınlık yapıp cinayet işledikleri için
cezalandırılmışlardı. Kıssa Buhârî ve Muslim’in Sahih’lerinde mevcuttur.
Bulaşıcı hastalıklar eskiden beri mevcuttu ve ne Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ne de ashabı, bugün kendilerine “Bilim kurulu”
denilen ve kâfir Dünya Sağlık Örgütünün aldığı saçma sapan kararları harfiyyen
uygulamakla görevli olan yobaz cahil tayfasının yaptıkları gibi, insanları birbirinden
uzak tutmak, evlere kapatmak gibi kararlar almıyorlardı. Mescidlerde cemaatle
namazları, ilim derslerini, birbirlerini ziyaretleri asla iptal etmemişlerdir.
Çünkü onlar Allah’a ve onun kaderine iman ediyorlardı. Şimdikiler ise Allah’ı
ve kaderini inkar ediyorlar, “akıl ve bilim” dedikleri geri zekalılık ve
cehalete tapıyorlar, maskelerle ve eldivenlerle korunabileceklerini zannederek halkları
paranoyak haline getiriyorlar.
Zuhrî rahimehullah’tan: Enes b. Malik radiyallahu anh şöyle
demiştir:
قَدِمَ
النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ وَهِيَ مُحَمَّةٌ فَحُمَّ
النَّاسُ فَدَخَلَ الْمَسْجِدَ وَالنَّاسُ قُعُودٌ فَقَالَ صَلَاةُ الْقَاعِدِ نِصْفُ
صَلَاةِ الْقَائِمِ فَتَجَشَّمَ النَّاسُ الْقِيَامَ
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldiğinde orada
hummâ (sıtma) vardı ve insanlar humma oldular. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
mescide girdiğinde oturarak namaz kılıyorlardı. Buyurdu ki:
“Oturarak namaz kılana ayakta kılanın yarısı vardır.”
Bunun üzerine insanlar ayakta namaz kılmaya çalıştılar.”[1]
Abdullah b. Amr b. el-As radiyallahu anhuma şöyle demiştir:
لَمَّا قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ
نَالَنَا وَبَاءٌ مِنْ
وَعْكِهَا شَدِيدٌ فَخَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
عَلَى النَّاسِ وَهُمْ يُصَلُّونَ فِي سُبْحَتِهِمْ قُعُودًا فَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَاةُ الْقَاعِدِ مِثْلُ نِصْفِ
صَلَاةِ الْقَائِمِ
“Medine’ye geldiğimiz zaman vebaya (salgın hastalığa)
yakalandık. Onun verdiği rahatsızlık şiddetli idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem insanların yanına çıktığında onlar nafile namazları oturarak
klıyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Oturarak namaz kılana ayakta kılanın yarısı kadar vardır.”[2]
Sünnette insanların salgın bulunan şehirden çıkmamaları veya
salgın bulunan beldeye girmemeleri tavsiyesi gelmiştir. Ancak salgın bulunan bu
şehirlerdeki halkın sosyal hayatları hiçbir şekilde kısıtlanmamıştır. Öyle
görünüyor ki dünya sağlık örgütündeki bazı yetkililer kendi kıç korkularından
bu çağdışı zorbalıkları kanunlaştırıyor ve kendilerini körü körüne taklit eden
ülkelere de uygulatıyorlar!
İnsanlık tarihinde asırlardır devam edegelen uluslararası
salgınlar defalarca tecrübe edilmiş olmasına rağmen insanların ibret almamaları
ve hala Allah’ı ve O’nun kaderini inkar eden tarzda meseleye yaklaşmaları –
bazıları bunun adına sözde akılcı ve bilimsel hareket dese de - acizliğin ve
cahilliğin had safhasıdır. Hatta öyle saçmalamışlardır ki, daha korona
virüsünün mahiyetini bile çözemedikleri halde peşinen: “Sigara içenler daha çok
etkileniyor” diyerek, hemen hemen her hastalık için uyduruverdikleri bu
kuyruklu yalanı uydurmaları ve bazı ahmakların da buna hemen inanıvermeleri trajikomik
bir vakadır.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “Binlerce
oldukları halde ölüm korkusuyla
yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara «ölün» dedi. Sonra da onları
diriltti. Şüphesiz ki, Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Ama insanların
pek çoğu şükretmezler.” (Bakara 243)
İbn Kesir rahimehullah
bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Vekî' İbn Cerrah tefsirinde şöyle diyor: “Binlerce
oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi?” âyeti
hakkında İbn Abbâs radiyallahu anhuma'dan rivayet etti ki; o şöyle demiştir: “Bunlar,
dört bin kişi idiler. Taundan kaçarak köylerinden çıkmışlardı ve ölüm olmayan
bir yere gidelim diyorlardı. Bir yere gelince Allah Teâlâ: “Onlara ölün”
dedi ve onlar da öldüler. Peygamberlerden birisi onlara uğradı ve rabbine duâ
ederek onları diriltmesini istedi. Allah da onları diriltti. İşte “Binlerce
oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi?”
