Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

5 Nisan 2020 Pazar

Maslahatları Gözetmek ve Cemaatle Namazın Tatili Meselesi


Soru: Es-Selamu Aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu
Değerli şeyhimiz! Virüslerin yayılmasına mani olmak için mescidlerde beş vakit namazın men edilmesine dair fetvaya ta’likiniz hususiyetiyle, onların fetvaları daha büyük kötülüğü def etmek kuralına uygun değil midir? Kişi hastalığın taşıyıcısı olabilir ve işin başlangıcında bunun farkında olmaksızın cemaatle namaz kılanlara bulaştırabilir ve bu da virüsün yayılmasına sebep olmaz mı?
Prof. Dr. Hakim el-Mutayri’nin cevabı:
Ve aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu. Ve hayyakellah
İslam, iman ve tevhidin hakikatini bilen kimseye, hastalık korkusuyla mescidlerin kapatılıp beş vakit namazları engelleme fetvasının bâtıl olduğu gizli kalmaz.
İslamın ayrıntılı hükümlerini bilmek bir yana, temel esaslarını bilen kimseler dahi bunu hoş göremez! Bu ancak maddiyatçı tagutî laik batı kültüründen etkilenmenin sonucudur. Bu, maddi zararları emperyalizm adı altında insanı telefinden korkulan ana sermaye kılan, yahut Hürriyet ve Liberalizm adıyla Allah’ın dışında kendisine ibadet edilen bir ilah kılan zihniyettir! Hatta onlara göre dünya hayatı ve maslahatı, dinlerinin, imanlarının ve ahiretlerinin maslahatından önceliklidir!  Nitekim İslam, hükümlerinin ortaya konması için cihadı ve Allah yolunda savaşmayı, canların ve malların itlafını meşru kılmıştır:
Fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”
Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mani olandan daha zalim kim vardır?”
 Fakihler, dinin korunmasını, beş zaruriyyatın birincisi olduğu hususunda icma etmişlerdir. Dinin korunmasından sonra canın muhafazası gelir. İslam’ın hükümlerini ikame etmek, canların telefine sebep olan; Allah yolunda cihad yoluyla da olsa dinin aslıdır!
Bundan dolayı Allah’ın evlerinde ve mescidlerde Allah’ın zikrini ikame etmek, beş vakit namazı ve Cuma namazını cemaatle eda ederek mescidleri imar etmek, ister farzı ayn olsun, ister farzı kifaye olsun, dinin esaslarındandır. Nitekim İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava’da (31/255) şöyle demiştir: “Mescidlerin kendisi için meşru kılındığı şeylere (cemaatle namaz gibi) karşı kapatılması helal değildir.”
(Hanefî’lerden) El-Aynî, el-Merginani’nin el-Hidaye kitabına yaptığı şerh olan el-Benaye kitabında (2/470) şöyle der: “Mescidin kapısını kilitlemek çirkindir. Çünkü bu namazı yasaklamaya benzer.” Çünkü mescidin kapısını kilitlemek namazı yasaklamaya benzediği için çirkindir. Çünkü Allah Teâlâ: “Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mani olandan daha zalim kim vardır?” buyurmuştur.
