Soru: Es-Selamu Aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu
Değerli şeyhimiz! Virüslerin yayılmasına mani olmak için
mescidlerde beş vakit namazın men edilmesine dair fetvaya ta’likiniz
hususiyetiyle, onların fetvaları daha büyük kötülüğü def etmek kuralına uygun
değil midir? Kişi hastalığın taşıyıcısı olabilir ve işin başlangıcında bunun
farkında olmaksızın cemaatle namaz kılanlara bulaştırabilir ve bu da virüsün
yayılmasına sebep olmaz mı?
Prof. Dr. Hakim el-Mutayri’nin cevabı:
Ve aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu. Ve
hayyakellah
İslam, iman ve tevhidin hakikatini bilen kimseye, hastalık
korkusuyla mescidlerin kapatılıp beş vakit namazları engelleme fetvasının bâtıl
olduğu gizli kalmaz.
İslamın ayrıntılı hükümlerini bilmek bir yana, temel
esaslarını bilen kimseler dahi bunu hoş göremez! Bu ancak maddiyatçı tagutî
laik batı kültüründen etkilenmenin sonucudur. Bu, maddi zararları emperyalizm adı altında insanı telefinden korkulan ana sermaye kılan, yahut Hürriyet ve Liberalizm
adıyla Allah’ın dışında kendisine ibadet edilen bir ilah kılan zihniyettir! Hatta
onlara göre dünya hayatı ve maslahatı, dinlerinin, imanlarının ve ahiretlerinin
maslahatından önceliklidir!
Nitekim İslam, hükümlerinin ortaya konması için cihadı ve Allah yolunda
savaşmayı, canların ve malların itlafını meşru kılmıştır:
“Fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar
onlarla savaşın.”
“Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mani
olandan daha zalim kim vardır?”
Fakihler, dinin
korunmasını, beş zaruriyyatın birincisi olduğu hususunda icma etmişlerdir.
Dinin korunmasından sonra canın muhafazası gelir. İslam’ın hükümlerini ikame
etmek, canların telefine sebep olan; Allah yolunda cihad yoluyla da olsa dinin
aslıdır!
Bundan dolayı Allah’ın evlerinde ve mescidlerde Allah’ın
zikrini ikame etmek, beş vakit namazı ve Cuma namazını cemaatle eda ederek
mescidleri imar etmek, ister farzı ayn olsun, ister farzı kifaye olsun, dinin
esaslarındandır. Nitekim İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava’da (31/255) şöyle
demiştir: “Mescidlerin kendisi için meşru kılındığı şeylere (cemaatle namaz
gibi) karşı kapatılması helal değildir.”
(Hanefî’lerden) El-Aynî, el-Merginani’nin el-Hidaye kitabına
yaptığı şerh olan el-Benaye kitabında (2/470) şöyle der: “Mescidin kapısını
kilitlemek çirkindir. Çünkü bu namazı yasaklamaya benzer.” Çünkü mescidin
kapısını kilitlemek namazı yasaklamaya benzediği için çirkindir. Çünkü Allah
Teâlâ: “Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mani olandan
daha zalim kim vardır?” buyurmuştur.
Nitekim 1316 senesinde Mısır ulemasına, Hicazda bulunan veba
sebebiyle Mısırlıların hacca gitmelerini engellemenin hükmü sorulmuş, söz
birliğiyle hac farizasını engellemenin caiz olmadığına fetva vermişlerdir. Mecelletu’l-Menar’da (2/30) şöyle geçer:
“Bakanlar meclisi haccın engellenmesi meselesi için toplandı. Deniz sağlık
meclisi Hicaz’dan Mısıra vebanın taşınmaması için haccı men etmeyi zorunlu
görüyordu. Haccı engellemek, dinin temel rükünlerinden birini engellemek demek
olduğundan bakanlar alimlere fetva sormadan buna mani olmak istemediler… Bu
yüzden bakanlar meclisi başkanı, saygı değer Mısır kadısının, faziletli Ezher
şeyhinin, Mısır diyarının müftüsünün, el-Hakaniye müftüsü Şeyh Abdurrahman
en-Nevâvi’nin ve eski İlmî Meclis başkanı Şeyh Abdulkadir er-Rafi’î’nin bir
araya toplanmalarını talep etti. Bir araya gelip bakanlarla müzakere ettiler.