âyetinin anlamı budur.
Seleften bazılarının
anlattığına göre; bu kavim İsrâiloğullarından bir peygamberin zamanında bir
belde halkı olup yerlerini tehlikeli görmüşlerdi. Orada kendilerine şiddetli
bir veba gelmişti. Onlar da ölümden kaçarak memleketlerinden ayrıldılar ve boş
çöle kaçtılar. Açık bir vâdîye inip iki tarafını doldurdular. Allah Teâlâ
onların ürerine biri vadinin altından, diğeri yukarısından olmak üzere iki
melek gönderdi. Melekler onlara bir bağırış bağırdılar ki son ferdine varıncaya
kadar öldüler ve çukurlara sürüklendiler, üzerlerine duvarlar örüldü. Yok
oldular, parçalanıp dağıldılar. Aradan bir asır geçtikten sonra İsrâiloğullarından
Hazkıyel adındaki bir peygamber onların bulunduğu yere uğradı ve Allah'dan
onların diriltilmelerini diledi. Allah Teâlâ onun duasını kabul buyurarak: “Ey
çürümüş kemikler, Allah toplanmanızı emrediyor” demesini emretti. Her bir
cesedin kemikleri biraraya toplandı. Sonra Allah Teâlâ: “Ey kemikler, Allah
sizin et, sinir ve deri ile örtülmenizi emrediyor” diye nida etmesini emretti
ve öylece oldu. Bunu peygamber görüyordu. Sonra Allah Teâlâ: “Ey ruhlar, Allah
Teâlâ daha önce bulunduğunuz cesedlere dönmenizi emrediyor” diye nida etmesini
emretti. Onlar etraflarına bakar oldukları halde dirilerek kalktılar. Allah
Teâlâ onları uzun uykularından sonra diriltmişti ve onlar şöyle diyorlardı: “Seni
tesbîh ederiz ey Allah'ımız, Senden başka İlâh yoktur.”
Onların
diriltilmelerinde hem bir ibret ve hem de kıyamet günü cismânî dirilmenin vuku'
bulacağına kesin bir delîl vardır. İşte bunun içindir ki Allah Teâlâ: “Şüphesiz
ki Allah kendilerine parlak âyetler, kesin hüccetler ve çürütülemez deliller
göstermek suretiyle, insanlara karşı lütuf sahibidir. Ama insanların pek çoğu
şükretmezler.” Gerek dinlerini ve gerekse dünyaları ile ilgili olarak Allah'ın
kendilerine verdiklerinin şükrünü yerine getirmezler, buyurmaktadır.
Yine bu kıssada hem
bir ibret ve hem de korkunun kadere fayda vermediğine ve Allah'tan, ancak
Allah'a kaçılabileceğine bir delil vardır. Bunlar uzun bir hayat isteğiyle
vebadan kaçarak memleketlerinden çıkmışlardı. Ama maksadlarının tersi ile
muamele gördüler ve bir anda ölüm onlara geliverdi.
[1]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
İbn Abdilber et-Temhid (12/48) Abdurrazzak (2/471) Ahmed (3/136, 214) Nesâî
Sunenu'l-Kubrâ (1364) İbn Mâce (1230) Ebû Ya'lâ (6/275) Ziyau’l-Makdisi
el-Muhtare (7/195) Bezzar (12/324, 13/40) el-Elbani Sifatu’s-Salat (s.97)
[2]
Sahih ligayrihi. Malik Muvatta
(1/136) Abdurrazzak (2/471) İbn Ebî Şeybe (1/403) Ebu Ahmed Hâkim Avaliyu Malik
(120) İbn Abdilber et-Temhid (12/45-50)