Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

11 Nisan 2020 Cumartesi

Cahiliyye'nin "Hastalık Bulaşır" Şüphesine Reddiye

Tarık b. Şihab radiyallahu anh’den: “Bizler Ebu Musa radiyallahu anh’ın yanına gider konuşurduk. Bir gün bize şunları söyledi:
“Benden kaçınmanız gerekmez. Şu taun (veba) hastalığı benim aileme de düştü. Bu sebeple aranızdan uzak durmak isteyen uzak dursun. Fakat iki şeyden de sakının: Bir kimsenin: “Birisi çıktı ve kurtuldu, diğeri oturdu ve hastalığa yakalandı. Ben de çıkıp gitmiş olsaydım filanın ailesi kurtulduğu gibi ben de kurtulurdum” demesinden veyahut bir diğerinin: “Eğer oturmuş olsaydım filanın ailesi hastalığa yakalandığı gibi ben de yakalanacaktım” demesinden de sakının. Şimdi ben sizlere taun meselesini anlatayım:
“Şam’da taun hastalığı çıktı. Ömer radiyallahu anh ona: “Sana bu mektubum gelir gelmez kesin olarak sana şunu söylüyorum: Eğer mektubum sana sabah ulaşmışsa bineğine binmeden akşamı etme. Eğer akşam vakti sana varırsa yanıma gelmek üzere bineğine binmeden sabahı etme. Çünkü sana sen olmadan göremeyeceğim bir ihtiyacım var” diye bir mektup yazdı. Ebu Ubeyde radiyallahu anh mektubu okuyunca:
“Müminlerin emiri hayatta kalamayacak olanı hayatta tutmak istedi” dedi. Sonra Ebu Ubeyde radiyallahu anh ona şu mektubu yazdı:
“Ben müslümanlardan oluşan askerler arasındayım. Ben kendimi onlara tercih ederek yola çıkamam. Müminlerin emirinin bana ne ihtiyacının olduğunu biliyorum.” Mektup kendisine ulaşınca Ömer radiyallahu anh ağladı. Ona:
“Yoksa Ebu Ubeyde vefat mı etti?” denildi. O: “Hayır” dedi. Ömer radiyallahu anh ona şu mektubu yazdı:
“Ürdün derin bir yerdir. Cabiye ise nezih bir yerdir. Bu sebeple sen de müslümanları al ve Cabiye’ye git.” Ebu Ubeyde radiyallahu anh mektubu okuyunca: “Müminlerin emirini işittik ve itaat ettik” dedi. Sonra bana:
“Haydi, git, müslümanlara kalacakları yerleri hazırla” dedi. Ben: “Bunu yapamam” dedim. Ebu Ubeyde radiyallahu anh:
“Galiba hanımın taun oldu?” dedi. Ben de: “Evet” dedim. Ebu Ubeyde radiyallahu anh bineğine binmek üzere gitti. Onu bir şey yakalar gibi oldu ve hemen isabet alıp öldü. Sonra da taun hastalığı kalktı.”[1]
Abdurrahman b. Ganm radiyallahu anh dedi ki: “Şam’da taun meydana geldi. Amr b. el-As radiyallahu anh bize hutbe vererek şöyle dedi:
“Muhakkak ki bu taun bir pisliktir. Ondan vadilere ve yaylalara kaçın.” Bu sözler Şurahbil b. Hasene radiyallahu anh’e ulaşınca dedi ki:
“Amr yanıldı! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sahabelik ettim. Amr, ailesinin eşeğinden daha sapıktır. Lakin bu hastalık rabbinizden bir rahmet, nebiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in bir duası ve sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.”[2]
* Şurahbil b. Şuf’a rahimehullah’ın rivayetinde şu şekildedir: “Taun Şam'da ortaya çıkınca Amr radiyallahu anh: “Bunun bulunduğu yerden etrafa dağılın. Çünkü o bir azaptır” dedi. Amr’ın bu söyledikleri Şurahbil b. Hasene radiyallahu anh’e ulaşınca o şöyle dedi:
“Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sohbetinde bulundum. O’nun şöyle buyurduğunu işittim:
Bu rabbinizin bir rahmeti, nebinizin bir duası ve sizden önceki salihlerin ölüm sebebidir.” Bu sebeple onun için toplanın, onun bulunduğu yerden etrafa dağılmayın.” Bunun üzerine Amr radiyallahu anh: “Doğru söyledi” dedi.”[3]