Nitekim 1316 senesinde Mısır ulemasına, Hicazda bulunan veba sebebiyle Mısırlıların hacca gitmelerini engellemenin hükmü sorulmuş, söz birliğiyle hac farizasını engellemenin caiz olmadığına fetva vermişlerdir.  Mecelletu’l-Menar’da (2/30) şöyle geçer: “Bakanlar meclisi haccın engellenmesi meselesi için toplandı. Deniz sağlık meclisi Hicaz’dan Mısıra vebanın taşınmaması için haccı men etmeyi zorunlu görüyordu. Haccı engellemek, dinin temel rükünlerinden birini engellemek demek olduğundan bakanlar alimlere fetva sormadan buna mani olmak istemediler… Bu yüzden bakanlar meclisi başkanı, saygı değer Mısır kadısının, faziletli Ezher şeyhinin, Mısır diyarının müftüsünün, el-Hakaniye müftüsü Şeyh Abdurrahman en-Nevâvi’nin ve eski İlmî Meclis başkanı Şeyh Abdulkadir er-Rafi’î’nin bir araya toplanmalarını talep etti. Bir araya gelip bakanlarla müzakere ettiler. Toplandıkları meclisten dağıldıktan sonra fetvanın yazılıp bakanlar meclisine gönderilmesinde söz birliği ettiler. Fetva şu şekildedir: “Hamd yalnız Allah’adır. İmamlardan hiçbiri haccın edasının şartı olarak hicaz beldelerinde genel kapsamlı bir hastalığın bulunmaması gibi bir madde zikretmemişlerdir. Böyle bir hastalığın varlığı, hacca güç yetiren kimselerden bu farzı kaldırmaz. Bundan dolayı hac yapmak için çıkmak isteyen ve yoluna güç yetiren kimseye bu hastalık sebebiyle engel olmak caiz değildir.
Vebalı olan bölgeye girmekten yasaklayan hadis ise, farzı eda etmek gibi daha kuvvetli bir muarız bulunmaması haline yorumlanır. Nitekim alimlerimizin sözlerinden anlaşılan da budur.
Yine vebalı bölgeye girmek ve çıkmanın yasaklanması, oraya girmek veya çıkmak isteyen kimsenin itikadına bağlı bir durumdur. Nitekim Tenviru’l-Ebsar Metni’d-Durri’l-Muhtar kitabında şöyle denilmiştir: “Taun (yani genel kapsamlı bulaşıcı bir hastalık olan veba) bulunan beldeden çıkan kimse eğer her şeyin Allah Teâlâ’nın kaderiyle olduğunu biliyorsa girip çıkmasında bir sakınca yoktur. Eğer ona göre o beldeden çıkarsa hastalıktan kurtulacağına, oraya girerse hasta olacağına inanıyorsa bu ona mekruhtur. Böyle bir kimse girip çıkamaz.” Kitabın şarihi es-Sindî de bunu desteklemiştir. Allah en iyi bilendir.” Fetva tarihi: 2 Zilkade 1316
Maddeci batı düşüncesi, korona vebasına karşı tutumda azgınlık etmiş ve meseleyi tamamen yalnızca korunma ve ilaç gibi tabîi tıpla sınırlamıştır. Gayb alemiyle ve Allah’a tevbe etmek, O’na yönelmek, yalnız Allah’a dua etmek, O’na tevekkül etmek, belaya sabretmek, Allah’ın takdirine rıza göstermek, O’nun azametini düşünmek gibi İslam ve Allah’a imanın hakikati olan; imanî tıpla alakayı koparmıştır!
Kötülükleri gidermek ve bulaşıcılığı engellemek gerekçesiyle mescidleri tatil etmek, farzları ikame etmeyi engellemek maddeci laik anlayışın, “dinî fetva” kılıfıyla örtülmüş bir şeklidir!
Vebanın varlığı, yeni bir içtihat veya fetvaya ihtiyaç çıkarmaz. Nitekim veba ve taun (bulaşıcı hastalıklar) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında da yaygındı ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunun hükümlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Asla mescidlerin kapanmasına ve oralarda namazların terkine izin verilmemiştir! Bilakis taun bulunan yere girilip çıkılması yasaklanmış, hastaların sağlıklı kimselerin yanına sokulmaması tavsiye edilmiş, hastalığın kendiliğinden bulaşması inancı kesin bir şekilde reddedilmiş ve “Hastalığın bulaşması yoktur” ve “Peki ilkine kim bulaştırdı?” buyrularak hissî delil de sunulmuştur. Yine şöyle buyurmuştur:
Hiçbir şey bir şeye kendiliğinden bulaştırıcı değildir.” Bunun üzerine bir bedevi: “Ey Allah’ın rasulü! Uyuz bir deve bütün develerin uyuz olmasına sebep oluyor” deyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Peki ya ilk deveyi kim uyuz yaptı? Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur, Safer (ayının uğursuzluğu) yoktur, Allah her canı yaratmış, onun hayatını, rızkını ve ona isabet edecek şeyleri de yazmıştır.”