Toplandıkları meclisten dağıldıktan sonra fetvanın yazılıp bakanlar meclisine
gönderilmesinde söz birliği ettiler. Fetva şu şekildedir: “Hamd yalnız
Allah’adır. İmamlardan hiçbiri haccın edasının şartı olarak hicaz beldelerinde
genel kapsamlı bir hastalığın bulunmaması gibi bir madde zikretmemişlerdir.
Böyle bir hastalığın varlığı, hacca güç yetiren kimselerden bu farzı kaldırmaz.
Bundan dolayı hac yapmak için çıkmak isteyen ve yoluna güç yetiren kimseye bu
hastalık sebebiyle engel olmak caiz değildir.
Vebalı olan bölgeye girmekten yasaklayan hadis ise, farzı
eda etmek gibi daha kuvvetli bir muarız bulunmaması haline yorumlanır. Nitekim
alimlerimizin sözlerinden anlaşılan da budur.
Yine vebalı bölgeye girmek ve çıkmanın yasaklanması, oraya
girmek veya çıkmak isteyen kimsenin itikadına bağlı bir durumdur. Nitekim
Tenviru’l-Ebsar Metni’d-Durri’l-Muhtar kitabında şöyle denilmiştir: “Taun (yani
genel kapsamlı bulaşıcı bir hastalık olan veba) bulunan beldeden çıkan kimse
eğer her şeyin Allah Teâlâ’nın kaderiyle olduğunu biliyorsa girip çıkmasında
bir sakınca yoktur. Eğer ona göre o beldeden çıkarsa hastalıktan kurtulacağına,
oraya girerse hasta olacağına inanıyorsa bu ona mekruhtur. Böyle bir kimse
girip çıkamaz.” Kitabın şarihi es-Sindî de bunu desteklemiştir. Allah en iyi
bilendir.” Fetva tarihi: 2 Zilkade 1316
Maddeci batı düşüncesi, korona vebasına karşı tutumda
azgınlık etmiş ve meseleyi tamamen yalnızca korunma ve ilaç gibi tabîi tıpla
sınırlamıştır. Gayb alemiyle ve Allah’a tevbe etmek, O’na yönelmek, yalnız
Allah’a dua etmek, O’na tevekkül etmek, belaya sabretmek, Allah’ın takdirine
rıza göstermek, O’nun azametini düşünmek gibi İslam ve Allah’a imanın hakikati
olan; imanî tıpla alakayı koparmıştır!
Kötülükleri gidermek ve bulaşıcılığı engellemek gerekçesiyle
mescidleri tatil etmek, farzları ikame etmeyi engellemek maddeci laik
anlayışın, “dinî fetva” kılıfıyla örtülmüş bir şeklidir!
Vebanın varlığı, yeni bir içtihat veya fetvaya ihtiyaç
çıkarmaz. Nitekim veba ve taun (bulaşıcı hastalıklar) Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in zamanında da yaygındı ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunun
hükümlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Asla mescidlerin kapanmasına ve
oralarda namazların terkine izin verilmemiştir! Bilakis taun bulunan yere
girilip çıkılması yasaklanmış, hastaların sağlıklı kimselerin yanına
sokulmaması tavsiye edilmiş, hastalığın kendiliğinden bulaşması inancı kesin
bir şekilde reddedilmiş ve “Hastalığın bulaşması yoktur”
ve “Peki ilkine kim bulaştırdı?” buyrularak hissî delil de sunulmuştur.
Yine şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir şey bir şeye kendiliğinden bulaştırıcı değildir.”