Tahavi'nin Hastalığın Bulaşıcı Olduğunu Söyleyenlere Reddiyesi
Tahavi Şerhu Meani’l-Asar’da şöyle dedi: “Bu görüşün sahipleri şöyle derler: “İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu rivayetlerde taunun bulunduğu yere gidilmemesini emretmektedir. Bu ise ondan korkulduğu için verilmiş bir emirdir.” Bunlara şöyle cevap verilir:
Bunlarda sizin dediğiniz hususa delil yoktur. Çünkü onun bulunduğu yere gidilmesini terk etme emri ondan duyulan korku sebebiyle olsaydı, taunun ortaya çıktığı yerde bulunan kimselere de oradan çıkmak için serbestlik verilmesi gerekirdi. Çünkü taun dolayısıyla onlar hakkında duyulan korku, onların dışındakiler için duyulan korkuyla aynıdır. Taunun ortaya çıktığı yerde bulunan kimselere oradan çıkmaları yasaklanmış olduğuna göre bu, orada bulunmayan kimselere, hastalığın görüldüğü yere gitmelerinin yasaklanış sebebinin sizin benimsediğiniz sebep ve anlamdan farklı olduğunu ispatlamaktadır. Bir kimse: “Peki sizin dediğiniz bu sebep ve anlam ne demektir?” diyecek olursa ona şöyle cevap verilir:
“Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Bize göre bunun anlamı şudur: Bir kimsenin taunun bulunduğu yere gidip Allah Azze ve Celle’nin onun hakkındaki takdiri gereği bu hastalığa yakalanırsa “Ben buraya gelmemiş olsaydım bu hastalığa yakalanmayacaktım” dememesidir. Hâlbuki o çıkıp gittiği yerde kalmaya devam etmiş olsaydı belki de bu hastalık ona bulaşmayacaktı. Bundan dolayı böyle bir sözü söyleme korkusu ile bu hastalığın olduğu yere gitmemesi emredilmiştir.
Aynı şekilde taunun bulunduğu yerden çıkmaması da emredilmiştir. Ki çıkacak olursa “Ben orada kalmış olsaydım, oranın halkının başına gelen benim de başıma gelirdi” demekten kurtulamaması korkusudur. Hâlbuki orada kalmaya devam edecek olsaydı ona bu hastalıktan bir şey bulaşmayabilirdi. Bundan dolayı açıkladığımız anlam sebebiyle taunun bulunduğu yere gidilmemesi ve yine sözünü ettiğimiz anlam sebebiyle onun bulunduğu yerden çıkılmaması emredilmiştir.
Aynı şekilde bizim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den: “Hastalıklı olan sağlıklı olanın bulunduğu yere gitmesin” hadisi de bu şekildedir. Bunun sonucunda sağlıklı olan kimse bu hastalığa yakalanır ve sağlıklı olan kimseyi hastalıklı olanın yanına götürdüğü için “Eğer ben bunu bu hastanın yanına getirmemiş olsaydım ona da bu hastalık bulaşmazdı” demeye kalkışır. Hâlbuki sağlıklı olanı o hastanın yanına götürmese dahi hastalık ona bulaşabilirdi. İşte bundan dolayı sağlıklı birisinin hastalıklı olanın yanına götürülmemesi emredilmiştir. Bu emrin sebebi ise insanların kalplerine bu yanlış kanaatin düşmesinden ve dilleriyle onu ifade edip söylemelerinden emin olunamamasıdır. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hastalığın bulaşmayacağı ile ilgili rivayetler de nakledilmiştir…”[4]
İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü ettiğimiz bu rivayetlerde “Birincisine kim bulaştırdı?” buyurarak hastalığın bulaşmasının söz konusu olmadığını belirtmiştir. Yani eğer ikincisi, birincisi ona hastalığı bulaştırdığı için hasta olmuşsa, birincisinin hiçbir şekilde hastalanmaması gerekirdi. Çünkü onunla beraber bu hastalığı bulaştıracak kimse bulunmuyordu. Birincisinin başına gelen hastalık ancak Allah Teâlâ’nın kaderiyle geldiğine göre ikincisine gelen hastalık da böyledir.