Sahihu’l-Buhârî’de geçtiği gibi İbn Ömer radiyallahu anhuma hastalık bulaştırmasından korkulan hasta bir deve satın almış ve: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalığın bulaşması yoktur” şeklindeki hükmüne razı olduk” demiştir.
Nitekim “Hastalığın bulaşması yoktur” hadisi mütevatir olarak ondan fazla sahabeden (radiyallahu anhum) gelen rivayetlerle sabit olmuştur.
Bu hadisi Buhârî ve Muslim’in Sahihlerinde; Ebu Hureyre, İbn Ömer, Cabir, Enes radiyallahu anhum,
İbn Hibban’ın Sahih’inde; İbn Abbas radiyallahu anhuma,
Ahmed’in Musnedi ve Ziyau’l-Makdisi’nin Sahiha’sında; Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh,
Tirmizi ve Ahmed’in Musnedinde hasen isnadlarla; Abdullah b. Amr b. el-As ve İbn Mes’ud radiyallahu anhum,
Taberânî’nin Mu’ceminde; es-Saib b. Yezid, Ebu Umame ve Umeyr b. Sa’d radiyallahu anhum
Tahavi’de; Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh rivayet etmişlerdir.
Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (10/160) şöyle demiştir: “Hastalığın kendiliğinden bulaşması yoktur hadisi Ebu Hureyre radiyallahu anh tariki dışında Aişe, İbn Ömer, Said b. Ebi Vakkas, Cabir radiyallahu anhum ve başkalarından sahih yollarla sabit olmuştur.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hastalığın kendiliğinden bulaştığını nefyetmiş, taun meydana geldiği zaman da sıhhatin korunmasını emretmiştir. Mescidlerin kapanmasının caiz olduğuna fetva veren, sıhhatli kimselere beş vakit namazı, Cuma ve cemaat namazlarını hastalık bulaşması korkusuyla yasaklamaktadır! Böylece Allah’a ve rasulüne karşı kafa tutmaktadır! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in nefyettiği şeyi ispat etmekte, bunu engel kılarak dine ters düşmekte, nassa ve icmaya muhalefet etmekte, İslam’da kötü bir adet başlatmaktadır! Kendi günahıyla beraber, kıyamet gününe kadar bu fetvayla amel edenlerin de günahını yüklenmektedir! Kötülüğün önüne geçme şüphesiyle, insanlar hakkındaki korkuyu bahane ederek Mescidlerin tatil edilmesi ve kesin farzlara mani olmakla, mescidleri kapatmak isteyen herkesi cesaretlendirmektedir! Bununla beraber savaşlar, iç fitneler gibi birçok korku sebepleri, mescidleri, devletlerin kapatmak üzere müdahale etmeleri için arz etmeye sebep olmaktadır. Böylece yöneticiler maslahat iddiasıyla mescidleri kapatırlar! Halbuki veba ve taunlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında da mevcuttu. Medine’de veba vardı ve ilk defa giren herkese veba bulaşırdı, bu durum Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sebeple Cuma ve cemaat namazlarını iptal etmeye ruhsat vermesine sebep olmamıştır.  