Bunun üzerine bir bedevi: “Ey Allah’ın rasulü! Uyuz bir deve bütün develerin
uyuz olmasına sebep oluyor” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: “Peki ya ilk deveyi kim uyuz yaptı? Hastalığın
kendiliğinden bulaşması yoktur, Safer (ayının uğursuzluğu) yoktur, Allah her
canı yaratmış, onun hayatını, rızkını ve ona isabet edecek şeyleri de yazmıştır.”
Sahihu’l-Buhârî’de geçtiği gibi İbn Ömer radiyallahu anhuma
hastalık bulaştırmasından korkulan hasta bir deve satın almış ve: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalığın bulaşması yoktur”
şeklindeki hükmüne razı olduk” demiştir.
Nitekim “Hastalığın bulaşması yoktur” hadisi
mütevatir olarak ondan fazla sahabeden (radiyallahu anhum) gelen rivayetlerle
sabit olmuştur.
Bu hadisi Buhârî ve Muslim’in Sahihlerinde; Ebu Hureyre, İbn
Ömer, Cabir, Enes radiyallahu anhum,
İbn Hibban’ın Sahih’inde; İbn Abbas radiyallahu anhuma,
Ahmed’in Musnedi ve Ziyau’l-Makdisi’nin Sahiha’sında; Sa’d
b. Ebi Vakkas radiyallahu anh,
Tirmizi ve Ahmed’in Musnedinde hasen isnadlarla; Abdullah b.
Amr b. el-As ve İbn Mes’ud radiyallahu anhum,
Taberânî’nin Mu’ceminde; es-Saib b. Yezid, Ebu Umame ve
Umeyr b. Sa’d radiyallahu anhum
Tahavi’de; Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh rivayet
etmişlerdir.
Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (10/160) şöyle demiştir: “Hastalığın
kendiliğinden bulaşması yoktur hadisi Ebu Hureyre radiyallahu anh tariki
dışında Aişe, İbn Ömer, Said b. Ebi Vakkas, Cabir radiyallahu anhum ve
başkalarından sahih yollarla sabit olmuştur.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hastalığın kendiliğinden
bulaştığını nefyetmiş, taun meydana geldiği zaman da sıhhatin korunmasını
emretmiştir. Mescidlerin kapanmasının caiz olduğuna fetva veren, sıhhatli
kimselere beş vakit namazı, Cuma ve cemaat namazlarını hastalık bulaşması
korkusuyla yasaklamaktadır! Böylece Allah’a ve rasulüne karşı kafa tutmaktadır!
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in nefyettiği şeyi ispat etmekte, bunu engel
kılarak dine ters düşmekte, nassa ve icmaya muhalefet etmekte, İslam’da kötü
bir adet başlatmaktadır! Kendi günahıyla beraber, kıyamet gününe kadar bu
fetvayla amel edenlerin de günahını yüklenmektedir! Kötülüğün önüne geçme
şüphesiyle, insanlar hakkındaki korkuyu bahane ederek Mescidlerin tatil
edilmesi ve kesin farzlara mani olmakla, mescidleri kapatmak isteyen herkesi
cesaretlendirmektedir! Bununla beraber savaşlar, iç fitneler gibi birçok korku
sebepleri, mescidleri, devletlerin kapatmak üzere müdahale etmeleri için arz
etmeye sebep olmaktadır. Böylece yöneticiler maslahat iddiasıyla mescidleri
kapatırlar! Halbuki veba ve taunlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
zamanında da mevcuttu. Medine’de veba vardı ve ilk defa giren herkese veba
bulaşırdı, bu durum Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sebeple Cuma ve
cemaat namazlarını iptal etmeye ruhsat vermesine sebep olmamıştır.
