Bilindiği gibi Türkiye’de halkın çoğunluğu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat
caddesinden ayrılmış olan Hanefî ve Şafii fırkalarına mensupturlar. Sünnet
inkarcısı kesimler ise zındıklar sınıfından olduğundan onların söz ve
görüşlerinin itibar edilecek bir yanı yoktur. Şafii ve Hanefi fırkalarında
muteber olan fıkıh kitaplarından aktaracağım nakil, Türkiyede yaşayan biddat
ehlinin katında da Cuma ve cemaat namazlarını terk etmenin, Daru’l-İslam’ı Daru’l-Küfre
döndüreceğinin basit bir ispatıdır:
Şafiilerden Ebu’l-Hasen el-Maverdî, Ahkamu’s-Sultaniye’de
(s.356) şöyle demiştir: “Camilerde cemaatle namaz kılmak ve ezan okumak, İslam’ın
şiarı, Daru’l-İslam ile Daru’ş-Şirki ayırt eden, Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem tarafından tatbik edilen bir alamettir.”
Hanefi fıkıh kitaplarından Damad Efendi diye meşhur
Abdurrahman b. Muhammed Şeyhzade, Multeka’l-Ebhur şerhi Mecmau’l-Enhur’da
(1/660) geçen şu sözleri, Hanefiler indinde bir küfür ülkesinin İslam ülkesine
dönmesi yöneticilerin Cuma ve bayram namazlarını cemaatle kılmayı icra
etmelerine bağlanmıştır: “ed-Durer’de denilir ki; Daru’l-Harb bir ülke içinde Cuma
ve bayram namazlarının icra edilmesi suretiyle Daru’l-İslam’a döner…”
Hanefilerden İbn
Abidin de, Durru’l-Muhtar’da (4/175) bu
hükmü ikrar ile naklederek şöyle demiştir: “İslam ehlinin orada Cuma ve bayram
namazları gibi hükümleri icra etmeleriyle daru’l-harb, daru’l-İslam’a dönüşür.
Orada aslî kafirler bulunsa ve İslam ülkesiyle sınırı bitişik olmasa bile
böyledir.”
Malikî fıkıh kitaplarından Haşiyetu’d-Dusuki Ala Muhtasari’l-Halil’de
(2/188) şöyle denilir: “İslam beldelerine kafirler galip gelseler de, orada
İslam şiarları devam ettiği sürece daru’l-harbe dönmez… Ta ki (cemaatle namaz
ve Cuma namazı gibi) İslam şiarlarının ikamesi kesintiye uğrarsa…” Böylece
kafirler müslümanların ülkesine galip olduğunda o ülkenin darul harbe
dönmemesi, islam şiarlarının ikame edilmesinin devamına bağlanmıştır.
Hanbelilerden sayılan İbn
Useymin’e şöyle sorulmuştur: “İslam ülkeleri neyle daru’l-harbe döner? Beşeri
kanunlarla hükmeden devletler darulislam mı yoksa darulharb midir?”
İbn Useymin şöyle
cevapladı: “Rahman ve rahim Allah’ın adıyla. Daru’l-İslam’ın daru’l-harbe
dönmesi ancak Allah’ın düşmanlarıyla savaşılması halinde söz konusu olur. Daru’l-İslam;
içinde ezan, cemaatle namaz, Cuma namazı ve benzeri İslam şiarlarının açıkça
yerine getirildiği ülkelerdir. Buraların halkları İslam’a mensupturlar ve dinin
kurallarına uyarlar. Ama Allah Azze ve Celle’nin indirdiğinden başkasıyla
hükmetmeye gelince, bu küfre götürebilir ve küfrün altında bir duruma da
götürebilir. Nitekim Allah Azze ve Celle, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla
hükmetmenin gerektirdiği duruma göre onları kâfirler, zalimler ve fasıklar diye
zikretmiştir. Bu Allah’ın indirdiklerinden başksıyla hükmeden kimse
hakkındadır. Eğer bu hüküm küfür derecesine ulaşırsa halkı müslüman olduğu ve
yöneticilerinin bu hükmünden razı olmadıkları sürece ülke daru’l-islam olmaktan
çıkmaz. Küfür ülkesinde dini izhar etmeye gelince, eğer insan küfür diyarında
dinini açıkça izhar edemiyorsa bu kimsenin oradan hicret etmesi farzdır. Eğer
oradan çıkmaya gücü yetmiyorsa orada bu durumdan kurtulmayı sürekli hatırında
tutarak kalır. Küfür beldesinde namaz kılar, zekatı verir, cemaat ve Cuma namazlarını
hiçkimsenin engellemesi ile karşılaşmadan eda edebilirse bu durumda dinini
izhar etmeye gücü yetiyor demektir. Lakin bunun beraber onun küfür ülkesinde
yaşamaya devam etmesi hoş görülmez.”
Yine Şeyh İbn Useymin’e
şöyle soruldu: “Daru’l-İslam ve Daru’l-Küfrün ayırıcı sınırları nelerdir?”
İbn Useymin dedi ki: “Daru’l-İslam;
yöneticilerine itibar etmeksizin, içinde İslam şiarlarının ikame edildiği
yerlerdir. Hatta o ülkeye kafir bir adam yönetici olsa ve İslam şiarlarını
izhar etse orası daru’l-İslamdır. Orada ezan okunur, namaz kılınır, Cuma namazları
ve dini bayramlar ikame edilir, oruç tutulur, hac yapılır vb şiarlar ikame
ediliyorsa, yöneticileri kafirler olsa bile orası İslam diyarıdır.”
Şeyh Ahmed b. Yahya
en-Necmî’ye İslam ülkeleri hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Ülkede La ilahe
illallah şehadeti ilan ediliyorsa, ezan ilan edilip mescidlerde namaz
kılınıyorsa ve benzeri şiarlar yerine geliyorsa orası İslam ülkesidir.”
Şeyh İbn Baz’a İslam
ülkesi ve küfür ülkesi hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Orada küfür şiarları
galipse orası küfür ülkesidir. Eğer İslam şiarları galip gelirse orası İslam
ülkesidir. Hüküm zahir ve galip olan duruma göredir.”
Görüldüğü gibi ülkelerin
hükmü hususunda ittifak edilen iki mesele vardır: Ülkelerin İslam ülkesi sayılması;
yöneticileri kafir olsa dahi halkının genelinin müslüman olması ve İslam şiarlarının
icra edilmesine bağlıdır. Bu iki şarttan biri yerine gelmediğinde orası darul
küfre döner. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın görüşü de bu şekildedir. Tatarların
Mardin’i istila ettikleri zaman verdiği fetvasında bu hususu açıklamıştır.