Böylece bu şüpheyi gerekçe göstermenin bâtıl olduğu kesin bir şekilde anlaşılmıştır. Bilakis kötülüğün vesilelerini kapamak kaidesi, mescidleri kapatıp Cuma ve cemaatleri tatil etmeye cüret eden yöneticilere engel olunmasını, onların bu gibi meselelere müdahale etmelerinin engellenmesini gerektirir. Çünkü onların bu işlere müdahaleleri şer kapılarından büyük bir kapıdır. Yönetimin bunun yerine beldeden insanların çıkmasına mani olması gerekir. Mescidleri ve cemaatle namazları engellemesi değil! Bu onların yetkisinde değildir! Devlet yöneticilerinin mescidlerde yönetim hakları sadece mescidlerde gözetim ve düzenleme yapmalarıdır, engelleme, kapatma ve tatil etme yetkileri yoktur!
 Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığın kendiğinden bulaşmasını nefyetmesi esastır ve buna hissî, mantıkî bir delil getirmiştir: “Peki ilk hastaya kim bulaştırdı?” Bu da vebaların ve viruslerin fiilen mevcut olduklarını pekiştirmektedir. İnsanın bunlara maruz kalması Allah’ın kaderiyledir. Nitekim ilk hastada bu meydana gelmiştir. cismi ve bağışıklık sistemi onu def etmekten aciz kalmıştır. Nitekim bağışıklık sistemi kuvvetli olan hasta olmayabilir de. Bu şahit olunan bir durumdur. Hastayla temas eden herkes hasta olmayabiliyor. Bulaşmanın bizzat kendisi ve hasta ile temas bizatihi hastalık sebebi değildir. Bilakis sebep hastalığın kendisi ve vücudun bağışıklık sisteminin zayıflığıdır. Karantina ve korunma bundan dolayıdır, illet ve hastalığın bulaşıcı olmasından değil! Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah devasını indirmediği hiçbir hastalık indirmemiştir” buyurmuştur.
Ömer radiyallahu anh zamanında Şam’da taun yaygınlaşmış, bu durum onların Cuma ve cemaat namazlarını tatil etmelerine veya mescidlerde eda etmelerini iptal etmeye sebep olmamıştır. Yine cenaze namazı da farzı kifayedir. İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’inde, Amr b. Muhacir’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Vasile b. el-Eska radiyallahu anh ile beraber taundan ölen erkek ve kadın altmış kişinin cenaze namazında bulundum. Dört tekbir aldı, bir selam verdi.” Cemaatle namazın yasaklanmasına dair bu bid’at müslümanların bütün tarihleri boyunca görülmemiştir. Bununla beraber taun hastalığı koronadan çok daha tehlikeli bir hastalıktır. Taundan ölüm kesindir. Kendisi sebebiyle sağlıklı kimselere mescidleri, Cuma ve cemaatleri engellemeyi gerekli gördükleri Koronada ise ölüm oranı %2dir.  Sırf yüzlerce hasta var diye milyonlarca müslümanı mescidlerinden, dinlerinin farzı ve şiarı olan cemaatlerden engellemek nasıl olabilir? Namaz İslam dininin direğidir!
Mescidlerin kapanmasına ve Cuma ile cemaatlerin engellenmesine fetva verenleri destekleyen ne bir nas vardır, ne kıyas vardır, ne de muteber bir imamın fetvası! Bilakis alış veriş ve ticaret merkezlerinden önce mescileri kapatacak kadar namazı ve mescidleri hafife alan, bugünkü müslümanların hayatlarında bunların değerini kaybettiren siyasi hevâlardır!  Hastalıktan korunmak yolculukları yasaklamayı ve insanların evlerinde kalmalarını zorunlu kılıyorsa dahi mescidleri kapatmadan, kitap ve sünnetten, sağlıklı nazardan delili olmayan fetvalar uydurmadan bunu yapsınlar! Cuma ve cemaatleri men etmeye daha önce hiç kimse cesaret etmemişti!
Hastalığa karşı erken tanı cihazları koymaya güç yetiren birçok devletler, hava alanları gibi toplanma mekanlarını kapatmadılar. Her şehirde Cuma ve cemaatle namaz kılınan ana camilerin kapılarına bu cihazlar konabilir, hastalığa karşı koymak için mescidleri kapatmadan ve namazları iptal etmeden önlemler alabilirler!