Böylece bu şüpheyi gerekçe göstermenin bâtıl olduğu kesin
bir şekilde anlaşılmıştır. Bilakis kötülüğün vesilelerini kapamak kaidesi,
mescidleri kapatıp Cuma ve cemaatleri tatil etmeye cüret eden yöneticilere
engel olunmasını, onların bu gibi meselelere müdahale etmelerinin
engellenmesini gerektirir. Çünkü onların bu işlere müdahaleleri şer
kapılarından büyük bir kapıdır. Yönetimin bunun yerine beldeden insanların
çıkmasına mani olması gerekir. Mescidleri ve cemaatle namazları engellemesi
değil! Bu onların yetkisinde değildir! Devlet yöneticilerinin mescidlerde
yönetim hakları sadece mescidlerde gözetim ve düzenleme yapmalarıdır,
engelleme, kapatma ve tatil etme yetkileri yoktur!
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in hastalığın kendiğinden bulaşmasını nefyetmesi esastır ve
buna hissî, mantıkî bir delil getirmiştir: “Peki ilk hastaya kim bulaştırdı?”
Bu da vebaların ve viruslerin fiilen mevcut olduklarını pekiştirmektedir.
İnsanın bunlara maruz kalması Allah’ın kaderiyledir. Nitekim ilk hastada bu
meydana gelmiştir. cismi ve bağışıklık sistemi onu def etmekten aciz kalmıştır.
Nitekim bağışıklık sistemi kuvvetli olan hasta olmayabilir de. Bu şahit olunan
bir durumdur. Hastayla temas eden herkes hasta olmayabiliyor. Bulaşmanın bizzat
kendisi ve hasta ile temas bizatihi hastalık sebebi değildir. Bilakis sebep hastalığın
kendisi ve vücudun bağışıklık sisteminin zayıflığıdır. Karantina ve korunma bundan
dolayıdır, illet ve hastalığın bulaşıcı olmasından değil! Nitekim Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem: “Allah devasını indirmediği hiçbir hastalık indirmemiştir”
buyurmuştur.
Ömer radiyallahu anh zamanında Şam’da taun yaygınlaşmış, bu
durum onların Cuma ve cemaat namazlarını tatil etmelerine veya mescidlerde eda
etmelerini iptal etmeye sebep olmamıştır. Yine cenaze namazı da farzı
kifayedir. İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’inde, Amr b. Muhacir’in şöyle dediği
rivayet edilmiştir: “Vasile b. el-Eska radiyallahu anh ile beraber taundan ölen
erkek ve kadın altmış kişinin cenaze namazında bulundum. Dört tekbir aldı, bir
selam verdi.” Cemaatle namazın yasaklanmasına dair bu bid’at müslümanların
bütün tarihleri boyunca görülmemiştir. Bununla beraber taun hastalığı koronadan
çok daha tehlikeli bir hastalıktır. Taundan ölüm kesindir. Kendisi sebebiyle sağlıklı
kimselere mescidleri, Cuma ve cemaatleri engellemeyi gerekli gördükleri Koronada
ise ölüm oranı %2dir. Sırf yüzlerce
hasta var diye milyonlarca müslümanı mescidlerinden, dinlerinin farzı ve şiarı
olan cemaatlerden engellemek nasıl olabilir? Namaz İslam dininin direğidir!
Mescidlerin kapanmasına ve Cuma ile cemaatlerin
engellenmesine fetva verenleri destekleyen ne bir nas vardır, ne kıyas vardır,
ne de muteber bir imamın fetvası! Bilakis alış veriş ve ticaret merkezlerinden
önce mescileri kapatacak kadar namazı ve mescidleri hafife alan, bugünkü
müslümanların hayatlarında bunların değerini kaybettiren siyasi hevâlardır! Hastalıktan korunmak yolculukları yasaklamayı
ve insanların evlerinde kalmalarını zorunlu kılıyorsa dahi mescidleri
kapatmadan, kitap ve sünnetten, sağlıklı nazardan delili olmayan fetvalar
uydurmadan bunu yapsınlar! Cuma ve cemaatleri men etmeye daha önce hiç kimse
cesaret etmemişti!
Hastalığa karşı erken tanı cihazları koymaya güç yetiren
birçok devletler, hava alanları gibi toplanma mekanlarını kapatmadılar. Her
şehirde Cuma ve cemaatle namaz kılınan ana camilerin kapılarına bu cihazlar
konabilir, hastalığa karşı koymak için mescidleri kapatmadan ve namazları iptal
etmeden önlemler alabilirler!