Bir kimse “Bizler bunu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den hasta olan bir kimse sağlıklı olanın yanına götürülmesin şeklinde rivayet edilen hadise zıt görüyoruz” diyecek olursa ben de şöyle derim:
“Hayır, ancak hastalığın bulaşması yoktur sözü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu şekliyle hastalığının bulaşmasının asla söz konusu olmayacağı anlamında kabul edilir. O’nun “Hasta olan bir kimse sağlıklı olanın yanına götürülmesin” sözü de hastanın sağlıklının yanına götürülerek Allah’ın kaderi gereği birincisinin başına gelen hastalığın aynısının ona da gelmesi ve insanların bu sebeple “Birincisi hastalığı ona bulaştırdı” demeleri korkusu hakkında kabul edilir. İşte böylelikle bu söz söylenir korkusu ile sağlıklı olan, hasta olanın yanına götürülmesi mekruh görülmüştür. Biz yine bu rivayetler arasında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den cüzzamlının elini yemek kabının içerisine koymuş olduğunu da rivayet ettik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fiili uygulaması böylelikle bulaşmanın söz konusu olmadığına delil olmaktadır. Çünkü hastalığın bulaşması mümkün şeylerden olsaydı bu takdirde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bulaşmasından korkulan böyle bir fiili de ortaya çıkmazdı. Çünkü bunu yapmakla telef olma tehlikesini üzerine çekmiş oluyordu. Oysa Allah Azze ve Celle bunu yasaklamış, kendinizi öldürmeyin buyurmuştur. (Nisa 29) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yana doğru kaymış yüksekçe bir duvarın yanından hızlıca geçmişti. Ölüm korkusuyla yan yatmış bir duvarın yanından hızlıca geçtiğine göre hastalığın bulaşmasından korkulan bir işi yapması nasıl caiz olabilir?
Yine bu bölümün bundan önceki kısımlarında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in taunun bulunduğu yere gidilmesini ve bulunduğu yerden çıkılmasını yasakladığına dair nakledilmiş rivayetlerin anlamını, onun bulunduğu yere gidilmesini yasaklamasının, Allah Teâlâ’nın ilminde onların oraya gittikleri takdirde o hastalığa yakalanacakları ve oraya gidince bu hastalığa yakalanarak: “biz bu hastalığın olduğu yere geldiğimiz için bu hastalığa yakalandık. Gelmemiş olsaydık yakalanmayacaktık” demelerinin korkusu olduğunu, aynı şekilde oradan çıkmayı yasaklamasının da oradan çıkan bir kimsenin kurtulması ve arkasından: “Ben oradan çıktığım için kurtuldum, çıkmasaydım kurtulamayacaktım” dememesi için olduğunu da belirtmiştik. Taunun bulunduğu yerden çıkmanın ve bulunduğu yere gitmenin yasaklanış sebebi aynı olduğuna ve bunun hastalığın bulaşmasından değil de, onun uğursuzluğundan korkup çekinmekten dolayı olduğu anlaşıldığına göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hasta olan sağlıklı olanın yanına götürülmesin” sözü de, hastalığın bulaşması endişesiyle değil, yine uğursuz görme ile alakalıdır. Bundan dolayı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün bu sözleri insanların endişelenip uğursuz saymalarına götüren bu sebeplerle ilgilidir. “[5]


[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Taberî Tehzibu’l-Asar (mefkud cüz no:13) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/305) Hâkim (3/295) İbn Asakir Tarih (24/422)
[2] Muslim'in şartına göre sahih. Taberânî (7/305) Hâkim (3/311) Ahmed (4/195) Ma’mer b. Raşid el-Cami (772) Begavi Mu’cem (1690) Ebu Nuaym Marife (3714) İbn Asakir Tarih (22/475)
[3] Sahih. Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/306) İbn Hibbân (7/215) Ahmed (4/196) Beyhakî (6/384) el-Elbani Ta’likatu’l-Hisan (2940)
[4] Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/306)
[5] Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (4/310)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)