“Namazı evlerinizde kılın” hadisini gerekçe göstermelerine gelince, bu şiddetli soğuk ve fırtına hallerinde söz konusudur. Mescidlerin kapatılmasını gerektirmez. Böyle şartlarda azimetle amel edip mescide gelmek isteyenler alıkonulmaz. Korku, yalnızca korkuya muhatap ferdin Cuma ve cemaate gelme gerekliliğini düşürür, mescidlerin kapatılmasını ve korkmayan kimselerin bu farzı ikame etmelerini engellemeyi gerektirmez!
Müslümanlar veba ve taun yayıldığı zamanlardan beri sünnette geldiği gibi mescidlere koşmuşlar, dua ve istiğfar etmişlerdir. Asla imamlardan hiç biri veba korkusuyla mescidlerin kapatılmasına ve namaz kılanların engellenmesine fetva vermemişlerdir.
Nitekim Hanefiler, “Şu korkutucu hallerden bir şey görürseniz namaza sarılın” hadisinin umumu ile delil getirmişlerdir. Durru’l-Muhtar haşiyesinde şöyle denmiştir: “Korkutucu haller” sözüyle kastedilen bulaşıcı hastalığa karşı galip gelen korkudur. “Taunun kalkması için dua” sözüyle kastedilen bütün hastalıklar hakkında geneldir. Dua ile kastedilen dua niyetiyle namaz kılmaktır. En-Nehr’de şöyle denilmiştir: “Toplanırlarsa herkes, hastalığın kaldırılması niyetiyle iki rekat namaz kılarlar. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şu korkutucu hallerden bir şey görürseniz namaza sarılın” buyurmuştur.”
Dinin maksatlarını gerçekleştirmek dinin hükümlerini ikame etmeyi tatil ederek değil, ikame ederek (yerine getirerek) olur. Allah’ın muradı ve maksadını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha iyi bilen kimse yoktur. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında da bulaşıcı veba olmuş, müslümanları Cuma ve cemaatten engellememiş, hastalık korkusuyla mescidleri kapatmamıştır. Bilakis “Hastalık kendiliğinden bulaşıcı değildir” buyurmuş, yine: “Bir yerde taun çıkarsa ve siz orada iseniz oradan çıkmayın” buyurmuştur.
Seddi Zeria (Kötülüğün vesilelerine mani olmak) kaidesiyle kastedilen ise kötülüğe vesile olan mubah bir şeyi men etmekle alakalıdır. Mesela şarap yapacak kimseye üzüm satmanın engellenmesi gibi. Halbuki üzüm satmak veya ziraatini yapmak mutlak olarak yasak değildir. Çünkü din bunu yasaklamamıştır. Bu ihtilaflı bir kaidedir. Bu kaideyle delil getirenlerden hiçkimse de farzı ayn veya farzı kifaye olan bir şeyi tatil etmek için bu kaideyi kullanmamıştır!
 Fetva Komisyonu bulaşıcı hastalık korkusu sebebiyle Cuma namazının farz olmadığına fetva vermiştir. Onların Cuma ve cemaatle namazı men etmeye fetva verme yetkileri yoktur. Böyle bir fetva Kur’ân’ın şu emrine icabeti yasaklamak demektir: “Cuma günü namaz için nida edildiğinde Allah’ın zikrine gidin.” (Cuma 9) Yönetimin sağlıklı kimseler, azimetle hareket etmek istediklerinde, namazı cemaatle ikame etmekten engelleme hakkı yoktur. Seddi zeria kaidesi farzı tatil edemez. Yönetim zorunlu görürse, dinin haramlarına ve kesin hükümlerine siyasi fetvalarla müdahale etmeksizin, yolculuk etmeyi insanlara yasaklayabilir.
Prof. Dr. Hâkim el-Mutayrî

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)