“Namazı evlerinizde kılın” hadisini gerekçe göstermelerine
gelince, bu şiddetli soğuk ve fırtına hallerinde söz konusudur. Mescidlerin
kapatılmasını gerektirmez. Böyle şartlarda azimetle amel edip mescide gelmek
isteyenler alıkonulmaz. Korku, yalnızca korkuya muhatap ferdin Cuma ve cemaate
gelme gerekliliğini düşürür, mescidlerin kapatılmasını ve korkmayan kimselerin bu
farzı ikame etmelerini engellemeyi gerektirmez!
Müslümanlar veba ve taun yayıldığı zamanlardan beri sünnette
geldiği gibi mescidlere koşmuşlar, dua ve istiğfar etmişlerdir. Asla imamlardan
hiç biri veba korkusuyla mescidlerin kapatılmasına ve namaz kılanların
engellenmesine fetva vermemişlerdir.
Nitekim Hanefiler, “Şu korkutucu hallerden bir şey
görürseniz namaza sarılın” hadisinin umumu ile delil getirmişlerdir. Durru’l-Muhtar
haşiyesinde şöyle denmiştir: “Korkutucu haller” sözüyle kastedilen bulaşıcı
hastalığa karşı galip gelen korkudur. “Taunun kalkması için dua” sözüyle
kastedilen bütün hastalıklar hakkında geneldir. Dua ile kastedilen dua
niyetiyle namaz kılmaktır. En-Nehr’de şöyle denilmiştir: “Toplanırlarsa herkes,
hastalığın kaldırılması niyetiyle iki rekat namaz kılarlar. Çünkü Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem: “Şu korkutucu hallerden bir şey görürseniz
namaza sarılın” buyurmuştur.”
Dinin maksatlarını gerçekleştirmek dinin hükümlerini ikame
etmeyi tatil ederek değil, ikame ederek (yerine getirerek) olur. Allah’ın muradı
ve maksadını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha iyi bilen kimse
yoktur. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında da bulaşıcı veba
olmuş, müslümanları Cuma ve cemaatten engellememiş, hastalık korkusuyla mescidleri
kapatmamıştır. Bilakis “Hastalık kendiliğinden bulaşıcı değildir”
buyurmuş, yine: “Bir yerde taun çıkarsa ve siz orada iseniz oradan çıkmayın”
buyurmuştur.
Seddi Zeria (Kötülüğün vesilelerine mani olmak) kaidesiyle
kastedilen ise kötülüğe vesile olan mubah bir şeyi men etmekle alakalıdır. Mesela
şarap yapacak kimseye üzüm satmanın engellenmesi gibi. Halbuki üzüm satmak veya
ziraatini yapmak mutlak olarak yasak değildir. Çünkü din bunu yasaklamamıştır.
Bu ihtilaflı bir kaidedir. Bu kaideyle delil getirenlerden hiçkimse de farzı ayn
veya farzı kifaye olan bir şeyi tatil etmek için bu kaideyi kullanmamıştır!
Fetva Komisyonu
bulaşıcı hastalık korkusu sebebiyle Cuma namazının farz olmadığına fetva
vermiştir. Onların Cuma ve cemaatle namazı men etmeye fetva verme yetkileri
yoktur. Böyle bir fetva Kur’ân’ın şu emrine icabeti yasaklamak demektir: “Cuma günü
namaz için nida edildiğinde Allah’ın zikrine gidin.” (Cuma 9) Yönetimin
sağlıklı kimseler, azimetle hareket etmek istediklerinde, namazı cemaatle ikame
etmekten engelleme hakkı yoktur. Seddi zeria kaidesi farzı tatil edemez.
Yönetim zorunlu görürse, dinin haramlarına ve kesin hükümlerine siyasi
fetvalarla müdahale etmeksizin, yolculuk etmeyi insanlara yasaklayabilir.
Prof. Dr. Hâkim el-Mutayrî